๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 20 Mayıs 2010, 16:06:10



Konu Başlığı: Dünya Geçmez Bu Yoldan
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Mayıs 2010, 16:06:10
Dünya Geçmez Bu Yoldan

Medeniyet sembolü her şehir gibi, bir şehri andıran insan varlığının da bir başlangıç macerası vardır.

Yunus daha yolun başındayken ‘buğday mı, himmet mi’ tercihleriyle karşı karşıya kalınca evlad ü iyali gözetme duygusu önce baskın çıksa da şeyhinin ‘görklü nazarı’ onun gönlünde himmet ateşi yakmaya başladı. Böylece Yunus dünyaya karşı duruşunu netleştirdi. Kendisini himmet hazinelerine götürecek çile yolunu seçti.

Seçti de ne oldu? Yunus, gerçek Yunus oldu. Dış ‘ben’in ötesinde, derinlerinde gizli Yunus’un sırrına erdi. Yunus, uzun soluklu bir nefis terbiyesiyle içindeki heves damarlarını bir bir kurutunca kendisine gönül iklimini yeşertecek ukba pınarları bağışlandı. Yunus, dünya zevklerinden elini ayağını çekti; ama sonunda ‘ballar balı’nı buldu.

Kendisine ukba ikliminin kokusu, tadı aşina kılınan, artık dünyaya başka nazarlarla bakar. Bulundukları âlemden ötelere bir pencere açamayanlar bunu anlayamazlar. Hani, anne karnındaki bebek dile gelse de size cevap verebilse, yaşadığı âlemin güzel, huzurlu olduğunu söyleyecektir. Bizim dünyamızdan haberi olmadığı için böyle diyecektir; oysa dünyamıza doğup bu geniş, zengin âlemi görünce nereden kurtulup nasıl bir yere kavuştuğunu anlayacaktır. Ama Rabbimizin sonsuz mülkü yanında dünyanın sözü mü olur. Dünya, ‘dünya ehli’ne son derece zevkli ve renkli bir yurt olarak görünse de fanilik diyarı değil midir? Anne karnından kurtulan bebek için dünya ışıltılı bir âlem olsa da bakışı, duyuşu ötelere kenetli Allah dostları için anne karnından beter bir zindan ortamıdır.

Yunus’un dünyaya bakışında hep ‘fânilik-bâkilik’ ölçüleri hâkimdir:

Bu dünyaya gönül viren son-ucı pişmân olısar

Dünya benüm didükleri hep ana düşman olısar

Dünya donanmış, süslenmiş bir gelin gibidir; ne yapar eder, insandaki cazibe meylini harekete geçirir. Gönül, kendini pişmanlıkla bitecek bir cazibe ağında bulunca artık geri dönüşü çok zordur; çünkü gönül, insan varlığının özüdür. Öz ne yöne yönelmişse bütün varlığı oraya sürükler.

Gönül vardır insanı çamura, bataklığa çeker; gönül vardır, cennet bahçelerinde ârâm ettirir. Öyleyse en can alıcı soru: Gönlünü ‘gül’lük mü eyleyeceksin, ‘kül’lük mü eyleyeceksin?

Yunus’un her sözü önce kendi nefsine, sonra da nefsimize. ‘Bu dünyaya gönül veren, son ucı pişman olısar’ dediyse Yunus, önce kendi nefsinden başlamıştır işe. Dünyaya gönül vermemek için hangi çile, mahrumiyet, terbiye merhalelerinden geçmek gerekiyorsa bunların gereğine bakmıştır önce. Nefsini hizaya getirmekle işe başlamasaydı, on üçüncü asırdan yirmi birinci asra ışık verecek söz samimiyetini bulabilir miydi?

Allah, gelecek asırlarda inançlı gönüller yeşertsin diye ancak gönül ehli olanların sözlerini tesirli kılar. Yunus Emre’nin sözleri İlahi kaynaktan ışıklanmasaydı mü’min gönüllere bunca azık olur muydu?

Herkes, ne kadar görkemli, gösterişli geçse de dünya hayatının sonunda pişmanlık olduğunu bilir. Bilir bilmesine de ya bilinenle amel etmek! Amel etmedikten sonra, kuru kuruya bilgi ne işe yarar!

Ama Yunuslar çağların pazarında revaçtan düşmeyecek kelam etmişlerse bunu İlahi ihsana, bir de içten bir yakarışa, yaşayışa borçludurlar.

