๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mayıs 2010, 05:32:41



Konu Başlığı: Bu Yağmur
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mayıs 2010, 05:32:41
Bu Yağmur

“Buraya ilk geldiğimizde uzun süre yağmur yağmadı. Arkadaşlara, yağmur duasına çıkın.” dedim. “Birkaç gün çıktılar, her seferinde yarın da çıkın.” dedim. “Sonunda bir yağmur yağdı, bir yağmur yağdı ki, hâlâ yağıyor...” Bir kenarda sessizce dinliyorum.

Gerçekten de heybetli ağaçlarla kaplı bu bahçeye ne zaman geldiysem, her seferinde ince, ipince bir yağmur karşıladı beni. Necip Fazıl’ın mısralarını hatırladım birden: “Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince...” Yabancı bir ülkede yağmur duasına çıkmak ve Müslüman - Hristiyan - Yahudi; dindar – dinsiz ayırt etmeden herkes için “rahmet” dilemek ne yüce bir ruh. Anlatırlar, Harun Reşit bir gün Hristiyan birine haksızlık etmiş. Bir süre sonra, namazda Behlül Dana ile yan yana düşmüş. İmam, Fatiha’yı okumaya başlamış. Tam “El hamdülillahi rabbi’l âlemîn” deyince, Behlül “Subhanallah!” diyerek imamı uyarmış. İmam, Fatiha’yı bir daha başından almış, Behlül yine “Sübhanallah” diyerek tekrar uyarmış. Böylece imam birkaç kere Fatiha’yı okuyup durmuş.

Sonunda cemaat namazdan çıkmış ve Harun Reşit, Behlül’e çıkışıp: “Mecnun adam, Fatiha’yı doğru okuyan hocaya ne karışırsın!” demiş. Behlül Dana, “Allah, âlemlerin Rabbi ise, ne diye Müslüman olmayan o adama haksızlık ettin!” diye bilgece cevap vermiş ve Harun Reşid’i mahcup duruma düşürmüş. Mesel bu, ama bir hakikati işaret ettiği de kesin. Herkes için rahmet ve bereket dilemenin neşvesi ve kalbî huzuru bir başka olsa gerek. Ben bunları düşünürken, o devam ediyor : “İlk günlerde burada ölürsem, beni bu bahçenin bir kenarına gömün, demiştim. Ama şimdilerde, telif ücretimden biriktirdiğim birkaç kuruşum var; burada ölürsem beni memlekete götürün.... Hani diyor ya Yahya Kemal, İstanbul’a dönek isterim ben...” Gözlerinin nemi iyice belirginleşiyor. Ben de içimden Yahya Kemal’in şiirini hatırlamaya çalışıyorum.

Pek bilinen bir şiir değil, bu yüzden de hatırlanması zor. Eve dönünce şiiri buluyorum ve okumaya başlıyorum:

BEDRİ’YE MISRÂLAR
Gelmek’çün ikinci bir hayâta, / Bir gün dönüş olsa âhiretten: / Her rûh açılıp da kâinâta, / Keyfince semâda bulsa mesken; / Tâlih bana dönse, nâzikâne; / Bir yıldızı verse mâlikâne; / Bîgâne kalır o iltifâta, / İstanbul’a dönmek isterim ben. / Binbir tepe yükselen Boğaz’dan, / Baktıkça vatan görünsün engin; / Her yıl, bir ömür boyunca, yazdan / Yelkenler açılsın ufka gergin. / Lâkin bu ikinci varlığımda, / Son devrede, ihtiyarlığımda, / Artık çekilince söz ve sazdan, / Ömrüm İç Erenköyü’nde geçsin. Şiir, bir ruh hâlini o kadar ince ve detaylı yansıtıyor ki, bu şiiri hatırlayıp bunun vasıtasıyla bir iç dünyayı ortaya koymak, gerçekten çok anlamlı geliyor bana. Sık ağaçlarla kaplı bir bahçede iplik iplik bir yağmur altında, “âhiretten dönüş”ü hayal eden bir ruhu düşünüyorum. Her ruha, keyfince seçip yerleşeceği bir mekân bahşedilmiş ve bu ruha da bir yıldızda şatafatlı bir mâlikâne teklif edilmiş. Ama iltifâta bigâne kalan ruh, her şeyi elinin tersiyle itip İstanbul’a dönmek ister!... Birden ışıklar yanıyor. Pırıl pırıl Boğaz’da süslü gelinler gibi geçiyor gemiler; allı pullu gemiler. Karşıda, Üsküdar’da göz kırpar gibi yanıp sönüyor ışıklar. Yanıp sönüyor deniz fenerleri.

Çengelköy’de bir kayık usulca kıyıya vuruyor. Gece ilerledikçe denizden soğuk bir rüzgâresiyor. Birden ince bir yağmur yağıyor. Havaya bir toprak sesi karışıyor. Binbir tepe yükselen Boğaz, yavaş yavaş aydınlanıyor. Engin ufuklardan bütün vatan görünüyor, Üsküdar’dan “Allahu Ekber Allahu Ekber” diye bir nidâ kopuyor. Kars’tan “Allahu Ekber Allahu Ekber” diye cevap geliyor. Bütün bir vatan ezanlaşıyor. Yelkenleri ufka gergin bir gemi son dönemlerini İstanbul’da yaşamak isteyen bir gönül bırakıyor kıyıya. Sözün ve sazın çekildiği İç Erenköy, yıllardır suya hasret bir yüreğin kana kana su içtiği bir çeşme gibi ışık huzmelerini uzatıyor boşluğa.

Denizler birbirine ulanıp uzaklara, tâ uzaklara ulaştırıyor bu hüzmeleri, bir kalb kendisini duvardan duvara vurup ince bir hüzünle sararıyor. Sararıyor yapraklar yeniden, yeniden geliyor bahar. Yüklemiş bütün yemişlerini sunuyor hayata. İçlerinde vatan yok!... Neyleyim baharı, diyor bir ses usulca. Bir kuytu bahçede yeniden bir şarkı tülleniyor : “Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin, / Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde. / Mehtâp iri güller ve senin en güzel aksin, / Velhâsıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde... / Bir kalb kendi sesini tekrarlayıp atmaya devam ediyor : “İstanbul’a dönmek isterim ben!...” diyerek.

 Selim HANCIOĞLU