> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Denemeler > Aşk İrşad Eder mi?
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Aşk İrşad Eder mi?  (Okunma Sayısı 932 defa)
20 Mayıs 2010, 14:24:29
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 20 Mayıs 2010, 14:24:29 »



Aşk İrşad Eder mi?

Risâle-i Nur’un her bir Risâle’sinin kendi içinde bir riyaseti varsa da İhtiyarlar Risâlesi ve Mesnevi-i Nuriye benim dünyamda bir başka yerde durur. Zaman ve mekânla ilgili meseleler yaşadığımdan mıdır, akıl ile kalb arasında tercih-lerde bulunmak noktasında yaşadığım ikilemden midir, kâh kendimde ihtiyarlığın belirtilerini gördüğümden midir, yoksa zaman zaman şefkat makamına erip sükûnete erdiğimden midir, dönüp dönüp İhtiyarlar Risâlesi’ni ve Mesnevi-i Nuriye’yi okurum. Zamanın, aklın, ihtiyarlığın ve şefkatin ağır bastığı ruh hâllerinde İhtiyarlar Risâlesini kıraat ederim. O zaman Seyyid Nesimi gibi iki dünyayı kalbime sığdırır, ama şu hâlihazır mekâna sığamam. Akıl sığ gelir, birden kalbleşiveririm. İhtiyar Risâlesi gençleşiverir, Yunus gibi aşktan aşka düşer, Mesnevi-i Nuriye’ye dökülürüm. Neden sonra geldiğim yere, İhtiyarlar Risâlesi’ne tekrar dönüş yaparım. İhtiyarlar Risâlesi’nden Mesnevi’ye doğru bu med-cezir sürer durur.

Üstad Mesnevi’nin bir bölümünü “marifet-i ilahiyede bir hareket-i fikriye ve bir seyahat-i kalbiye ve bir inkişaf-ı ruhiyede tezahür eden bazı Lemaat-i Tevhidideyi, Arabî olarak” notalar suretinde kaydetmiş. Ben de Mesnevi’yi bu Notaları hatırlatır notlar düşerek okuyorum. Mesnevi’yi kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum ama Notalar’dan arta kalan iki not hemen çoğu kere hatırımda: “Yalnız bir kalbin ardından git.” “Ve döner, şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur.”

Mesnevi müellifi Üstadımın Üstadı Hz. Ali’nin ilim için söylediği “ilim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” mealindeki sözünü yedeğime alarak cahil-lerin durumuna düşmeden meseleyi çözümlemeyi umut ediyorum.

Üstad Beşinci Mesele’de, üstad ve mürşidin masdar ve menba telakki edilmemesi gerektiğini söyler. Zira üstad ve mürşidin belki mazhar ve mâkes olduklarını, aynanın muhafaza edilme-sini, çünkü mazhar olduğunu, mürşidin ruhunun ve kalbinin bir ayna, Cenâb-ı Haktan gelen feyze mâkes olduğunu, müridine aksedilmesine de vesile olduğunu, bunun için vesilelikten fazla, feyiz noktasında makam verilmemesi gerektiğini anlatıyor. Bazen masdar telâkki edilen bir üstadın ne mazhar ne de masdar olduğunu, belki müridinin safvet-i ihlâsıyla ve kuvvet-i irtibatıyla ve ona hasr-ı nazarla, başka yolda aldığı füyuzâtı, üstadının mir’ât-ı ruhundan gelmiş gördüğünün altını çiziyor. Sözü “Bazan nâkıs bir şeyhin hâlis müridi, şeyhinden daha ziyade kâmil olabilir. Ve döner, şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur.” cümleleri ile bağlıyor. Burada altı çizilen husus, Şeyh ve mürit münasebetidir. Ama müridin yerine kendimi, şeyhin yerine de aşkı veya mecazî mahbuplardan birini koyduğumda ciddi bir meseleyle karşı karşıya olduğumu anlıyorum. Birçok şefkat vakasını aşk olarak, birçok aşk vakasını şefkat olarak anladığımı fark ettiğim günden bu yana Risâle’deki bu tür denklem ve misâlleri dönüştürerek okumaya çalışıyorum.

Beşinci Mesele’yi kendini bir şeye nispet ettirme hevesinde olan, kendini bir başkasının varlığında açıklamaya ve tanımlamaya çalışan bir kişinin, konu aşk ve bağlılık olduğunda, üstelik bu aşk ve bağlılığa haddinden fazla kıymet, neredeyse kendi-sine bir ‘şeyh’ mertebesi verildiğinde ne yapması gerektiğini yedeğime alarak okuyorum. Kâinatın bir zerresinden insana, insandan kâinata doğru bir sefere, bir seyahat-i kalbiyeye çıktığımızda bende nasıl bir inkişaf-ı ruhiye tezahür etmesi gerektiğini hatırda tutmaya çalışıyorum. İlk elden o seyahat-i kalbiyeden çıkan netice, “Yalnız bir kalbin ardından gitmek”, o inkişaf-ı ruhiyeden tezahür eden his ise “Ve döner, şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur.” şeklinde oluyor.

‘Gençlik yıllarım’ diyebileceğim bir dönemde beni “hublardan hublara” düşüren yaralara karşı bu kalbi seyahatler ve ruhî inkişaflar bende ne kadar hükmederdi hatırlamıyorum. Ama o yıllarda mecaz-i aşka düşmüş “ehl-i dünya” bir arkadaşıma tiryak olsun diye Mesnevi Nuriye’yi verdiğimi hatırlıyorum. İşte aşkın insanı irşad edebileceğini/irşadına vesile olabileceğini ilk defa o zaman o arkadaşımda gördüm. Aşkı olan şeyhini irşad edip, şeyhinin şeyhi olabileceğini ilk defa onda gördüm. İşte ilk defa o zamanlar başladı bende bu Mesnevi müptelalığı. İşte o zamanlar anlamaya başladım, kâinatın Rabbimizin sayısız esma, sıfat, şuun ve fiilinden yaratılmış olduğunu... Evet, kâinat içinde milyonlarca mahlûkat ve masnuat yaratılmış. İnsan da mahlûkatın ve masnuatın vasıflarını mahiyetinde barındırır şekilde kâinatın hülasası, özeti olarak yaratılmış. İnsan daha çok hayvanatta tecelli eden mahlûkat vasfını cismaniyetinde, maddî cihazatında bulundururken, daha çok nebatatta tezahür eden masnuat vasfını manevîyatında bulundururmuş. Hayvanlarda ve bitkilerde, kısacası kâinatta her ne var edilmişse, nisbî, mislî veya aynî olarak insanda da var edilmiş. Yine kâinattaki ilahi düzenin devamı için ne gerekiyorsa, nisbî, mislî veya aynî olarak insan için de aynı şeyler gerekli kılınmış.

İşte o zamanlar anlamaya başladım. Kâinat insan için yaratılmış, ama insanla sınırlı tutulmamış. İnsan cismanî ve manevî varlığı itibarıyla eşref-i mahlûkat olmaya layık görülmüş olsa bile, derin bir acz ve fakr hâli onda hüküm sürecek şekilde yaratılmış. Kâinatta her ne var ise onu talep edecek maddî ve manevî cihazat ile teçhiz edilmiş. Maneviyatına sevme, sahiplenme, şefkat, merhamet gibi duygular yerleştirilirken, görme, işitme, dokunma vb. duyuları bu duygularına hizmet edecek şekilde tanzim edilmiş. İnsanın maneviyatına sınır konulmazken, maneviyatındaki kuvve hâllerin fiil hâle dönüşmesi maddî cihazatı ile sınırlandırılmış. Arzuları, istekleri, ihtiyaçları gönlünün ulaşabildiği noktalara kadar uzandığı hâlde, iktidarı elinin, en fazla gözünün ulaşabileceği noktalara kadar varabilmiş. Gönlü gözüyle, hayalleri aklıyla, ruhu cismaniyetiyle nispeten sınırlandırılmış. Oysa insanın muhatap olduğu her durum, onda müspet veya menfî birtakım duyguların oluşmasına, akabinde de bunları değiştirme ve dönüştürme ihtiyacına sebep oluyormuş.

İşte o zamanlar anlamaya başladım. İnsanın başka bir varlık ile olan muhatabiyeti eğer onda olumlu bir duygu oluşturmuşsa bu ilk önce arzu olarak ortaya çıkarmış. Arzu edilen şeyin onun için nispi önemi, onun ihtiyaca dönüşüp dönüşmeme durumunu ortaya çıkarırmış. Kişi muhatap olduğu şeyi vazgeçilmez bir şey olarak görmeye başladığından itibaren bu ihtiyaç duygusu acz duygusuna, acz duygusu da güçlendikçe fakr duygusuna dönüşürmüş. İşte aşk tam da burada devreye girermiş. Zira insan gerçekte acz, fakr, şefkat ve tefekkürden mürekkep bir varlıkmış. Aşk bu dörtlünün ortasına, merkezine yerleşirmiş. İnsanın acz ve fakr tarafı nispeten mahlûkat tarafına, yani cismaniyetine baktığı hâlde, şefkat ve tefekkür tarafı nispeten masnuat tarafına, yani maneviyatına bakarmış. İşte aşk bu sefer de insanın bu mahlû-kat ile masnuat arasındaki bir yerinde dururmuş. Burada kişi bir yol ayrımında bulunurmuş. Zira bulunduğu yer insanın maddî varlığıyla (cismaniyeti) manevî varlığının (maneviyatının) insaniyet ile İslamiyet’in karşılaştığı bir yermiş. Ve insan her hâlükârda bir karar vermek zorundaymış. Çünkü aşk tabir yerindeyse tarikat mertebelerindeki gibi bir makammış ve o makamda uzun süreli kalınamazmış. Ya zaaf ve ihtiraslarına mağlup olarak, geri düşüp, cismanî/şehvânî bir hâl alırmış ki bunun ucu hayvaniyata çıkarmış veya ileri gidilip ilahi bir hâl alırmış ki, bunun ucu da şefkate, oradan da tefekküre çıkarmış.

