๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Değerlerimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 12 Ağustos 2011, 23:20:32



Konu Başlığı: Çok şey bildim de bir kendimi bilemedim
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 12 Ağustos 2011, 23:20:32
ÇOK ŞEY BiLDiM DE BiR KENDiMi BiLEMEDiM

Şubat 2011 65.SAYI

Bilginin çoğaldığı ve hızla yayıldığı çağımızda bilginin /bilmenin önemini anlatan bir sözdür  “bilgi çağındayız.”  Bu söz her ne kadar dünyevi bilimlerde geçmiş zamanlara kıyasla epey mesafe kat ettiğimizi anlatmaya çalışsa da, bir taraftan yol alırken diğer taraftan yükümüzü arttırıyor. Şairin de dediği gibi ya gül oluyoruz ya diken…
Televizyon, internet, gazete, dergi gibi kitle iletişim araçları sayesinde artık çok şey biliyoruz. Arada sırada birkaç kitap karıştırmışlığımız da varsa bizden alimi yoktur(!)  Eş-dost arasında yaptığımız muhabbetin konusuna veya gündemin en can alıcı haberine göre kimi zaman psikolog, bazen din alimi ve hatta doktor olmak için fırsat kolladığımız zamanlar oluyordur. Her işi ehlinden öğrenmek gibi bir derdimiz kalmamıştır; çünkü biz de en az onlar kadar biliyoruzdur. Artık yarım doktorun candan yarım hocanın da dinden ettiği zamanları geride bırakıp “bilgi çağı”nın keyfini sürüyoruzdur.

İhtiyaçlarımızı gidermeye yetecek kadar her şeyden biraz olsun bilmenin elbette zararı yoktur ama ipin ucunu kaçırıp, ehlinden tahsili alınmayan konularda kuru malumatla “ben buradayım” demek de bilgi çağında olduğumuzun değil, enaniyet / benlik çağında olduğumuzun göstergesi olur. Şeyh Sadi’nin dediği gibi: “Fıstık misali kendisinde bir iç var zanneden kimse, soğan gibi hep kabuk çıkar...”

DEVİR ENANİYET DEVRİ

İslam ile şereflenmiş insanoğlu arının yaptığı balı ve yine ipek böceğinin dokuduğu ipeği Allah’tan bildiği halde kendi meziyetlerini kendinden bilebilecek kadar aşağılara düşebiliyor. Güzelliğinin, malının, makam ve mevkiinin, kuvvetinin, ilminin kendisine emanet ve ihsan edildiğini hatta bunların her birinin elinden aniden alınabileceği gibi ayrı bir imtihan sebebi olabileceğini de unutabiliyor. Unuttuğunda ise tuttuğu yol tevazudan yana değil gurur ve kibirden yana oluyor. Nefsin kişiyi kibir hastalığına düşürmesinin şubelerinden biri olan bu özellikler arasında belki de kişiye en fazla zarar vereni ilim ile övünmektir. Gerçi kibre düşmek her türlü cehaletten kaynaklanır. Kibrin felaketlerini bilenin böyle bir hataya düşmesi beklenmez ama bildiği ile amel etmeyenin kibre kapılması ve kalbin bir anlık boşluğundan yararlanan nefis ve şeytanın oradan içeri sızması içten bile değildir.

Nefsini dizginleyip kamil olanlar dışında “Ey bedbaht nefsim, ey sersem nefsim” diyeni bulmanın zorluğunun farkında olan Bediüzzaman “Ben nefsim için ders yapıyorum, isteyen benimle beraber dinlesin” derdi. Bu sözleriyle o, bir yandan “Ben bilirim” diyebilecek nefisleri avlıyor, diğer yandan nefsinin, aklına ve imanına galip gelmesini önleyerek onu tevazuya çağırıyor, bildiklerini bizzat yaşayarak öğretiyordu. Değil mi ki, ilmi artanın gurur ve kibri azalır.  İlmin ve alimliğin zirvesi kişinin kendi bilgisizliğini bilmesidir.

KENDİ İLMİNİZİ BİZE GÖSTERSENİZ…

Anlatılır ki;  Şeyhülislam Kemalpaşazade ilimde mütebahhir ve allame olunca bir ara kendisine bir kibir ve gurur arız olmuştu. Öğrencilerinden birisi bu hali ayıplayıp ona bir oyun oynamak istemiş ve bir ders sonrası sormuş:
- Hocam, bir sualim var; Allah’ın ilmine nisbetle kulların ilmi ne kadardır?
Kemalpaşazade kızarak:
- Be hey torlak molla; bu söylediğin teşbih kabul etmez şeydir.
Molla:
- Öyle de üstadım, farz ederek de mi ölçemeyiz? Diyerek sorusunda ısrar eder.
Bunun üzerine Kemalpaşazade büyükçe bir kağıda bir yuvarlak çizip içine de küçük mü küçük bir nokta koyarak,
- Bak a molla, demiş. Bu daire Allah Teala’nın ilmi olsun. İşte kulların bildiği de ancak şu noktacık kadardır.
Molla fırsatı kaçırmayıp taşı gediğine koymuş:
- Hocam  kerem buyurup şu noktanın içinde  siz de kendi ilminizi bize gösterseniz!..
Molla’nın demek istediğini bir çırpıda anlayan Kemalpaşazade o günden sonra böbürlenmeyi bırakıp mütevazı bir alim olarak yaşamış.

“Alimin afeti, kendini büyük görmesidir” hadis-i şerifindeki sırrı bilecek ilme sahip olan ve nefsinin bir anlık şımarıklığına uğrayan Kemalpaşazade’nin hali bu olabiliyorsa şu “bilgi çağı” denilen ve hem dünyevi hem de dini ilimlerde kendimizi yarım yamalak bilgilerle allame sanan biz gibilerin hali nasıl olur?

Bir arif-i billah’ın dediği üzere, “Kibriya ve azamet Hakk’a yarar, Kul olanda bu sıfatlar ne arar?” edebine riayet edebilmek için kalbi daima kontrol etmenin de ayrı bir ilim ve irfan gerektirdiği muhakkak. Öyleyse Hazreti Mevlana’nın şu ikazına kulak verelim: “Ey gafil insan! Mademki peygamber değilsin, ötelerden haber alamıyorsun, sana uyanlar da yok; bu yolda haddini bil, kendi safında kal; ileri gitme! Yürüdüğün hakikat yolunda da büyük bir velinin arkasından yürü ki, bir gün nefsaniyet kuyusundan çıkıp Hz. Yusuf gibi bir mana padişahı olasın.”

Nefsini ve haliyle kendini bilip, Hakk’a kul olabilmek niyazı ile…

Huriye KARNAP