๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 04 Ekim 2010, 20:09:43



Konu Başlığı: Güzelliğin ruhu
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 04 Ekim 2010, 20:09:43
Güzelliğin ruhu




GÜZELLİĞİN NE güzel çeşitleri, ne revnaktar renkleri, ne değişik şekilleri, ne başka halleri var. Farklı kabiliyetler, farklı cihazatlar, farklı algılarla bakılsa da güzellik hiç değişmiyor; güzel hep güzel.

Gözün gördüğü, gönlün hissettiği, aklın algıladığı, kulağın duyduğu, dilin tattığı, duygunun duyduğu güzellikler farklı fakat güzel; sabit ve daimi; değişken olan onun tazelenen halleri ve renkleri, bedende sabit olan ruh gibi.

Dış âlemde gördüğümüz güzelliklerin de bir ruhu var, o ruhu bulmadıkça da hakiki güzelliği bulmak mümkün değil.

“ Nasıl ceset ruha dayanır, ayakta durur, hayatlanır ve lafız manaya bakar, ona göre nurlanır ve suret hakikate istinat eder, ondan kıymet alır. Aynen öyle de, bu maddi ve cismani olan âlem-i şehadet dahi bir cesettir, bir lafızdır, bir surettir; âlem-i gaybın perdesi arkasındaki esma-i ilahiyeye dayanır, hayatlanır, istinat eder, can alır, ona bakar, güzelleşir.” ( Dördüncü Şua )

Güzele ne güzel, ne derin bir bakış; kâinatın ruhu ile kendi ruhunu buluşturmak ve aynı güzelliğe bakmak; esma-i ilahiyenin tecellilerine müşahede, cilvelerine şahitlik etme. Aynanın değişmesi sabit olanı değiştirmediği gibi güzeli daha şaşalı, daha revnaktar, daha geniş gösterir. Onun için olsa gerek hadsiz güzelliği fark etmek için insan hudutsuz kabiliyetle donatılmış.

Gözle kulak birbirinden ne kadar farklı olsa da birinin güzel dediğini diğeri itiraz etmiyor, keza akıl, dil, duygular da öyle.

“ Kalb, ruh vesair zahiri ve batıni duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilafı gibi muhteliftir. Cemil-i Zülcelâl’ın nihayet derecede güzel olan esma-i hünsasının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.”
( Dördüncü Şua )

Seyredilen güzelliklerin kaynağını erişildiğinde, güzel hakiki veçhiyle anlaşıldığı gibi neden bu kadar çeşitli olduğunu da kavranır ve her şeyin güzelden geldiği ve yine güzele döndüğü görülür. Güzel olmayan güzeli görmemek, ondan daha kötüsü görmemek için gözünü yummak. Uyurgezerler de gördüğü manzara karşısında ne güzel der geçer, ne güzel yaratılmış demez. Yaratılma fiilini gördüğünde diğer bütün isim ve sıfatlat bir bir ardı ardına sıralanır, ona şehadet arkasında gizlenmiş gayb güzelliğine eriştirir ki hakiki güzellik odur.

Yaşanan hadiseler de bu güzel pencereden bakıldığında kerih gördüğümüz nice hadisenin, hoşumuza gitmeyen nice işin altında güzel hikmetlerin yattığını, esmanın hüsna tecellisini görürüz. Başkaca hayat nasıl güzel olur, umut nasıl devşirilir, şevk nasıl elde edilir?

Ruhun hissetmediği güzellik tam güzel olmadığı gibi ruhuna varılmayan güzellikte tam güzellik değildir. Manasız lafız ne kadar abesse, manayı anlamayıp lafza meftun olmak da o kadar abes.

Kâinatta tecelli eden güzelliği akıl, göz, gönül, kulak vesair zahiri ve batini duygular tasdik ediyorsa öyleyse ortada bir güzellik var; o güzelin ruhu olan esma-i hüsnayı görmemek de bütün zıtlıkla aynı derecede çirkinlik.

Gözünüz ve gönlünüzün esma-i hüsna güzelliği ile dolması ve doyması duasıyla…

Hüseyin Eren