๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Cem ul Fevaid => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 06 Ocak 2011, 16:45:50



Konu Başlığı: Hudeybiye gazveleri
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 06 Ocak 2011, 16:45:50
HUDEYBİYE GAZVESİ

 

6608- el-Misver bin Mahrame ve Mervân radiyallahu anhumâ'dan:

(O iki râviden) Her biri arkadaşının anlat­tıklarını doğrulayarak, bazen de münferid ola­rak rivayet ediyorlar:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (Hudeybiye senesinde Medine'den) çıktı; yo­lun bir kısmını katettikten sonra şöyle buyurdu;

'Hâli(l bin el-Velîd, Kureyş ordum için, el-Gamlın'de gözcülük yapmaktadır. Bu yüzden yolun sağından gidin!' Vallahi Hâlid, (müslü-man) askerin kaldırdığı toz toprağı görünceye dek onların farkına varmadı.

Allarını mahmuzlayarak doğru Kureyş'e uyarıcı olarak gitti. Öte yandan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yoluna devam etti. Seniyye mevkiine varınca, devesi çöktü. İn­sanlar deveye 'Kalk, kalk, yürü!' dedilerse de deve ısrarla kalkmadı. Bu sefer halk 'Kusvâ çöktü kaldı' dediler.

Bunun üzerine Peygamber sallaUahu aley­hi ve sellem şöyle buyurdu: "Hayır. Kusvâ çöküp kalmadı, çökmek de âdeti değildir. Lâ­kin onu, Fil'i (Mekke'ye girmekten alıkoyan) Zat durdurmuştur.'

Sonra şöyle buyurdu: 'Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, onların (Mekke de), Al­lah'in hürmetlerinden tazim ettikleri her ne (kutsal) şey varsa kendilerine vereceğim.' Son­ra devesini sürdü, deve hemen ayağa sıçradı. Sonra onlardan ayrılıp Hudeybiye'nin en ücra köşesinde Semed adlı kuyunun bulunduğu yer­de konakladı. Kuyunun suyu azdı. İnsanlar on­dan avuç avuç su alırlarken bir yandan da su­suzluklarını Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e karşı dile getirdiler. Çok geçmeden kuyunun suyu da bitti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sadağından bir ok çıkardı. Onların bunu o su deliğine sokmalarını emret­ti. Bu emri yerine getirilir getirilmez oradan şarıl şarıl su kaynadı ve bundan kana kana içliler.

Tam o sırada Budeyl bin Verkâ el-Huzaî, Huzâa'dan birkaç kişiyle çıkageldi. Bunlar, Tîhâme kabileleri arasında Peygamber sallal-lahu aleyhi ve sellem'in sırdaşı idiler (Büdeyl) Şöyle dedi:

'Kâ'b bin Luey ile Âmir bin Luey kabile­lerini Hudeybiye'nin su kuyuları başında yan­larında sütlü ve yavrulu develeri olduğu halde gördüm. Bütün arzulan seninle çarpışıp seni ashabınla birlikte Beyt-i Şerîf'i tavaf etmek­ten alıkoymaktır.' Allah Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:

'Biz buraya kimseye harp etmeğe gelme­dik. Biz umre yapmağa geldik. Savaşmak Kü­reydin içine işlemiş. Halbuki bu, onlara za­rar da verdi. Şayet dilerlerse (onlarla sulh ya­parak) kendilerine müddet tanırım. Böylece benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben ötekilere galip gelirsem, Kureyş'it­ler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha gi­rerler. Şayet ben, ötekilere galip gelemezsem (Kureyş'liler) rahata kavuşurlar. Eğer Ku­reyş' liler bu teklifime itiraz ederlerse nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, kanımın son damlasına kadar ashabımla bir­likte onlarla savaşırım.' Böyle bir durumda Allah'ın Kur'an'da ifade buyurduğu yardım va'dini yerine getireceği ise kesindir.

Budeyl'in cevabı: 'Gider onlara söyledik­lerini ulaştırırım.' Sonra gitti Kureyş'lilerin yanına varıp şöyle dedi: 'Biz size o adamın yanından geliyoruz; İsterseniz dediklerini size anlatalım.' Alçaklarından birisi: 'Bizim O'ndan bize bir şey haber vermenize ihtiyacı­mız yoktur' derken, içlerinden aklı erenlerden biri de şöyle dedi: 'Söyle bakalım ne dedi?'

'O şöyle şöyle, söylüyor' diyerek söyle­diklerini anlattı. Bunun üzerine hemen Urve İbn Mes'ûd ayağa fırladı ve şöyle dedi:

'Ey topluluk! Sizler baba değil misiniz?'

'Evet.'

'Siz çocuk değil misiniz?'

'Evet.'

'Siz beni herhangi bir suç ve ihanetle suç­luyor musunuz?'

'Hayır.'

'Bilmiyor musunuz ben Ukaz ehlini, hay­di (Kureyş'e yardıma) gidelim diye çağırdım, gelmediler, bana da başkaldınnca, hanımımı, çocuklarımı ve sözümü dinleyenleri alıp size getirdim. Bunu da biliyorsunuz, değil mi?1

'Evet' dediler. Ondan sonra şöyle devam etli:

'Bu adam size bir anlaşma teklif ediyor. Onu kabul edin! Bırakın beni de (anlaşmak üzere) ona varayım!'

'Peki Öyleyse ona git ve konuş!' dediler.