Bu dünya bir lokmadur ağzında çiğnenmiş bil

Çiğnenmişi ne dutmak, ha san anı yutdun tut.

Fanilik bundan daha iyi nasıl anlatılabilir? Lokmayı ağızda katlanılır kılan, iştah zevkidir. Çiğneme ânında duyulan lezzet olmasaydı mide çoğunlukla nasipsiz kalırdı. Lokmayı ağzına alırsın zevkle çiğnersin, çiğneme faslı bitince her şey biter. Gerisi midenin istihalesine havale edilmiştir. Nefsi kendinden geçiren lezzetli bir lokmanın çiğnenme zamanının, başı sonu bizce meçhul zaman ırmağı yanındaki hükmü nedir ki? Çok lezzetli de olsa, çiğnenme faslı bittikten sonra lokmayı ne tutabilir? Çiğneme kıvamının tamam olması artık damak lezzetini de söndürür, bundan sonra, mide sabırsız bir bekleyiştedir. Yunus’umuz burada bir de örtülü bir benzetme yapmış: Mide çiğnenmiş lokmayı nasıl iştiyakla beklerse toprak da dünyadan düşürülmüş bedeni öyle bekler.

Dünya hayatı bir lokmadır, süresi bir ömür olsa da göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Seksenlik bir ihtiyara sorun, en veciz cevabı verecektir. “Göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitti.”

Vade tamam olunca geçen zaman bin yıl da olsa ne çare! “Çiğnenmişi ne tutmak, ha sen anı yutdun tut!”

Dünyayı bırak elden, dünya geçmez bu yoldan

İki ışk bir gönülden asla geçmez bu haber

İbrahim Ethem Hazretleri evladına kavuşunca yılların biriktirdiği özlemle ona öyle coşkuyla sarılır ki bu sarılış sana bana yakışabilirdi belki; ama tacı tahtı terk etmiş bir Allah dostu için hiç hoş karşılanmazdı. Herkesin nasibi gönlüne göre. İbrahim Ethem’in kulaklarını o an bir ses çınlatır: “İbrahim, bir kalpte iki sevgi yer almaz!” İbrahim Ethem hazretlerinin tercihini tahmin etmek zor değil; Evladı o an kollarının arasından kayıverir.

Bir kalpte iki aşk yer almaz; biri diğerini mutlaka perdeler, gölgeler. İnsan; eş, evlat, mal mevkiyle bağını meşru ölçülerle devam ettirecek de gönlündeki temel sevgi, aşk damarını bunlara kaptırmayacak. Ana damar nereye meyletmişse insan o yolun yolcusu.

Yunus’un ikazı emir kipinde: “Dünyayı bırak elden, dünya geçmez bu yoldan!”

Yunus’un mesleği, Dünyada olmak, dünyalı olmamak! Dünyada olmak hepimizin kaderi; ama dünyaya gereğinden fazla yüz vermemek, şuurlu insanın görevi. Yunus’un, Yunusların yolu dünya hayatıyla yürünebilir bir yol olsa da dünyanın kokusuna, rengine asla bulaşmamış bir yol. Bu yolda yürümeyi göze alan; dünyayı elden bırakır, ukbaya kenetlenir.

Koyup nakş u nigârı, nakşa yol verme zinhar!

Nakş ile yola giren âkibet dünya sever.

Allah dostlarının iradeleriyle nefisleri arasında sağlam bir akit vardır. Nefislerinin küçük bir adımı bile iradelerinin emrine tabidir. Nefsine manevi lezzetleri azık edinmiş birinin dünya kaynaklı ‘nakş u nigâr’ ile ne işi olur? Bu sözün muhatabı asıl biziz. “Zinhar” kelimesindeki ikaz şiddetine bakar mısınız? “Asla yol verme!” gösterişe, alâyişe, süse, şatafata meyletme! “nakş u nigâr” sevgisinin ucunda “dünyaseverlik” vardır. Bir kalpte iki sevgi hakkıyla yer alamayacağına göre dünyaseverliğin son ucunun pişmanlık olduğunu da anla. Kalpte yer edecek, yaşayış rotasını kalbin meyline göre şekillendirecek sevgiler, aşklar hemencecik kökleşmiyor. Muzır görülmeyen kaçamaklar, hevesler, hazlar birike birike kalbin hâkim meylini oluşturuyor. Yavruları oldukça sevimli ve zararsız görünen vahşi hayvanların bir de büyüdükten sonraki hâllerine bakmalı. Yunus, “âkıbet dünya sever” diyorsa bunda bir hikmet ara. Süs, gösteriş düşkünlerinin nihayetinde nasıl birer dünya delisi olup çıktıklarını anla!

