๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Denemeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 31 Temmuz 2010, 15:43:00



Konu Başlığı: Asırların dilinden Işık süvarileri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 31 Temmuz 2010, 15:43:00
Asırların Dilinden Işık Süvarileri

Bir insan, bütün hayatını başkaları uğruna nasıl feda edebilir? Eminim ki bu soruyu duyan birçok kişi: 'Bu devirde böyleleri kaldı mı?' diyecektir Günlük meşgalelerin arasında pek fark edemiyoruz belki, ama çocuklarımızın geleceği için dünyanın dört bir yanında varlıklarını feda etmiş yiğitler; akıncılar misâli, anadan, yârdan, serden geçerek kalb ve zihinleri aydınlatan ışık erleri var Sibirya'nın -50 derece soğuğunda veya Afrika'da 40–50 derece sıcağın hüküm sürdüğü ülkelerde yeni bir dirilişin soluklarıyla, yanık gönülleri gülşene çeviren alperenler var

Bu destansı tablolar layıkıyla nasıl anlatılmalı? Zihinlerdeki peşin hükümler, kalblerdeki düşmanlıklar nasıl kırılmalı? Bunun cevabını bulmak, bu gönül erlerinin ortaya koydukları muhteşem destanın yeni nesillere aktarılması için elzem değil midir?

Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Velî, Fuzûli, Bâki, Şeyh Gâlip, Âkif ve diğer büyük söz ustaları çağımızda yaşamış olsalardı, bu destansı tabloları nasıl anlatırlardı?
Bu yiğitleri gelecek nesillere ulaştırmak adına hangi muhteşem eserleri verirlerdi? İsterseniz gözlerimizi kapayalım ve maziye doğru bir seyahate çıkalım
Bakın! Şu karşımızdaki nur yüzlü sima; Derviş Yunus ne diyor:

Gönüllerde gül misâli,
Açar Sen'in bu erlerin
Bülbül gibi daldan dala,
Uçar Sen'in bu erlerin

Şefi Sen'sin, Sen'de berat,
Meftunların geçer sırat,
Kevserinden âb-ı hayat,
İçer Sen'in bu erlerin

Halk içinde dilden dile,
Bahçelerde gülden güle,
Derviş misâl ilden ile,
Geçer Sen'in bu erlerin

İsmin gelir, nurlar yağar,
Cümle âlem aşka doyar,
Şu dünyada diyar diyar,
Göçer Sen'in bu erlerin

Yunus yanar aşkın ile,
Gül yolunda döner küle,
Reyhanını kızgın çöle,
Saçar Sen'in bu erlerin

Yunus, hey koca Yunus! Yine gönlümüzü gülşene çevirdin Büyük velînin ellerinden öpüp, seyahatimize devam edelim Şu ağacın altında oturan ak sakallıyı gördünüz mü? Bu kişi, muhteşem gazel ve kasidelerin sahibi Fuzûli Leylâ ile Mecnûn'u, Su Kasidesi'ni yazan büyük edîp O da geleceğimizin haberini almışIşıktan sözleriyle ışık erlerini anlatıyor:

Bu erler ki aşk oduna, öylesine yanmışlar,
Yoluna ol Habib'in bin canla inanmışlar
Gayretlerin cümlesi vuslat-ı Ahmed için,
Meftun olup ahrete dünyadan usanmışlar,
Az meyletse gözleri diyarına haramın,
Dünyayı üstlerine yıkılacak sanmışlar
Susuzluktan kırılıp cümle âlem yanarken,
Ateş-i aşk badesin içe içe kanmışlar
Bataklık ortasında derler ki, açmaz bir gül,
Karanlık dehlizlerde gülzâre bulanmışlar
Dırahşan simalardan süzülen aşk teridir
Cehle kör olmuş, lâkin ol Hakk'a uyanmışlar
Dök gönlünü Fuzûli, bu erler huzurunda,
Medhlerin işitince, ar edip utanmışlar

Büyük şairin ellerini öpüp veda ettikten sonra, gelin bir başka dev kamete uğrayalım Izdırapla geçen yılların muzdarip şairine Hep bir Âsım bekleyen, yüreği yaralı, gözleri ceyhun, hayatını İslâm uğruna feda etmiş bir büyük âlime, mütefekkire Millî şairimiz demekle her zaman iftihar ettiğimiz Mehmet Akif'eTaceddin Dergâhı'nda, sedirin üstüne oturmuş, gözleri ufuklarda, sağlığında dünyanın dört bir yanına dağılmış olduklarını göremediği Âsımları için, devrimizin alperenleri için, tarihe not düşüyor Bu büyük kametin kalbinden damlayan aşk nağmeleri neymiş görelim:

Âsım! Bu gelen sen misin, yoksa hayalin mi?
Rüyalarımda gördüğüm, o en son hâlin mi?
Hasretinle yıllar yılı bekleyip durduğum,
Şu masum millet için ne hayaller kurduğum,
O menba-ı cesaret, cevval, cesur, özü şanlı,
Sen misin söyle bana, o yiğit delikanlı?
Söyle ki ruhumun bitmez ızdırabı dinsin
Kaç asırlık bipayan nevhalar ki tükensin
At üstünden toprağı, dirilsin artık ölü
Gülsün artık bu demde bahçemizin bülbülü
Çehrende bir gül, çehrenizde güller,
Birazcık üfleyin ki ateşe döner küller
Ateş-i aşk gerek bize, çerağını yakmalı,
Muzdarip gönüllere su misali akmalı,
Diyerek, akıncı cedlerinden ilham ile,
Bendini yıkıp taşmış, benzeyen coşkun sele,
Şark, garp, cenup, şimal, dört bir yanda atlılar,
Her biri berk gibidir rüzgârdan kanatlılar
Bu ay yüzlü simadan aşk yağar yeryüzüne
Bin bir ümit yangını bakınca nur yüzüne
Kâinat semasına bir güneş ki doğuyor,
Rahmetin şuaları karanlığı boğuyor
Ey millet! Bu gençler ki beklediğin erlerdir
Leylini nehar eden mukaddes yiğitlerdir
Dört bir yana dağılır bu ışık süvariler,
Canlanır o an sanki Müslimler, Buhariler
Bastıkları topraklar, gülşenlere çevrilir,
Cehaletin putları ilimlerle devrilir
Dillerinde kelâmlar, ellerinde kalemler,
Yeni bir dirilişin muştusuyla âlemler,
Bayram yapar Şark'ın tâlih-i makûsunda,
Bütün akvam-ı beşer, bu hâli izleyip dursun da
Görsün medeniyyet denilen hakikat nedir
Garp ki anlasın hâlini, hâlâ yerlerdedir
İnsanlık denen o âli mefhumun aslı,
Anlaşılır ancak idrak etmekle bu faslı
Sonunda görürüm ki yıllar yılı milletin,
Çekmekten yorulduğu bitmeyen bir zilletin,
Devası bu gençlerin eliyle mümkün ancak,
Vefakâr sine gerek bunları anlayacak
Bildim ki bu doğan sensin ufkuma, Âsım!
Dindi artık muştunla dinmez dediğim yasım

Ellerinden öpüp, yaralı şairimize de veda ediyoruz O'nu ümit gözyaşları içinde bırakıp gitmek bize zor geliyor Bir milletin ızdırabını bütün benliğiyle hissetmiş bir insanın, bu asrın alperenlerini görüp de ümitlenmemesi mümkün müdür?


* Yazıda şairlerimize atfedilen şiirler, yazarımız Ahmet Buğra Bey tarafından, o büyük şairlerimizin şiir teknikleri ve üslûpları taklit edilerek kaleme alınmıştır
 


ALINTI