Konu Başlığı: Dostluk üzerine Gönderen: Hadice üzerinde 16 Aralık 2010, 18:57:39 DOSTLUK ÜZERİNE Dilsizlerin haberini Kulaksızlar dinleyesi Dilsiz kulaksız sözün Can gerek anlayası Yunus Emre Montaigne “gerçek dostluğun ne olduğunu bilirim” demiş. “Bildiğim için de dostumu kendime çekmekten çok, kendimi ona veririm”. Ne ilginçtir ki, Montaigne’den yaklaşık 500 yıl önce yaşayan bir başka bilge de benzer şeyleri dile getiriyor. Yunus da diyor ki : İnce sırat köprüsü Sıfat imiş bu yolda Dosta giden kişinin Doğruluktur çaresi. Doğruluk ve dürüstlük günlük hayatımızda, başkalarında en çok aradığımız özellikler olmasına rağmen, ne yazık ki çok önem vermiyoruz bulduğumuzda. Duymak istenilenleri söylemeyi ya da duymayı istediğimiz şeylerin söylenmesini yeğliyoruz çoğu kez. Kendi düşüncelerimizi yalınlıkla, açıklıkla dile getirmekten sakınıyoruz ne yazık ki.. Karşımızdaki kırılır diye, üzülür diye ya da başka nedenlerden ötürü... Karşımızdakinden beklentimiz de bu doğrultuda oluyor çoğunlukla. Oysa hangisi daha tercih edilir ki ? İnsan, dostunu nasıl bilmek, nasıl tanımak ister ? Çoğumuz Mevlana’nın “ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol !” sözüne itiraz etmeyiz sanırım. Tabii ki kırıcı olmamak, yıkıcı davranmamak gerek. Kötü söz karşındakinin kalbine çakılan bir çivi gibidir ama kırıcı olurum kaygısı ile olduğumuzdan farklı görünmek, doğru bildiğini, inandığını söylemekten sakınmak yeğlenecek bir davranış mıdır peki ? Koca Yunus : Bir kez gönül yıktınısa Bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi Elin yüzün yumaz değil diyor. Ama aynı Yunus yine şöyle sesleniyor yüzyıllar öncesinde : Söylememek harcısı Söylemenin hasıdır Söylemenin harcısı Gönüllerin pasıdır Gönüllerin pasını Ger sileyim der isen Şol sözü söylegil kim Sözün hülâsasıdır Kuli’l Hakk dedi Çalap Sözü doğru diyene Bugün yalan söyleyen Yarın utanasıdır. Onun için derim ki, açıklık ve dürüstlük dostluğun vazgeçilmezi, “olmazsa olmazıdır.” Dostumuzun illâ ki bizim gibi düşünmesi gerekmez. Öyle olsaydı eğer, arkadaşlıklar ne kadar kuru , dostluklar ne kadar sığ olurdu. Herkesin birbirini onayladığı, dolayısıyla birbirinden hiçbir şey öğrenmediği ilişkiler kime çekici gelebilirdi ki ? Bunun için olsa gerek Montaigne, dostunu kastederek, “…ona iyilik etmeyi, onun bana iyilik etmesinden daha çok istemekle kalmam; kendine her edeceği iyiliğin bana da iyilik olmasını isterim. Bana en büyük iyiliği kendine iyilik ettiği zaman etmiş olur” diyor. Bu ise ancak paylaşmakla, paylaşmayı bilmekle olur. Dosta karşı açık olmakla, dürüst olmakla olur. Unutmamak gerekir ki “dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur.” Bu evrensellik bilincine sahip olduğu için “Çin’den İspanya’ya, Ümit burnundan Alaska’ya kadar / her milli bahirde, her kilometrede dostum ve düşmanım var / Dostlar ki, bir kere bile selamlaşmadık / aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz” diyen Nazım, bakın, dostu ve dostluğu nasıl anlatıyor : Biz haber etmeden haberimizi alırsın Yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin. Gözümüzün dilinden anlar, elimizin sırrını bilirsin. Namuslu bir kitap gibi güler, alnımızın terini silersin. O gider, bu gider, şu gider, dostluk, sen yanı başımızda kalırsın.. Kısacası dostluğun, dini, dili, ırkı, cinsiyeti, dünya görüşü ne olursa olsun ancak güzel insanlara layık olduğunu ; kalıcı ve gerçek dostlukların da bu güzel insanlar tarafından kurulabileceğini düşünüyorum. O karşılıksız ve beklentisiz güzellikler, dürüstlük ve açıklık temelinde dostluklara yansıtıldığı oranda arkadaşlıklar da ebedileşir. Onun için Shakespeare’in dediği gibi : Soyu sürsün isteriz en güzel insanların Sürsün ki,güzelliğin gülü hiç solmasın. Serdar Ant |