> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Denemeler > Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri  (Okunma Sayısı 873 defa)
20 Mayıs 2010, 15:57:31
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 20 Mayıs 2010, 15:57:31 »



Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri Hayatı ve Dîvânı

İsmi Mahmud olup, şiirlerinde kullandığı “Hüdâyî” mahlası, şeyhi Üftâde [rahmetullahi aleyhi] tarafından kendisine verilmiştir. “Azîz” de isminin önünde, muhtemelen Celvetî şeyhi olması hasebiyle kendisine izafe edilen bir sıfat olarak kullanılagelmiştir. Babasının ismi Fazlullah Mahmûd b. Mahmûd’dur.

Seyyid Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin doğduğu yer ile alâkalı olarak iki farklı rivâyet mevcuttur. Hayatı hakkında bilgi veren kaynaklardan bir kısmı Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesinde doğduğunu söylerken , diğer bir kısmı da Eskişehir’in Sivrihisar kasabasında doğduğunu ifade ederler. Ekseri kaynaklara bakılacak olursa, Koçhisar’da doğduğu ihtimali daha kuvvetli gözükmektedir. Hüdâyî Hazretleri’nin doğum yerinde ihtilaf eden kaynaklar, dünyaya gelişiyle alâkalı da birbirinden farklı tarihler belirtmişlerdir. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin üç Türkçe eserini Külliyât-ı Hazret-i Hüdâyî ismiyle neşreden son Celvetî şeyhi Mehmet Gülşen, eserinin başına yazmış olduğu müellifi tanıtım yazısında onun 950/1545 yılında doğduğunu söyler.

Azîz Mahmûd Hüdâyî ilk tahsiline hayatının ilk yıllarını geçirdiği Sivrihisar’da başlamış, daha sonraki tahsilini daha müsait ve imkânları daha fazla olan bir çevrede devam ettirmek düşüncesiyle İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da müderris Nâzırzâde Ramazan Efendi’nin yanında kalmış, onun ilminden faydalanmış, bu arada Halvetî tarîkatı şeyhlerinden bazılarının sohbetlerine katılmış, onlardan istifâde ve istifâza etmiş, feyiz almıştır. Aynı zamanda bu süre zarfında İstanbul’da medrese öğrenimini tamamlamış, 978/1569 yılında hocası Nâzırzâde’nin Edirne müderrisliğine tayin edilmesi üzerine onunla beraber Edirne’ye gitmiştir. Orada hocasına muîd [müderris yardımcısı] ve mülâzim [stajyer] olmuş, Nâzırzâde’nin Şam ve Mısır kadısı olduğu dönemlerde da ona naiblik [vekil] yapmıştır. Bu muhitlerde bulunduğu süre içerisinde değişik Halvetî şeyhleriyle görüşmüş ve 981/1573 tarihinde Nâzırzâde’nin Bursa kadılığına atanmasıyla, Hüdâyî [rahmetullahi aleyh] de Bursa Ferhâdiye Medresesi’ne müderris ve aynı zamanda Mahkeme-i Suğrâ’ya nâib olmuştur.

Azîz Mahmud Hüdayî Hazretleri, otuz altı yaşındayken görmüş olduğu bir rüya ya da almış olduğu değişik gaybî işaretler sebebiyle bu iki vazifeyi terk etmiş ve öteden beri Bursa’da vaazlarını dinleyegeldiği Mehmet Muhyiddin Üftâde Hazretleri’ne intisap etmiştir. Üç yıl kadar onun hizmetlerinde bulunmuş ve Celvetî tarîki üzere onun terbiyesinde yetişmiştir. Üç yıl sonra şeyhi tarafından halife unvânıyla Sivrihisar’a gönderilmiş ve orada irşada başlamıştır. Altı ay kadar burada irşad hizmetinde bulunduktan sonra şeyhini ziyaret için Bursa’ya dönmüş ve birkaç gün şeyhinin yanında bulunmuştur. Bu arada Üftâde Hazretleri’nin vefat etmesi üzerine ailesiyle beraber, Rumeli üzerinden Üsküdar’a gelmiş ve burada Mehmet Paşa Camii yakınlarındaki bir hanede, yaklaşık on altı sene riyâzet ve mücâhede ile meşgul olmuştur. İsmâîl Hakkı Bursevî, Hüdâyî Hazretleri’nin yapmış olduğu bütün bu intikalleri, almış olduğu bir kısım ilâhî işaretler netîcesinde yaptığını söyler.

Hüdâyî bu zaman diliminde tabir ettiği bir rüyâ vesîlesiyle devrin Osmanlı padişahı I. Ahmed’le tanışmıştır. Sultanın Hüdâyî’ye önce iltifat sonra da intisap ettiği söylenir. Aslında Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin yaşadığı dönem Osmanlı Devleti’nde altı pâdişâhın hüküm-fermâ olduğu bir zaman dilimine tekâbül etmiş ve Hazreti Hüdayî onların hepsiyle değişik münasebetler içerisinde bulunmuştur: Tavsiyelerde bulunmuş, onları hayra yönlendirmiş, ihtiyaç hissettikleri ve yardım talebinde bulundukları zaman da onlara yol göstermiştir. Fakat ümeraya olan yakınlığını hiçbir zaman sû-i istimal etmeyi düşünmemiş, başkaları tarafından edilmesine de fırsat vermemiş; devlet erkânına karşı hep müstağnî kalmasını bilmiştir. Zira pek mâlum ve pek mühim bir kaziyyedir ki, ulemanın kadri ümeranın ayağına gitmemesinde; ümeranın kıymeti de sürekli ehl-i hâlin kapısını aşındırmasındadır.

Burada yeri gelmişken Hazreti Hüdâyî hakkında anlatılan pek çok menkıbeden birisine yer vermek istiyoruz: Hazret-i Pir bir gün Sultan Ahmed Han’ın sarayında iken abdest tazelemek ister. İbrik ve leğen getirilir. Padişâh hazretleri şeyhine hürmeten hulûs-u kalble ve bizzat su döküp Valide Sultan da havlu takdîm eder. Tam o esnâda Valide Sultan’ın içinden “Cenab-ı Pir’in bir kerametlerini görseydim.” şeklinde bir mülâhaza geçer. O esnada Hazreti Şeyh şöyle buyururlar: “Acayip! Bazı kimseler bizden keramet isterler. Padişah-ı rûy-ı zemîn su verip, tâcü”l muhadderât vâlideleri havlu tutmak kadar kerâmet mi olur?”

Hüdâyî Hazretleri 1002/1593 yılında Cuma günleri vaaz etmek üzere Fatih Câmii Şerîfi’ne tayin edilir. Dört yıl kadar bu vazîfeyi devâm ettirdikten sonra, bu mesleği bırakıp, Üsküdar’daki bir mescidde sürekli ikâmet etmeye ve oradaki halka yararlı olmaya başlar. Bu arada yine Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Câmii’nde Perşembe günleri; inşâsı yeni tamamlanmış bulunan Sultan Ahmed Camii’nde de her ayın ilk Pazartesi günü vaaz u nasihattâ bulunmaya devam eder.

Azîz Mahmûd Hüdâyî bütün hayatı boyunca gerçekleştireceği misyonunun en önemli kısmını Üsküdar’da bulunduğu işte bu süre içerisinde îfâ etmiştir. Şeyh Üftâde’nin halîfesi ve Celvetiyye Tarikatı’nın kurucusu olarak, ehl-i sünnet çizgisine sıkı sıkıya bağlı olan tarîkatını burada neşretmiş, hem de vermiş olduğu hutbeler, tefsir ve hadis dersleri, tavsiyeleri, kerâmetleri, menkıbeleri ve hepsinden daha önemlisi hüsn-ü hâliyle toplumun her kesiminden insana sînesini açmış, Allah’ın izniyle onlar üzerinde müessir olmuş ve böylece birçok kimse onun tavsiyelerini benimseyerek hak yola sülûk etmiştir.

Mehmet Gülşen, Azîz Mahmud Hüdâyî’nin üç defa hacca gittiğini ve Mihrimah Sultan’ın kızı Ayşe Sultan’la evlendiğini nakleder. Fakat târihî realiteler ışığında böyle bir evliliğin gerçekleşme imkânının olmadığı gözükmektedir. Hüdâyî birden fazla izdivaçta bulunmuş ve on çocuk babası olmuştur. Fakat ne kadar mûcib-i dikkat bir tablodur ki, bu Hak dostu kendisi daha hayattayken bütün erkek evlâtlarını kaybetmiştir. Soyu da kızları vasıtasıyla devam etmiştir.

Hüdâyî Hazretleri 88 yaşları civârında iken 1038/1623 yılında Üsküdar’da irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemiş ve aynı ilçedeki zâviyesindeki türbeye defnedilmiştir. Hazret’in kabri bugün, onun: “Bize gönül verenler, bizi sevenler, bizi bilerek türbemizin önünden geçenler denizde boğulmasınlar, ihtiyarlıkta fakirlik görmesinler, imanlarını kurtarmadan ölmesinler!” duasına nâil olmak kasdıyla ülkemizin her tarafından gelen binlerce kişi tarafından ziyâret edilmekte ve insanlar o büyük ruhu vesile ve şefaatçi kılarak Rabbilerine tazarruda bulunmaktadırlar.

