> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Denemeler > Duygusuz yeni dünya
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Duygusuz yeni dünya  (Okunma Sayısı 872 defa)
04 Eylül 2010, 13:11:25
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 04 Eylül 2010, 13:11:25 »



DUYGUSUZ YENİDÜNYA
Tepeyi aşar aşmaz mezra karşımızdaydı. “İşte mezraya geldik” dediğimde arkadaşım sokakları, damlı, duvarlı, pencereli evleriyle bir köyü boşa arıyordu. “Hani” diye sordu, “ben bir şey göremiyorum” “Karşıdaki mağaraları görmüyor musun?” İnanamadı. Neredeyse dili tutulacaktı garibin.  Çaresizlik insanın mekânı olunca mekânlar da çaresizlik üretiyor. Orada neler yaşadığımız uzun bir konu ve şimdi sırası da değil. Ancak bununla birlikte anlatacağım kısa anekdotu paylaşmadan geçmeye gönlüm razı olmazdı. Bu mezradan kalan bir anıyla konuya mecra açmayı uygun buldum: Bu tür köy ve mezra görevlerine gittiğimizde yanımıza bol miktarda ilaç ve daha çok çocukları sevindirmek için şekerleme, bisküvi, çikolata türü yiyecekler alırdık. Bunları dağıttığımızda çocukların masum, çekingen bakışlarıyla genç kızların atlas minyatürü utangaç gözlerinde büyüyen ışıltı içimi dünyanın en geniş ufuklarına akıtırdı. Bir ağacın gölgesinde, oturduğu kaya parçasının üzerinde yün eğiren yaşlı bir kadına yaklaştım. “Torunum da geldi mi?” diye sordu. Torunu askermiş. “Şu dağın arkasına askere gitti” dedi. O’na göre yeryüzü o uzak dağlarla sınırlanıyordu. Torunundan selâm getirdiğimizi, yakında geleceğini, bizden, yerine elini öpmemizi istediğini söyledim. Elini öptüm. Toprak tene, tende kokuya bu denli dönüşebilirdi. Beni nasıl bağrına bastı bir bilseniz. Oğullarından biri İstanbul’da imiş. “Sen niye gitmiyorsun onların yanına, burada yaşamak zor olmuyor mu?” diye sordum. Duygularımda yeni bir hareket dalgası başlatan; saf, saflığı ölçüsünde ilginç bir cevap verdi. “İyi ama oğlum, bu ağaçları nasıl bırakıp giderim.” Sizce de ilginç değil mi? Ağaçları, yaşadığı mağarayı, o vadiyi, kayaları bırakamamak!.. Kadere firak düştüyse can cananından ayrılır da bir insan bir ağacı, toprağını, belki hayvanlarını nasıl bırakamaz? Birbirinden ayrılmayacak ölçüde bir aidiyet ilişkisi kurulmuş; o ağaç ağaç, o kaya kaya olmaktan çıkmış adeta ailenin fertleri gibi doğrudan varoluşsal bir unsura dönüşmüştür. Düz bir bakışla bırakılıp gidilemeyecek olan sadece bir ağaç değildir. O ağacın temsil ettiği, o ağaçla temsil olunan nesiller boyu akış; anılar, yaşamın esintisi, müziği; varlığın, varoluşun doğrudan doğruya kendisi olmuştur. Bütün yakın uzak unsurlarıyla o coğrafya o insanlarda varoluşsal anlam ifade edecek tarzda bütünleşmiştir. Tersi de doğru: İnsan doğanın ayrılmaz bir parçasıdır. Bu ayrışmaz işleyiş, içinde kendiliğinden bir duygusal bütünlüğü barındırır.

 

