๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Çocuk ve Din => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Eylül 2010, 15:51:18



Konu Başlığı: Bebeklik dönemi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Eylül 2010, 15:51:18
1- Bebeklik (Sabîlik) Dönemi:




 

Doğumdan iki yaşın sonuna yani sütten ayırma zamanına ka­dar geçen süreyi kapsar. Kur'an'da da çocuğun emzirilmesi müd­deti iki tam sene olarak belirtilir. [37]

Doğum olayı, çocuk için son derece önemlidir. Ana rahmindeki fiziki ortamdan çıkıp birdenbire bambaşka bir fiziki ortama geç­mek, çocuğun beden yapısında, özellikle solunum ve sindirim sis­teminde bir sarsıntı meydana getirir. İşte bu sarsıntının şiddetli oluşu veya doğumla ilgili diğer travmalar, çocuğun daha sonraki hayatında, vukua gelmesi muhtemel, zihni bazı bozuklukların kaynağını teşkil edebilir. Bundan dolayı doğum olayını zararsız gerçekleştirmek başlı başına bir eğitim faaliyetidir.

Bu dönemde gelişim alanları ile ilgili ortaya çıkan durumlar şöyle özetlenebilir. [38]

a)  Bedensel Gelişim:
 

Doğumdan itibaren incelendiğinde ba­şın en hızlı gelişen organ olduğu görülür.

Doğumdan 1 yaşına ka­dar gövde, en hızlı büyüyen alanı oluştururken, bacaklardaki hızlı büyümenin 1 yaşla   ergenlik arasında gerçekleştiği görülür. Bedence büyümenin hızı büyük ölçüde sosyo-ekonomik şartlara ve beslenmeye bağlıdır.

İskelet gelişimi: Yeni doğanın iskelet yapısı önceleri yumu­şak kıkırdaktan oluşmaktadır. Tam olarak kemikleşmemiş oldu­ğundan yumuşaktır. Kolayca bükülebilir. Bu nedenle de basınca dayanıklıdır.

Kas gelişimi: Yeni doğan kız olsun erkek olsun, beden büyüklüğüyle orantılı olarak kas liflerine sahiptir. Baş ve boyuna yakın olan kasların kol ve bacak kaslarına oranla daha önce geliştiği yolunda yaygın bir inanış vardır. Erkek bebeklerin kas doku oranı, kız bebeklerinkinden daha fazladır.

Çocuğun bu dönemde temel fizyolojik gereksinmeleri vardır. Bunlar beslenme, uyku ve ısı, beden temizliğidir. [39]

b) Bilişsel Gelişim (Duyusal-Motor Dönem):
 

Duyusal motor öğrenmedeki düzenli gelişimin sırası ilk olarak duyuların kulla­nılmasıyla başlar. Bunun ardından 6. aydan itibaren motor yete­nekler, daha sonra ikinci yılda ise bu birincil yeteneklerin koordi­nasyonları başlar.

Duyusal motor dönem iki ayrı evrede ele alınabilir.

1- Reflex egzersizler

2- Döner tepkiler

1- Reflex egzersizler: Bebekler çeşitli reflekslerle doğarlar. Bazı refleksler yaşamı sürdürmek için önemlidir. Bazıları da daha sonraki temel hareket becerilerine öncülük eder. Reflexlerin çoğu do­ğumdan sonraki ilk haftalarda ve aylarda ortadan kaybolur. Daha sonraki dönemlerde çocuk bazı hareketlerini durdurmayıp tekrar­lama girişiminde bulunur. Piaget buna döner-tepki adını verir.

Duyusal motor dönemi son aşamasında çocuk keşfetmenin ya­nında icat etmeye, zihinsel kombinasyonlar yoluyla yeni araçlar üretmeye başlar. Böylelikle problemlere çözümler aramaya koyulur. [40]

c) Motor (Hareket) Gelişim:
 

Çocuğun oturması, emekle­mesi ve ayakta durabilmesi, gelişiminde  olgunlaşmanın önemini ortaya koymaktadır. Bu faaliyetler yaşamın ilk 2 yılında kemik ve kas gelişimine sinir sistemindeki gelişime dayalı olarak gerçekle­şir. İlk motor beceri oturmadır. Emekleme, 34 haftada gerçekleşir. Ayakta durma ve yürüme ise 48. hafta dolaylarında gerçekleşir. 52. haftada yürüyebilir. 2 yaşında objeleri düşürmeden alabilir ve ra­hatlıkla yürüyüp koşabilir. [41]

d) Dil Gelişimi:
 

Çocukta ilk iletişim aracı ağlamadır. İkinci aydan itibaren çocuğun ağlamasının ritm ve ton açısından farklılaştığı görülür.

2. ayın sonundan itibaren cıvıldama, kumru gibi ses çıkarma dönemi başlar. Beş ve altıncı aylarda heceleme görülür. Çocuklar ba-ba, da-da gibi ma-ma gibi sesleri birbiri ardınca tekrar ederler. Diş ve dudak koordinasyonuyla meydana gelen sesleri çıkarabil­mek için ön dişlerin çıkmasını beklemek gerekir. İlk kelimeleri genellikle 1. yılın sonlarında kullanmaya başlar. Bu ilk sözcük­leri genellikle bir ya da iki heceli olurlar. 15-24 aylar arasında ka­zanılan 50 sözcük incelenmiş ve bu sözcüklerin çoğunu, çocuğun yakınında olan bireylerle çok yakınında olan objelerin oluşturduğu görülmüştür. [42]

e) Duygusal (Emational) Gelişim:
 

Heyecan, "organizma­nın bütünüyle uyarılması", "bedenin tümüyle yaptığı yaygın faali­yet" şeklinde tanımlanabilir.

Sevinç-sevgi, öfke, kıskançlık gibi kavramların hepsi birer he­yecan ifadesidir.

Bebeklikte, genel heyecanlanma haz veren ve vermeyen uya­rımlara karşı olur. Haz vermeyen durumlarda bebek pozisyonunu değiştirir veya ansızın bağırarak ağlar. Haz veren durumlarda ise duyduğu hazzı cıvıldama türünden çıkardığı seslerle dile getirir.

Hazzın en açık seçik belirtilerinden olan gülme, ve gülümseme 2. ay  dolaylarında görülür. Bir başka kişinin  yüzünün görülmesiyle oluşan sosyal gülümsemeler, doğumdan sonraki üçüncü haf­tadan önce görülmemektedir.

Korku: Bebeklik döneminde hissedilen korkuların sebebleri ge­nellikle yüksek ses, fiziksel desteğin kaybolması, karanlık, yalnız kalma, acı duyma, ani yer değiştirmelerdir. Bunlar 6. ayda yaban­cılarla karşılaşıldığında duyulan korkuya dönüşür. 1. yaşla en üst düzeye ulaşır ve daha sonra giderek kaybolur.

8-24 aylıkken çocuklar anne, baba veya alışkın oldukları yetiş­kinler, yanlarından ayrıldıklarında korku tepkisi gösterirler. Ayrılık endişesi denilen bu korku 2 yaşından sonra azalır. 4 ya­şından sonra tamamen kaybolur. [43]

f) Sosyal Gelişim:
 

Bebeğin insanlara tepki olarak gösterdiği sosyal gülümseme, çenesine ve dudaklarına dokunulduğu zaman gösterdiği reflex gülümsemeden farklıdır. Bu gülümseme sosyal ge­lişimin başlangıcıdır.

3. ayın başından itibaren sosyal davranışlar ortaya çıkmaya başlar. Çocuğun ilk yıllardaki sosyal ve duygusal gelişimini, onun bilişsel gelişiminden ayrı düşünemeyiz. Her iki gelişim birbirini etkiler. İyi bir ortamda yetişen çocuk bilişsel gelişimini daha çabuk tamamlar. Sağlıksız ilişkiler içinde yetişen çocuk ise, daha geç tamamlar. Bu gecikme sosyal ve duygusal gelişmenin gecikmesine yol açar.[44]

Bu dönemde Lokman suresinde bahsedilen eğitim konuları zih­nin yeteri kadar gelişmemiş olmasından dolayı uygulamaya çok sınırlı olarak sokulabilmektedir. Bebeklik döneminin başlangı­cında uygulanması gereken eğitim faaliyetleri, Rasulullah'ın tat­bikatı esas alınarak şu şekilde yapılabilir:

Sünnete göre çocuk doğduktan hemen sonra ilk gıda olarak ana sütü verilmez. Hurma veya benzeri tatlı bir gıda maddesi ağızda çiğnenir. Sonra çocuğun damağı onunla ovulur. Buna tahnik de­nir.[45]Daha sonra çocuğa dua edilir: Ve ilk telkin olarak kulağına ezan okunur. Doğumdan sonra yedinci günde sırasıyla şu yedi iş­lem yapılır.

1- İsim verilir ve sünnet edilir.

2- Ondan eza bertaraf edilir.[46]

3- Kız ise kulağı delinir.

4- Akika kurbanı kesilir.

5- Başı traş edilir.

6- Akika kurbanının kanı sürülür.

7- Traş edilen saçın ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edi­lir. [47]

Bu dönem din eğitimi açısından bilinçsiz etkilenme çağıdır. 19. yy.'da elde edilen araştırma sonuçları çocuğun ilk duygusal ihti­yaçlarının karşılanmasının ne denli önemli olduğunu ortaya çı­kardı. Duygusal ihtiyaçları karşılanmış çocukla, bundan mahrum kalmış çocuk arasında daha sonraki gelişmelerinde farklılık göz­lendi. Beden gelişmesi, zihin gelişmesi hatta hastalıklara karşı koyma hususunda bile değişik durumlar tesbit edildi. Bu şekilde başlayan deneysel psikoloji çalışmaları, çocuğun gelişme basa­maklarını tesbit etti. Böylece sadece fiziksel gelişme ve beslenme çağı olarak düşünülen bu ilk dönemin, çocuğun eğitimi için de uy­gun bir ortam oluşturduğu görüldü. Buna göre bu döneme bilinçsiz etkilenme dönemi adı verildi.

Bu dönemde yapılan yukarıdaki faaliyetlerin bir kısmında ço­cuğun bilinçli olarak tepki vermediği bilinse de etkilendiği açık­tır.[48] Piage'de bu döneme duyusal devinim dönemi adını verir. Çocuğun duyularını kullanarak bazı alışkanlıklar kazanmaya ça­lıştığını söyler. [49] Erikson'a göre ise, bebeklik (1,5-3 yaş-özerklik) dönemi ya bir güven evresidir ki, çocuk bu evrede dış dünyayı gü­venilebilir bir obje olarak algılar, ya da güvensizlik evresidir ki bu evrede çocuk dünyanın korku ile dolu olduğunu öğrenmeye başlar. [50]

Gelişim boyunca sürecek olan çocuğun duygusal yaşantısı, onun akıl sağlığını da derinden etkiler. Akıl sağlığı bir bakıma duygu­sal sağlık, akıl hastalığı da duygusal hastalık demektir. [51]

Psiko analitik görüşe göre eğer çocuk, yaşamının ilk yılında annesiyle anlamlı bir şekilde ilişki kurabiliyorsa, sıcaklığını ve sevgisini hissedebiliyorsa, onun kollarında kendini güvenli hisse­der. Onun için sık sık kucağa alınmak, dokunulmak ister. Bu onun için bir ihtiyaçtır.[52] Güven duyma duygusu, kazanılan bir duygudur. Bunun böyle olduğunu, çocuğun tanıdığı kişilerin yoklu­ğunda veya yabancıların yanında duyduğu endişeden anlayabili­riz. Bu davranışının sebebi onlara karşı henüz güven duygusunun oluşmamış  olmasıdır.

Temel güven duygusunu geliştiren çocuk, ben duygusunun bir yönünü gerçekleştirmiş olur. Daha sonra diğer insanlarla İlişkiler kurmaya başlar. Bu duygunun eksikliği ya da yokluğu, hem ben duygusunun ortaya çıkışını engeller, hem de çocukta iletişimsizlik ve ürkeklik hatta korku ortaya çıkarır.

Temel güven duygusunun ortaya çıkışı, ancak ona gösterilecek sevgi ile mümkündür. Gerçi çocuk gelişiminin her döneminde sevgi olayı hiçbir zaman ikinci plana atılmaz. Fakat bu dönemde çocuğun birincil ihtiyacı sevgi ve şefkat görmektir. Anne-baba ve çocuk arasında sevgi konusu bu çalışmada hem eğitimde ailenin önemi, hem de sevgi ve şefkat ilkesi başlıklarında ele alınmıştır.

Burada üzerinde durulacak bir husus da baba ile çocuk arasın­daki iletişimin sağlıklı kurulabilmesi hususudur. Bazı babaların duygusal ve fiziksel yönden çocuklarından uzak kaldığı bilinen bir husustur. Çocuğun küçük olduğu veya bebeğin bakımı, doyurulması, bezinin değiştirilmesi gibi hususların kadın işi olduğu veya vakti­nin olmadığı gibi mazeretler, babayı hiç bir zaman çocuğu ile ilgi­lenmekten alıkoymamalıdır. Annenin de bu duruma göz yumması veya izin vermesi çok anlamsız bir yaklaşımdır. Baba ile çocuk arasında yakın, sıcak ve sıkı bağların oluşmasını engelleyen bu tutumun mantıkî ve ilmi hiç bir açıklaması yoktur. Bu durumlara meydan vermemek gerekir. [53]

Doğumdan sonra tatbik edilen tahnik olayının bedeni olduğu kadar psikolojik etkiside mevcuttur. Tatlı bir gıda maddesinin tadılmasından meydana gelen psikoloji çocuğun rahatlamasına sebeb olacağı açıktır. Bundan sonra çocuk için yapılacak dua, onun dünya hayatında karşılaştığı ilk davranışlar olarak önem arzeder.

Kulağına okunan ezan ile de çocuk Allah'ın büyüklüğünü, yüceli­ğini işitecek böylece İslam'ın ilk şiarı kendisine telkin edilmiş olacaktır. Anlamasa bile ezan sesinin kalbinde derin tesirler bıra­kacağına şüphe yoktur.[54] Bu uygulama ile Allah inancı eğitimi baş­lamış  olmaktadır.

Bu dönemde özellikle çocuğa güzel bir ismin konulmasına dik­kat edilmelidir. Rasulullah (S.A.V.)

"Şüphesiz sizler Kıyamet günü isimlerinizle, babalarınızın ismiyle çağrılacaksınız. O halde isim­lerinizi güzel koyun"

buyurmaktadır.[55]Çocuğun alay ve eğlence konusu olmasına sebeb olacak, uğursuzluk, çirkinlik, kabalık ifade eden isimlerden sakınmak gerekir. Bu tip İsimlerle çağrılmak, ço­cuğun şahsiyetinin zedelenmesiyle sonuçlanabilir. Hem kızlara, hem erkeklere verilen bazı isimler çocuklarda cinsel kimlik boca­lamasına sebep olur. Çocuğun iç çatışmasını artırır. Böyle bir isim vermekten de kaçınmak gerekir. [56]

Çocuğun ilk günlerinde, dini eğitim faaliyeti böylece başlatıl­mış olmaktadır. İleriki günlerde, içinde Allah sözünün geçtiği Maşallah, Allah bağışlasın, Allaha emanet ol, Allaha ısmarladık gibi sözler ve dualar, onun sürekli bu söze muhatab olmasına sebep olacak ve olumlu etkilenmeler meydana getirecektir. Bunun için bu sözler çocuğun bulunduğu ortamlarda devamlı olarak söylenmeli­dir. [57]

Bu dönemde çocuğun fizyolojik ihtiyaçları öne çıkar. Fizyolojik ihtiyaçların başında da uyku gelir. Onun için çocuğun uyku uyu­ması temin edilmeli, konu üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Uykunun süresi bazı öğelere bağlıdır. Yeni doğanlarda bu süre 16-18 saatken bir yaş bebeklerinde 12 saate düşer. Uykunun ritmi ve de­rinliği de bu süreye etki eder. İlk günlerde 7-8 kez kısa sürelerle uyuyan çocuk 2 aylıktan sonra bu süreleri 2-4'e düşürür. 10 aylık olunca tüm gece boyunca uyur. Gündüzleri de 2-3 kez uyuyabilir. Genellikle yeterli kabul edilen uyku süresi, 2-5 yaş, 13-15; 6-8 yaş 12, daha sonraları 10-11 saattir. Gereğinden çok uyuma, yetersiz uyu­maya göre daha az zararlı olarak düşünülür. [58]

Uyku çocuğa rahatlık sağlamalıdır. Onun için yatmadan önce çocuğu fazla hareketten ve duygusal gerilimlerden uzak tutmalıdır.

Ilık bir banyonun ardından, loş ışıklı bir ortamda, kısa ve sakin bir oyundan sonra, heyecanlı olmayan kısa bir hikaye veya masal anlatılarak veya ninni türünde bir müzik söylenerek çocuğun ya­tağına yatırılması onu sakinleştirecek, rahatlatacak ve mahmurlaştıracaktır.[59]

Çocuğa ninni söyleyerek uyutma, anne-çocuk iletişiminde önemli rol oynar. Bu bakımdan çocuğu uyuturken ninni söylenme­lidir. Bu melodinin çocukta bir rahatlık sağlaması tabiidir. Bunun için özellikle ülkemizde geniş bir ninni kültürü oluşmuştur. [60]

Ayrıca eğitim açısından da bu dönemde dinlediği ninnilerden çocuk çok etkilenmektedir. Hayvanlar üzerinde bile müziğin etkisi bilinmektedir. Çocuk da ahenkli sesten etkilenmektedir. Ninni söy­lerken, çocuğun ondan etkilendiği gerçeğini unutmamak gerekir.

Yeni doğan çocukta işitme iyi gelişmiştir. Çocuk işittiği seslere değişik biçimde tepki gösterir. Mesela, telefonun çalması, kapının hızla kapanması, arabanın çalışması veya korna sesi gibi ani ve kuvvetli seslere yeni doğan ağlayarak, sıçrayarak, tüm vücudunu hareket ettirerek cevap verir. Bu sesler onu huzursuz eder. Buna karşılık hafif ve ritmik sesler onu sakinleştirir ve rahatlatır.

Çocuklar ritmik insan seslerinin geldiği yöne doğru vücutları ile hareket eder ve böyle bir tepki gösterirler. Çocuğun en çok ilgi­sini çeken sesin annesinin veya devamlı ona bakan kimsenin sesi olduğu gözlemlenmiştir. Yaklaşık 3 günlük bir bebeğin annesinin sesini yabancı seslerden ayırt edebileceği bildirilmektedir. Annesinin sesi ona daha özel bir anlam ifade etmektedir. Bu da anne-çocuk ilişkisi bakımından çok önemlidir. Bazı bilim adamları bebeğin anne karnında devamlı onun sesini duymasının bile etkili olduğunu ifade etmişlerdir. [61]

Annenin çocuğunu büyütürken, uyuturken söylediği ninnilere dikkat etmesi gerekmektedir, içerisinde dinî motifler bulunan ninniler, sözler seçilmelidir. Allah Allah, Hû Hû gibi ritimli ve güzel sözlerle çocuk uyutulmalıdır. Çocuklar bunların farkında olmasa bile, bu sözler ileriki hayatında etkisini gösterecektir.

Ezgi itibariyle beşik sallama ahengine uygun olan ninniler söy­lenirken, yatırılmasından uyumasına kadar veya   ağlamasının azalması ile artmasına göre çocuk, az veya çok sallandığı gibi, an­nenin sesi veya bestenin tonu da bu durumlara göre artar yahut aza­lır. Anne sesini, çocuğunun ağlamasına, gülmesine, konuşmasına göre ayarlar.[62]

Bebeklerin sese karşı bir hassasiyet kazanmasından sonra ninnilerin okunması ve ancak o zaman tesirli olması tabiidir. Nitekim, çocuklar ninni ile sükûn buldukları gibi deve vesair hay­vanlar da güzel sesle söylenen nağmelerle yol alırlar. Yüklerinin ağırlığını bu suretle hafifletirler.[63] Hatta ninni bazı çocuklar için alışkanlık halini  alabilir.

Böylece çocuk, ilk milli musikî zevkini ve tesirini ninnilerle ana dilinde ve ana kucağında almaktadır. [64]

Ninnilerin ilk şairi ve bestekârı annelerdir. Çocuğun annesi ve çevresi arasında oluşan muhtelif duyguların en saf ve samimi bir şekilde ifadesini; Türk annesinin Hakk'a iman ve teslimiyetini, sevincini, ızdırabını, tebessüm ve gözyaşlarını, ye'sini, ümit ve ha­yallerini birer birer ninnilerimizde görebiliyoruz. [65]

Annelerimizin yavrularını büyütürken kullandığı dini nite­likli bazı ninniler şunlardır: [66]

Erenlerin  kılıcı,

Arşa çıkar bir ucu,

Her dertlerin ilacı,

Lâilâhe illallah, ninni! (İstanbul ninnisi)

Dandini dandini danası,

Bir oğlan doğurmuş anası,

O da Hûda'nın vergisi

Hû, Hû, Hû!... (İsparta)

Hû, Hû, Hû Allah,

Lâilâhe illallah.

Uyusun da büyüsün,

Tıpış tıpış yürüsün,

Hû, Hû, Hû yavruma,

Ninni diyem büyüsün (Van)

Çeşmelerden su gelir,

Kapılardan hû gelir,

Bizlere düğün bayram

Bize Hak'dan hû gelir.

Ninni yavrum ninni!  (Gediz)

Gül ağacın budamışlar,

Gülü gonca bitsin diye,

Allah seni bana vermiş,

Her derdini unutsun diye! (Lâdik-Konya)

Hû der de gider idim, ninni,

Zikrullah eder idim ninni,

İsmail peygamberin, ninni,

Devesin güder idim, ninni! (Çankırı)

Ninni ile uyuturum,

Allah diye büyütürüm,

Tevhid ile yürütürüm,

Uyusun da büyüsün ninni,

Tıpış tıpış yürüsün, ninni. (Konya)

İçinde Allah lafzının geçtiği hû hû hû ezgisinin bulunduğu nin­nilerden çocuğun etkilendiği bir gerçektir. Onun için böyle ninni­ler ihmal edilmemelidir. Daha sonraki yıllarda bu döneme ait olayları hatırlayamamış olmamız onların bizim üzerimizde etkisi olmadığını göstermez. Eğer böyle olsaydı, bu çağda elde edilen te­mel otomatizmleri izah edemezdik.[67]

Bu dönemde (bebeklik) çocuğun en belirgin gelişimi fizikseldir. Hızla gelişen fizik yapı için temiz ve sağlıklı ortamlar temin edilmelidir. Çocuk mikroplu ve pis çevreden uzak tutulmalıdır.

Sağlıklı beslenme çocuğun tüm gelişimine etki eder. Fiziksel gelişme diğer gelişim alanları ile canlı bir etkileşim içindedir. Özellikle zihinsel gelişimin yetersiz beslenmeden ve yaşama şart­larından büyük ölçüde zarar gördüğü bilinmektedir. "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözü bu gerçeğin ifadesidir.

Sağlıksız çocuk mutlu değildir. Ağrılarından, ve rahatsızlıkla­rından dolayı da ilgisi kendisine yöneliktir. Çevre ile ilgilenmez. Kendisini de sevemez. Dolayısıyla başkaları ile de sağlıklı bir iletisin kuramaz. Çocuk sağlığının ilk ve en önemli şartı ise sağlıklı beslenmedir.[68]

Büyüme dönemlerini şu ortak faktörler etkiler:

a- Uyum zorlukları: Hızlı büyüme dönemlerinde yeni uyumlar yapmak çocuk için rahatsız edicidir.

b- Eneri düzeyi: Hızlı büyüme enerji tüketici olduğundan çabuk yorulma meydana gelir. Bu durum da çocukta huysuzluk ve tedir­ginlik meydana getirir.

c- Beslenme İhtiyacı: Yeterli miktarda gıda alamayan çocuk yorgun ve huysuz olur.

d- Isı dengesi: Isı dengesi bozulan çocuk iştahsız olur. Bitkin, huysuz ve anti sosyal davranışlar gösterir.

e- Beceriksizlik: Hızlı büyüme esnasında çocuk hantallaşır, tö­kezler. [69]

Bunların yanında sosyo-ekonomik şartlar da büyümeyi etkiler.

Beslemenin zamanı da önemlidir. Psikologlar arasında görüş ayrılığına sebep olan saatle besleme bugün terkedilmiş, çocuğun is­tediği saatte beslemenin onun psikolojik ve biyolojik gelişimi için daha uygun olacağı düşüncesi tercih edilmiştir. 1930’lu yılların dü­şüncesi olan saatli beslemenin bugün terkedilmesinin sebebi, çocu­ğun, acıktığı zaman yiyecek bulamayınca anne-babanın bu tutu­muna hiç anlam verememesi ve bu durumun giderek onda öfkeli bir kişilik ve kayıtsızlık oluşturmasıdır.

Çocuk acıktığında önemli olan husus, onun doyurulması değil, açlığının giderilmesidir. Bu da şu demektir ki çocuk ağladığında önce emzirilmeli veya maması yedirilmelidir. Eğer emmiyor veya yemiyorsa, ağlamanın sebebi başka konularda aranmalıdır. Çocuğunuzun, kendisine ve dünyaya güven duyması, güçlü ve sağ­lıklı bir kişilik kazanabilmesi, ancak, onun acıktığı zaman açlı­ğının giderilmesi ile mümkün olacaktır. [70]

Sağlıklı beslenen bir çocuk ilk 6 ayda doğum ağırlığının 2 ka­tına, bir yaşında ise 3 katına ulaşır. [71]

Bebeklik döneminde sağlıklı beslenme için bilinerek yapılması gereken uygulamalardan birisi de emzirme hadisesidir.

Biyolojik gelişim ve büyümenin temeli olan sağlıklı beslenme ile ilgili olarak ana sütü ve emzirme ile bunların çocuğa yararları üzerinde bugün olduğu kadar, tarih boyunca da önemle durulmuştur. Mesela İbn Sina bu konuların üzerinde çok durur.[72]

Ana sütünün gerek bedensel gerekse ruhsal olarak sayılamayacak kadar çok faydası vardır. Bu faydaların başında, beslenme konusunda çocuğun, ilk aylardaki bütün ihtiyaçlarını karşıla­ması gelir.[73] Süt çocuğunun beslenmesinden amaç; çocuğun sağ­lığının devamının yanısıra, normal büyüme ve gelişmenin sağ­lanmasıdır. Bu ihtiyacın giderilmesinde yetersizlik, ileriye dö­nük bazı olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Bundan dolayı bin­lerce yıldan beri ana sütü, çocuk beslenmesinde tek kaynak ol­muş ve bundan yoksun kalan çocuklar, fazla uzun ömürlü ola­mamışlardır. [74]Ana sütünün dışında hiçbir besin maddesi ana sü­tünün yerini tutamamaktadır.

İnsanları daima yolun en uygununa yönelten Kur'an, bu ko­nuda da bize ışık tutmakta, her halükarda çocuğa ana sütü veril­mesini tavsiye etmekte, hatta bu konuda annelere sorumluluk yüklemektedir.

"Anneler, çocuklarını emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için tam iki sene emzirirler." [75]

Bu ayette iki tam sene annelerin çocuklarını emzirmeleri la­zım geldiği, bunun anneliğin gereklerinden olduğu beyan edil­mektedir.[76] Eğer baba çocuğun anne tarafından emzirilmesini is­tiyorsa, annenin bu isteğe uyması vaciptir.[77] Fakat, çocuğun rız­kını temin etmek babanın görevi olduğundan emzirmenin an­neye vacip olması hususuna, itirazlarda bulunulmuştur.[78] Buradaki iki senelik zaman, azamî süre olup, bunu azaltmak caizdir.[79] Zaten ayetin devamında ana ile babanın istişare edip an­laşarak, iki senelik süreyi daha öne almalarında bir mahsur ol­madığına beyan edilmektedir.

"Ana baba aralarında danışarak ve anlaşarak sütten kesmek isterlerse her ikisine de sorumluluk yoktur." [80]

Çocuğu yakından ilgilendiren böyle bir kararın alınmasında istişarenin şart koşulmasının sebebi, çocuğun muhtemel bazı za­rarlardan korunmasını temin içindir. [81] Böyle bir hareketin za­rarlı olmasının önüne geçmek için yalnız ana ile babanın istişa­resi kifayet etmez. Bu konuda uzman olan kişilere de danışılması gerekir ki çocuk bu hareketten hiç bir şekilde zarar görmesin, yani ana ve baba bu konuda karar verirken uzmanlara veya tecrübelilere danışmak, kendi rızaları üzerine böyle bir istişareyi de katmalıdırlar. Ancak o zaman sorumluluktan kurtulurlar. Yoksa yalnız karşılıklı rıza ile emzirmeye son vermek onları sorumlu­luktan kurtarmaz. [82] Çünkü bazı durumlarda (istisnaîde olsa) an­neye emzirme, babaya da bakım masrafları, ağır gelebilir. Bunun sonucunda da çocuk aleyhinde bir ittifak oluşturabilirler. İşte çok az bir ihtimalle bile olsa, vukuu mümkün olan böyle bir durumun önüne geçilmesi, ancak, böyle mümkün olabilir. Kur'an, çocuğun haklarını sağlama alırken küçük bir detayı bile ihmal etme­miştir. Emzirme müddeti ise, bugün tip otoriteleri tarafında 9-12 ay olarak tavsiye edilmektedir.

Süt anne konusundaki hüküm ise şudur.

"Çocuklarınızı süt anneye emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun bir şekilde öderseniz, size sorumluluk yoktur. Allah'tan sakının yaptıklarınızı gördüğünü bilin"[83]

Çocuğun bakımı ve gözetimi için gerekli şefkat ve ilgiyi en iyi gösterecek olan anne olduğu için, onu emzirmeye de en layık olan şüphesiz gene annedir. Fakat boşanma, hastalık, süt kesilmesi gibi bazı sebeplerle anne bu vazifeyi yerine getiremez veya getir­mezse veya baba bu görevi yapmaktan anneyi men ederse, bu gibi hallerde çocuk için süt anne tutmakta bir mahzur yoktur. Fakat örfe uygun düşen bir miktarda, ücretinin süt anneye, muhakkak ödenmesi gerekir.[84] Böylece onun çocuğa isteyerek bakması temin edilmiş olur. Şayet çocuğun emzirilmesi için uygun bir kadın bulunamazsa, o zaman emzirme, anne üzerine vacip olur. [85]

Ayetin sonunda da bu konularda çocuğu emzirmemek ve böy­lece ölümüne sebep olmak, boşanmış fakat çocuğu emziren anne­nin nafakasını ihmal etmek, süt anne bedelini ödememek veya öderken örfe uygun davranmamak gibi kötü niyetle hareket edilebilinecek hususlarda samimiyet ve hüsnüniyetle hareket edilmesi istenmekte ve taraflara Allah'tan korkmaları emredilmektedir. Böylece kendisi ile yakından ilgili olduğu halde küçüklüğü sebebi ile haklarını savunamayacak durumda olan çocuğun, hakkının verilmemesine yol açacak en küçük bir boşluk bile bırakılmamakta; ihmali görülenlerden de hesap sorulacağı bildirilmekte­dir.

Bu görevlerin yerine getirilmemesi hususunda hiç bir mazeret geçerli görülmemiş, süt kesikliği, fakirlik gibi insanın elinde olmayan durumlara bile çözüm getirilmiştir. Bunlar bile çocuğun bu en lüzumlu gıda maddesinden mahrum bırakılmasına sebep teşkil etmezken boşanma gibi ihtiyari durumlar ve hele hele, este­tik görünüşün bozulacağı gibi saçma endişeler, hiç bir zaman ço­cuğun haklarını gasp etmeye, mazeret olarak gösterilemez. Boşanma durumundaki hükümler de aynen evlilik içinde olduğu gibidir. Konunun üzerinde bu derece ısrarla durulması, herhalde çocuğun bu tabii beslenmeye ihtiyacının, hayatî derecede bir önem taşımasındandır.

Emzirme, çocuğun dünya nimetleri ile tanışmasına vasıta olur. Onun ilk aylardaki büyümesinde ve psikolojik gelişiminde de son derece mühim yer tutar. Emme ameliyesinin anayı meme kanserinden koruyucu olması, onun bir diğer faydasıdır. [86]

Çocuğun, özellikle ilk aylarda kuvvetle ihtiyaç duyduğu sevgi ve şefkat dolu hareket ve tezahürler, emzirme olayı ile en canlı biçimde gerçekleşir. Gene bu olay, ana ile çocuk arasında, çocu­ğun ruh sağlığı açısından son derece önemli, çok kuvvetli bir bağ oluşturur. Böylece sevgi ve şefkat hislerini tadan çocuğun gelecek­teki hayatında ve davranışlarında bu duyguların önemli bir yer tutması temin edilmiş olur. Emzirme, anne çocuk ilişkisini ruh­sal yakınlık içinde sağlıklı bir şekilde tamamlar.[87] Anne sütü ve emmenin, çocuğun ruh sağlığı için böylesine önemli olduğunu id­dia eden genel yaklaşımın yanında onun büyülü bir etkiye sahib olmadığını ileri süren görüşler de vardır. [88]

Emzirilmeye yoğun olarak ihtiyaç hissettiği zaman, kendisinin bu ihtiyacı giderilmeyen ve bunun sonucu sevgisiz kalan çocuk, ilerde de sevgi ve şefkat göstermesi gerektiği zaman ya bunlardan hiç nasibini alamamış şekilde acımasız, ya da hastalık derecesinde, merhametli davranışlar sergileyecektir.

Ana sütünün biyolojik faydası sayılamayacak kadar çoktur. Çocuk için bileşimi en uygun, sindirimi kolay, besin değeri çok yüksek, birçok hastalıklardan koruyan, mikropsuz, ucuz, pratik ve yeri başka bir besin maddesi ile hiçbir zaman doldurulamayan bir gıdadır. [89] İşte bu özelliklerinden dolayı Kur'an ana sütü ve emzirme üzerinde bu derece ısrarla durmaktadır. [90]

Çocuk bu dönemde gerek bedenen, gerek psikolojik olarak ana ve babaya bağımlıdır. Emme hadisesi sebebiyle bu bağımlılık anaya karşı daha kuvvetlidir. Emme, çocukdaki en kuvvetli refleksdir. Uykuda bile sürer. Uyku esnasında emme hızlanır ve psi­kolojik bir gevşeme sağlar. Bu refleksin şiddetinden dolayı çocuk, anasını emdiği halde zaman zaman da parmağını, herhangi bir eşyayı veya bir yalancı memeyi (emzik) emme ihtiyacı duyabilir. [91] Emzik uykuda ağzından alınsa uyanır. Tekrar alır. Anası tara­fından emzirilmediği takdirde de emme ihtiyacını gideremeyeceği açıktır. Böyle bir durum ise, ileriki yıllarda çocukta bazı davranış bozukluklarına sebeb olabilir. Saldırganlık bunlardan biridir. Aynı zamanda emmemesi sebebiyle bebekliğinde uyarıcıdan yoksun ka­lan çocuğun cinsel duygularında da bir boşluğun meydana geleceği, ilerde bu boşluğu cinsel yönden kendi kendini uyararak doldura­cağı ileri sürülmüştür. Emziği zorla elinden alınan çocuk için de bu durum geçerlidir.[92]

Emme, anne ile çocuk arasındaki sevgi ve şefkat bağını oluştu­ran en önemli etkendir. Bilindiği gibi çocuğun bazı davranış biçimleri doğuştan değildir. Mesela; tutumlar ve duygular zamanla oluşur, kazanılır.[93] Emzirme çocuğun duygusal hayatını oluşturan önemli bir etkendir. İlk zamanlar anadan çocuğa olan şefkat hisleri, emmenin tesiri ile giderek çocuktan anaya, sevgi bağlarını oluşturur. Ana ve babaya itaatin temelinde var olması gereken, sevgi duyguları bu yaş döneminde böyle oluşmaya başlar. Çocuğun emme isteğinin sebebini her zaman açlık güdüsü teşkil etmeyebilir. Çocuk bazende sevilme, okşanma ve şefkat görme ihtiyacını tatmin için emmek isteyebilir. Bütün bu özellikler bilinerek, çocuk acıktığı ve ağladığı zaman emzirilmesi gerekir. Aksi bir tutum çocukta tatminsiz bir kişilik oluşturabilir.

Bu dönemin bir başka dikkat edilecek noktası, zihinsel gelişi­min, bir başka unsurla, duyuların gelişip çalışması ile gösterdiği paralelliktir. Duyu organları ile kas hareketlerinin işbirliğinin artması çocuğun zihinsel gelişiminin temelleridir. İlk iki yıl içinde duyu-hareket birlikteliğinde, hareket imkanlarının kısıt­lanması ve uyarıcı yetersizliği, ileriki yaşlarda öğrenme güçlükle­rine sebep olmaktadır. İlk günlerden itibaren çevredeki uyarıcılara tepkide bulunan çocuk, zihninde bu tepkilerin izlerini saklar. Benzer uyarıcılarda o izler doğrultusunda yeni davranış dengeleri kurarak cevaplar verir. Böylece çevreyi özümler, ona kendini uy­durur. [94]

Bu dönemin başlarında çocuk, zihinsel gelişimi için entellektüel uyarıcılara ihtiyaç duyar. Çünkü henüz kendisi olan ve ken­disi olmayan arasında ayırım yapamaz. "Ben" bilinci henüz oluş­mamıştır. Eşya ile kendisi arasında fark gözetmez.

Belirli bir dönemden sonra "ben"in farkına varır. Mesela par­mağını oynatabileceğini, buna gücünün yettiğini hissetmesi, onun için çok önemli bir dönüm noktasıdır. Zihinsel gelişimde önemli bir aşamayı gerçekleştirmiş demektir. Ona bu tür algılamalarında yardımcı olmak gerekmektedir. Bunun için de çevresinde bol bol uyarıcı bulundurulmalıdır. Piaget "Çocuk ne kadar çok şey görür ve duyarsa, o kadar çok görmek ve duymak isteyecektir" demekte­dir.

Bu konuda yapılmış araştırmalarda (Dr. Wayne Dennis'in Tahran ve Beyrut araştırmaları) entellektüel ihtiyaçlarının karşı­lanmadığı ortamlarda, çocukların motor gelişimlerinin yavaş sey­rettiği ve geç ortaya çıktığı gözlemlenmiştir. Mesela bir kısım ço­cuğun iki yaşına kadar oturamadığı, tümünün ise, gene iki yaşına kadar yürüyemediği tesbit edilmiştir. Oysa normal olarak çocuk dokuz aylıkken oturabilmekte; ondört aylıkken yürüyebilmektedir.[95]

Bu dönemde çocuğun dikkat süresi de tesbit edilmelidir. 1 ya­şındaki çocukta 20 dakika olan dikkat süresi, 2 yaşında 15 daki­kaya iner. Dikkat süresinin bitmesi, bıkmaya ve hırçınlığa sebep olur. Onun için dikkat süresi bitmeden ana-baba, çocuğa değişik bir başka oyuncak hazırlamalıdır. [96]

Ayrıca ilk yaş içinde çocuk için sevgi kaynağı olan anne figürü bir veya iki kişi olmalıdır. Çocuk ait olduğunu hissettiği bir kişiyle teketek olarak duygusal bir bağ kurmaya ihtiyaç hisseder. Onun bu ihtiyacını yaygınlaştırmamak gerekir. O zaman duygusal bağın şiddeti azalır. [97]

Bu dönemde ayrıca çocuğun kendi vücudunu, çevresini, etrafın­daki söz ve hareketleri keşfedeceği ve bu keşiflere göre çevresinde­kilere kendince (ağlayarak, bağırarak, yaramazlık yaparak) bazı mesajlar vereceğini bilerek eğitimini sürdürmek gerekir. Çocuğun bu mesajları veriş şeklinin onda alışkanlık olarak kalmamasına da özen gösterilmelidir. Çünkü bu yaş dönemi çocuğun başkalarıyla münasebetlerinde kendisi için gerekli olan temel otomatizmleri elde ettiği dönemdir. [98]

Doğumdan sonra ilk bir yıl genellikle bebeklik dönemi diye adlandırılır. Bu dönemde olaylara iyimser bir gözle bakabilirse, büyüdüğünde de ihtimal ki iyimser olacaktır. Bu konuda ilk yıl diğer psikolojik gelişme evrelerinden daha önemli ve belir­leyicidir. [99] İlk insan ilişkileri ve ilk entellektüel ihtiyaçlar, bu dönemde ortaya çıkar.

1-2 yaş dönemi, sıralama dönemi olarak da adlandırılır. "Ben" bilincinin oluşmaya başlaması, kendisi olan ve olmayanı farketmesi ve motor gelişimi, sıralama döneminin belirgin özellikleri­dir. Bu döneme girinceye kadar sınırlı ve pasif olan çevreyi tanıma ve öğrenme çabaları, yürümeye, başlayıncaya kadar bu şekilde sü­rer. Yürümeye başlayınca bu tutumu değişir. Aktif bir hal olmaya başlar. Bu durumda çocuğu engellemek yerine evi, onun tehlike­sizce dolaşabileceği bir şekle sokmak daha doğrudur. Oyuncak­larını çoğaltmak ve çeşitlendirmekte bu sırada dikkat edilmesi gereken hususlardandır.[100]

Ağlama bu dönemde çocuğun en etkili silahı ve diğer insanlarla iletişim kurma aracıdır. Önceleri her şeye ağlayan çocuk, ihtiyaç­larının düzgün aralıklarla karşılandığını görerek yavaş yavaş beklemeyi öğrenir. Daha az gürültü yaparak ağlar. Bebeğin tepkile­rine duyarlılık gösteren anneler, giderek ağlamanın niteliğinden çocuğun isteğini anlayabilirler. Bu dönemde itinalı bakım ve göze­tim, çocukta temel güven duygusunu oluşturmaya büyük çapta yar­dımcı olur. [101]

Bebeklik dönemi çocuk üzerinde son derecede etkili olan ve dış­tan gelen bir müdahale ile kapanır. Bu müdahale, çocuğu sütten kesmektir. Bu hareket ile çocuğun en kuvvetli refleksi olan emme hadisesi son bulmuş olur. Bu, onun beklemediği bir olaydır. Bundan dolayı, zaten pek büyük bir heyecanlanma yeteneği gösteren çocukta bu etkiye tepki olarak büyük bir sarsıntı meydana gelebilir. Sarsıntının şiddeti veya bu tip sarsıntıların kısa bir dönemde tek­rar tekrar meydana gelmesi, çocuğun ilerde şekillenecek karakteri üzerinde derin izler bırakır. Bu bakımdan özellikle sütten kesilir­ken, çocuğun diğer hareketlerine pek fazla müdahale edilmemeli, onun zararsız bazı aşırı davranışlarına göz yumulmalıdır. Bu sı­rada yanlış bir tutum, çocuktaki zihin gelişmesini yavaşlatır, güvensizlik ve aşağılık kompleksi teşekkül ettirir. Korku ve ürkek­lik uyandırır. [102]

Sütten kesme hadisesi aynı zamanda çocukta, itaatkârlık duy­gusunun uyandırılmasına sebeb olacak ilk ve en önemli faaliyettir.

O ana kadar yeri bir başka gıda maddesiyle doldurulamayacak kadar önemli olan bir alışkanlıktan, bazı zaruretler sebebiyle vazgeçmek zorunluluğu, çocuğun ruhi hayatında derin akisler uyandı­rır. Hadisenin bu yönüde göz önünde bulundurulmalıdır. Bu döne­min sonu ayrıca çocuğa tuvalet alışkanlığını kazandırma çalışma­larının  başlangıcıdır.

2 yaş dönemi çocukta direniş gösterilerinin ortaya çıktığı dö­nemdir. Böyle bir durumda endişe edilmemelidir.[103] Çocuk normal gelişmesini göstermektedir. Sütten kesmenin huzursuzluğu sebe­biyle ortaya çıkan direniş ve yeni başlayan hürriyete kaçış (özerklik) duyguları çok dikkatli bir eğitim çalışması gerektirmek­tedir. Bu dönemde bunları dengeleyen itaatkârlık eğitimini devreye sokmak gerekmektedir. Bebeklik döneminin sonları ile ilk çocukluk döneminin başlangıcı (2,5 yaş) serkeşlik evresi olarak nitelenir. Bu dönemde çocuk kararsız ve isyankardır. Zaman zaman hırçınlık yapar. Bu tutumların şiddeti çocuktan çocuğa değişir. Aşırı disiplin bu negativizmi artırır. İlerde inatçı bir kişiliğin ortaya çıkmasına sebep olur. [104]

Bebeklik döneminde asla yapılmaması gereken şeyler şunlardır.

1- Bebeğin ağlamasına kayıtsız kalınmamalı.

2- Çiş alışkanlığı elde ettirmek için vaktinden önce baskı ya­pılmamalı.

3- Şımartma endişesi ile sevgi ve şefkat gösterilerini azaltmamalı.

4- Babalarının bebeğe kayıtsız kalması önlenmeli. [105]

Sıralama çağında ise çocuk asla engellenmemeli, ev çocuğun gezebileceği hale getirilmelidir. [106]

 
2- İlk Çocukluk (Gulâm) Dönemi:
 

Bu dönem üç yaşından itibaren başlar. Yedi yaşına kadar de­vam eder. Bu dönemin gelişim özellikleri de şöyle özetlenebilir: [107]

a) Bedensel Gelişim:
 

Bedensel gelişme sürekli bir olaydır. İki yaşındaki çocuk, yetişkinin duyusal yeteneklerinin hemen he­men tümüne sahiptir. Bu nedenle, beş yaşından sonra duyusal yete­nekte bir gelişmeden  söz edilmez,  ancak beyni gelişmesi devam eder. İki yaşındaki çocuğun beyni, yetişkin insan beynin ağırlığı­nın % 75'i kadardır. Bu oran beş yaşında % 90'a ulaşır. [108]

 

b) Bilişsel Gelişim:
 

Piaget bu devreye operasyon öncesi (prc-operational) dönem adını verir. Bu evrede çocuk dile ve sembolik düşünce yeteneğine sahiptir. 2-3 yaşlarında bir çocuk tüm kırmızı blokları bir araya getirerek gruplandırma yeteneğinin geliştiğini bize gösterebilir. Zihinsel olarak kendi içlerine yoğunlaşmışlardır. Başkalarının görüş  açısını kavrayamazlar.  Yine bu devrede bir ağaç dalını at gibi kullanmaya, ana-baba   rollerine girerek arkadaşlarıyla  yetişkin ilişkilerini taklit oyunları oynamaya başlarlar.

Beş yaşındaki bir çocuk, bir nesneyi ayrı, bağımsız bir nesne olarak değil, o nesnenin ifade ettiği sınıfın bir temsilcisi olarak görebilir. Mesela 2 yaşındaki bir çocuk, biri yuvarlak ve biri küp iki nesneyi aynı biçimde algılarken, 5 yaşındaki bir çocuk bir nesneyi küp, diğerini küre olarak iki kavramı birbirinden ayır­mıştır. 5 yaşındaki bir çocuk soyutlama ve genelleme adımını ger­çekleştirmiştir.[109]

 

c) Motor Gelişim:
 

2-6 yaş arası dönem, yani çocuğun yürü­meye başlamasından sonraki dönem yoğun bir   motor  gelişimi evresidir.

3-4 yaşındaki çocuk parmak ucunda yürümeyi başardığı gibi normal yürümede adımları uygun ve 2 yaşa oranla uzundur. Geri yürümeyi başarır.

4-5 yaşındaki çocuk ayağını basarken yetişkin gibi kullanarak yürür. Enerjik olan 4 yaş çocuğu tırmanma, sıçrama, atlama, hızla bisiklet pedallama ve takla atma gibi tüm bedensel etkinlikleri se­ver.

5-6 yaş arasında hareketlerin koordinasyonu düzgündür. Çocuk bisiklete binmek, tahta üzerinde yürümek gibi denge etkinlikleriyle ilgilidir. [110]

 

d) Dil Gelişimi:
 

İki yaşındaki çocuk bir veya iki kelimeden oluşan ifadeler kullanabilir. 2-5 yaş arasında süratli bir gelişim gösterir. Çocuk 3 yaşını doldurduğunda 3-4 kelimeden oluşan cüm­leler kurmaya başlar. Bu cümlelerde fiillerin geçmiş, şimdiki, ge­lecek zamanlarını doğru olarak kullanır. Beş yaşına geldiklerinde dillerini başarıyla ve gramer kurallarına uygun olarak kullanabi­lecek beceriyi kazanırlar.

Dil gelişimini sağlıklı olma, zeka düzeyi, sosyo-ekonomik koşullar, cinsiyet, aile ilişkileri, ve konuşmaya teşvik etkiler. Dil eksiklikleri de bu devrelerde göze çarpmaya başlar.

Dil hataları: 18 ayla 3-4 yaş arası çocuklar genellikle telaffuz hataları yapar. Bunların sebebi yanlış öğrenmedir. Genellikle r harfini değiştirirler. Kelimenin ortasından bir veya iki heceyi at­larlar. Objelerin adını değiştirirler.

Dil bozuklukları: Bu bozukluklar çoğunlukla çocuğun duy­gusal bakımdan kırıklığa uğradığında görülür. Bunlar annenin aşın otoriter olduğu ailelerde saptanmıştır.

Duygusal Gelişim: Bu dönemde korkular yaşla paralel ola­rak artmaktadır. Korkuların sebebi ani uyarım ve uyum gösterememedir.

Korku, çevredeki şartlara, uyarımın veriliş biçimine geçmiş yaşantılara, o andaki fizyolojik ve psikolojik duruma bağlıdır. Köy çocukları üzerinde yapılan bir araştırmada 4-15 yaş köy çocukları incelenmiş korkuya etken olan faktörlerin % 75'ini hayvanların oluşturduğu tesbit edilmiştir. 2-5 yaş arası dönemde korku sebepleri olarak hırsız, hayali yaratıklar, köpek, karanlık, motor gürültüsü, şimşek, ani ses ve yalnız kalmak sayılabilir.

Kıskançlık belirginleşir. Kaynağı genellikle çocuğun içerlemesidir. Buna da genellikle sosyal etkileşim sebep olur.

Öfke tepkilerinin kaynağı ise çocuğa yapılan engellemelerdir.

Endişe ise genellikle sinirlilik, gerginlik ve korku duygula­rından  kaynaklanır. [111]

 

e) Sosyal Gelişim:
 

2 yaş çocuğunun duygularının son derece geliştiği görülür. O artık yürüyebilir, objeleri eliyle tutabilir, ke­limeleri kullanarak arzularını dile getirebilir, giyeceğini kendisi seçmek ister, ayakkabılarını kendisi bağlamak ister, sokakta çıkıp oynamak ister. Bedensel gelişimi ve dili kullanabilmesi, çocuğun çevresiyle daha    bağımsız ilişkiler kurmasına imkan verir. Çocuğun bağımlılık davranışı bir devrede giderek azalır.[112]

Bebeklik döneminde çevresini keşfeden ve bedensel ve motor ge­lişim sonucu yürümeyi, zihinsel gelişim sonucu da kendine göre çevresine mesaj vermeyi öğrenen çocuk, iki yaşın sonlarında ya­vaş yavaş davranışlarında hürriyete doğru ilk adımlarını atar. Ana ve babasına bağımlılığı giderek azalır. Bazı karşı koyma ha­reketleri başlayabilir.[113] Gene de 3 yaş çocuğu dengeli ve daha olumlu bir bireye dönüşmeye başlamıştır.[114] Bu tip davranışları normal kabul etmek gerekir. Hatta çocuğun, davranışlarında hür olma maharetini kazanabilmesi için bütün bunların gerekli olduğu bile söylenebilir. Yani çocukta artık kişilikle ilgili özel davranışlar ortaya çıkmaktadır.

Üçüncü yaşta gelişen özerklik duygusunun aşırı baskı, ceza, korkutma veya utandırma yöntemleri ile engellenmesi, çocuktaki benlik gelişmesinin sağlam ve tutarlı olmasını engeller. Bu durum da çocukta aşırı bağımlılık, uysallık ve boyun eğme özelliklerini taşıyan bir kişilik oluşmasına neden olur. Engellemelerin saldır­ganlık ve yıkıcılık dürtülerinin birikimine neden olduğu da bi­linmektedir. Engellemelerin zayıfladığı anda da bunların antisosyal davranış biçimleri şeklinde dışa vurulması kaçınılmazdır. [115]

Gerek bu dönemde, gerekse gelişimin ileriki yıllarında çocuk, aile içinde şu beş özgürlüğünü kullanabilmelidir.

a- Algılama

b- Duygularını ifade

c- Düşüncelerini ifade

d- İsteme ya da reddetme

e- Kendini, özünü gerçekleştirme[116]

Çocuğun özgürlüğü ile paralel olarak zaman zaman da ondan bazı hareketlerin yapılmasını kesinlikle istemek gerekir, (uyuması, yemeğini yemesi, temizlik alışkanlığı kazanmaya çalışması gibi)[117] Bu çağda çocuğun bu tip davranışları kanalize edilme­lidir. Çünkü çocuğun uyarılmaya da ihtiyacı vardır. [118] Uyarılmayı özerklikle karşı karşıya getirmemek fakat dengelemek gerekir.

Çocuğun hareketlerine müdahale zamanı ile ilgili belirli bir yaş zikredilmemiştir. Bazı terbiyeciler çocuk konuşmaya başlayınca, bazıları ise, onda utanma duygusu belirince müdahale etmeyi sa­vunmuşlardır.[119] Genellikle çocuğun konuşmaya başlama çağı, iki yaşın sonudur.

Çocuğun özerkliğinin engellenmemesini istemek, onun başıboş, her istediğini yapan bir varlık olmasını istemek anlamı taşıma­malıdır. Zaten, her istediğinin yapılması çocuğu mutlu etmez. Kolay elde etme, onun fiziksel ve sosyal becerilerde ustalaşmasını engeller. Hayal gücü ve problem çözmeye olan yatkınlığı gelişmez. Bağımsızlıktan tam anlamıyla yararlanmak onun bazı yönlerden kısıtlanmasıyla mümkündür.[120] Onun için çocuğun bazı hareketle­rine müdahale edilmelidir.

Eğitimde disiplin önemlidir. Özellikle bebeklik ve ilk çocukluk dönemine ehlileştirme adının verilmesi, bu öneme ve gerekliliğe işaret eder. Disiplin, insanın yapmak istedikleri ile toplumun kısıt­lamaları ve çevrenin istekleri arasında denge kurmak gereğinden kaynaklanır. Bu anlamda çocuğun davranışlarını disiplin altına almak, ona, kullanılabilir daha geniş bir hürriyet sağlamaya yöne­liktir. İdare edebileceğinden daha fazla hürriyeti olan çocuk tehli­keye düşer. Bu durum gelişimin zıtlıklarından biridir. Kısıtlama ve kontroller sayesinde çocuk, sonuçlarını kavramaktan aciz ol­duğu bir çok tehlikeden uzak tutulabilir.[121] Bunlardan dolayı çocuğun disipline ihtiyacı vardır. Disiplinli hayat, ancak bir yol gösterenin isteklerine itaat etmekle mümkündür.

Yakın zamana kadar eğitimde genel eğilim, otoriter olmak de­ğil, çocuğun her dediğine evet diyen bir anlayış doğrultusunda idi. Son zamanlarda özellikle okul anlayışında bu tutum terkedilmeye başlanmıştır. [122]

Çocuğu disipline ederken iki hususa dikkat etmek gerekir.

1- Onunla  ilgili   alınan   tedbirlerin,  konulan  yasaklamaların, hatta verilen cezaların sebebini ona açıklamak

2- Alınan tedbirleri bir düzene, bir mantığa göre almak. Tutarlı bir yapı oluşturmak.[123]

Bu iki konu disiplinin başarısı ve çocukta istenmeyen oluşum­lar ortaya çıkmaması açısından son derece önemlidir.

Çocuğun kaslarının çalıştırılıp geliştirilebilmesi için bazı hareketleri yapmasının zaruri olduğunu bilmek gerekir. Yavaş ya­vaş jimnastik, takla, güreş eksersizleri yaptırabilir. Onun için ço­cuğun tehlikesiz, materyali bol ve değişik bir ortamda yalnız kal­masına imkan  verilmelidir.

Çocuğun özerklik dönemine girmesi, ondaki kabiliyetleri tesbit ve onun biçim vericiliğini[124] geliştirmek için bir fırsat olabilir. Bunun için bol ve çeşitli malzemeden yararlanılabilinir. Malzemesi bol ortam çocuk için oyuncağı çok olan ortam demektir. Çocuk eğitiminde oyuncağın çok önemi vardır. Özellikle çocuğun kağıt, kalem, boya, çamur, plastik şekillerden oyuncaklarla oyna­ması çok faydalıdır ve gereklidir. Burada dikkat edilecek husus, oyuncakların zararsız ve kullanışlı olmasıdır. İşlevsel olarak da çocuğun onlardan yeni şekiller meydana getirmesine de imkan ve­recek şekilde yapılmış olmasına dikkat edilmelidir. Oyuncak, kendi başına belirli bir şekil veya kurguya sahib olmamalıdır. Onlara çocuk biçim vermelidir. Bu onun algılama gücünü, bilin­cini, özgürlüğünü, esnek düşünme yeteneğini geliştirir. Kendine olan güvenini pekiştirir. [125] Kendi başına belirli bir şekil ve kurgusu olan oyuncaklar çocukta sadece tekrarlamayı gerçekleştirir.

Denge Yayınlarından çıkan F. Dudson'un Ahmet Gümüş tara­fından Türkçeye tercüme edilmiş Çocuğunuzu Tanıyor musunuz? isimli kitabın sonunda çeşitli yaş dönemlerine ve amaçlarına göre düzenlenmiş bir oyuncak listesi bulunmaktadır.

Bu dönemde çocuk dile ve sembolik düşünce yeteneğine sahip­tir.[126] Konuşma bir yönü ile yaşamakla öğrenilen bir maharet özel­liği gösterirse de bir yönü ile de eğitim konusudur. Önce kelimele­rin manalarını anlamakla başlayan bu faaliyet, sonra onları kul­lanarak  geliştirilir.

Kur'an'da dil ve dilin önemi ile ilgili bazı ayetler vardır. Bunlar, konuşma ve bir dil kullanmanın önemini belirtmek için dilin varlığını ve değişik toplumların dillerinin çeşitli oluşunu Allah Teala'nın varlığının delillerinden biri olarak saymaktadır. Allah'ın varlığının delili olan bir şeyin de şüphesiz en iyi şekilde öğretilmesi ve kullandırılması gerekmektedir.

"Onun delillerinden biri de? gökleri ve yeri yaratması, lisanla­rınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır." [127]

Dil zekaya bağlı olarak gelişir. Dil yeteneği ile zihin yeteneği arasında bir doğru orantı bulunduğu kabul edilmektedir. [128]

Kelimelerle dolu olan bir dünyanın içine düşmüş olan çocuk, bu kelimeleri, önce anlaması, daha sonra meramını anlatmak için bunları kullanması gerekir. İnsanlar arası ilişkiden dolayı kendi kendine oluşuyor gibi gözüken bu faaliyetin de eğitilmeye ihtiyacı vardır. Çocuğun dil eğitiminde 3 ve 4 yaş özellikle önemlidir. Kekemelik ve seslendirememe bu yaşlarda ortaya çıkar.[129] 6 yaşın sonunda çevresi ile bilgi alış-verişi yapabilecek, çevresini istekleri ve ilgileri doğrultusunda kontrol altına alabilecek ve duygularını açıklayabilecek bir seviyeye ulaşmalıdır. [130]

Dil gelişiminin çocuğun sosyal gelişimine etkisi çok büyüktür. Dili iyi kullanması, çocuğu, egosundan uzaklaştırıp sosyal bir kişi olmasını sağlar. Kendisini kontrol ve takip edebilir. Düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını öğrenir. Dolayısıyla de kendine gü­ven duygusunu hissetmesine yardımcı olur.[131] Bir anlaşma aracı olan dil, birbirleri ile anlaşmanın başka yollarını bulan ikizlerde tek çocuklara göre daha yavaş gelişir. İkizler için, el kol işaretleri, jestler, tek kelimelik cümleler normal konuşmalar kadar anlamlı olabilmekte, onun için kendi aralarında anlaşmak için çok keli­meye ihtiyaç hissetmemektedirler. Bunun sonucunda da dil geli­şimi yavaş olmaktadır.[132]

Dilin özellikle kültürel değerleri yeni nesillere intikal aracı ol­duğu[133] düşünüldüğünde Kur'an'da Allah'ın varlığına delil olarak gösterilmesi suretiyle öneminin vurgulanması çok ilgi çekicidir. Her insan, doğrudan doğruya yaşayarak öğrendiğinden çok daha fazlasını dili öğrenme yoluyla öğrenir. [134] Aynı zamanda zihinsel süreçleri de içeren dilin iyi kullanılması için yapılan eğitim, ço­cuk eğitiminde hiç bir surette ihmal edilmemelidir.

Ayrıca çocukta vicdanın oluşmasının dil öğrenimi ve kulla­nımı ile yakın alakası hiç unutulmamalıdır. Toplumla uyuşabil­mek, bunun için gerekli davranışları benimseyebilmekte konuş­manın büyük önemi vardır. Çocuk konuşmayı öğrenecek ki yap­ması veya yapmaması gereken şeyleri kendi kendine tekrarlaya­rak sindirebilsin. [135]

İlk çocukluk döneminin başlangıç zamanından itibaren çocuğun bazı hareketlerine müdahaleler yapılabilir. Ana-babaya itaat ve paylaşma duygusunu yerleştirme çalışmaları bu sıralarda üzerinde durulması gereken noktalardır. İtaat bir eğitim olayıdır. Çocukta bu duygunun oluşturulmasına çalışılmalıdır. Bu dönemde baskı ah­lakı ile yerleştirilmesi gereken alışkanlıklar vardır. Bunlar te­mizlik, tuvalet ve günlük hayat düzenine uyma alışkanlığı gibi ba­sit işler olduğu kadar, estetik zevk ve ahlaki değerler (iyilik ve kö­tülük) paylaşma, işbirliği, sevgi ve saygı, sosyal uyum gibi kom­pleks kavramlar da olabilir. Bu tip faaliyetlerde tabiatıyla çocuğun kapasitesini gözden uzak bulundurmamak gerekir.

Çocuğa yapılan bu müdahaleler onda itaatkârlık duygulan uyandırma amacı da taşımalıdır. Çocuk ana ve babasına, hocasına ve yaşça kendinden büyük olanlara itaat etmeyi öğrenmelidir. [136]

2 yaşında ortaya çıkan arkadaş seçme olgusu, 3-4 yaş civarında kuvvetli bağlılıklar haline gelir. Bu dönemde çocuk arkadaşa bağ­lanmaya ihtiyaç hisseder. Gerçi bu bağlılıkların süresi kısadır. Arkadaşlık içinde başka arkadaşlıklar da kurar. Bu yaştaki çocuk sosyalleşmeye  ihtiyaç  hisseder. Onun için, insanlarla, arkadaşlarla   nasıl konuşulur, sorun  çıktığı zaman nasıl halledilir. Bunların öğretilmesi gerekir.[137]

Bütün eğitim faaliyetlerinde çocukta özellikle dört ile yedi yaş arasında görülen ben-merkezcilik (egosantrizm)in etkilerini göz önünde bulundurmak gerekir. Ben-merkezcilik, çocuğun çevresini keşfetmesi ve bu çevrenin kendisi için olduğuna inanması, bundan dolayı da diğer insanlara önem vermemesi olayıdır. Bu yaşlardaki çocuğu bencilliğe iten bu tip duygular, eğer törpülenmezse ileriki yaş dönemlerinde alışkanlık olarak kalabilir. [138] 2 yaşında bencil olan ve beklemesini bilmeyen çocuk, üç yaşında önemli ölçüde hır­çınlığını bırakır, dört yaşında ise yavaş yavaş paylaşmayı öğren­meye yatkınlık gösterir. [139] Bazanda ölçüyü kaçırır. Çevresinde­kilere buyurmak ister. Motor (hareket) koordinasyonları bozulur. Çevresinde gördüğü her eşyayı sahiblenir. Onun bu tutarsız davra­nışları karşısında ana-baba tutarlı ve kararlı olmalıdır.

Bu dönemde çocuğu zaman zaman cezalandırmaktan çekinme­melidir.

4 yaş yaramazlığı ve hırçınlığından ana-baba artık bıktığında çocukta olağanüstü bir denge ve uyum devresi başlayacaktır. Çocuk sakinleşecek kendine güveni artacak, ipi ile kuyuya inilir bir özel­lik gösterecektir. Çevresini geniş tutacak, onlarla daha iyi ilişkiler içine girecektir. [140]

İşte bu dönemde paylaşma alışkanlığı kazandırılmalıdır. Bu olumlu gelişmeden dolayı beş yaş, çocukluğun altın yaş dönemi olarak adlandırılır.[141] Paylaşma alışkanlığı kazandırılırken za­man faktörüne dikkat edilmelidir. Çocuğun oyuncaklar ile oyna­dığı, onlara daldığı zaman, ondan onları paylaşması istenmemelidir. En iyisi bunu o sırada oynamadığı oyuncaklarla gerçekleştir­mektir. Zaman unsuru kadar da paylaşmasını istediğimiz oyunca­ğın, onun en sevdiği oyuncak olmaması da paylaşmayı kolaylaştı­racaktır. Beş yaş çocuğu çevresine karşı dostça bir yaklaşım için­dedir. İlişkileri ve davranışları dengelidir. Sorumluluk yüklenmekten ve ödüllendirilmekten hoşlanır. [142]

Ben-merkezciliğin etkisinden sıyrılıp başkalarını sevme duygu­suna ulaşıncaya kadar çocuğun daha çok yol alması gerekmektedir. Ben-merkezci duygular, çocuğun paylaşma duygusunun ortaya çıkmasına engel teşkil edebilir. Bundan dolayı ben-merkezci duy­gular çocuğu iyice etkilemeden paylaşma alışkanlığı kazandırıl­maya çalışılmalıdır. Ben-merkezciliğin çocuğun davranışlarına belirgin şekilde yansıması, onda mülkiyet duygusunun ortaya çıkması ile görülür. Bu da çocuğun paylaşma isteklerini engeller. Bu dönemde çocuk, bu duygularla sadece kendi eşyasını değil, aynı zamanda ana-babasını ve bazı hayal kahramanlarını bile paylaş­maktan kaçınır. Bu durumun mümkün olduğunca önüne geçilmeli, giderek egoistliği öne çıkarması muhtemel olan ben-merkezcilik törpülenmelidir. Çocuk kavramsal düşünme yeteneğini geliştir­dikçe ben-merkezcilikten uzaklaşır. Bu da 8 yaşlarında mümkün olur.[143]

6 yaş çocuğu, 5 yaşın sakinliğini terketmiş, tekrar serkeşlik dö­nemine girmiştir. Dengesiz ve isyankardır. Genellikle "ne oldu bu çocuğa" dedirtecek davranışlar sergiler. Tembel ve kararsız bir gö­rünümdedir. Bu yaş bir geçiş dönemidir. Çocuk bu dönemin sıkıntı­larını yaşar. Okula gönderilmesi, dış dünya ile temas ettirilmesi bu sıkıntıları nisbeten azaltır. Grup oyunlarına yönelen çocuk, sos­yalleşmeye de başlar. Kötü arkadaş edineceği gerekçesiyle çocuğun arkadaşlık  ilişkileri  engellenmemelidir. [144]

Bu yaş döneminde çocuk yetişkin insan tabiatını elde etmeye yönelik bazı faaliyetlere de sevkedilmelidir. Şayet yedi yaşın so­nunda ahlâki bazı meziyetler ve zihni alışkanlıklar elde edil­mezse, bundan sonra bunların tamamen kayboldukları görülecek­tir. Bu yaşlarda yeteri derecede eğitilmeyen çocuk için kaybedilen zamanı yakalamak ve çocuğun geçmediği yolda vakit geçtikten sonra onu yürütebilmek çok güç olacaktır. [145]

Bu yaş döneminin en zor çalışması, çocuğa, Allah inancını ka­zandırma çalışmasıdır. Bu dönemin sonunda bu çalışmaların baş­latılması gerekmektedir. Burada problem, çok küçük yaşlarda soyut bir varlığı tanıtma zorluğu ve gene soyut bir kavramı (iman) çocuk için anlamlı bir biçime sokup onda, onu düşünebilme özelliğini gerçekleştirmektir. Çocuk psikolojisi alanında çok geniş çalışma­ları yapan ve bugün modern çocuk psikolojisine anahtar kavramlar kazandıran Piaget'e göre, bu yaşlarda çocuk somut kavramları ve eşyayı tanıma ve öğrenme dönemine yeni girmiştir. Zihinsel faali­yetler sonucu "değişmezlik" ilkesini yeni elde etmiştir. Yani eş­yada gördüğü görünüşteki bazı değişmelerin onun sabit kalmasına etki etmediğini idrak edebilir.[146] Zihinsel faaliyetleri de yeni yeni gerçekleştirmektedir.

Çocukta zihinsel faaliyet şu süreçleri kapsar:

a)  Algılama: Bilginin yorumlanması, düzenlenmesi ve yeniden bulunması

b)  Bellek: Algılanan bilginin depo edilmesi

c)  Muhakeme: Bilgiyi kullanabilme

d)  Düşünme: Bilgiyi ve çözümleri niteliğe kavuşturmak, değer­lendirmek

e)  Kavrama: Bilginin iki veya daha fazla kısımları arasındaki yeni ilişkileri tanıyabilme. [147]

Çocuk bunları basit anlamda ve kendi çapında faaliyet ve dav­ranışlarında gerçekleştirdiğinin ipuçlarını vermelidir. Çünkü ço­cuk bu dönemde (Piaget'e göre) işlem öncesi evreyi tamamlamış iş­lem dönemine girmiştir. İşlem, Piaget'in çalışmalarında temel kavramdır. Mesela bir bardak suyun, şekli değişik bir başka bar­dağa aktarıldığında miktarının değişmediğini düşünmek bir iş­lemdir. İşte bu dönemde çocuk bu tür zihinsel işlemleri gerçekleştirebilmelidir.

Çocuk üç yaşından itibaren dini inançlar, dini nitelikli davra­nışlar ve korku ile ilgilenmeye başlar. Kafasında yavaş yavaş güçlü ve büyük sıfatları ile özdeşleştirdiği ve çevresinde bu sıfatları taşıyan kişilerle somutlaştırdığı bir Allah tasavvuru oluşur. Dini inanç gittikçe de canlılık kazanır.

Bu yaş döneminde çocuklar henüz somut düşünce aşamasından soyut düşünceye tam olarak geçemediklerinden Allah'ı da önce in­sanî vasıflarla (antropomorfik) düşünmeleri kaçınılmazdır. [148] Çünkü çocuk bu sırada somut kavramları daha kolay elde eder. O da bu kolay yolu tercih eder. Halbuki bu dönemde beynin % 9O'ı oluşmuş,   zekanın   fonksiyonları  %  50'nin   üzerinde   gerçekleştirilmektedir.[149] Çocuğa Allah inancı gereği gibi anlatılsa onun da olumlu karşılık vereceği aşikârdır. Fakat bu karşılık, olması gereken seviyede olmayacaktır. Gene de 6,5-7 yaşlarında Piaget'e göre çocukta sayı kavramı oluşur. Bu çağda kendisine öğretilmemiş bile olsa sayıları ve aralarındaki ilişkileri bilebilir. [150] Öyle ise çocuğun iman, inanma ve yaratıcı gibi mücerred kavramları belli seviyede öğrenmesine engel yoktur. Çocuktaki idrak ve algı, soyut kavramları daha geç yaşlarda ilgi alanı içine alır. (Piaget'e göre 11 yaşında) Halbuki 7 yaşından itibaren namaz alışkanlığı kazandırma çalışmasına başlanacaktır. Öyle ise sözgelimi 6 yaşında Allah ve ona inanma eğitimi ile ilgili çalışmalarının başlatılması gerekmektedir. Zaten bu yaşta çocuk yavaş yavaş Allah'ı insanlardan ayırmaya başlamaktadır. 7-9 yaş grubu çocuklarda da Allah arayışı 10-12 yaş grubuna göre daha etkin görünmekledir. [151] Öyle ise bu dönemdeki eğitime hazır­lanmalıdır.

2-4 yaş arasını kavram öncesi evre, 4-7 yaş arasını sezgi evresi olarak niteleyen Piaget bu iki döneme (2-7 yaş arasına) işlem ön­cesi evre demektedir. Kavram öncesi evrede çocuk eşyaya başka şeylerin simgesi olarak bakar. Bebeği ile canlı gibi konuşur. Elindeki deyneğe at gibi biner.[152] Bu dönem Allah'a iman konusunda hazırlık dönemi olarak görülmelidir. Çocuk dini faaliyetlere zorlanmadan bir nevi oyun anlayışı içinde onlarla tanıştırılmalıdır. Bu dönemde basit anlamda bazı sözler çocuğa öğretilmelidir. Allah adı, Besmele çekmek, bazı dini sözler ve melodiler (ilahiler) öğretilebilir. Dini oyunlar oynatılabilir. Hikayeler ve kıssalar anlatılabilir.

Din psikolojisinde çocuk üzerinde yapılan araştırmalarda çocu­ğun Allah'ı arama (Allah tasavvuru) hususunda üç yolu kullandığı görülmektedir. [153]

 

a) Sezgisel İç Gözlem Yolu:
 

(Kalp yolu) Ruhun temel fonk­siyonlarından birisi, duygusal iç gözlemden kaynaklanan sezgi­dir. Bazı arayışlar sonucunda çocuğun Allah'ı kalbinde bulacağını, Allah'ın kalbinde doğacağını söylemek mümkündür.

Çocukta inancın gelişmesine etki eden iç faktörler şunlardır:

a- Ferdi kabiliyet, ruhî hazırlık

b- Alaka, istek, eğilim

c- Merak ve duygusal arayış

d- Zihinsel arayış.[154]

Çocukta kendisine yardım edecek ve onu koruyacak bir sonsuz kuvvet arayışı vardır. Henüz isim takmadığı, fakat zamanla öğre­neceği ilahi kuvveti durmadan arar. [155]

Burada önemli olan çocuğun bu arayışı nasıl temin edeceği hu­susudur. Bilindiği gibi çocuğun bir çok temel ihtiyaçları vardır. Emniyet ve güven duyma, dayanma, güvenme, sığınma, korunma, teslim olma bunlardandır. Kişiliğin sağlıklı gelişimi bu ihtiyaçla­rın teminine bağlıdır. Allah inancının, temel ihtiyaçların doyu­rulmasında önemli rolü olduğu kabul edilmektedir. Nemetschek'e göre Allah, çocuklar için gerçek ve kaçınılmaz bir sığınak, dayanak ve emniyet kaynağıdır. Çaresiz ve ümitsiz kaldıklarında Al­lah'ı aramakta ve ona yönelmektedirler. Kendiliğinden doğup ortaya çıkan bu duygu, insanın tabiatında varolup ayrıca akılla ısbatı da gerekmemektedir. [156] Çocukta, doğuştan gelen Allah tasavvuruna yönelik bir eğilim vardır. Bu eğilim geliştirilmelidir. Yoksa yok olabilir.[157] Görüldüğü gibi bu tabii eğilimin gerek ortaya çıkışında gerekse geliştirilmesinde eğitime ihtiyaç vardır.

İnsanın imana yatkın oluşuna ve Allah'ı tanıma temayülleri taşımasına Kur'an'da "Kalu bela" olayı anlatılırken temas edilir. (Araf, 7/172) Bu noktada eğiticiye düşen görev, Allaha sığınma ihti­yacı içinde olan çocuğa Allah'ı, kendisine sığınılacak bir varlık olarak tanıtmaktır. Onun için anne-baba çocukları ile Allah ara­sındaki bağı, sevgi çerçevesi içinde kurmalıdır. Çocuk Allah’ı sev­meli; Allah'ın da kendisini sevdiğine inanmalıdır. Böylece ona gü­venecek ve gerektiğinde ona sığınacaktır. Öyle ise çocuk Allah'ı esirgeyen bir varlık olarak tanımalıdır.

Terbiye ve ibadet için Allah korkusunun aşırı derecede kulla­nılması, çocuğun duygusal gelişmesine olumsuz etkiler yapabile­cektir. Salzman, böyle bir tutumun çocuğun dinsiz olması için baş vurulacak en iyi yol olduğunu söyler.[158]

Çocuğun Allah'ı tanımasında yapılabilecek en büyük hata, Allah'ı, sürekli olarak kendisinden korkulması gereken bir varlık olarak tanıtmaktır. Anneler babalar, çocuğun yapmasını isteme­dikleri davranışın cezalandırıcısı olarak Allah'ı ortaya sürmeleri, işin kolay ve kestirme yolu gibi gözükürse de bu tutum çocuğun zihninde çok olumsuz bir Allah tasavvurunun oluşmasına yol açar. "Taş yapan," "cehennemde yakan," "elsiz, dilsiz bırakan" bir Allah imajı, çocuğu bütün hayatı boyunca etkiler. Zaten çocukluk dönemi çeşitli korkuların yaşandığı bir dönemdir. Bunlara korkulacak bir varlık olarak Allah'ın da, eklenmesi, ilerde önü alınamaz sonuçlar doğurur. Çocuk belki de hiçbir zaman Allah ile sevgi temelinde ilişki kuramayabilir.

Mualla Öztürk bir makalesinde, aşırı derecede gelişmiş "Allah korkusu"nun ortaya çıkardığı bir takım rahatsızlıkları ele al­makta ve çocuğun zamanla yenemediği mikrop, hastalık, ölüm gibi korkularının içinde ve başında Allah korkusu olduğunu söylemek­tedir.[159] Onun için bu duruma meydan vermekten kaçınmalıdır. Hatta Allah'ın çocuklar için günah yazmadığı sık sık vurgulanarak, çocuğun Allah'a yaklaşması temin edilmelidir.

Ayrıca bu dönemin çocukta duygusal öğrenme çağı olduğu dü­şünülerek eğitim duyguların (sevgi, merhamet, saygı gibi) üzerine kurulursa çocuğun Allah'ı öğrenmesi kolaylaşacaktır. Duygunun da başlangıcı heyecanlardır. Onların düzgün ve yerleşmiş hali duyguları oluşturur. İşte bu heyecan ve duygular, Allah inancına temel yapılmalıdır.[160]

 

b) Akıl Yolu:

 

Akıl Allah'ı bulabilecek güçtedir. Akıl bu işle­vini 5 yaşından sonra, kendi şartları içinde sınırlı olarak gerçekleştirebilir. Beynin bu dönemlerde yeteri kadar da büyüdüğünü ve işlevlerinin yarısını bu yaşlarda gerçekleştirebildiğini biliyoruz. Çünkü çocukluk döneminde en hızlı büyüyen ve gelişen organ be­yindir. Çocuk beş veya altı yaşa geldiğinde beyin en son ağırlığının yüzde doksanına ulaşmış olur.[161]Çocuk kendi varlığını, çevresini tabiat olaylarını sorgulamakta onların nasıl ve niçin var olduğunu, nasıl işlediklerini, geliştiklerini ve değiştiklerini görmekte ve düşünmektedir. Yani eşyadaki değişimi görüp değiştireni sormaktadır.[162] Kelam ilmindeki "hudus" delilinin, tasavvuftaki "eserden müessire ulaşmak" metodunun çocuk dünyasına bir yansıması olan bu durum, çocuğu çeşitli sorular sormaya yöneltecektir? Öyle ise bu dönemde çocuğu soru sorar hale getirmek gerekecektir. Bunun da en güvenilir yolu onun çevresinde bol bol materyal bulundurmaktır. Bu materyaller sözgelimi ona takılan bir enam veya evin en saygın köşesinde asılı duran Kur'an-ı Kerim, dini levhalar, Kabe resmi v.b. gibi şeyler olabilir.

Soru sorma ve oyuna düşkünlük bu dönemin en belirgin iki özelliğidir. Her iki faaliyette öğrenmeye yöneliktir. Eğitimci ve din adamı olan Salzman, Allah'a iman etmesinde babasının sürekli kendisini kırlara getirmesinin ve bu gezilerde kendisine Allah'ın büyüklüğünden bahsetmesinin çok büyük etkisi olduğunu söyler.[163] Dini tecrübelerin çok olması çocuğun soru sormasını kolaylaştıra­caktır. Ailenin yaşantı biçimi, çevredeki dini atmosfer, yapıl


Konu Başlığı: Ynt: Bebeklik dönemi
Gönderen: 8-D fatma zehra üzerinde 18 Haziran 2014, 16:03:44
niniyi çok beğendim kardeşime söyleyeceğim önemli bilgiler