(Urve) Hemen varıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'le konuştu. Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem, ona da aynen Büdeyl'e söylediklerini söyleyip, ("bir anlaşma kabul et­mezlerse, Kureyş ile ölünceye kadar savaşı­rım" buyurunca) Urve ibn Mes'ûd şöyle dedi:

'Ey Muhammed, sen kavminin kökünü kurutursan, bugüne kadar senden önce arabın kökünü kurutan başka birini duydun mu?' Eğer durum aksi olursa Kureyş seninle harbe kalkıştığı zaman vallahi yanından kaçacak ve seni yalnız başına bırakacak birtakım kimsele­ri de gömlekteyim.' Bunun üzerine Ebû Bekr: 'Sen git Lât'ın tenasül uzvunu yala! Hiç biz kaçıp onu yalnız bırakır mıyız?'

'Kim bu adam?' diye sorunca, Ebû Bekr olduğunu söylediler. Bunun üzerine ona şöyle dedi: 'Senin bana Ödenecek bir iyiliğin olma­saydı, bu sözüne cevap verirdim.'

Sonra tekrar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e dönüp konuşmaya başladı. Ko­nuştukça onun sakalından tutuyordu. Muğîre bin Şu'be de elinde kılıç, başında miğfer ol­duğu halde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in başında dikiliyordu.

(Urve) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sakalına elini her uzattıkça, o da kı­lıcın ucu ile (Urve'nin) eline vurup 'Çek elini Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in sakalından!" diye ikaz ediyordu. Urve başını kaldırıp 'Kim bu adam?' diye sordu:

'el-Muğîre bin Şu'be'dİr' dedjiler. Bunun üzerine ona şöyle dedi: 'Ey zalim! Ben halâ senin (geçmişteki) ihanetini ödemekle meşgul değil miyim?'

el-Muğîre, cahiliyette bir grup insanla yol arkadaşlığı yapmış, sonra onları öldürüp mal­larını almıştı. Sonra da (Peygamber'e) gelip müslüman olmuştu. Bunun üzerine Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyur­muştu: 'islâm'ına gelince ben onu kabul ede­rim, malını İse (ihanet malı olduğu için) kabul etmiyorum.' Urve bk yandan da Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabını göz ucuyla gözetliyor ve onların ona karşı davra­nışlarını inceliyordu. Sonra kavmine dönüp geldi ve şunları anlattı:

'Arkadaşlar! Ben çok kralları; Kayser'i, Kisra ve Necâşî'yi gördüm. Onlara halkları, Muhammed ashabının Muhammed'e yaptık­ları saygıyı göstermiyorlar. Bir sümkürse ve sümkürüğü bir adamın eline düşerse hemen onu yüzüne sürüyor. Bir emir verirse, herkes onun emrini yerine getirmek için âdeta yarış halinde. Abdest aldığı zaman onun abdest su­yundan kapmak için nerdeyse birbirlerini öl­dürecek derecede kavga ediyorlar. Konuştuğu zaman, başlarını eğip sükûnetle dinliyorlar. Ona saygılarından ötürü kimse onun yüzüne dikkatle bakamıyor. O sîze makul bir teklif sunuyor, kabul edin!'

Kinâneoğullarından bir adam kalkıp 'Bir de ona ben gideyim' dedi.

'Bir de sen git onunla görüş, bakalım' de­diler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının yanına varınca, Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Bu, kurbanlık develere saygı duyan bir jnilletten falan kimsedir. Onun için onun önüne devele­ri çıkarın.'

insanlar da onu develerle, bk yandan tel-biyc getirerek karşıladılar. Bunu gören adanı kendini şöyle demekten alamadı: 'Sübhanal-lalı! Bunlar, Beyt-i Şeriften menedilmemeli-dir,'

Arkadaşlarına döndüğünde şöyle dedi: "(Kurbanlık) Develerine takılar takarak süsle­mişler, niyetleri kötü değildir. Böyle bir ka­vim Beyt-i Şeriften menedilmemeli. Benim kanaatim budur.' Bunun üzerine Mikraz bin Hafs adında bir adam hemen ayağa kalkıp: 'Bir de ben gidip göreyim' dedi.

'Haydi git sen de gör ve konuş!' dediler.

Gidip Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lern ve ashabını gördüğünde, Peygamber sal-lallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: "Jşte bu adam Mikraz bin Haf s dır, facirin tekidir.' Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ko­nuşmaya başladı. O konuşurken Süheyl bin Amr çıkageldi,

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce: 'İşte şimdi işiniz kolaylaştı' dedi.

Süheyl'in cevabı: "Gel aramızda bir an­laşma yazalım.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir kâtip çağırdı ve şöyle dedi: 'Haydi önce BismillahirRahma-nirRahîm' yaz!' Süheyl: 'er-Rahman ne de­mek? Vallahi ben onun ne olduğunu bilmiyo­rum. Lâkin eskiden yazıldığı gibi; 'Bİsmikel-lahumme' diye yaz!' dedi. Müslümanlar itiraz ettiler: 'Vallahi BismillahirRahmanirRa-hîm'den başkasını yazmayız! dediler. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem: 'Haydi Bismikellahumme, yaz! Sonra devam et: 'İşte bu, Allah'ın Resulü Muham-med'in anlaşmasıdır.' buyurdu. Süheyl gene itiraz etli ve şöyle dedi: 'Biz senin Allah'ın Resulü olduğunu kabul etseydik, seni ne Beyt'ten menederdik ve ne de seninle çarpı­şırdık, Lâkin: 'Abdullah'ın oğlu Muhammed' diye yaz!' Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem buyurdu ki: 'Beni yalanlasamz da Valla­hi ben Allah' in Resulüyüm, zararı yok, Abdul­lah'ın oğlu Muhammed' diye yaz!'

