๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 15:27:18



Konu Başlığı: Bir portre denemesi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 15:27:18
bir portre denemesi

Herkes bir hâlin içinde yoğrularak yürüyüşünü sürdürür dünya hayatında. Bu meşakkatli yolculukta binbir hâl gelir insanın başına. Hiç hesapta olmayan ve kişinin hiç hesaba katmadığı şeyler gelir, bir pundunu bulur, yapışır yakasına. Bu düzenin işleyiş tarzına zaman zaman şaşar kalır insan. Tuhaf karşılar bunları. Ya, ben böyle olmasını istemedim di falan der kendi kendine. Bazen de bayağı dert yanar yanındaki yöresindeki diğer hem cinslerine ve de karşı cinslerine. Sanki bunlar kişinin hayatında saklanması gereken şeyler değil de olur olmaz şekillerde şuna buna söylenecek mecburiyetlerdir. Böylece kendine yapılanı çok önemli gibi sayarak bazı yakıştırmalarda bulunur, hızını alamaz daha da ileri götürür işi ve bu defa yazıklanmalarda bulunur. Kendini acındırmaya çalışır, göz önüne çıkarır kendini. Halbuki o herneyse zaten gelip bulmuştur onu. Veya o kendisi bilhassa gidip bulmuştur o başına gelecek olan şeyi!…

 

Dünya böylece bir haller mekânı da olmuş oluyor bizim isteğimiz dışında. Halbuki biz hiç istemeyiz rutin hayatımızın dışına çıkmayı. Ya da çıkmaya çalıştığımızda bir ayıpsama ile karşı karşıya buluruz kendimizi. Hemen birileri veya bizim sadık ve de saadetli dost bildiklerimiz anında yaftayı yapıştırıverirler alnımıza. Oldu mu ya derler, o çok bilmiş duruşlarıyla. Hatta birazcık çenelerini ve de burunlarını da havaya kaldırarak bilmiş bilmiş laf ederler. Siz ise edilen o lafların altında bazen bir hatır ve gönül halini düşünür ve sesinizi çıkarmazsınız. Bazen ise artık tahammülünüz tükenmiş bir halde karşı çıkarsınız size itham edilen her neyse ona. İthamlar ve yakıştırmalar içinde ömrünüzü ikâme etmeye çalışırsınız. Bu dünyadaki zamanınızı doldurmaya bakarsınız. İş bununla da bitmez, yaptıklarınızı-çektiklerinizi öbür tarafa da götürürsünüz kendinizle birlikte...

 

Yani aslında bir cümbüşlü tarafı da var bu dünyanın. Ver yesin, çal oynasın meselesinde olduğu gibi de bir tarafı var. Bu, kime has bir şeydir, buna kimler talip olur ayrı bir mülahaza konusudur aslında. Ama esas olan, sahih olan bir şey varsa o da yapılanların, yapılmış edilmiş olan şeylerin bir yerlerde muhafaza edilmiş olduğu gerçeğidir. Yapılmış yapılmıştır, kaybı varlığına mukabildir. Varın varlığından şüphe yoktur zaten. Kayıplara karıştığı varsayılan şeyin esasta çok hassas bir şekilde muhafaza edilmesinin biliniyor veya bilinmiyor olması da bir şeyi yok saymaya götüremiyor. Efendim, ben bilmiyordum, demekse abesle iştigal bir şeydir. Bilin efendim bilin, neden bilinmiyor ki bilinmesi gerekli olan şey?…

 

Bu noktada bakışımıza takılan hayatın içindeki şair ise bir uçuk tip olarak çıkıyor karşımıza. Bilmeye susamış bir mukabil varlık oluşumunu temsil ediyor. Hep bir şeyleri kurcalamak derdine düşmüş bu insan teki bu vesileyle kendini bazen ateşe atıveriyor, bazen de idrakini harekete geçirebilmeyi akl ederek kana kana billur gibi akan pınarlardan su içmeye koşuyor. Bu biraz da tuhaf bir durum gibi görünüyor ise de aslında şair için biçilmiş bir belalı elbiseden başka bir şey değildir. Onu üzerinde taşıdığı müddetçe rahatını; huzurunu bir kenara atar ve rahatsızlığı ve huzursuzluğu aramaya koyulur. Bu dünya hayatının zor olan yürüyüşünü daha da zorlaştırarak yoluna devam eder şair. Arayışlar içinde arayışlara başlar adeta. Hâlin oluş hâlini merak ederek açılmaz kapıları açmaya çalışır. Şair bu, gözünü karartmıştır bir defa. Artık kime kimseye yanmasının yanında kendini de yanmaya götürür. Bu bir ateş harmanıdır. Döne döne yanacak, yana yana hakikatin içinde pişecektir. Bunun başka yolu yoktur şair için. Şairinse yanması mukadderdir aşk ateşinde. Şair değilse zaten önemli değildir kendinden başka hiçbir şey...

 

Peki öyleyse söyle bakalım ey şaşkınlar şaşkını, aşık kim, derdinin dermanında şifa arayan kim?..


Nurettin DURMAN