Materyalizm fiziğin dar sınırları içinde varlığı ruhundan soyutlayarak algılamaktadır. Böyle bir sapma üzerine inşa edilen ideolojik körlük ve ontolojik yabancılaşmanın insan-doğa ekseninde kurduğu diyalektik;  varlığı, bütünlüğü içinde kavrama yeteneğini yitirdiğinden, kendi zihni yapılanması içinde bile çarpık,  hastalıklı algı dünyasının dolambacından kurtulup, fıtrata açılan yolu bulmayı başaramamakta, başarmaya da niyetli gözükmemektedir. Ruhsuzluk ve duygusuzluk yakıştırılan dünyayı algının temeli  ve düşüncenin referansı yapmak, fıtraten tanrıya dönme istidadında olan kendi cevherimizi derin bir aldanışla perdeleme zayıf gerekçesinden başka anlam taşımamaktadır. Sonuçta akıl, ruh, bilinç gibi varlığımızı anlamlandıran değerler, satıhsız, derinliksiz, boyutsuz bir ortamda teşekkül etmekte; başta kişilik ve benliklerde gözlemlenen sapma, özünde varoluşsal nitelikte bir anlamsızlık içermektdir.  Doğayla inançlı, duygulu, aşkın etkileşim içinde ol(a)madığından, zihin dünyasında hâkim veya mahkûm olmak gibi son derece sert, kaba tarzda kategorize edilmiş iki ilişki biçimi vardır. Hâkim ve sahip olamadığı her nesne onun gözünde savaşılacak düşmandan farksızdır. Batılı modern insan bu perspektiften bakarak kendi dışındaki her şeyi, doğayı ve insanı düşman bilmiştir, bilmektedir. Öteki düşmandır. Başkası cehennemdir. İnsan yeryüzünü de emperyalist sömürü mantığı ve dünyası içinde ötekileştirmiştir. Emperyalist sömürücü yaklaşım ötekini yok etmek üzere kurgulanmış evhamlı, katı, zalim, anlayışsız bir yaklaşımdır. Bu insan tipi sadece değerlere saygılı olmayı becerememekle kalmıyor, insanın ve bütün bir varlığın değer sahibi olduğunu da anlamıyor ya da saçma buluyor. Kendi dışındaki, kendi sapkın istekleri dışındaki her şeye, herkese tahammülsüz, saygısız. İç evreni taşlaşmış, kaskatı bir varlığa dönüşmüştür.

 

Yeryüzünde bir varlık olarak anlamını tüketen insan varlığa karşı konumlanmakla kıyıcı bir hiçlikten, acımasızlıktan, değersizlikten başkasını üretememiştir. Daha da tehlikeli olanı duyarsızlığın ve duygusuzluğun bir kişilik tarzına, yaşama biçimine dönüşüyor, dönüştürülüyor olmasıdır. Bütün bu olumsuzluklar karşısında modern insanın zaten put haline getirdiği nefsinden yani canının istemesinden başka hiçbir dayanağı ve gerekçesi kalmamıştır. Canınızın istemesi bir şeyi yapmanız veya yapmamanız için en makul açıklama, sebep veya gerekçe olabilmektedir. Canının istemesi varlığa ve anlama karşı sorumsuzluğunu artırmış, bu sorumsuzluğu sözde özgürlük adına kutsallaştırmıştır. Modern insan kendini hiçbir şeye hiç kimseye karşı sorumlu hissetmemektedir. Her kademeden kesişerek, birleşerek oluşan bu sorumsuzluk alanında yükselen özgürlük masalı daha baştan çürümeyi, çözülmeyi, cinayeti, savaşları, soytarılıkları anıtsallaştırmaktadır. Gazetelerin üçüncü sayfaları, her gün değerlendirmemize malzeme olacak sayısız haberlerle doludur. Geçenlerde üniversite öğrencisi bir genç kızın yine üniversitede öğretim üyesi olan annesini kesici bir aletle hunharca öldürüp, paramparça edişinin haberi bir iki günlüğüne de olsa herkesi şoke etti. Bu hadise çok iyi ve çok yönlü çözümlenmelidir. Ölenin ve öldürenin anne- kız yakınlıkları, ikisinin de eğitimli insan oluşları bir yana, kızın “Bunu niçin yaptın?” sorusuna verdiği cevap tüyler ürperten çılgınlığın delilik aşamasını yansıtmaya yetiyordu: “Niçin ve nasıl yaptığımı ben de bilmiyorum. Canım öyle istedi!” Gazetelerde sizler de okumuş olabilirsiniz, sanırım ABD de bir genç adan arabasını hızla kalabalığın üzerine sürerek onlarca kişiyi öldürüyor. Yine soruyorlar. Delikanlı “Stresten fena sıkılmıştım. Rahatlamak için canım böyle bir şey yapmak istedi!” açıklamasını yapıyor. Televizyonlarda buna benzer haberleri üçüncü sınıf Hollywood filmlerinden birer fragman gibi izleyenlerin kalplerinde, az sonra renkli magazin cümbüşüne daldıklarından, kalplerinde acımadan, üzülmeden yana bir titreme bile oluşmadı belki. Duygusuz yeni insanın, duygusuz yenidünyanın hastalığı neredeyse hiçbir tedaviye müspet cevap veremeyecek ölçüde ilerlemiş gözükmektedir. Soruna çare bulması gerekenlerin dönüp sorunu ortaya çıkaran sebepleri çözüm olarak önermeleri ise umutları büsbütün azaltmaktadır. Durum böyle olunca insanın varlıkla ve bu arada dünyayla gerçek bağları kopmaktadır.

 

İnsan içinde yaşadığı, nimetlerini sömürdüğü yerküre ile duygusal etkileşim içinde olamamaktadır. O’nun çıkara ve işe yararlılığa endeksli dünyasında böyle gereksiz gülünçlüklere ve romantik sevdalara yer yoktur(!) Ağaç onun için kereste olacaksa değerli olabilir ancak. Bir kaya parçası ancak maden değeri ile vardır. İnşaatlarımızda kullanılmaya elverişli şekilde mermer veya granit olacaksa kıymetlidir mesela. Gökyüzü artık uydu sistemlerinin kurulduğu, verici veya ölçüm istasyonlarının uzay boşluğudur.  Ay ve gezegenler çıkılmak içindir. Günün çevrimi içinde göğün perde perde aydınlık veya perde perde karanlıkla nasıl dönüştüğünü de bilmeyiz. Bu dönüşüm ruhumuzun sevinç ve hüzün uçlarına bir salınımı içermez. Hele mehtaplı bir gecenin hiçbir dizeyle tam ifade edilemeyen şiirselliğinde sevgiyi, sevgiliyi düşündüren masumiyet o masumiyetin yıldızlı perdelerin aralanmasıyla ahrete kadar uzayan metafizik ürperişi hiç kalmamıştır. Yıldızlar bakılmak için değil artık. Ay sevgiyi, sevgiliyi yankımaz oldu. Hiçbir yıldız hiç kimse için kaymıyor nicedir. Sonsuz tenhalık insanın yüreğine arş-ı âlâ’nın ancak ahret düşüncesiyle algılanabilecek sonsuz kıyısından ilahi duygular taşımıyor. Yıldızlar; hakikati ürpermelere körelen insan gönlün(d)e sönmeden önce bu aşkın duygulara açılan birer pencere ışıltısıydı. Cennetten bir yansımaydılar sanki. Bir tek ‘sema’ kelimesi bile varlığı ilahi duyarlıkla algılayışın manevi bağlantılarını açıklamaya yeter. Sema ay ve yıldızlarla sonsuz gök boşluğu değildir sadece. O bir zikir ve vecd halinde sonsuz döngüdür. Özellikle tasavvuf kültürümüzde sema ve semah ayinleri işte bu döngüyü sembolize eden ritüellerdir. Ayrıca aynı kökten türeyen semi kelimesi işitmek anlamına gelir. O sonsuz zikre, secdeye, o sonsuz sese, şiire, müziğe, o sonsuz aşka yani döngüye kulak ver ve dinle. Semayı seyretmek işte bu halkaya girmekle, bu halkayı güçlendirmekle mümkün olur. Semayı seyretmek! Seyretmek aynı zamanda bir süreci, bir yolculuğu da ifade eder. Seyir halinde olmanın birçok manası yanında benliğin tefehhümle diri kalması, diri benliğin hakikati araması vardır. Çocukluğumun yaz gecelerinde uzun uzun güğü seyrederdim. Bu lacivert gecelerin çoğunda tahayyülüm yıldızların ışıltılı seyahatlerinden iç evrenime süzülen haşyetle genişler zihnimin çeperlerini açardı. Kevniyatın basit ve manasız olmadığını içime ötelerden adeta ahretten gelen huzurlu, aşkın bir fısıltıyla en uzak hücrelerime kadar hisseder, yine çoğu zaman yıldızlar arsında uyur kalırdım. Oysa şimdi aya çıkıyoruz. Aya bakmayı bilmeden, onun büyüsünde coşmayı, dünyanın coşkusuna katmayı bilmeden, beceremeden yıldızlara çıksak ne olur? Yıldızlara çıkışımız ilahi ışığı keşfetmeyi amaçlamadıktan sonra içimizdeki ışıltıyı da kaybedebiliriz ve bu nedenle de kaybetmedik mi? Maddi yükselişimiz, ruhumuzdaki alçalışımızın göstergesi olup çıktı. Bütün bir yeryüzü işgali tamamlandıktan sonra gökyüzünü fethe çıkma çalışmaları meselâ yıldız savaşları projesi yere ve göğe en feci ölümler yağdırmak için değil mi? Gök, varlığın bütünlüğünü bozan ve varlığın bütünlüğünden ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Duygusuz yeni dünya
« Posted on: 18 Nisan 2024, 09:18:45 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Duygusuz yeni dünya rüya tabiri,Duygusuz yeni dünya mekke canlı, Duygusuz yeni dünya kabe canlı yayın, Duygusuz yeni dünya Üç boyutlu kuran oku Duygusuz yeni dünya kuran ı kerim, Duygusuz yeni dünya peygamber kıssaları,Duygusuz yeni dünya ilitam ders soruları, Duygusuz yeni dünyaönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes