๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mart 2010, 03:31:26



Konu Başlığı: Bir Tevhit Mührü
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mart 2010, 03:31:26
Bir Tevhit Mührü 

(http://www.sizinti.com.tr/images/konular/304/05.jpg)

Kâinattaki hâdiselerin varlık sebebi, tarih boyunca tartışılagelmiştir. İnananlar, kâinatın; Alîm, Hakîm ve Kadîr olan Yaratıcı'nın esmasının bir tecelligahı olduğuna iman etmiştir. Hz. Muhammed Mustafa (sas) da bu tecelligâhı kâmil mânâda temsil eden zat olmuştur. Mutlak determinizm ise, her şeyi sebep-sonuç münasebetiyle açıklamış ve sebepleri hakiki müessir olarak göstermiştir. Deterministlere göre, kanunlar anlaşıldığında kâinat da anlaşılmış olur.

Deterministler ne kadar haklı? Kâinatta cereyan eden hâdiseler bu formatta mıdır? Her hâdiseden 'neden?' sorusunun cevabı alınabilir mi? Meselâ, "Hava neden soğuk?" sorusuna; 'Kış geldi, kar yağdı, gece vakti, güneş ışınları bulunduğumuz yere dik düşmüyor, poyraz var.' gibi birçok cevaplar alabiliriz. 'Elma neden yere düşer?' sorusuna; kütleler arasında çekim kuvveti olduğunu söyleyerek cevap veririz. Bu ve benzeri birçok soruyu, sebepleri göz önüne alarak cevaplandırırız.

Şimdi üç cevap şıkkı olan şu soruya cevap arayalım: Anahtarların varlık sebebi nedir?

a. Kilitler var olduğundan, insanlar kilitlere uygun anahtarlar geliştirmiş ve bunları kullanmıştır.

b. Anahtarlar zaten vardı, kilitler bu anahtarlara uygun olarak sonradan geliştirilmiş ve kullanılmıştır.

c. İnsanlar, evlerini muhafaza için kapılarında anahtar-kilit kullanmıştır.

Cevabın 'c' şıkkı olduğu hepimizin malumudur. Buradan şu sonuçlara ulaşırız:

Ne anahtarın, ne de kilidin tek başına bir önemi ve mânâsı yoktur. Anahtar ancak kilidin varlığıyla bir mânâ kazanır, kilit de anahtarın varlığıyla...

Anahtar ve kilit arasında, bir sebep-sonuç münasebeti yoktur.

Anahtar ve kilit, sadece ve sadece bir irade sahibinin bir gâyeye (evin muhafazası) yönelik kurduğu sistemin parçalarıdır.

Şimdi şu soruya cevap arayalım: Acaba kâinatta, yukarıda verdiğimiz misale benzer durumlar söz konusu mudur? Ancak bir sistemin bir parçası olduğunda mânâ kazanan varlık, yapı ve alt sistemler mevcut mudur?

İnsanın konuşma-işitme sistemini ele alalım:

Bir haberleşme sisteminin mevcut olabilmesi için dört ana unsur gereklidir:
1. Mesajı veya uyarıyı gönderen bir sistem (verici).
2. Mesajı iletebilecek bir ortam.
3. Gönderilmiş mesajı alabilen ve de indirgeyebilen bir sistem (alıcı).
4. Alınan mesajı değerlendiren, uygun cevabı vericiye gönderen bir sistem (denetleyici).

İnsandaki konuşma-işitme sistemine dikkat edilirse, bu dört ana unsurun da var olduğu görülür. Sesin iletilmesine uygun bir ortam olarak atmosfer; ses alıcısı olarak kulaklar; kendisine gelen elektrikî dürtüleri değerlendirip cevaplayan bir denetleyici olarak beyin; beyinden gelen mesaja uygun cevap veren bir verici olarak gırtlak, ses telleri, ağız, dil, diş ve dudaklardan oluşan sistem... Kulağın oluşması ile ses dalgasının varlığı arasında hiçbir münasebet yoktur. İndirgeyici kulak, sesi oluşturamaz. Kulağın varlığı, bir ses dalgasının varlığıyla birlikte mânâ ifade eder. 'Kulağın oluşması ortamdaki ses dalgalarından dolayıdır.' iddiası ise, hiçbir akıl sahibinin savunamayacağı kadar tutarsızdır. Kulağın varlığıyla ses telleri bir mânâ kazanır. Ses dalgası, kulak ve ses telleri, atmosferin varlığıyla bir mânâ kazanır. Keza ses dalgası, kulak ve ses telleri, sinirlerin varlığıyla bir mânâ kazanır.

Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Işık ile gözün varlığı arasında da, hiçbir mutlak determinist münasebet bulunamaz; ne göz ışığı oluşturur, ne de ışık gözün oluşmasına sebep olur. Göz ancak ışığın varlığıyla mânâ kazanır. Evet, sivrisineğin gözünü yaratan, Güneş'i de yaratmıştır. Işığı yaratan, ona uygun gözü ve ışık kaynağı olan Güneş'i yaratmış; sesi yaratan, ona göre kulağı, ağzı, gırtlağı ve dişleri yaratmıştır. Tat alma duyusunu kim yaratmış ise, elbette ki lezzetli yiyecekleri, dili, ağzı, dişleri ve mideyi de O yaratmıştır. Duyu organları, ancak uyaranların varlığı bilinerek yaratılmıştır. Duyu organları ile uyaranlar (veya duyular) arasında, mutlak determinizm açısından hiçbir etki-tepki prensibi yoktur. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bu konuyla alâkalı şunları belirtmiştir: 'Bir katre sudan beni yaratan yaratmış, mucizâne yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ, sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki, o dimağ ve kalb ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün Rahmânî hediyeleri, atiyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve Esmâ-i Hüsnâ'nın nihayetsiz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler âletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların, renklerin adedince târifeleri o âletlere yardımcı vermiş.'

Deterministler, şu muhteşem kâinatı, onun tefrişini, her şeyin mükemmel bir dizayn içinde yerli yerine yerleştirilmesini, muhteşem ahengini şuursuz ve iradesiz sebeplere vermişlerdir. Oysaki, nasıl ki anahtar ve kilidin varlığı, bir şuur ve irade sahibine işaret ediyorsa, sebepler de, bir Zat'a işaret eder. Anahtar-kilit yapısının kullanımı, nasıl ki bir irade sahibinin, bir maslahat gözeterek tasarrufta bulunduğunu gösteriyorsa, aynen öyle de, hükümetin kalem dairesi hükmündeki sebepler de, kâinatta Hakîm bir zatın varlığını ilân eder. Bir harf nasıl ki kendisinden ziyade kâtibine delalet ediyor ve nakkaşını tarif ediyorsa, sebepler de, kendinden ziyade Yaratıcı’ya işaret eder.

Evet, delil bir değil, binlercedir.

Ahmet ESER