Yüzyıllar hoşlığıla ömrün olursa Yunus,

Son ucı bir nefesdür geç andan da ötdün tut

Çocuklara, gençlere dünyanın beyhudeliğini anlatmak, bunu hayat bakışı olarak benimsetmek kadar zor bir şey yoktur. Bazı hakikatleri anlamak için ömrün tecrübe patikalarından geçmek gerekir. Peki, yaşanmadan hakkıyla anlaşılmayan şeyler yaşandıktan sonra iş işten geçiyorsa ne olacak?

Dünya bir gün bir geceden ibaret değil; çağlar üst üste devrilirken peşi peşine nesiller sökün ediyor, nesilleri uyarmak için kılavuzlar gönderiliyor. İnsanlık daha önce düştüğü çukura bir daha yuvarlanmasın diye örnek veya ibret levhaları birer yol işareti olarak hep canlı tutuluyor. Bu noktada insaf ehline düşen, olan bitenden örnek veya ders almak, büyüklerin tecrübesinden faydalanmak.

Hayat yolculuğunda karanlık ortasında rotasız yürüyen gencin ışığı ve kılavuzu, ihtiyarın tecrübeleri olacaktır. Yunus gibi hâl ehli, “Son ucu bir nefestir.” diyorsa, bir gence düşen, bu sözün gereklerini kuşanmaktır. Son ucunun bir nefes olduğunu aynelyakin anlamak için ‘son nefes’i vermek mi gerekiyor?

Herkes, yaşı ne olursa olsun, hayatın hızlıca geçip giden bir oyun olduğunu anlamak için geride bıraktığı yıllarına dönüp bir baksın. Geçip gittikten sonra koca zamanlar bir an gibidir. Milyon yıl da olsa geçip gidici değil mi?

“Yüzyıllar hoşlığıla ömrün olursa Yunus” ifadesindeki veciz hakikate bakar mısınız? “Yüzyıllar hoşlığıla” sözü apayrı bir belagat. Ben bu anlamı kaç kelimeyle karşılayamam da Yunus iki kelimeyle meramını tamam eylemiş. İşin hakikatine bakarsak: Yüzyıllar hoşlukla, kendinden geçiren sarhoşlukla geçer de işin sonunda kocaman bir boşluk ve tek nefeslik bakiye olduktan sonra ne kıymeti var!

Âriflere bu dünya hayâl ü düş gibidir

Kendüyi sana viren hayâl ü düşden geçer

Bu dünyanın nasıl bir yurt olduğunu bilmek için farklı duyuş, seziş gerekir. Ârif duyuşu “nakş u nigâr”a kanmaz; görüntünün ötesindeki mânaya eğilir. Ârif, irfan sahibi olduğu için kendisine kısmeti ölçüsünde, eşyanın ötesindeki hakikat bildirilmiştir. Dünya ehli dünyayı asıl vatan sandığından, yahut saydığından, dişiyle, tırnağıyla dünyaya yapışır; nefsiyle dünyaya abanır, “dünya dalına ham meyve gibi” yapışır, kalır. Bu daldan kopmayı her şeyin bitişi sanır; halbuki “Olgun meyve dala oldukça gevşek yapışır.” Olgun, ârif olanlar, dünya dalına pek itibar etmezler. Dünyayla alış verişleri zaruret ölçüsündedir. Dünya onlar için bir hayalden, düşten ibarettir. Dünyayı hayalden, düşten ibaret görmek, ancak İlahi iklime teslim olanlara bağışlanır bir ihsandır.

Âriflere dünya duraklarından geçmeden de birtakım özel hâller, ötelere uzanan bakışlar ihsan edilebilir. Bu onların gönül cevherlerindeki saflığın, şartsız teslimiyetin mükâfatıdır.

Bilmişem dünya hâlini, terk etdüm kıyl ü kâlini

Baş açuk ayak yalını, çağırayım Mevlam seni

Dünyanın hâlini, içyüzünü bilen herkes onun kıyl ü kalini terk edebilir mi? Her bilen bildiğiyle amel etseydi dünyadan cennet kokusu, tadı alırdı.

Bildiklerini hayatında tavizsiz ölçü kılmak ancak irade kahramanlarının işi. Bizim hayat teknemizin karaya oturmaması, çamura saplanmaması onların hürmetinedir. Yunus, dünyanın içyüzünü hem de gönül gözüyle gördü, bildi ve bütün dünya meşgalelerinden, alâkalarından elini çekti, bir aba, bir sopa, çile yolunun kayıtsız şartsız yolcusu oldu ve Mevla’sını bu hâl üzere çağırdı da Mevla’sı onun gönlüne her biri gelecek asırların toprağında meyve vermek üzere tohumlar serpti.

Bilgiye her kanaldan anında ulaşabilen günümüzün modern insanı, dünyanın her hâlinden haberdar olduğu halde “baş açık yalın ayak” bir istiğna yolu seçerek bu kızışmış nefisler pazarından, gösteriş, şatafat hengâmesinden elini eteğini çekebilecek midir?

Asıl irade böyle zor zamanların albenilerine yüz vermemekle gösterilir.

Seversen dünyeyi mihnet bulasın,

Erenler sırrını kaçan duyasın?

Dünyaseverliğin sonu mihnet mübtelalığıdır. İnsan dünyaya bulaştıkça nihayette çekeceği mihnetin şiddeti de artıyor. Dünyaseverlik, öte arzusunu da köreltiyor. Kalbin öte sırlarına karşı uyanık olması ancak dünya ilgilerinin, meta’larının benlik binamızın dış eşiğinde tutulmasıyla mümkündür.

Varlık evimize buyur ettiğimiz dünya, her yanımızı kendisiyle doldurur, bizi kendi kanunlarına bağlar. Öyleyse dünyanın kalben terki bir ibadet derecesindedir; çünkü dünyaseverlik öyle gizli açık ağlarla insanı kuşatır ki bütün inanç coşkularını, hayra dönük meyillerini söndürür.
“Cihan köhne saraydur sen yenisin

Niçe bir yeniye hasretlenesin”

“Ağudur bal degül dünya muradı

Niçe bir ağuya parmak banasın!”

“Kanadsız kuşlayın kaldın yabanda

Kanatlu kuşlara kanda iresin?”

Cihan denilen köhne saray, bir değirmen misali ne ağaları, beyleri öğütmedi ki!

Dünya bunca köhneliğiyle öğütüp pörsütürken hırpalayıp tüketirken sen neden ter ü taze varlığınla bu değirmenin çarkına malzeme olasın! Köhnemiş dünyayı bırak da “yeninin yenisi”ne hasretlen. O’na sarıl, bütün varlığınla O’na bağlan. Bal görünümlü dünya ağusuna parmak banıp duracağına “ballar balı”na talip ol!

Görmez misin Edhem’i tahtını terk eyledi

Hak katında has oldı bir eski palas ile

Hak katının hası olmak için dünyanın tacına, tahtına gerek mi var?

Bu yolda bir eski palas daha itibarlıdır. ‘Define daha çok, harap yerde bulunur’ bilmez misin? İbrahim Ethem, dünya tahtını bıraktı, kendisine ukba tahtı bağışlandı.

Halk yığınlarının samimiyetsiz teveccühünden kaçtı, inançlı gönüllerin gerçek muhabbetini kazandı. De bakalım, hangisi gerçek sultanlık?

Bu dünyanın meseli bir ulu şara benzer

Veli bizim ömrümüz bir tiz bazara benzer

Yunus’un bakışına göre, dünya bir büyük şehir. Bu şehrin pazarında ömür sermayesiyle alışveriş yapılır. Çok hareketli ve hızlı işleyen bir pazar. Pazarda başlangıçta her şey sana gösterişli ve şekerden tatlı gelir; ama işin sonunda yılan zehrinden beter bir felaket…

Dünya pazarında türlü türlü hâller, renkli renkli hayaller, ayartıcı bir cadı gibi gafillerin aklını başından alır ve onu bir hayvan gibi gütmeye başlar. Ama gaflet sisine bulaşmayanlar için büyük müjdeler vardır:

Bu şarun sultanı var, cümleye ihsanı var

Sultanıla bilişen, yoğıken vara benzer.