Zührî dedi ki; Onlara bu kolaylığı göster­miştir. Çünkü O şöyle buyurmuştu: 'Allah'ın emirlerine aykırı olmayan herhangi bir teklifi benden isterlerse mutlaka onu kabul ederim.'

(Şartlan şunlardı): Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

'Bizi serbest bırakmanız, böylece Beyt-i Şerifi tavaf etmemiz.'

Süheyl:

'Bu yıl sıkıntı içindeyiz; gelecek sene ol­sun bu. Çünkü bu yıl kabul edersek arablar bunu mecburiyetten kabul etliğimizi sanırlar.'

Gene Süheyl (şu şartı öne sürdü):

'Senin dininde olan bir adam bizden size giderse, mullaka onu geri çevireceğinize.'

Müslümanlar:

'Sübhanallah! Müslüman olarak bize ge­len bir adam müşriklere nasıl geri çevrilir?' diye itiraz ettiler.

Tam o sırada, Ebû Cendel bin Süheyl bin Amr zincirlerine vurulu halde Mekke'nin aşa­ğılarından hapsedildiği yerden (kurtulmuş olarak) geldi ve kendisini müslümanlarm ara­sına altı (sığındı). Hemen Süheyl şöyle dedi:

'İşte ey Muhammed! Anlaşmamıza göre bunu bana geri vermelisin.'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem 'Daha anlaşmayı bitirmedik ki?' buyurunca (Süheyl'in) cevabı;

'Öyleyse vallahi ben seninle hiçbir şey üzerinde asla barış yapmam."

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de­di ki; "Onu benim için kabul et!'

'Hayır kabul etmem.'

'Evet, kabul edeceksin.'

'Etmem' dedi. Bunun üzerine Mükriz bin Hafs dedi ki:

'Onu senin için kabul ettik.' Ebû Cendel de şöyle dedi; 'Ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldim, tekrar müşriklere geri teslim ediliyorum. Başıma gelenleri görmüyor musunuz?' Hakikaten o (Ebû Cendel), Allah uğrunda çok çetin azab ve işkencelere maruz kalmıştı.'

(Hz.) Ömer diyor ki: (Bu manzara karşı­sında) Hemen Peygamber saJlallahu aleyhi ve sellem'e geldim ve: 'Sen Allah'ın gerçek pey­gamberi değil misin?' dedim.

'Evet' buyurdu.

'Peki biz hak üzere, düşmanlarımız da ba­tıl üzere değiller mi?'

'Evet.'

'Öyleyse dinimizde neden taviz veriyoruz?'

'Ben Allah'ın Resulüyüm. (Bu anlaşmayı imzalamakta) O'na asla asi gelmem. O bana yardım edicidir' buyurdu.

'Beyt'e gelip tavaf edeceğiz, diye anlatan sen değil miydin?'

'Evet, ama bu yıl onu tavaf edeceğimizi söyledim mi'

'Hayır' dedim. 'Sen mutlaka ona varıp ta­vaf edeceksin' buyurdu. Daha sonra Ebû Bekr radiyallahu anh'a vardım ve dedim ki:

'Ey Ebû Bekr! Bu, Allah'ın gerçek pey­gamberi değil midir?'

'Evet.'

'Pekiyi, biz hak üzere, düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi?'

'Evet.'

'Öyleyse neden dinimizden Ödün veriyo­ruz?'

'Be hey adam! O, Allah'ın gerçek pey­gamberidir. O, asla Rabbine âsi gelmez. Rab-bİ mutlaka ona yardım eder. Sen onun dediği­ni yap! Vallahi o, hak üzeredir.'

'O, Beyt'e gelip tavaf edeceğimizi bize söylememiş miydi?'

'Evet ama sana bu yıl geleceğini söylemiş miydi?'

'Hayır.'

'Şüphesiz sen oraya gidecek ve tavaf ede­ceksin' dedi.

Ömer: 'Bu itirazlarımdan dolayı daha son­ra keffaret olması için bir çok iyi şeyler yap-mışımdır.'

Antlaşma imzalandıktan sonra, Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

'Haydi kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun!'

Bu emri üç kere tekrarladığı halde hiç kimse kalkmadı. Kimse kalkmayınca, hemen Ümmü Seleme'nin yanına girdi, durumu ona anlattı. Ümmü Seleme: 'Sen onlann bunu (söylediklerini) yapmalarını istiyor musun?' dedi ve şunu ilave etti: 'Öyleyse dışarıya çık, hiç kimseyle konuşmadan kurbanını kes ve tı­raşını ol!' Ondan soma dışarıya çıktı kurbanı­nı kesti ve bir berber çağırtıp tıraş oldu. Onlar bunu görünce hemen kalktılar. Kurban kesip birbirlerini tıraş etmeye başladılar hatta bu husustaki acele davranmaları sebebiyle nere­deyse (yanlışlıkla) birbirlerini öldüreceklerdi.

Ondan sonra (Mekke müşriklerinden ko­şarak mü'min kadınlar geldi. Bunun üzerine Allah, (onlann iade edilmemesi meyanmda) şu âyeti inzal buyurdu:

'Ey inananlar! İnanmış kadınlar hicret ederek size gelirlerse, onları deneyin. Hicret­lerinin sebebini inceleyin. Allah onlann imanlarını çok iyi bilir. Onların mü'min ka­dınlar olduklarını anlarsanız, kâfirlere iade etmeyin! Bu kadınlar, o kâfirlere helâl değil-

dır, onlar da bunlara helâl olmazlar. Kâfirle­rin bu kadınlara verdikleri mehirleri iade edin. Bu kadınların /nehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenize bir en­gel yoktur." (Mümtehine, 10)

Ömer, müşrik iken (Cahüiyede) evlenmiş olduğu iki kadınını boşadı. Birisini Ebû Süf-yân'in oğlu Muâviye nikahladı. Diğeriyle ise Safvan bin Ümeyye evlendi.

Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem Medine'ye döndü. Kureyş'ten Ebû Basîr adlı bir adam müslüman olarak ona iltica etti. Ardından onu geri çevirmek için (müşrikler) iki kişi gönderdiler.

'Yaptığımız anlaşmaya göre bu adamı bi­ze geri vereceksin' dediler. O da onlara onu (Ebû Basîr'i) teslim elti. Beraberce geri dön­düler. Zû'1-Huleyfe'ye vardıklarında yemek yemek için oturdular. Hurma yemeğe başladı­lar. Ebû Basîr o iki adamdan birine dedi ki: 'Senin bu kılıcın çok hoşuma gitti.' Öbürü ise kılıcını çıkardı. Adam dedi ki: 'Hakikaten bu çok güzeldir, defalarca denedim.' Ebû Basîr: 'Göster de bakayım' dedi. Adam gösterince hemen kılıcı elinden alıp ona bir darbe indir­di, adam cansız yere düşlü. Ötekisi kaçtı ve Medine'ye geldi. Koşarak mescide girdi Hz. Peygamber onun telaşla koşup geldiğini gö­rünce: "Bu adam bir korku atlatmış7' buyurdu. Adam Hz. Peygamber'e yaklaşınca şöyle de­di: 'Vallahi arkadaşım öldürüldü ben de öldü­rülecektim.' Çok geçmeden Ebû Basîr de gel­di ve şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Nebisi! Sen verdiğin sözü yerine getirdin. Allah'a karşı olan sorumluluğun da yerine getirilmiş oldu. Sen beni onlara geri verdin, sonra Allah beni onların elinden kurtardı.' Bunun üzerine Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bu­yurdu:

'Yazık anasına! Bu adam harbi yeniden alevlendirecek. Biri onu yakalasa!'

Bu sözü duyunca, tekrar onlara geri gön­derileceğini anladı. Oradan çıkıp deniz kenarı­na gitti. O arada Ebû Cendel bin Amr da müş­riklerin elinden kurtulmuştu. O da hemen Ebû Basîr'e katıldı, müşriklerin elinden müslüman olup kurtulan kim varsa hepsi gelip Ebû Ba­sîr'e katıldılar, böylece orada ufacık bir top­lum meydana gelmişti. Ondan sonra Şam'a çı­kan Kureyş kervanını duydukları ve gördükle-

ri zaman, hemen yollarını kesip adamlarını Öl­dürüp mallarını da almaya başladılar.

Bunun üzerine Kureyş, Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem'e yemin billah edip ara­larındaki akrabalığı da Öne sürerek 'Artık biz­den size kim giderse ona ilişilmeyecek; o gü­ven içinde olacak' diye and verdiler. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de onlara bunu kabul ettiklerine dair haber saldı.

Bunun üzerine Allah şu âyeti inzal buyur­du: 'Onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan alıkoyan O'dur...' 'Cahiliye taassu-bu'na kadar (Fetih, 24). Müşriklerin cahiliye taassubu, onun Allah'ın Nebisi olduğunu ve 'Bİsmillahirrahmanirrahim'i kabul etmemele­ri ve müslümanları Beyt'in arasına girip (um­re yapmalarına) mâni olmaları idi.

6609- Onun rivayetlerinden birisi de şu­dur:

"Ukbe bin Ebî Muayl'ın kızı Ümmü Gül­süm, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e

çıkıp (kaçıp) gelenlerdendi. O, evlilik çağını çoktan geçmiş ve henüz evlenmemiş bir kız­dı. Ailesi gelip onu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den geri İslediler. Ancak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onu (inen âyetin hükmünce) geri vermedi."

6610- Rivayetlerinden birisi de şöyledir: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bin kişiye yakın insanla (umre için yola) çık­tı. Zû'1-Huleyfe'ye varınca kurbanını süsledi, ona takılar taktı. Kurbanlık nişanesi olarak hörgücüne çizik atlı. Ve oradan umreye niyet edip ihrama büründü. Huzâa'dan bir gözcüyü de keşif için gönderdi. Gözcünün peşinden kendisi de maîyetiyle yürüdü. Gadir el-Eştât denilen yere varınca gözcü geri geldi ve duru­mu ona şöyle bildirdi:

'Kureyş seninle savaşmak için epey asker toplamış, Ahâbîş denilen topluluğu da yanları­na kalmış. Seninle savaşacaklar, seni Mek­ke'ye sokmayacaklar. Beyti Şerifi tavaf etme-

ni engelleyecekler.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (İstişare amacıyla sahabilerini toplayıp onlara) şöyle buyurdu:

'Ne dersiniz, bizi Ka'beyi ziyaretten me­netmek isteyen §u müşriklerin çoluk çocukları üzerine hücum edip perişan edelim mi? Eğer bu sırada müşrikler bize karşı gelirlerse, (on­larla savaşırız). Allah, müşriklerin bir gözünü kesmiştir (yani casusumuzu onların gözünden korumuştur). Aksi durumda onları öyle baskı­na uğramış oldukları halde bırakırız.'

EbûBekr şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü! Sen kimse İle savaşmak İçin değil Allah'ın Evini kasdederek, yola çıktın. Doğruca, Beyt-İ Şerife yonel! Kim bizi ondan alıkoymaya kalkışırsa onunla savaşırız.' Bunun üzerine 'Allah'ın adıyla haydi yürüyün!' buyurdu."

6611- Onun rivayetlerdendir:

"Onlar (Hudeybİye'de) on senelik barış imzaladılar. Bu müddet zarfında herkes güven içinde olacak, kimse kimseye karışmayacak. Bu müddet zarfında ne kılıç çekme olacak ve ne de hıyanet." [Buhârî ve Ebû Davud]

6612- Rezîn şu lafzı ekledi:

"Bunu nasıl yazalım?" Allah Resulü sal­lallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Evet, kim bizden onlara giderse, Allah onu uzaklaştırsm. Onlardan kim kaçarak bize ge­lirse onu geri çeviririz. Sonra da Allah, ona bir kurtuluş yolu ihsan eder."

6613- Bîr başka rivayette (Rezîn) Şunu da ekledi:

Ömer dedi ki: "Babasına darbe indirmesi için eline kılıç verdim. Fakat ona kıyamadı. Bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem anladı ve şöyle buyurdu: "Ömer! Kim bilir belki o, Allah yolunda senin de memnun ola­cağın bir makama, sahip olacaktır'."

6614- Tirmizî, Ali radiyallahu anh'dan: "Süheyl bin Amr ile müşriklerden bir kı­sım insanlar şöyle dediler: 'Ey Allah'ın Resu­lü! Çocuklarımızdan, kardeşlerimizden ve kö­lelerimizden birtakım insanlar çıkıp (kaçıp) sana geldiler. Onların din hususunda en ufak bir bilgileri dahi yoktur. Sırf mallarımızdan

ve topraklarımızdan (işlen) firar elmek için sana geldiler, bu nedenle onları haydi bize ge­ri ver! Eğer onların dinde bilgileri yoksa on­lara biz birşeyler öğretiriz.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Ey Kureys topluluğu! Ya bundan (kötü davranışlardan) vazgeçersiniz, ya da din hususunda Allah boyunlarınıza kılıç vura­cak birini gönderir. Allah, onların (bilgisiz ol­dukları iddia edilenlerin) kalplerini iman üze­rinde imtihan etmiştir'

'Kimdir o ey Allah'ın Resulü?' diye sor­dular. Ebû Bekr- ile Ömer:

'Ey Allah'ın Resulü! O kimdir?'

'Pabuç tamir eden kişidir" buyurdu. O an­da Ali'ye tamir etmesi için pabucunu vermişti. Sonra Ali bize dönüp şöyle dedi: Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

'Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.'

6615-  Ma'kil bin Yesâr radiyallahu anh'-dan:

"Şecere günü İnsanların Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e biat ettiklerini gör­düm. Ben o ağacın dallarından bir dalı onun başından kaldırıyordum. Biz bindörlyüz kişi, ona ölüm üzerine değil, lâkin kaçmamak üze­re biat ellik." [Müslim)

6616- Târik bin Abdirrahman'dan: "Hac yapmak üzere yola çıktım. Namaz kılan bir topluluğa uğradım, dedim ki:

'Bu mescid nedir?' Şöyle dediler: 'Bu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e Rıd­van bey'atmın yapılmış olduğu ağac(ın bu­lunduğu yerdir) mesciddir.' Gelip bu durumu İbnü'l-Müseyyeb'e bildirdim; şöyle dedi: 'Babam da o ağacın altında biat edenlerden­di.' Gelecek yıl gene hac yolculuğuna çıktığı­mızda onu (ağacın yerini) unuttuk, göreme­dik, bulamadık.' Saîd dedi ki:

"Muhammed  sallallahu aleyhi ve sel­lem'in ashabı onu (ağacı) bilemediler de, siz mi bildiniz'? Siz daha bilgili misiniz?'" IBuhârî ve Müslim.]

6617- Câbir radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Ağacın altında biat edenlerden hiç kimse cehenneme girmeyecektir.''

[Müslim, Ebû Dâvud veTirmizî.]

6618- Onun (Tirmizî'nin) diğer rivayeti: "Kırmızı erkek devenin sahibi hariç, ağa­cın altında biat edenlerin tümü cennete gire­cektir."

6619-   Seleme bin el-Ekva' radiyallahu anh'dan:

"O, Hudeybiye'ye gelip herkesten evvel Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e biat etti. Nihayet İnsanların ortasında kalınca, Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: 'Ey Seleme, biat et!'

'Ey Allah'ın Resulü! Sana ilk önce ben bi­at ettim.'

Devamla anlatıyor: Ayrılırken beni silah­sız olarak görmüştü. Bu nedenle bana sığır derisinden yapılmış bir kalkan verdi. İnsanla­rın sonuncusu da gelince bana dedi ki:

'Ey Seleme, bana biat etmiyecek misin?'

Dedim ki:

'Ey Allah'm Resulü! İnsanların başında ve ortasında sana biat ettim.'

Dedi ki: Üçüncü kez de ona biat ettim. Sonra bana hitaben:

'Ey Seleme! Sana verdiğim sığır derisin­den yapılmış kalkan nerede?' buyurdu.

'Ey Allah'ın Resulü! Bana amcam uğradı, silahsızdı ben de onu ona verdim' dedim.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem güldü ve şöyle buyurdu: 'Sen vaktin birinde Söyle söyleyen gibisin:

"Alladım! Bana kendi nefsimden daha se­vimli olan bîr'sevgHî ihsan et.'"'

Sonra müşrikler barış yapmak üzere bize haberciler gönderdiler. Ve barış yaptık. Ben, Talha bin Ubeydillah'm hizmetçisi idim; alını sular, bakar ve ona hizmet ederdim. Onun ye­meğinden yerdim. Müşriklerle barış yapıldık­tan sonra bir ağacın altına gidip yattım, müş­riklerden dört kişi geldi ve Peygamber sallal-

lahu aleyhi ve sellem hakkında ileri geri ko­nuştular. Onlara kızdım, başka bir ağacın altı­na gittim. Daha sonra onlar silahlarını asıp yattılar. O esnada biri şöyle seslendi: 'Ey Mu­hacirler nerdesiniz? İbn Züneym Öldürüldü.' Hemen silahımı kuşandım ve onların (ağacın altındakilerin) yanma vardım. Kılıçlarım al­dım; sonra onlara şöyle dedim: 'Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzünü şerefli kılan Allah'a yemin ederim ki başım kaldıra­nın boynunu vururum! Sonra onları önüme katıp doğru Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e getirdim. Sonra amcam alına binmiş bir halde Kureyş'li Abelâl oğullarından Mük-riz adında birini yetmiş müşrikle birlikte önü­ne katmış getirdi.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem onları gördü ve şöyle buyurdu: 'Onları bıra­kın! Fücurun başlangıcı onların olsun, sonu da!' Sonra onları bağışladı. Bunun üzerine 'Ellerinizi onlardan alıkoyan O'dur' mealin­deki âyel (Fetih, 24) nazil oldu.

Sonra Medine'ye dönmek üzere yola ko­yulduk. Nihayet Benû Lihyân ile aramızda bir dağ bulunan bir yerde konakladık. Allah Re­sulü sallallahu aleyhi ve sellem gözcü olarak o dağa tırmanacak kimsenin günahlarının ba­ğışlanmasını (Allah'tan) diledi. Ben bunun üzerine o gece iki ya da üç kere o dağa gözcü olarak tırmandım.

Sonra Medine'ye geldik, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem yük devesini köle­si Rabah'la gönderdi. Ben de onun maiyetin­de Talha bin Ubeydillah'm atı ile çıkmıştım.

Sabah olunca, Abdurrahman el-Fezârî Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in de­velerine hücum etmiş hepsini alıp götürmüş. Üstelik çobanını da öldürmüş. Dedim ki:

'Ey Rabah! Bu atı al, Talha'ya ulaştır! Peygamber sallallahu aleyhi ve selfem'e de durumu bildir!'

Sonra bir tepeye çıkıp Medine'ye dönerek üç kere 'Ne kötü bir sabah!' diye seslendim

Sonra düşmanın izini takip ederek, yola çıktım. Onlara ok atıyor bir yandan da şunla­rı terennüm ediyordum:

'Ben el-Ekva'nin oğluyum! Bugün alçak­ların (ceza) günüdür.

Sonra onlardan bir adama yetiştim ve bir ok allım semerine isabet elti, okun yüzü omu-zuna erişti. Ve şöyle dedim: 'Al sana! Ben el-Ekva'ın oğluyum. Bugün, alçakların (ceza) günüdür.'

Vallahi onları devamlı olarak ok yağmuru­na tutuyor ve yaralıyordum.

Bana bir süvari yöneldiği zaman, hemen bir ağacın dibine oturup siper alıyor, hayvanı­nı vuruyordum. Hatta dağ onlara dar gelip de kuytulara sığındıkları zaman dağa tırmanıp oradan üzerlerine taş yağdırıyordum. Onları böyle devamlı olarak takip ettim. Artık Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'in devesi dahil ne kadar deve elime geçirdimse arkama almaya başlamıştım. Gene okumu almaya de­vam eltim. Yüklerini hafifletmek için belki otuzdan fazla elbise ve otuz da mızrak bırak­tılar. Ne attılarsa onlara bir işaret koyuyor­dum ki Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem ile ashabına bir işaret olsun.

Bir tepede sıkışınca, onların yanına Bedr el-Fezârî'nin falanca oğlu geldi. Kuşluk kah­valtısı yapmak için oturdular, konuşuyorlardı. Ben de bir höyüğün tepesine oturmuştum.

el-Fezârî dedi ki: 'Nedir şu benim gördük­lerim? '

'Bununla başımız belada. Sabahın erken saatinden beri durmadan bize ok atıyor. Neyi­miz varsa hepsini elimizden aldı' dediler. O da şöyle dedi: 'Haydi İçinizden dört kişi yu­karıya çıkıp (onunlakonuşsun).' Hemen çıkıp yanıma geldiler ve bana konuşma fırsatı ver­diklerinde şöyle dedim:

'Beni tanıyor musunuz?'

'Hayır; sen kimsin?'

'Ben Seleme bin el-Ekva'ım. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzünü şerefli

kılan Allah'a yemin ederim ki, sizden kimi is­tersem ve kimin ardından düşersem onu mut­laka yakalarım. Sizden beni kimse yakalaya­maz' dedim. Onlardan biri şöyle dedi: 'Ben bunu biliyorum.'

Sonra dönüp gittiler. Daha henüz yerim­den ayrılmadan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in süvarilerinin ağaç aralarından geldiklerini gördüm. Onlardan ilk gelen el-Ahram el-Esedî idi. Sonra onu Ebû Katâde ile el-Mikdâd bin el-Esved takip ettiler. Sonra el-Ahram'm dizgininden tuttum; bu sırada (kâ­firler) arkalarını dönüp kaçtılar. Dedim ki:

'Ey Ahram! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı buraya yeüşinceye dek onlardan (kâfirlerden) uzak dur, yolunu kes­mesinler.' Şu cevabı verdi:

'Ey Seleme! Allah'a ve âhiret gününe ina­nıyorsan ne olur beni şehitlikten alıkoyma!' Bunun üzerine onu bıraktım. Abdurrahman (el-Fezârî) ile karşı karşıya geldiler. Abdur-rahman'ın atını öldürdü. Fakat Abdurrahman

ona bir darbe indirip, öldürdü. Ve tekrar (Ah-ram'ın) atma bindi. Kaçarken, Ebû Katâde ona yetişip onu yaraladı ve öldürdü.

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzünü mükcrrem kılan Allah'a yemin ederim ki, yaya olarak koşarak onların peşine düştüm. O kadar hızlı gidiyordum ki arkamda ne Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı­nı, ne de kaldırdıkları tozu görebiliyordum.

Nihayet güneş batmadan su içmek için içinde su bulunan 'Zû Karad' adındaki bir va­diye indiler. Çok susamışlardı. Peşlerinden koştuğumu görünce, bir damla bile içmeden gittiler ve sarp bir tepeye çıkmaya çalıştılar. Bu arada onlardan birine yetiştim omuzunu hedefleyerek bir ok attım ve şöyle dedim: 'Al sana! 'Ben İbnü'l-Ekva'ım. Bugün, alçakların (cezalandırılma) günüdür.' Dedi ki:

'Hay anasız kalasıca! Şu sabahki Ekvâ mı?'

'Evet ey kendi nefsinin düşmanı, sabahki Ekvâ' dedim.

Dağ yoluna iki at bıraktılar, onlan alıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gö­türdüm. (Amcam) Âmir bana yetişti, içinde sulandırılmış süt bulunan bir tulum ile içinde su bulunan bir tulum getirdi. Abdest aldım, iç­tim. Sonra onları (müşrikleri) kovmuş oldu­ğum suyun başında oturan Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'e geldim. Baktım ki o, de­veyi, (müşriklerin) ellerinden kurtardığım her şeyi. her mızrak ve elbiseyi almış toplamış.

Baktım, Bilâl o develerden bir tanesini kesmiş, Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem'e onun ciğer ve hörgücünü kızartıyordu.

Dedim ki: 'Ey Allah'ın Resulü, bırak beni kavimden yüz kişi seçeyim, düşmanın ardına düşüp, onlardan öldürmedik hiçbir haberci bı­rakmayalım.'

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem güldü ve şöyle buyurdu: 'Ne der­sin, sen bunu yapabilir misin?'

'Evet. Seni mükerrem kılan Allah'a yemin olsun ki yaparım' dedim.

'Şüphesiz şimdi onlara Gatafân toprakla­rında ziyafet verilmektedir.' buyurdu.

Daha sonra Gatfân'dan bir adam geldi. 'Onlara (müşriklere) falan kişi bir deve kes­mişti, derisini yüzer yüzmez bir toz bulutu gördüler ve hemen 'düşman size gelmiş' diye­rek, bırakıp kaçlılar' dedi. Sabah olunca Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bu­yurdu: 'Bugün süvarilerimizin en iyisi Ebû Katâde'dir. Piyadelerimizin en iyisi ise Sele­me'dir.' Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana biri piyade, öbürü süvari hissesi olarak iki hisse verdi. Sonra devesi el-Adbâ'mn üstünde beni terkine alıp Medine'ye dönmek üzere yola revan olduk.

Biz Medine'ye doğru yürürken, En-sâr'dan bir adam: 'Var mıdır koşu yapacak? Var mıdır Medine'ye kadar koşu yapacak? diyordu. Bunu bir kaç kez tekrarlayınca, de­dim ki: 'Sen hiç bir İyiye ikram etmez, hiçbir şerefliyi saymaz mısın?' Şu cevabı verdi: Al­lah Resulü hariç, ne bir iyiye kıymet veririm, ne de şerefliyi sayarım.'

Dedim ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Bana mü­saade et de şu adamla bir yarış yapayım.'

İstersen yap!' buyurdu.

Adama: 'Geliyorum' dedim. Ayağımı ayarlayarak bir sıçradım, bir koştum. Nefesim tükenmesin diye bir ya da iki bayırda kendimi tuttum (dinlendim). Sonra yine onun peşinden koştum. Yine bir iki bayırda dinlendim. Niha­yet ona yetişmek ve omuzları arasına dokun­mak için (tabanları) kaldırdım ve:

'Seni geçtim, vallahi' dedim.

'Biliyorum' dedi. Hülasa Medine'ye on­dan önce vardım.

Vallahi, orada ancak üç gün kaldık, ondan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Hayber'e gittik. Amcam askerler içinde şunu terennüm etti:

'Allah olmasaydı, ne hidayete ererdik, ne zekat verirdik ve ne de namaz kılabilirdik. Biz senin fazlından müstağni değiliz. Düşmanla karşılaştığımız zaman ayaklarımızı kaydırma (sabır ver) Üzerimize sekinel indir!"

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem: 'Bu kimdir?' diye sordu.

'Âmir" dedim.

'Rabbin seni bağışlasın!' dedi.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, kimin için özellikle mağfiret dilediyse o mut­laka şehit düşmüştür.

Ömer seslendi: 'Ey Allah'ın Resulü! Âmir'le bizi faydalandırsan.'

Hayber'e varınca, kralları Merhab çıkıp kılıcını çekti ve şöyle terennüm etti:

'Hayber benim kim olduğumu biliyor; harp başladığında, ben silahı tamam, dene­yimli bir kahraman oluveririm.'

Ona karşı hemen amcam Âmir çıktı ve şöyle nara attı:

'Hayber beni de tanıyor; ben Âmir'im. Si­lahı tamam, yiğit kahramanım.'

Derken karşılıklı birer darbe indirdiler. Merhab'm kılıcı Âmir'in kalkanının içine isa­bet elti. Âmir kılıcıyla ona alttan vurmaya ça­lışırken kılıcı kayıp kendi can damarına isabet etti ve cansız olarak yere düşüp şehit oldu.

Bir ara çıkıp baktım, (ashâbtan) bir takım insanların şöyle dediğini duydum: 'Âmir'in ameli boşa gitti, çünkü kendisini öldürdü.'

Bunu duyunca ağlayarak Allah Resulü sallal-lahu aleyhi ve sellem'e koştum; 'İnsanlar Âmir'in ameli batıl oldu, çünkü o kendisini öldürdü' diyorlar.

'Kim dedi bunu?' diye sordu.

'Ashabından birtakım insanlar.

'Bunu söyleyen yalan söylemiştir. Tam ak­sine, onun için iki ecir vardır' buyurdu.

Sonra beni gözleri ağrıyan Ali'ye gön­derdi. Ve şöyle buyurdu: 'Ben, bugün san­cağı öyle bir adama vereceğim ki, o, Allah'ı ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu severler.' Hemen Ali'ye geldim, onu alıp Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e ge­tirdim. Onun gözüne mübarek tükürüğünü sürerek okudu, hemen iyileşti, hiç bir ağrısı kalmadı.

Merhab, yine mübareze maksadıyla çıkıp şöyle bir nara attı:

'Ben Merhab'im.' (Daha sonra söyledik­lerini tekrarladı.)

Ali de karşısına çıkıp şöyle nara attı: 'Ben o kimseyim ki annem bana 'Haydar' (arslan) ismini koymuştur. Ormandaki korku saçan arslan gibiyim.

Düşmanlara küçük ölçekle Sendera kilesi ölçerim.' (Yani sanıldığından çok daha kolay bir şekilde düşmanı tepelerim.)

Bunu der demez hemen Merhab'm başına bir darbe vurdu ve onu cansız yere serdi. Böy­lece Hayber'in fethi onun sayesinde olmuştu."

[Müslim ve bir bölümünü Ebû Dâvud.|

 

6608-Bu lafzı Buhârî (şur‍t 15, III, 178-184), Abdullah b. Muh. an Abdirrezzâk an Ma'mer ani'z-Zührî an Urve ani'l-Misver senedi ile tahrîc etti.

6609-Bu lafzı Buhârî (mağâzî 35, V, 68), İshâk an Ya'k‍b an İbn ahî Şihâb an ammihî'z-Zührî an Urve ani'l-Misver senedi ile;

6610-Bu lafzı Buhârî (mağâzî 35, V, 67), Abdullah b. Muh. an Süfyân ani'z-Zührî an Urve ani'l-Misver senedi ile;

6611-Bu lafzı Ebû Dâvud (no. 2766), Muh. b. el-Alâ an İbn idrîs an İbn İshâk ani'z-Zührî... senedi ile tahrîc etti.

6614-Bu hadisi Tirmizî (no. 3715), Süfyân b. Vekî an ebîhî an Şüreyk an Mansûr an Rib'î b. Hirâş an Ali senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen sahîh garîb" hükmü verdi.

6615-Bu hadisi Müslim (imâret no. 76, s. 1485), el-Hakem b. Abdillah an Ma'kil asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6616-Lafız Buhârî'ye aittir. Bu hadisi Buhârî (mağâzî 35/14-6, V, 64-5) ve Müslim (imâret no. 77-9, s. 1485-6), Târik b. Abdirrahman an Saîd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6617-Bu hadisi Müslim (fadâlu's-sahâbe no. 162, s. 1942), Ebû Dâvud (4653) ve Tirmizî (3860), Leys b. Sa'd an Ebî'z-Zübeyr an Câbir asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6618-Bu hadisi Tirmizî (no. 3863), Mahmûd b. Gaylân an Ezheri's-Semmân an Süleymân et-Teymî an Hidâş an Ebî'z-Zübeyr an Câbir senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen garîb" hükmü verdi.

Kırmızı devenin sahibinin Ced bin Kays isminde bir münâfığın olduğu söylenmiştir. Anlatıldığına göre biat sırasında kaybolan devesini aramayı bey'ata tercih etmiştir.



Konu Başlığı: Ynt: Hudeybiye gazveleri
Gönderen: Mehmed. üzerinde 01 Temmuz 2019, 15:39:43
Esselamu aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Hudeybiye gazveleri
Gönderen: Ceren üzerinde 01 Temmuz 2019, 16:46:05
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun paylasimdan kardeşim. ..