İşte o zamanlar anlamaya başladım. Mümin bu aşk ikileminde acz, fakr, şefkat ve tefekkürle kemale erip, eşrefi mahlûkat sıfatını hak eden bir varlık olabilirmiş. Bunun şartı muhatap olduğu varlığa karşı alâka durumunu, arzu ve bunun bir sonraki aşaması olan ihtiyaç, onun da bir sonraki aşaması olan zaaf ve onun da bir sonraki aşaması olan ihtiras, bunun da bir sonraki aşaması olan inkâr durumuna dönüştürmemekmiş.

İşte o zamanlar anlamaya başladım. Kendi kalbine nazır olabilecek bir kalbin arandığı yaş dilimlerinde bu ilgi, alâka, arzu, ihtiyaç, zaaf, ihtiras ve inkâr hâlleri sıklıkla yaşanırmış. Bu yaşlarda insanlar genelde iki ateş arasında kalırlarmış. Birincisi kendini bir şeye nispet ettirme sevkinin bir neticesi olan aşk ateşi, ikincisi de “aidiyet” duygusunun ön plâna çıktığı dava ateşiymiş. Yani aşk ve din ateşiymiş. Şu bir gerçekmiş ki bu ateşlerden birine giriftar olan kişi çoğu kere diğerine de giriftar olurmuş. Zira iman etmek bir istidat işi olduğu gibi, aşk da bir istidat işiymiş. Böyle durumlarda söylenirmiş, “Bende Mecnun’dan füzun âşıklık istidadı var / Âşık-ı sadık benem Mecnun’un adı var” mısraları. Bu istidattanmış çoğu kere mecazî aşkla ilahî aşkın arkalı, önlü gelmesi. Bu istidattanmış bazen mecazî aşkın önce gelmesi, sonra da bunun ilahî aşka dönmesi. Bu istidattanmış bazen ilahî aşkın önce gelmesi, peşinden mecazî aşkın gelmesi. İşte aşk burada devreye girermiş şefkatin bir alternatifi olarak. Zira birinci hâlde insanın kendini ve aşkı aşkla dönüştürerek, kemâle ulaşması nispeten kolaymış. Yani aşk-ı mecazînin aşk-ı hakikîye ve aşk-ı ilahîyeye dönüşmesi nispeten kolaymış. Öte yandan ilk önce tutulan ateş aşk ateşi değil de din ateşi ise, bu ateşin ardından mecazî aşka muhatap olma durumunda meseleler daha da büyük olurmuş. Burası çıkış vermeyebilirmiş.

İşte o zamanlar anlamaya başladım. Aşk ateşi insanı irşad edebilirmiş. Bu yol zor, sıkıntılı, meşakkatli olsa da mümkünmüş. Öte yandan din ateşi de insanı irşad edebilirmiş. Eğer din ateşi insanı irşad etmişse bu kişinin aşkı irşat etmesi daha kolaymış. Ama henüz din ateşi ile tam pişmemiş, ham insanlar aşk-ı mecazî ateşi ile karşılaşırlarsa onların bu ateşten yara almadan kurtulmaları ilkine göre çok zormuş.

İşte o zamanlar anlamaya başladım. Kâinat da, insan da birtakım merhalelerden geçe geçe bir kemal noktasına doğru gidiyormuş. Yeter ki insan yaratılış gayesine uygun bir hayatı yaşamak konusunda azimli olsun. Mahiyetinde dercedilen maddî ve...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Aşk İrşad Eder mi?
« Posted on: 16 Nisan 2024, 14:09:45 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Aşk İrşad Eder mi? rüya tabiri,Aşk İrşad Eder mi? mekke canlı, Aşk İrşad Eder mi? kabe canlı yayın, Aşk İrşad Eder mi? Üç boyutlu kuran oku Aşk İrşad Eder mi? kuran ı kerim, Aşk İrşad Eder mi? peygamber kıssaları,Aşk İrşad Eder mi? ilitam ders soruları, Aşk İrşad Eder mi?önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes