Konu Başlığı: Aşıklar Bayramı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 17 Mayıs 2010, 16:51:52 Aşıklar Bayramı
“Aşksızlara benim sözüm, benzer kaya yankısına” diyen Yunus, aşksız insanı hayvana benzetir de, “Aşksızlara sen verme öğüt, hayvan öğüt alır değil” diye, insan adına, insan için yanar yakılır. “Aşkı olmayan kişi, ne de zevksizdir ya; bir sevgilisi olmayan kişi, ne de ölüdür ya. Aşktan diri olmak gerek, ölüde iş yok. Diri kimdir, bilir misin? Aşktan doğan kişi. Aşkın eteğine yapış, onun eteği keremdir, ihsandır; ondan başka kimsecikler kurtaramaz seni yabancılıktan. Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir; sen gel de miraç hakikatini aşığın yüzünden oku.” diyor, Hz. Mevlana. “Aşksızlara benim sözüm, benzer kaya yankısına” diyen Yunus, aşksız insanı hayvana benzetir de, “Aşksızlara sen verme öğüt, hayvan öğüt alır değil” diye, insan adına, insan için yanar yakılır. Aşkı bulanlar, işte bu durumdan kurtulanlardır. “Birden bire bul aşkı, bu tuhfe (armağan) bulanındır.” diyen Şeyh Galib de Aşkın bir hediye, bir armağan olduğunu söyler. Demek ki aşk, herkese nasip olmayan bir ulu armağandır. O armağana ulaşanlar için de bayram, gayet olağandır. “Bayram o bayram ola...” diyen Hak dostu, göstermelik bayramlar için, “içi boş, dışı hoş sözde bayramlar yapıyorsunuz,” demektedir. Sanki, “Bayram o bayram ola” derken, oluş şartları tam yerini bulmamış, tam kemale ermemiş, hakkıyla erişilmemiş bayramlardan yakınıyor olmalı. “Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,/ Tarihe karıştı eski sevdalar” diyen Faruk Nafiz gibi biz de tarihe karıştığını mı söyleyelim o sevdaların? Aşıklar, bizim kültürümüzde yaygın inanca göre rüyalarında pir elinden, bir mürşid veya Hızır Aleyhisselam elinden, hatta Hz. Muhammed Aleyhisselam elinden, aşk badesi içip birer Hak aşığı olarak uyanırlar. Hak aşığı olarak uyanmakla kalmayıp halkı da sürekli o aşk ile uyarırlar. Sazlarıyla, sözleriyle, telleriyle, dilleriyle Hakk’a tercüman olur, halkı irşad ederlerdi. Geçtiğimiz aylarda yitirdiğimiz aşık Murad Çobanoğlu (1941-2005), yaylalarına göç ederken, yol üzerinde bir kayanın dibinden çıkan pınardan su içmek için eğildiğinde uyuyup kalır. Rüyasında, bir sedirin üstünde üç derviş görür. Birisi Çobanoğlu’na bir tas su verir. Suyu içen Çobanoğlu’nun içi yanmağa başlayınca bunun bade olduğu aklına gelir. Öndeki derviş, mühürlü bir ferman okutur. Sonra üçü birden ona Kur’an’dan ayetler okuturlar. Çobanoğlu uyanır uyanmaz şunları söyler: Leyle-i kadir cuma gününde Derin bir uykuda divanı gördüm Üç derviş oturur sagi önünde Sima bedir, nuru nişanı gördüm Üçü kadem bastı geldi yanıma Sandım ki bir ateş düştü canıma Göz çevirip baktım her bir yanıma Yazılmış mühürlü fermanı gördüm Fermanı alınca öndeki derviş Okudu harfleri ser oldu beyhuş Duman aldı gözüm olmadı görüş Kesildi ışıklar zindanı gördüm Murad Çobanoğlu sır oldu beyan Üç beş ayetinden okuttu Kur’an Aşk badesini verdi bilmedim o an Uyanır uyanmaz cihanı gördüm (Umay Günay, sf. 148-149) Hicrî 1300 (Miladi 1885) yılında doğan, asıl adı Mustafa Gedik olan Aşık Nihanî ise Erzurum- Şenkaya’nın Bardız nahiyesi Göreşken Köyü’nde çobanlık yapar. Bir gün Oğuz Dağı’ndaki ormanda gezerken ağaçlar arasında bir şehit mezarı görür. İçi ürpertilerle dolar ve iki rekat nafile namaz kılayım da korkum gitsin diye namaza durur. Namazı tamamlayamadan kendinden geçer. Rüyasında mezardan çıkan ruhlar, ona dolu sunarlar ve senin adın Nihanî derler. Aralarında yüzü arkaya dönük bir kadın, rüyasında öldü diye gördüğü Mustafa için matem tutmaktadır. Kadın, Mustafa için yaktığı ağıtı söylemektedir. Mustafa, ben ölmedim, demek isterse de sesi çıkmaz. Yoksa, sahiden mi öldüm korkusuyla silkinip uyanır. Rüyasında kendisi için ağlayan ve ağıt yakan kadına cevap olarak söylemek isteyip söyleyemediği deyişi söylemeye başlar: İnanma sevdiğim yalan habere Yaradan vermedi daha hükmümü Ölsem razıyım takdir-i kadere Derdin bundan sonra komaz peşimi Gülistan figanla dolmamış hele El değmedik güller solmamış hele Müjdeler sevdiğin ölmemiş hele Öldürücü etme sen ateşimi Nihanî bu halde kalırsam eğer Sever de belamı bulursam eğer Araya araya ölürsem eğer O zaman gel bekle mezar taşımı Nihanî’nin sesine koşan çobanlar, onu köyün düzlüğüne indirirler. Ne hal olduğunu anlamak için de Narmanlı Sümmanî’ye haber salarlar. Sümmanî gelir, sazının tellerine dokunur ve sorar: Dinle oğul kulak ver sen bu söze Uzak yakın sırra erebildin mi En evvel kim geldi göründü göze Huzurunda boyun burabildin mi Rüya aleminde gördük her şeyi İşlerin künhüne erenlerdeniz Nur yüzlü üç eren sundu badeyi Huzurunda boyun buranlardanız Ehline esrarı eyle âşikar Söyle hangi yolda buldular tayyar Giyimleri nasıl ellerde ne var Acaba yüz be yüz görebildin mi Misk ü amber gibi geldi reyhası Beyaz taçlı yeşil boydan libası Üç çift elin vardı bir toprak tası Ayak tozuna yüz sürenlerdeniz Gelen aynı Sümmanî’nin başına Sen de kavrulmuşsun aşk atasına Sevda temrenini mermer taşına Sen de benim gibi vurabildin mi Ne sorarsın Nihanî’nin işini Seyretsene gözden akan yaşını Aşkın temreniyle gaflet taşını Çalıp baştan başa yaranlardanız Sümmanî ile bu deyişmeden sonra Nihanî’nin dili çözülür, kendine gelir. Bu aşıklar o vakte kadar sazdan sözden uzaktırlar. Hatta çoğu ümmidir, bunların. Ama içtikleri badede bir sır vardır. Dili çözer, teli açar bu bade. Ortaya hikmet çağlayanı bir aşık çıkar, o iksirin içimiyle. Artık o bir Hak aşığıdır. Halkın hikmet ve nasihat kıblesidir. Aşık Edebiyatı’mızda bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün. Yunus’tan bu güne devam edip gelen bu aşıklar soyu ne yazık ki tükenmek üzere. Bu tükenişin sebepleri çok. Biz bunlar üzerinde durmayacağız. Biz daha çok bu soylu gönül erlerinin tarihi-sosyolojik önemlerini hatırlatmak istiyoruz. Onlar, asırlardır milletimizin ruhunu Hak ve hakikat ışığıyla aydınlattılar. Elinden bade içtikleri Hızır soluğunu, Hz. Muhammed Aleyhisselam sırrını ruhlara üfleyip milleti diri tuttular. Köy köy, kasaba kasaba gezerek halka sevgiyi, dostluğu, ahde vefayı, iyiliği, doğruluğu, güzelliği öğrettiler, elest bezmini hatırlattılar. Hakk’a ermenin hakla olmanın önemini duyurdular. Aşkın, sevdanın fert ve toplum vicdanında oldurucu, erdirici, yüceltici rolünü anlatıp öğrettiler. Hak aşıkları genelde bir Hak dostuna bağlıydılar. Bir tarikat pirinin emrinde yol aldılar, yol gösterdiler. Bağlı oldukları yolun prensiplerine göre eğitim görevi yaptılar. İnsan oğlu yeryüzüne gelince Kur’ ağaçta meyve bitmiş gib’ olur Kamil olup kendi kendin bilince Cevahirden yükün tutmuş gib’ olur diyen Karacoğlan’ın şu nasihatiyle büyüyen toplumu bir düşünün. Dinle sana bir nasihat edeyim Hatırdan gönülden geçici olma Yiğidin başına bir iş gelince Anı yâd ellere açıcı olma Mecliste arif ol kelamı dinle El iki söylerse sen birin söyle Elinden geldikçe sen iyilik eyle Hatıra dokunup yıkıcı olma Dokunur hatıra kendisin bilmez Asilzadelerden hiç kemlik gelmez Sen iyilik et de o zayi olmaz Darılıp da başa kakıcı olma, El ariftir yoklar senin bendini Dağıtırlar tuzağım fendini Alçaklarda otur gözet kendini Kati yükseklerden uçucu olma Muradım nasihat bunda söylemek Size layık olan onu dinlemek Sev seni seveni zay etme emek Sevenin sözünden geçici olma Karaca Oğlan söyler sözün başarır Aşkın deryasını boydan aşırır Seni her mecliste hacil düşürür Kötülerle konup göçücü olma Aşıklar, toplumda kabul gördükleri ölçüde etkili olmuş, onların etkileri nisbetinde de toplum ruhen sağlıklı yaşamış, yükselmiş, mutlu olmuş. Toplumda kötünün, çirkinin, yanlışın, yalanın, kısaca haksızlığın karşısında olmuş bu erler, sözlerini kimseden sakınmamış, doğru bildiklerini dosdoğru anlatmış, hakkın hatırını daima âlî bilmiş, halkı da bu konuda hassas olmaya çağırmışlar. Uzun kış gecelerinde, köy odaları, ağa konakları bu aşıkların hikmet dolu sözleriyle süslenmiş; buralarda aşıklar sazlarıyla, sözleriyle gönüllere seslenmiş; iyinin, doğrunun ve güzelin mayasını çalmış, toplumu hep canlı ve dinç tutmuştur., Konyamızda her yıl düzenlenen ‘Aşıklar Bayramı’, işte o günlere ait güzelliklerin, başarıların, gönül fetihlerinin doğurduğu ruh zaferlerinin bayramı, yani anma günleri olsa gerek. Asıl bayram ise, o aşkın kaynağının yeniden coşup çağlayanlar halinde insanımızın gönlüne gürül gürül aktığı, toplum ruhunun Hızır çıraklarının bahçeleri, yurtları haline geldiği, sevgi, dostluk ve Hakk’a kulluk yemişlerinin gönüllerde devşirildiği zaman, işte asıl o zaman bayram, o bayram olacaktır. Kırık mızraplarını, kırık gönüllerinin sevda tellerine vura vura yollara düşen yeni aşıklar, “Bayram bu bayram” dedirtecek bir insanlık bayramının hikayesini, destanını yaşamak ve yaşatmak için ne yapıyorlar? Sahi böyle bir şey yapılıyor mu? Rüyalarında Hz. Muhammed Mustafa Aleyhisselam elinden bade içip hak ve hakikate uyanıp insanlığın kurtuluşu için gönül yollarına düşen aşıklar var mı? “Aa topluluk! aşka sarılın, onun çağrısına cevap verin, ona gidin; çünkü ALLAH, aşka ölümsüzlük vermiştir. O uyumayan, uyuklamayan aşk, o gökyüzündeki sevgi, bugün gönülleri uyumuşları çağırıyor. Aşktır, varlık alemindeki yaşayış, duyuş; aşksız yaşayış kabuktur ancak, kabuk.” diyen Hazreti Mevlana’nın çağrısına uyan bir topluluk, bir aşıklar topluluğu bu işin gereğini yapıyorlar mı yoksa? Öyle ise ne mutlu onlara. Ne mutlu gelecek Aşıklar Bayramını hazırlayan, Hz. Muhammed elinden bade içmiş, kevser yudumlamış aşıklara! O badeyi bütün insanlığa sunmak için koşan elest bezminin sakilerine! Mehmet DOĞAN |