Bursevî, Hüdâyî’nin tatlı dilli, orta boylu, seyrek sakallı bir zât olduğunu ifâde etmiş, tarihçi Nâimâ da, onun için “tatlı dilli, güzel söz söyler” beyanında bulunmuştur.

Hüdâyî merhum sonraki nesillere Arapça ve Türkçe olmak üzere otuza yakın eser bırakmıştır. Almış olduğu kuvvetli medrese eğitimi, eserlerinin çoğunu Arap lisanıyla kaleme almasına vesile olmuştur. Biz bu mütevazı çalışmamızda kısaca, sade bir Türkçe ile yazdığı şiirlerinden oluşan, sayısı az da olsa Arapça birkaç münâcaatla, Farsça birkaç kıt’anın yer aldığı dîvânından bahsetmeye çalışacağız.

Seyyid Azîz Mahmud Hüdâyî Divanı
Edipler, edebiyatı, “Duygu, düşünce ve hayallerin okuyucuda heyecan, hayranlık ve estetik zevki uyandıracak şekilde sözlü ifade edilme sanatıdır.” şeklinde tarif ederler. Tasavvufî düşünce de bir zaviyeden bakıldığında mevcûdiyetini edebiyatın bu güzelliğinden istifâdeyle sürdürmüş ve devamlılığını bu şekilde muhafaza etmiş gibi gözükmektedir. İlk ve en büyük sûfi Peygamber Efendimiz’in [aleyhi ekmelü’t-tehâyâ] Arap Edebiyatı’nın Kurân’dan sonra en şâheser bölümünü oluşturan vecîz ve belîğ ifâdelerinden başlayarak, tasavvufun bir müessese hâline geldiği zaman dilimlerine ve ondan da günümüze gelinceye kadar olan vetîrede mutasavvıfların ifadelerine bakılacak olursa, onların nesir ve nazımlarında edebiyatın bu büyüleyici güzelliği apaçık görülecektir. Rasülüllah [sallallahü aleyhi ve selem] Efendimiz her ne kadar kendisi şiirle iştigal etmemiş olsa bile, hak düşünceye hizmet eden, iyiyi, güzeli sevdiren şiire sahip çıkmıştır. Şiirin nesirden de öte ayrı bir cazibesi ve müessiriyeti olduğundandır ki, sûfilerin pek çoğu hislerini öteden beri şiir inşâd ederek dile getirmişlerdir. Sûfîlerin şiirleri birer hakîkat tablosu ve her biri bir gönlün sesi-soluğudur.

Şeyh Azîz Mahmûd Hüdâyi’nin şiirleri de, Anadolu’da Yunus Emre’yle başlayan Tasavvufî Halk Edebiyatı’nın gelişmesinde önemli bir yer tutar. Genel olarak bir tespitte bulunmak gerekirse, Hüdâyî Hazretleri’nin yazmış olduğu şiirlerin mevzuunu, diğer mutasavvıf şairlerin şiirlerinde olduğu gibi, Yüce Allah’ın lütufları ve kudreti, benlik, nefis ve terbiyesi, vahdet ve kesret, hakikat yolları, ibadet, aşk, fenâ ve bekâ, dünyânın câzibedâr güzelliklerine meyletmemek gibi tasavvufa ait temel konuların teşkîl ettiği söylenebilir.

Yunus Emre, halk edebiyatımızın öncüsü olması ve şiirlerinin halk arasında büyük teveccühe mazhar olması hasebiyle kendisinden sonra gelen pek çok şair üzerinde müessir olduğu gibi, Hazreti Hüdâyî üzerinde de etkili olmuştur. Onun,

“Mecnûn ister Leylâ’yı,
Vâmık özler Azrâ’yı,
N’idem gayrı sevdâyı,
Bana Allah’ım gerek.

Bülbül güle karşı zâr,
Pervâneyi yakmış nâr,
Her kulun bir derdi var,
Bana Allah’ım gerek.


gibi bazı dörtlüklerinde Yunus’un şiirinin şekli, rengi ve deseni açıkça görülür.

Şimdi isterseniz, hiç olmazsa bir fikir edinebilmek için Hazreti Hüdâyî’nin divanında kısa bir seyahat gerçekleştirelim. Hüdâyî Dîvânı’nın başında bulunan, “Tevhîd ile olur her derde derman / Hakk’a tevhî...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri
« Posted on: 16 Nisan 2024, 13:29:42 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri rüya tabiri,Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri mekke canlı, Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri kabe canlı yayın, Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri Üç boyutlu kuran oku Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri kuran ı kerim, Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri peygamber kıssaları,Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri ilitam ders soruları, Aziz Mahmûd Hüdayi Hazretleri önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes