๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Cenaze kitabı => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 10 Mart 2011, 22:08:03



Konu Başlığı: Ölümden sonra hazır bulunanların görevleri
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Mart 2011, 22:08:03
ÖLÜMDEN  SONRA  HAZIR  BULUNANLARIN GÖREVLERİ

 



›-17-  Kişinin hayatı sona erip, ruhunu teslim ettiğinde çevresinde bulunanlara bazı görevler düşer:

 

a,b- Gözlerini kapatmaları ve ona hayrına dua etmeleri. Um Seleme şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a) Ebu Seleme'nin yanına girdi. Gözleri açık kalmıştı, gözlerini kapattıktan sonra şöyle dedi: Ruh kabzedildiği vakit göz arkasından bakar. Aile halkından birtakım kimseler feryad edince şöyle buyurdu: Sizler kendi hakkınızda hayırdan başka bir şeyle dua etmeyiniz. Çünkü melekler söylediklerinize amin derler. Sonra şöyle buyurdu: Allah'ım Ebu Seleme'ye mağfiret buyur. Onun hidayete erdirilmişler arasındaki derecesini yükselt. Geriye bıraktıkları üzerine ondan sonra yerini tutacak başkalarını ihsan et. Bize de, ona da mağfiret buyur ey alemlerin Rabbi. Kabrinde ona genişlik ver ve orayı onun için nurlandır."[1]

 

 

c- Bütün bedenini örtecek bir örtü ile onu örtmelidirler. Çünkü Aişe (r.anha) rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir:"Rasûlullah (s.a) vefat ettiğinde bir Yemen kumaşı ile üzeri örtüldü." [2]   

 

d- Bu durum hac için ihramlı iken ölenlerin dışında kalanlar içindir. İhramda iken ölen bir kimsenin başı ve yüzü örtülmez. Çünkü İbn Abbas rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir:

"Bir adam Arafat'ta vakfede iken bineğinden düşüverdi ve boynunu kırdı. Peygamber (s.a) onu su ve sidr ile yıkayınız. İki kefen bezi ile kefenleyiniz. (Bir rivayette iki ihram parçasıyla) denilmektedir. Hanut koymayınız (bir başka rivayette hoş koku koymayınız). Başını örtmeyiniz, [yüzünü de] çünkü o kıyamet gününde telbiye getirdiği halde diriltilecektir." [3]

 

e- Ölümü kesinleştikten sonra techizini yapıp (mezarına) çıkartmakta ellerini çabuk tutmaları gerekir. Çünkü Ebu Hureyre (r.a)'ın merfu olarak rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Cenazeyi ... çabuklaştırınız." Hadis ileride kırkyedinci bölümde tamamen kaydedilecektir.Bu hususta bundan daha açık iki hadis daha vardır. Fakat her ikisi de zayıftır. Bundan ötürü onları kaydetmedik.

 

o             Birinci hadis İbn Ömer'den Peygamber efendimize merfu olarak nakledilmiş olup, lafzı şu şekildedir:"Sizden birisi öldü mü onu alıkoymayınız. Onu kabrine götürmekte elinizi çabuk tutunuz. Başının ucunda Bakara'nın ilk âyetleri, ayaklarının yanında da son âyetleri okunsun."[4]

 

 

o             Bize Eyyub b. Nuheyk el-Halebî ez-Zührî -Sad b. Ebi Vakkas'ın ailesinin azadlısı- anlatarak dedi ki: Ata b. Ebi Rebah el-Mekkî'yi şöyle derken dinledim: İbn Ömer'i şöyle derken dinledim deyip, bu hadisi zikretmektedir. Derim ki bu oldukça zayıf bir seneddir. Bu senedde iki illet vardır: Birinci illeti el-Babulutî'dir. Hafız (İbn Hacer)'in et-Takrir adlı eserde belirttiği gibi zayıf bir ravidir. İkinci illet ise hocası Eyyub b. Muheyk'dir. O, ondan da zayıftır. Ebu Hatim ve başkaları zayıf olduğunu söylemişlerdir. el-Ezdî metruk bir ravidir demiştir. Ebu Zür'a: Hadisi münkerdir demiştir.)

 

Hafız (İbn Hacer) münker olduğu açıkça ortada olan bir başka hadis rivayet etmektedir. Bu hadisi Yahya b. Abdullah yoluyla nakletmektedir: Bize Eyyub, Mücahid'den, o İbn Ömer'den (Peygamber efendimize) merfu olarak rivayet etti... Sonra şöyle demektedir:

"Yahya zayıf bir ravidir fakat onun bunu (bu rivayeti nakletmesi) ihtimali yoktur."[5]

 

İkinci hadis ise Huseyn b. Vahvah'dan rivayet edilmektedir: "Talha b. el-Bera hastalandı. Peygamber (s.a) onu ziyarete gitti ve şöyle dedi: « Benim gördüğüm kadarıyla Talha ölecektir vefat ettiği vakit bana haber veriniz ki onun cenazesinde bulunayım, namazını kıldırayım. Onu (mezara götürmekte) acele ediniz. Çünkü bir müslümanın cesedinin aile halkı arasında alıkonulmaması gerekir." »[6]

 

 

Diğer taraftan Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadisin sözünü ettiğimiz hususa delil getirilmesi "elinizi çabuk tutunuz" ifadesinden kastın cenazenin techiz işinde elin çabuk tutulması olduğuna binaendir. Bundan maksadın cenazenin kabrine taşınıp götürülmesinde elin çabuk tutulması olduğu görüşüne gelince, o vakit bununla istidlal tam olmamaktadır. Çünkü önce Kurtubi'nin, sonra Nevevi'nin daha kuvvetli gördüğü bir görüştür. Hafız İbn Hacer ise az önce haklarında sözettiğimiz iki hadise dayanarak birinci görüşü daha kuvvetli görmektedir ki bunun hali de açıkça ortadadır.

 

Diğer taraftan avam arasında oldukça meşhur üçüncü bir hadis daha vardır ki o da: "Ölenin ikramı defnedilmesidir." sözüdür. Halbuki bunun es-Sehavi'nin el-Makasidu'l-Hasene (no: 150)'de olduğu gibi aslı astarı yoktur.

 

f- Öldüğü şehirde onu defnetmeleri ve başka bir yere onu taşımamaları. Çünkü böylesi az önce geçen Ebu Hureyre hadisinde emrolunan çabuklaştırma işine aykırıdır. Buna yakın bir hadis de Cabir b. Abdullah (r.a)'ın rivayet ettiği hadistir. O şöyle demektedir: "Uhud günü (olan) olunca şehid düşenler baki'de defnedilmek üzere götürülmek istendi. Rasûlullah (s.a)'ın münadisi şöyle seslendi: Rasûlullah (s.a) sizlere öldürülenleri öldürüldükleri yerlerde defnetmenizi emretmektedir. -Bu sırada annem, babamı ve dayımı (bir devenin iki yanında (bir rivayette onları iki tarafına koydu) [su çeken bir devenin üzerinde] baki'de defnetmek üzere taşımıştı.- Geri döndürüldüler.  (Bir rivayette şöyle demiştir: Onları da diğer öldürülenlerle birlikte öldürüldükleri yerlere geri çevirdik.)" [7]

 

 

o             Bundan dolayı Aişe (r.anha) Vadi'l-Habeşe denilen yerde bir kardeşi ölüp de öldüğü yerden taşınıp getirilince şöyle demiştir:  "Benim rahatsız olduğum yahutta içten içe beni üzen husus sadece onun öldüğü yerde defnedilmiş olmasını arzu etmemdir." Bu rivayeti Beyhaki sahih bir senedle kaydetmiştir.Nevevi, el-Ezkar adlı eserinde şunları söylemektedir:

"Ölen bir başka beldeye taşınmasını vasiyet edecek olursa, bu vasiyeti yerine getirilmez. Çünkü çoğunluğun kabul ettiği, tercih edilen ve sahih olan mezhebimizin ve muhakkiklerin de açıkça ifade ettikleri görüşe göre (cenazeyi öldüğü yerden) taşımak haramdır."

 

g- Bazılarının onun malından -isterse malının tamamını kapsasın- borcunu ödemeye koşması gerekir. Şâyet herhangi bir malı yoksa eğer borcunu ödemek için gayret harcamış birisi ise devlet onun adına borcunu öder. Devlet bu işi yapmayarak birileri bu işi kendiliğinden (hayır olsun diye) yapar. Bu hususta birkaç hadis vardır:

 

Birincisi : Sad b. el-Atbal (r.a)'dan gelmektedir: "Kardeşi öldü ve geriye üçyüz dirhem bıraktı ve bakıma muhtaç çoluk çocuğu kaldı. (Sad) dedi ki: Ben bu paraları çoluğuna çocuğuna harcamak istedim. Fakat Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: « Senin kardeşin borcu dolayısıyla alıkonulmaktadır. [Git] onun borcunu öde. » [Gittim onun borcunu ödedim, sonra geldim.] Ey Allah'ın Rasûlü dedim. Onun borçlarını ödedim. Tek istisna bir delili bulunmayan bir kadının alacağı olduğunu iddia ettiği iki dinar kaldı. Peygamber şöyle buyurdu: "O kadına (o parayı) öde. Çünkü o bir hak sahibidir. (Bir rivayette: Doğru söylüyor.)"[8]

     

 

o             İkinci hadis : Semure b. Cündüb'den gelmektedir: "Peygamber (s.a) bir cenaze üzerine namaz kıldı. (Bir rivayette: Sabah namazını kıldı). Namazı bitirince: Burada filanın ailesinden kimse var mı? diye buyurdu. [Herkes sustu. Çünkü Peygamber kendiliğinden onlara bir şey söyledi mi susarlardı.] Bunu birkaç defa söyledi. [Üç defa tekrarladığı halde kimse ona cevap vermedi], [bir adam: O aradığın işte budur dedi.] (Semura) dedi ki: İnsanların arka tarafından birisi elbisesini sürükleyerek kalktı. [Peygamber (s.a) ona şöyle dedi: İlk iki defa (seslenişim)de bana cevab vermene engel olan ne idi?] Ben ise ancak bir hayır dolayısı ile senin adını söyledim. Filan kişi -onlardan olan birisinin adını vererek- borcu dolayısıyla esir alınmıştır.] Cennete gitmekten alıkonulmuştur. Arzu ederseniz onu esaretinden kurtarınız, arzu ederseniz onu Allah'ın azabına terkediniz.] Onun akrabalarını ve durumuyla ilgilenenleri kalkıp da onun borcunu ödediklerini bir görseydin. [Nihayet hiçbir kimsenin ondan bir isteyecek alacağı kalmadı.] [9]       

 

İkinci rivayet: iki müsnede aittir. Birinci ve ikinci fazlalık Hakim'e aittir. Üçüncü ve beşinci fazlalık da öyle. İkinci fazlalığı Beyhaki zikretmektedir. Üç ve dördüncü fazlalığı Ahmed de rivayet etmiştir. Beşinci fazlalığı Tayalisi zikretmektedir. Tayalisi, Ahmed ve Ebu Davud müştereken altıncı fazlalığı zikretmişlerdir.

 

o             Üçüncü hadis: Cabir b. Abdullah'tan gelmektedir. O dedi ki: "Bir adam vefat etti. Onu yıkadık, kefenledik, hanud (güzel kokular) koyduk ve onu Rasûlullah (s.a) için (cenaze namazını kılmak üzere) cenazelerin konulduğu makam-ı Cibril'in yakınında bıraktık. Daha sonra Rasûlullah (s.a)'a üzerinde cenaze namazı kılmak üzere haber verdik. Bizimle beraber geldi. Bir kaç adım [adımladı] sonra şöyle dedi: Galiba sizin bu adamınızın borcu var.

 

Onlar evet iki dinar borcu var dediler. Peygamber geri durdu [ve: adamınızın namazını kılınız diye buyurdu]. Bizden Ebu Katade diye bilinen bir adam ey Allah'ın Rasûlü ben onları ödemeyi üzerime alıyorum dedi. Bu sefer Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: Onları ödemek senin üzerine ve kendi malından (olacak) ve ölü bunlardan artık beridir (öyle mi) diye buyurdu. Adam evet dedi. Bu sefer Peygamber onun namazını kıldırdı. Rasûlullah (s.a) Ebu Katade ile karşılaştı mı (bir rivayette: sonra ertesi günü onunla karşılaşınca dedi ki): o iki dinarı ne yaptın demeye koyuldu.

 

[Ebu Katade dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü henüz daha dün öldü.] Nihayet bundan sonra bir seferinde (diğer rivayette şöyle denilmektedir: Daha sonra bir sonraki gün onunla karşılaşınca: İki dinar ne yaptı? diye sordu.) (Ebu Katade) dedi ki: Onları ödedim ey Allah'ın Rasûlü dedi. (Peygamber) şöyle buyurdu: İşte şimdi onun derisi serinlemeye başladı (borcu ödendiği için üzerinden azab kaldırılmış oldu)."[10]

 

 

Hakim ise: "İsnadı sahihtir" demiş olup, Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir.

Diğer rivayet ise -Hakim'in dışında- fazlalıklar hepsinde mevcuttur. Ancak ikinci fazlalığı sadece Tayalisi kaydetmiştir.

 

İki Uyarı:

1. Bu hadis-i şerif Ebu Katade'nin borcu ödemesinin Peygamber (s.a)'ın ölen üzerinde namaz kıldığından sonra gerçekleştiğini ifade etmektedir. Ancak bu müşkil (nisbeten izahı zor) bir husustur. Çünkü bizzat Ebu Katade'den sahih olarak nakledildiğine göre o bu borcu namaz kılınmasından önce ödemiştir. Nitekim bu hadis 51. meselede gelecektir. Eğer bu olay birden çok olmuştur diye anlaşılmayacak olursa, Ebu Katade'nin yaptığı rivayet Cabir'in naklettiği hadisten daha sahihtir. Çünkü Cabir'in hadisinde Abdullah b. Muhammed

 

b. Akîl vardır ki onun hakkında (cerhedici mahiyette) sözler söylenmiştir. O kendisine muhalif olarak gelmeyen rivayetlerde hadisi hasen bir kimsedir. Ancak ona muhalefet edilmiş ise delil olmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

2. Bu hadisler ölünün kendi adına borcun ödenmesi ile faydalandığını ifade eder. İsterse bu onun oğlu dışında birisi tarafından ödenmiş olsun. Ayrıca yapılan bu ödemenin azabını kaldırdığını da ortaya koymaktadır. O halde bu rivayetler şanı yüce Allah'ın: "İnsan için çalıştığından başkası yoktur."  (en-Necm, 53/39) buyruğu ile Peygamber efendimizin: "İnsan öldü mü ameli kesilir. Şu üç husus müstesna..." hadisinin umumi ifadesini tahsis eden rivayetler arasındadır.

 

Bu son hadisi Müslim ve el-Edebu'l-Müfred'de Buhari ve Ahmed rivayet etmişlerdir.

Fakat ölen adına borç ödemek ayrı bir şeydir. Onun adına sadaka vermek ayrı bir şeydir. Borç ödemek tasadduktan daha özeldir. Bazıları verilen sadakanın ölene mutlak olarak ulaşacağı üzerinde icma olduğunu nakletmişlerdir. Eğer bu görüş bu hususta sahih ise" [11]mesele yok. Aksi takdirde onun adına sadaka vermeye dair varid olmuş hadisler sadece evladın anne-babası adına sadaka vermesi ile ilgilidir. Bu ise hadisin açık ifadesi (nassı) gereğince onların kazançları arasındadır. Dolayısıyla yabancı bir kimsenin onlara kıyas edilmesi caiz olamaz. Çünkü bu açıkça görüleceği üzere kıyas maa'l-farik'dir. (Yani) sadaka vermek, borç ödemeye kıyas edilmez. Çünkü az önce belirttiğimiz gibi sadaka vermek daha umumidir.  İleride bu mesele 117. meselede daha geniş bir şekilde açıklanacaktır.

 

o             Dördüncü hadis: Yine Cabir'den şöyle dediği rivayet edilmektedir:"Babası Uhud günü şehid düştü ve altı kız çocuğu bıraktı. Üzerinde [otuz vesk] borç da bıraktı. [Alacaklılar haklarını sıkı bir şekilde istemeye koyuldular.] Hurmaların toplanma zamanı gelince, Rasûlullah (s.a)'a gittim ve şöyle dedim: Ey Allah'ın Rasûlü sen de biliyorsun ki benim babam Uhud günü şehid düştü ve geriye pekçok borç bıraktı. Ben de alacaklıların seni görmelerini arzu ediyorum. Şöyle buyurdu:

 

Git, her bir hurma çeşidini başlı başına bir arada harman yap. Ben de onun dediğini yaptım, sonra çağırdım. [Sabah olunca yanımıza geldi.] Alacaklılar onu görünce, anında bana kızdılar. Onlar yaptıklarını görünce, bu harmanların en büyükleri etrafında üç defa dolaştı. [Ve mahsulünün bereketlenmesi için dua etti.] Sonra başında oturdu, sonra adamlarını çağır dedi. Onlara kileyle ölçüp durdu. Nihayet Allah babamın emanetini (vasiyetini) eksiksiz yerine getirmiş oldu."[12] Ben ise Allah'a yemin ederim. Babamın emanetini (vasiyetini) yüce Allah eksiksiz ödetsin de kızkardeşlerime tek bir hurma tanesi dahi götürmemeye razı idim. Fakat Allah'a yemin ederim bütün harmanlar olduğu gibi kaldı.

 

Nihayet ben Rasûlullah (s.a)'ın başında oturduğu harmana baktım da ondan tek bir hurma tanesi dahi eksilmemiş gibiydi. [Rasûlullah (s.a) ile birlikte akşam namazına vardım.]"[13] Bunu ona sözkonusu ettim, şöyle buyurdu: Ebu Bekir ve Ömer'e git de onlara bu hususu bildir. (Onlara durumu haber verince her ikisi de) dedi ki: Biz Rasûlullah (s.a) bu işi yaptı mı bunun böyle olacağını zaten biliyorduk."[14]

 

 

o             Beşinci hadis: yine Cabir'den rivayet edilmiştir. O dedi ki: "Rasûlullah (s.a) hutbe okumak üzere ayağa kalkar, Allah'a hamdeder, O'na layık olduğu vechile senalarda bulunur ve şöyle derdi: Allah kime hidayet verirse onu saptıracak yoktur, onun saptırdığına da kimse hidayet veremez. Şüphesiz sözün en hayırlısı Allah'ın kitabı ve hidayetin en hayırlısı Muhammed'in gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüleri ise sonradan ortaya çıkartılanlarıdır. Sonradan ortaya çıkartılan herbir iş bir bid'attir. [Ve her bid'at bir sapıklıktır ve herbir sapıklık ateştedir.] Kıyameti sözkonusu ettiği vakit gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi artardı. Sanki o bir orduyu [şöyle diyerek] uyaran bir uyarıcı idi: Sabaha varmaz, akşama varmaz (size baskın yapacaktır). Kim bir mal bırakırsa, onun mirasçılarına aittir. Kim de bakıma muhtaç kimseler (çoluk çocuk) yahut bir borç geriye bırakırsa o benim üzerimedir ve bana aittir ve şüphesiz ben mü'minler[e] [en] yakın olanım. (Bir rivayette: Her mü'mine kendi nefsinden... şeklindedir.)"[15]

 

o             Altıncı hadis: Aişe (r.anha)'dan olup o şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Her kim benim ümmetimden bir borç yükü altına girer de onu ödemek için gayret harcamakla birlikte onu ödemeden ölürse onun velisi benim."[16]



[1] (Hadisi Müslim, Ahmed (VI, 297), Beyhaki (III, 334) ve başkaları rivayet etmiştir.)

 

[2] (Hadisi Buhari ve Müslim Sahih'lerinde, Beyhaki (III, 285) ve başkaları rivayet etmişlerdir.)

 

[3] (Hadisi Buhari ve Müslim Sahih'lerinde Ebu Nuayn el-Mustahrac (vr. 139-140), Beyhaki (III, 390-393)'de rivayet etmişlerdir. (Belirtilen) fazlalık Buhari'de bulunmamaktadır.)

[4] (Hadisi Taberani el-Mucemu'l-Kebir'de (III, 208/2), el-Hallam, el-Kıraat-u inde'l-Kubur (k. 25/2)'de Yahya b. Abdullah ed-Dahhak el-Babulutî'den rivayet edilmektedir:

 

[5] ( Bunu bildiğimize göre hafızın Fethu'l-Bari'de (III, 143), Taberani'nin rivayet ettiği bu hadis hakkında: "İsnadı hasendir demesine gerçekten hayret edilir. Şevkanî de bu değerlendirmesini Neylu'l-Evtar'da (III, 309) nakletmekte ve olduğu gibi kabul etmektedir.)

 

Heysemi ise Mecmau'z-Zevaid, (III, 44)'te şunları söylemektedir: "Bunu Taberani, el-Kebir'de rivayet etmiştir. Senedinde Yahya b. Abdullah el-Babulutî vardır. O da zayıf bir ravidir." Ancak o da Eyyub b. Muheyk'in bu senedde yer aldığını söz konusu etmemiştir. Halbuki Eyyub -az önce geçtiği üzere- Yahya'dan da kötüdür.

 

[6] (Hadisi Ebu Davud ve Beyhaki (III, 386-387) rivayet etmiş bulunmaktadır. Senedinde Urve -Azre de denilir- b. Said el-Ensari vardır. O bunu babasından rivayet etmektedir. Ancak her ikisi de -hafızın takrir'de belirttiği gibi- meçhuldür.)

[7] (Hadisi dört Sünen sahibi ile İbn Hibban, Sahih'inde (196-Mevarid)'de rivayet etmişlerdir. İkinci rivayet ona aittir. Ayrıca Ahmed (III, 297-380), Beyhaki (IV, 57) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Tirmizi: "Hadis hasen, sahihtir" demektedir. Fazlalık Ahmed'in kaydettiği bir rivayete ait olup, ileride onun lafzı 80. bölüm... (?) meselede gelecektir.)

 

[8] (Hadisi İbn Mace (II, 82), Ahmed (IV, 136, V, 7), Beyhaki (X, 142)'de rivayet etmiştir. Hadisin iki senedinden biri sahihtir. Diğeri ise İbn Mace'nin senedi gibidir. el-Busirî, el-Zevaid adlı eserinde sahih olduğunu belirtmektedir. Hadisin anlatımı ve ikinci rivayet Beyhaki'ye ait olup, aynı zamanda bu rivayet ile fazlalıklar da Ahmed'in kaydettiği rivayetlerden birisi ile aynıdır.)

[9] Bu hadisin İbn Abbas tarafından rivayet edilen bir şahidi daha vardır. Bunu Taberani, el-Mu'cem el-Kebir (k. 156/2)'de zayıf bir sened ile rivayet etmiştir. (Bu hadisi Ebu Davud (II, 84), Nesai, (II, 233), Hakim (II, 25-26), Beyhaki (VI/4/76), Müsned'inde Tayalisi (no: 891-892) rivayet etmişlerdir. Aynı şekilde Ahmed de (V, 11-13-20) rivayet etmiştir. Kimisi bu hadisi eş-Şabi'den, o Semure'den diye rivayet ederken, kimisi ikisi arasına Sem'an b. Müşennic'i sokmaktadır. Birinci şekilde Hakim'in dediği ve Zehebi'nin de ona muvafakat ettiği üzere Buhari ile Müslim'in şartına göre sahihtir. İkinci şekilde ise sadece sahihtir.)

 

[10] (Hadisi Hakim (II, 58) rivayet etmiştir. Anlatım ona aittir. Beyhaki (VI, 74-75), Tayalisi (1673), Ahmed (III, 333), el-Heysemi'nin (III, 39) dediği gibi hasen bir isnad ile rivayet etmiştir.)

[11] İleride tahkiki geleceği üzere bu husustaki icma sahih olarak nakledilmiş değildir.

[12] Maksat borcunun ödenmesi için oğluna yaptığı vasiyettir. Onun buna dair hadisi birinci bölüm, 4. meselede görülebilir.

 

[13] Elimizdeki baskıda köşeli parantez kapatılmamıştır. Biz tahmini olarak kapattık. (Çeviren)

 

[14] (Hadisi Buhari (V, 46, 171, 237, 319, VI, 462-463)'de rivayet etmiş olup, anlatım da ziyadeleriyle birlikte ona aittir. Buna yakın bir şekilde Ebu Davud (II, 15), Nesai (II, 127-128), Darimi (I, 22-25), İbn Mace (II, 82-83), Beyhaki (VI, 64) ve Ahmed (III, 313, 365, 373, 391, 397)'de -hem uzun olarak- hem de muhtasar olarak rivayet etmişlerdir. Bu hadiste Ahmed'in kaydettiği rivayetlerde pekçok fazlalıklar bulunmaktadır. Uzar korkusuyla bunları kaydetmedim.)

 

[15] Hadisi Müslim (III- 11), Nesai (I, 234), Beyhaki Sünen (III, 213-214)'de esma ve sıfat (s. 82)'de, Ahmed (III, 296, 310, 311, 338-371)'de rivayet etmiş olup, anlatım ona aittir. Ebu Nuayn el-Hilye'de (III, 189) birinci fazlalık ona, Nesai'ye ve Beyhaki'ye aittir. Bunun isnadı Müslim'in şartına göre sahihtir. İkinci fazlalık ise ona (Ebu Nuaym'e) ve Beyhaki'ye, üçüncüsü ve dördüncüsü Ahmed'e aittir, ikinci rivayet ise Müslim'indir. Bu hususta Buhari ve Müslim ve başkaları tarafından rivayet edilmiş, Ebu Hureyre'den gelmiş bir hadis de vardır. (5)

 

[16] Hadisi Ahmed (VI, 74) rivayet etmiş olup, senedi Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir. el-Münzirî (III, 33) şunları söylemektedir: "Hadisi Ahmed ceyyid bir isnad ile rivayet ettiği gibi Ebu Ya'la ve el-Evsat'ta Taberani de rivayet etmiştir." Buna yakın bir rivayet de Mecmau'z-Zevaid (IV, 132)'de bulunmaktadır. Ancak şunları söylemektedir: "Ahmed'in rivayetindeki raviler Sahih'in ravileridir." (6)  Fethu'l-Bari (V, 54)'de bu meseleye dair önemli, faydalı bilgiler bulunmaktadır.

 

(6)  Şevkani, IV, 21'de İbn Mace'ye de nisbet etmiştir. Ancak bu bir yanılmadır. Ben oldukça araştırmakla birlikte bu hadisi İbn Mace'de bulamadım. el-Mizzi de "et-Tuhfe"de bunu zikretmediği gibi, Nablusi de "ez-Zehair" adlı eserinde zikretmiş değildir. Eğer İbn Mace'de bu hadis yer alsaydı, el-Münziri bu hadisi ona nisbet eder. Heysemi de bu hadisi ayrıca Mecmau'z-Zevaid'de kaydetmezdi. Nitekim bu şerefli ilimle uğraşanlar nezdinde bu bilinen bir husustur.