Şehrin gerçek sahibi güzel bir alışverişle manevi sermayeni biriktir diye seni bu pazara göndermiş. Onca görkemli pazarda varlık gösterirken pazarın sahibini tanımamak olmaz. Şehrin Sultanıyla bilişirsen bu, senin için gerçek sermaye olur. Hiçbir şeyken çok şey olursun.
Bu dünyaya gelen kişi âhir yine gitse gerek

Misafirdür vatanına bir gün sefer itse gerek.

Misafirin görevi yerleşikliğe heves etmemektir; göç mukadder olduğuna göre misafirin oyalanması, fani şeylerle sermayesini tüketmemesi kendi selameti içindir. Kendi bedenini semirtip dünya zevkine dalanların hâlini görmez misin? Gözleri nasıl da dünyadan başka bir şeyi görmüyor? Dünya uğruna gerektiğinde onurlarını bile gözden çıkaracak bir hırsa bürünmüşler. Hırsları kendilerini ukbadan tamamen koparacak, dünyada sonunda bir bataklığa saplayacak tehlikeye varmıştır.

Bu dünya kahır evidir, hem bâki değül fânidür

Aldanuban kalma buna tiz tevbeye egelmek gerek

Yunus bizi uyanık olmaya, terbiyeye çağırıyor. Bir anne-babanın çocuklarını kötülüklerden, tehlikelerden koruması gibi. Allah dostları, mü’min gönüllerin manevi anne babasıdırlar. Onları korumak, uyarmak kendilerine verilmiş bir görevdir. Bu yönden bakılırsa Allah dostları, anne-babadan daha hassas, daha gerekli koruyucudurlar. Onların koruyuculuğu dünya hayatının ötesi için.

Yunus’un çağrısı, ebediyet edalı gönül çağrısı. Önce kendi gönlüne sözünü dinletebildiği için samimi bir çağrı.

“Uram yıkam nefs evini, oda yana hırs u heva

El getürem şimden gerü nefs ile savaş eylerem.”

Kendi nefsinden işe başlayan, mesajı doğrudan başkasına buyurmasa da onun sözlerini gönül yordamı bilenler çıkacaktır.

Yunus’un sesi, ebedi bir dost sesi; bu ses bizi bir zindandan farksız olan dünyada diri olmaya, uyanık olmaya, azık biriktirmeye çağırıyor. Diyor ki fâniyi bırak, bâkiye sarıl, senin bu dünyadaki nasibin maddiyatla sınırlı olamaz; ibadet, taatle elde edeceğin manevi nasibindir asıl sana yarayacak olan. Onu elde etmek için dünya bostanını iyi ek, bakımını iyi yap. Toprak daha verimli olsun diye, daha olgun meyveler versin, diye onu çapalar, hırpalarlar; sen de dünyada hırpalanmaktan, çile çekmekten korkma! “Taze vü yumşak geymeyem, cümlesinden fariğ olam / Ger döşegüm toprağısa yastığımı taş eylerem.” diyen Yusun’un yoluna kayıtsız kalma; çünkü “Dünya haramdır haslara; lakin helâldir hamlara / Bu dünyayı dost tutmazuz ol dünyamuz vardur bize.” Eğer kendini hamlardan sayıyorsan, başka! Ama haslardan sayıyorsan bu dünyayı dost tutmayacaksın, senin için başka, bambaşka bir dünya vardır.

Yunus’tan ‘dünya’ sözleri:

Yaratdı Hak dünyeyi Peygamber dostlığına

Dünyaya gelen gider bâki kalası değül

Uslu değül delidür yüce saraylar yapan

Akibet viran olur cümlenün imareti

Diliyile ışk diyenler bilmezler ışk neydüğini

Işkdan haber eyitmesün kim dünya izzetin seve

Ben gelmedüm da’viyiçün, benüm işüm seviyiçün

Dost evi gönüllerdir gönüller yapmağa geldüm

Ol yarınki yollara anda yoldaş isteyen

Bu dünyada dostını kılağuz dutmak gerek

Bu dünya kahır evidür hem bâki değül fânidür

Aldanuban kalma buna tiz tevbeye gelmek gerek

Bu dünyaya kalmayalum fânidir aldanmayalım

Bir iken ayrılmayalum gel dosta gidelüm gönül

 M. Said Türkoğlu