๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 01 Eylül 2010, 14:29:43



Konu Başlığı: Bakis açimiz ve kimligimiz
Gönderen: Sümeyye üzerinde 01 Eylül 2010, 14:29:43
BAKIŞ AÇIMIZ ve KİMLİĞİMİZ

Düşünce, insanın varlık temelinde kendini algılaması, yaşadığını idrak edebilmesi hususunda ve eşyayı-varlığı-hakikati algılama biçiminin belirlenmesi noktasında mahiyeti; insanın tamamına etki ettiğinden, hatta insanın, insanlığını ortaya koyabildiği bir vasıta olması sebebiyle, insan için elzem ve önemli bir kavramdır.

 

Bireysel ve toplumsal olarak düşünmek eylemi ve bu eylemin oluşturduğu düşünce kavramı; insanla beraber var olan ve dil ile bütünleşmiş /ya da dil onunla bütünleşmiş/ ve insanın kendinde bir arayış ve kendinden bir kavrayış ile âlemi nizama bakması ve bir bakış açısı oluşturması ve bunun sonucunda bir kimlik ibraz etmesi, düşünmenin tekamülü ve sonuçlarındandır.

 

Düşünmenin insana kattığı önemli bir kavram bakış açısı kavramıdır. Bakış açısı, bir fener, bir projektör gibi insanın önünü görebilmesini sağlayan ve insanın kendini tanıması için bir kimlik ortaya koyabilmesi adına, temelini düşüncenin oluşturduğu bir kavramdır. Ve bu meyanda olayları-durumları-olmuş olanları değerlendirebilme ve olacak olanları öngörebilme özelliği ile donatılırsa insan kendine bakar ve suretini görür. Böylece düşünce, bakış açısı kavramı ile kendini somutlaştırmaya ve insanın dünyayı anlama çabasına katkı sunmaya başlar. Burada önemli gördüğüm ve toplum olarak da önemsenmesi gerektiğini düşündüğüm husus şudur: Derdi olmayanın düşünce ile işi olmaz ve derdi olmayanın bakacağı bir şey de olmaz… Toplum olarak düşünceyi ve bakış açısını ve onun ibrazı kimliği kanımca ve zannımca dert edinmeliyiz

 

İnsanın bir bakış açısının olması, onun bir sancısının olması demektir. Düşünmek sancılı olmanın eylem halidir. İnsan, düşünce sancısı ve bu sancının sonucunda, bir merhalenin geçilmesi ile anlamlar dünyasına girer ve anlamaya başlar ve sonrasında da anlam verebilmeye… Bu durumda, bakış açısını anlam verebilme olarak düşünürsek bu kavramın bir başka tarifini daha yapmış oluruz.

 

Düşünmeye ve bu eylemin gerekliliğine inanmamış ya da hayatında bu kavrama yer veremeyen insanların kendilerini ve eşyanın hakikatini algılamaları, anlamaları ve bu gerçeği kavramaları mümkün değildir ve günübirlik bir yaşam ve günübirlik ucuzculuk ile yaşamlarını devam ettirirler ve madde olarak varlıklarından başka bir kıymetleri de yoktur. Bakış açısından yoksun ya da dar bir bakış ile yaşar ve kimlik olarak okullarda, ders kitaplarından öğrendiği kadarıyla tabii olduğu ırkı ya da mensubu olduğu dini bir kimlik olarak altı boş bir şekilde söyler… Ucuz insan olarak tanımlıyorum böylelerini…

 

Düşünme eylemi ve bunun türevi düşünce kavramı; bakış açısı ve bunun türevi kimlik kavramlarının neden önemli olduğu bahsine gelince, geçmişe gideceğiz, birçok sıkıntımızın temellendiği yere, yani tarihe…

 

Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmiş ve bu coğrafyayı kendimize yurt edinmiş ve Osmanlı İmparatorluğu parçalandığında kendimizi Anadolu coğrafyasına geri çekmişiz… Bunun sonucunda bir daralma yaşamışız toplum olarak ve bu daralma hem coğrafi bir daralma hem ruhi bir daralma olmuş; hatta ruhi bir sarsıntı olarak ortaya çıkmış… Bu durumda bir devlet kurarak var olma mücadelesini sürdürmeye devam etmişiz. Bu süreçte sağlıklı bir bakış açısı ile sorunları değerlendirebilmiş ve yine sağlıklı bir şekilde kendimizi tanımlayabilmiş olsaydık sara nöbetleri gibi sürekli aynı vakayı yaşamamış/yaşamıyor olurduk… Bu benim âcizane bir tespitimdir. Biraz daha açalım:

 

 

Türk toplumu bir yıkım yaşadı, bu yıkım psişik bir bunalımı da doğurdu. Şiddetli nöbetler geçirdi… Görünürde Tanzimat’la başlayan ve her yüzyılda biraz daha boğazımızı sıkan kementler gibi Batı medeniyetinin üzerimize çullandığını gördük… Tanzimat somut olarak sürecin yansımasıydı. Sorunun/sorunların daha öncesi vardı… Öncesi bakış açısı darlığından kaynaklı ve bakış açısı daraldıkça toplumsal sorunların genişlemesi gibi ters bir orantıyla Tanzimat’ı doğurdu… Bu kırılmalar yaşanmadan bakışımıza bir genişlik ve kimliğimize bir yenilik getirebilseydik, toplumsal olarak süreci daha sağlıklı ve daha az yıpranarak geçirebilirdik.

 

Toplum olarak bizleri düşünmekten alıkoyan bir anlayış hâkim olmuştu ve Batı aklını sırtına almış tırmanmaktaydı… Bakış açısına aklı koydu ve aklının önünü aydınlattığı yere kadar gitmek istedi… Kimliğinin temelini de akıl oluşturdu fakat tam bir kimlik oluşumu söz konusu olamadı. Batı kimlik buhranını yaşıyor… Kendini madde olarak tanımlayabilmenin ötesinde bir tanıma ve bir kimliğe onun da ihtiyacı var… Batı’nın bu sürecini kısaca betimlersek: Beşeri olan bir yere kadar gidiyor ve bir yerde duruyor ve sonrası, asıl hakikat ise kavranamıyor… 

 

Günümüzde, insanı temel alan bakış açıları ve insana, insan kimliği ile bakmayı başarabilen düşüncelere, insanı var olma amacına yakın tutacak ve ondan beslenmesini sağlayacak düşüncelere ve açılımlara, insanlığın ihtiyacı var… Bunun örneklerini tarihte bulmak ve görmek mümkündür. Bakış açımızı temellendirecek ve bu temel üzerine açımızı her geçen zaman genişleterek sorunlara çözüm üretebilecek ve kimliğimizi bunlar üzerine inşa edebileceğimiz bir duruşa ve bir akla ve o aklın ötesine yani hakikate ihtiyacımız var…

 

Düşünmek eylemi, düşünce kavramı, bakış açısı ve kimlik kavramları modern psikolojinin ve sosyolojinin üzerinde durduğu ve bir türlü altından tam anlamıyla kalkılamadığı konulardır. Modernliğin sonuçlarından biri de bu sorunlardır.

 

Psikoloji ve sosyoloji modernliğin verilerini kullandıklarından durum tespitinin ötesine henüz geçilebilmiş değildir ve zannımca durum tespitinin ötesine geçilmesi bu verilerle zordur. Kimlik probleminin arkasında yatan saiklerden ve en önemlilerinden biri olarak ise bakış açısının darlığı ve yoksunluğunu görüyorum.

 

Hakiki bir düşünce ve onun ortaya koyduğu hakiki bir bakış ve hakikat kimliği ile insan, insan olduğunun bilincini kavrar. Hakikate talip olanlar, hakikati arzulayanlar, hakikat sancısı çekmek isteyenler ve cesareti olanlar kimler?



Üzeyir SÜĞÜMLÜ