> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Denemeler > Çocukluğumun Ülkesi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Çocukluğumun Ülkesi  (Okunma Sayısı 1008 defa)
19 Mayıs 2010, 16:43:50
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 19 Mayıs 2010, 16:43:50 »



Çocukluğumun Ülkesi

Zaman hızla dönüyor; sevilenler bir bir donuk bir fotoğraf karesinin arkasında kalarak sonsuzluk ülkesine gidiyorlar. Fotoğraflara bakmak istemiyorum. Hiçbir fotoğraf benim hatıralarımdaki gibi canlı, neşeli ve hayat dolu değil, donuk kareler özlemimi gidermiyor; içimi acıtıyor, yaramı kanatıyor.

Zaman yavaş yavaş incelip şeffaflaşıyor, belli belirsiz bir tül hâlini alıyor, beni ipekten kanatlarıyla çocukluğumun gizemli, masal ülkesine; yirmi beş-otuz yıl öncesine taşıyor…
***

İnce uzun yüzümü iki yanımdan belime kadar uzanan, uçları beyaz kurdeleli saç örgülerim süslüyor. Üzerimde annemin arife gecesi bayrama yetiştirmek için uyumayıp bitirdiği pilili bir etek, pembe tokalı ayakkabılarım, özenle ütülenmiş çiçek desenli mendilim, kınalı ellerimle bayramı karşılıyorum. Apartmanımızın yanındaki boş arsada kurbanlıklarımız kesiliyor; babam ve büyükbabamın marifetli elleriyle deriler ayrılıyor, etler parçalanıyor. Annem ve yengem babaannemin evinde kurban kavurmasından oluşan özel bir menüyle kahvaltı hazırlamakla meşgul.

Büyüklerin elleri öpülüp bayramlaşıldıktan sonra sofraya oturuyoruz. Kardeşim ve ben ciğer sevmediğimizden, yememek için nazlanıp duruyoruz. Babamdan ciğerin lezzetine, yemenin lüzumuna dair uzun nasihatler dinliyoruz. Aklımız sofradaki ciğerde değil, komşuları dolaşıp şeker ve para toplamakta olduğu için gönülsüz dinliyoruz. Neyse ki beklediğimiz an çabuk geliyor, beraberce bayram ziyaretlerine çıkıyoruz. Terbiyeli küçük kızlar olarak büyüklerimizin ellerini usulca öpüyor, merakla hediyelerimizi bekliyoruz.

Öğleden sonra köyümüze gitmek için büyük bir keyifle hazırlanıyoruz. Kliması olmayan, dar ve gösterişsiz koltukları bulunan, müsait boşluklara plastik tabureler konularak fazladan yolcu alınan, minibüs-otobüs arası bir araca binerek, arabesk şarkılar eşliğinde, ter kokuları ve gürültülü konuşmalar arasındaki yolculuğumuzu hiçbir olumsuzluğu fark etmeden heyecanla geçiriyoruz. Bir buçuk saatin sonunda köyün çıkış istikametindeki anayol üzerinde iniyoruz.

Anneannemin evi köyün dışında. Önünde koyunların otladığı geniş bir mera uzanıyor. Meranın başlangıcında yıkık bir çeşmenin oluğundan eski bir ahıra hayvanların içmesi için sürekli su akıyor. Üzeri yosunlarla kaplı bakımsız çeşme, bir işaret taşı gibi zamana bekçilik yaparcasına öylece bekliyor. Merada çimenler yeşermiş, sarıçiçekler ve papatyalar açmış, küçük mavi eflatun çiçekler dört bir yanı kaplamış. Manyas gölünü yalayarak gelen rüzgârı içime çekerek terli olmama aldırış etmeden koşuyorum. Büyük köhne tahta kapının bir kanadı her zamanki gibi açık.

Geniş avlunun ortasında, kalın gövdesine ve eğri büğrü dallarına kalbler çizilip isimler kazınan, ailenin fotoğraf albümü gibi hatıralarımızı toplayan görkemli kavak ağacı bulunuyor. Kavak ağacının biraz berisinde susuzluk zamanlarında bereketli suyuyla imdadımıza koşan, etrafı taştan örülmüş kuyu, kuyunun arka kısmında ise derme çatma tahtalarla ayrılmış küçük bir bahçede yetiştirilen renk renk çiçekler, aslanağızları, sümbüller, gül ve zambaklar yer alıyor. İç bölümdeki bahçenin karşısında zamana meydan okurcasına ayakta durmaya çalışan üç odası, giriş bölümüne açılan küçük mutfağıyla anneannemin gençliğini geçirdiği, eski kerpiç ev beni karşılıyor.

Avlunun bir köşesinde tembel tembel dinlenmeye çekilen, beyaz uzun tüylerinden dolayı Pamuk adını verdiğimiz, siyah küçük gözlü sevimli köpeğimiz kokumu almış olacak ki kuyruğunu sallayarak ortaya çıkıyor, uzun burnunu uzatıp etrafımda dolanarak kendince hoş geldin karşılamasında bulunuyor. Canım sıkıldığında bana oyun arkadaşlığı yapan, evdeki ne kadar çul çaput varsa örtüp gelin yaptığım küçük arkadaşımın başını okşayarak cevap veriyorum. Arkamdan ellerinde bavullarla annem, babam ve küçük kardeşim geliyorlar.

Gelişimizi fark eden hane halkı sevinç gülücükleriyle dışarı çıkıyor. Sarmaş dolaş oluyoruz. Geniş bahçe avlusu, taş kuyu, küçük kerpiç ev, yanındaki toprak fırın âdeta bizim gelişimizle şenleniyor. Duvarları beyaz kireçle badana edilmiş kerpiç evin en geniş odasına oturuyoruz. Tavanı boydan boya tahta döşeli odanın duvarlarına tabaklıklar monte edilmiş, üzerine misafirlik porselen tabaklar sıralanmış, köşede çimento kaplı bir bölüm lavabo olarak kullanılmak üzere boş bırakılmış. Odanın küçük pencerelerinin rahatlıkla bir insanın oturabileceği genişlikteki pervazlarına saksılar yerleştirilmiş. Divanların üzerinde uzun ot yastıklar bulunuyor.

Bayram heyecanıyla anneannem yine çok erkenden kalkarak kırma adını verdiği özel böreğinden yapmış, yengem baklavalar ıslamış. Koyu yeşil desenli kilimin üzerine yer sofrası kurulmuş. Büyük geniş alüminyum bir sini etrafında bütün hane halkı toplanarak yemeğimizi şen şatır yiyoruz. Babam ve dayım yine herkesten önce yemeklerini bitiriyor, baklava tepsisinin başına geçerek bir tepsinin yarısını iştahla midelerine indiriyorlar. Ardından da birbirlerine göz kırparak güya bizim yememizi önlemek için:

-Ekşimiş bu tatlı, siz yemeyin diyorlar.

Yengem uzun uzun dün gece rüyasında evin arkasındaki ayva ağacının altında hazine bulduğunu anlatıyor. Bizimkiler heyecana kapılıyor. Vakti zamanında Eski Manyas’ta Rum zenginlerinin yaşadığını, onlardan kalan kıymetli eşyaların bulunduğunu hararetle anlatmaya koyuluyorlar. Anneannem sevgili damadı Mustafası için koşturmakla meşgul. Bir isteği olup olmadığını ısrarla soruyor. Kâh su getiriyor, kâh meyve. Onun bu hareketli hâlinde farklı bir neşe seziliyor.
***

Gözlerimde bir damla yaşla, kalbimde buruk bir sızı hissederek araladığım zaman tülünün ucunu, yavaş yavaş kapatıyorum. Annemin gelin çıktığı kerpiç ev çoktan yıkıldı. Yerine beş odalı, geniş bir mutfağı, banyosu bulunan modern bir ev inşa edildi. Bir zamanlar dibinde hazine aradığımız ayva ağacı kesildi, anneannemin leziz kırmalar pişirdiği toprak fırın da yok artık. Şimdi börekler elektrikli ocaklarda pişiriliyor. Anneannemin bahçesinde rengârenk sümbüller, zambaklar yetişmiyor; çiçekleri kurudu, çeşmenin suyu kesildi.

Zaman hızla dönüyor; sevilenler bir bir donuk bir fotoğraf karesinin arkasında kalarak sonsuzluk ülkesine gidiyorlar. Fotoğraflara bakmak istemiyorum. Hiçbir fotoğraf benim hatıralarımdaki gibi canlı, neşeli ve hayat dolu değil, donuk kareler özlemimi gidermiyor; içimi acıtıyor, yaramı kanatıyor. El üstünde tuttuğu damadına kırma yapmak için erkenden kalkan anneannem, “Torunuma, doyamadığım annemin adını koyun!” diyen babaannem, dedem, büyükbabam arkalarında derin bir sızı bırakarak çok uzaklara gittiler. Yosun yeşili gözleri, sevimli kocaman göbeğiyle, anneannemin sevgili Mustafası, babacığım da erkenden ayrılıverdi bizlerden. Hatıraları, arkasından yaptığım her hayır duâda sarıp sarmalarcasına hâlâ içimde.

İnce, uzun yüzlü, çekingen bakışlı uzun örgü saçlı küçük kız da onlarla beraber gitti. Yerine üzerindeki sorumluluklarla hayatın yükünü taşımaya, ara ara çocukluğunun ülkesine sığınmaya çalışan yorgun bir kadın bırakarak. Artık o kına kokulu, bayramlar da yaşanmıyor. Altı yıldır vatanımdan uzakta gurbet köşelerinde, yabancı diyarlarda aşina gönüller arayarak hayatı yudumluyorum. Zaman zaman esen rüzgârı, gölü yalayarak gelen köyümün rüzgarına benzeterek yaşıyorum. Telefonlardan medet umarak, sevdiklerimin seslerine manalar yüklüyorum.

İşte yine bir telefon çalıyor; arayan kardeşim.
Ancak her zaman neşeli cıvıltısına aşina olduğum bu seste bir durgunluk seziyorum; kırık dökük hâl hatır soruyor. Endişeleniyorum:
-Ne oldu? Kötü bir şey mi var?
Buruk ses tonuyla cevap veriyor:
-Abla, dayımı kaybettik.

Hıçkırıklar arasında gözyaşlarına boğuluyorum. Gurbette olmanın acısı, çaresizlik içimi eritiyor. Yaralı kalbimin imdadına hatıralar yetişip üşüyen duygularımı ılık ılık sarmalıyor. Dayıcığımın yüzü gözlerimde belirirken, hayâllerim beni yeniden çocukluğumun gizemli ülkesine götürüyor…
***

Uzaklarda bir yerlerde kavak ağacı yapraklarını sallayarak küçük kızı çağırıyor, toprak fırından yine leziz kokular yükseliyor, taş kuyu billur sularıyla etrafı şenlendiriyor, eski kerpiç evin odasından neşeli konuşmalar taşıyor. Sıcak bakışlar, gülümsemeler sonsuza uzanıyor. İyilikler buhur buhur yükseliyor, dostluklar ebediyet ülkesinde sarmaş dolaş oluyor.

Kına kokulu küçük kız örgü saçlarını iki yana savurarak iç bahçedeki çiçeklerden bir demet yapıyor. Manyas gölünü yalayarak gelen rüzgâra yüzünü çevirerek koşuyor, koşuyor...

 Zehra AYDÜZ

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Çocukluğumun Ülkesi
« Posted on: 19 Nisan 2024, 12:27:52 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Çocukluğumun Ülkesi rüya tabiri,Çocukluğumun Ülkesi mekke canlı, Çocukluğumun Ülkesi kabe canlı yayın, Çocukluğumun Ülkesi Üç boyutlu kuran oku Çocukluğumun Ülkesi kuran ı kerim, Çocukluğumun Ülkesi peygamber kıssaları,Çocukluğumun Ülkesi ilitam ders soruları, Çocukluğumun Ülkesiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes