๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Değerlerimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 29 Eylül 2011, 14:40:20



Konu Başlığı: Bir rüyaya aldanmak
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 29 Eylül 2011, 14:40:20
BİR RÜYAYA ALDANMAK

Ekim 2009 49.SAYI

Ne güzel demiş Yunus; “Mal da yalan, mülk de yalan/ Al biraz da sen oyalan.” Binlerce yıldır dünya böyle devir teslim ediliyor. Kimse malını elinde tutmayı ya da göçe karşı durmayı başaramadı, başaramayacak da. Duraklarda hanlar inşa ediyoruz. Belki bir saat sonra terk edeceklerimizle, sonsuza kadar birlikte olacakmış gibi lezzetle yaşıyoruz. Dünya hapishanesinde olduğumuzu anlamadan demir parmaklıklara sarılıp, birer mücevhere sarılıyormuş zevkiyle, “Bunlar benim” diyoruz. Dünya bir oyalanmacadan başka bir şey değil oysa (Enam Suresi, 32). Fakat kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki bu oyuna; ölümün ansızın yakalarımızdan yakalayıvereceğini bile bile… Bizimkinin de, çocukların evcilik oyunundan hiç mi hiç farkı yok aslında. Oysa onların oyunlarına nasıl da küçümsemeyle bakarız. Dudak büker, “Çocuk işte” der geçeriz, oyunlarına dalıp gerçekmiş gibi kavga ettiklerinde. Gerçek alemdekiler de bize gülüyor olmalı.

Dünyanın sahte olduğunu, bir gün ölümle son bulacağını biliyoruz. Efendimiz’in (s.a.v) bu dünyayı bir rüyaya benzettiğini, ölümle bu rüyadan uyanacağımızı defalarca duyup okumamıza rağmen böylesine güçlü bir sanal gerçeğin(!) içine kendimizi hapsetmekten kurtulamıyoruz. Bu rüyayı gerçekmiş gibi algılar olmuşuz. Gerçekle hayali birbirinden ayırt edemeyen şizofrenler gibi, bu hayale yapışmışız dört elle. Öyle bir kuvvetle ki, elimizi kimse açamıyor. Avuçlarımızda tuttuğumuzu sandığımız hayali kıymetler peşinde sürünüyoruz. Bize anlatılanlar, öğretilenler, okuduklarımız hepsi hayalle gerçek arasında bir yerlerde flulaşıyor. Onları kalbimize, beynimize yerleştiremeden uçuveriyor. Bu yalandan kendimizi kurtaramıyoruz. Bu dünyanın, bir rüya olduğunu “Hakkel yakin” şuuruyla hissettirecek bir “el” lazım. Sanalda yaşamaktan kurtulmuş kuvvetli bir “el”in bizi kendimize getirmesi, bulunduğumuz yerin gerçek halini bize, bizzat göstermesi gerekiyor. Bunu kendi kendimize başarmamız çok zor çünkü. Bu dünyanın tılsımından kurtulmak çok zor. O kadar zor ki, sınav salonunda önceden verilmiş soru ve cevapları, sınav kağıdına yazmakta sorun yaşıyoruz.

KUSURSUZ DÜNYANIN DÖKÜNTÜ GERÇEĞİ

Görünenle aslın birbirinden ne kadar başka olduğunun anlatıldığı, çok tartışılan ilginç senaryolu Matrix filminde, herkesin gördüğü yaldızlı dünyanın aksine, gerçekteki dünyada her şey döküntü, kaba şeylerden oluşuyor; yiyeceklerden, giyeceklere, yaşanılan tüm mekanlara kadar. Modern şehirler, yaşamlar, kariyerler, zenginlikler, içinde uyuşmuş insanlar; aslında birer çöplük mesabesindeki o yaşam alanlarını, beyinlerine yapılan programlamayla harikulade görüyorlar. Sahte dünya sistemi, uyanışa engel olmak ve sistemin aynı şekilde kalması için yöneldiğini kendisinin aynısı yapan ajanlar tarafından korunuyor. Bilen ise onlarla savaşmak zorunda.

Aslında çok da farklı bir dünya da yaşamıyoruz. Ariflerin gördüğü dünyayla, bizim gördüğümüz çok başka. Verilen mücadelenin ardından elde edilen kamil görüş, akıl, hissiyat dünyanın bizim gördüğümüzden başka olduğunu onlara gösteriyor. Elimizde elmas tuttuğumuzu sanarak ona öylesine baygın bakarken, aslında bir plastik boncuk değerinde olduğunu gören elbette bize acıyarak bakacak. Dünyanın geçiciliği, onun tüm çekiciliğini yok etmeye yeter esasen. Eğer tam bir şuurla bunun farkında olabilseydik, dünyanın hiçbir şeyi, ahret karşısında bizi aldatamazdı. Ancak o şuuru elde etmek için, o şuura sahip olan kişilerle bir arada bulunmak gerekiyor. Bunu bildiğinden şeytan ve nefis, bizi o insanlardan ve çevreden uzaklaştırmak için her türlü hileyi büyük bir kuvvetle deniyor.

İKİ DÜNYA ARASINDA DENGEYİ GÖZETMELİYİZ

Öte yandan nefes aldığımız sürece çalışıp rızkımızı da temin etmek zorundayız. Bu da adetullahtan. Yeryüzünde canlı olarak kaldığımız sürece, helal dairede yaşamımızı sürdürecek sebeplere de sarılmamız gerekiyor. Yani “Nasıl olsa öleceğiz, şöyle bir köşeye çekilip ölümümüzü bekleyelim”, deme lüksümüz de yok. Zaman ve şartlar neyi gerektiriyorsa, yaşamamız için meşru dairede onlara da uymak zorundayız. Asıl pehlivanlık hayatın içinde her şeyiyle yaşarken doğruluktan ayrılmamakta. Yoksa mağarada veli olmak kolay. İş, insanların ve hayatın göbeğindeyken Allah’ın razı olacağı hayatı sürdürebilmek. Yani dünya ve ahiret dengesini de göz ardı etmememiz gerekiyor. Nitekim Allah Teala “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma…” (Kasas,77) buyuruyor.

Dünya meşguliyetlerinden tamamen sıyrılmak mümkün değil, kabul. Ama bu, hiç olmazsa bize asılları unutturmasın. Kendimize sık sık şunu soralım: Neden buradayız? Bizden beklenen ne? Burada yaptıklarımızla asıl mekanımızı, tuğla tuğla inşa ediyoruz. O halde burada ne yaptığımıza, ölümü nasıl beklediğimize dikkat… Ne yaparsak yapalım, nasıl bir hayat sürdürürsek sürdürelim aklımızdan çıkarmamamız gereken şey şu: Biz buraya ebedi kalmak için gelmedik. İmtihan için buradayız. Asıl ebedi yurdumuza dönmek için sıradayız. Ve ölüm; her an bu rüyadan uyandırmak için hemen yanı başımızda bekliyor…

Rabia SULUK