Konu Başlığı: Ezan sayesinde kan dökülmemesi Gönderen: Safiye Gül üzerinde 17 Aralık 2010, 12:45:05 Bâb: Ezan Sayesinde Kan Dökülmemesi
65- Kuteybe b. Saîd bize anlatarak dedi ki: İsmail b. Cafer bize Humeyd'den, o Enes b. Mâlik'ten (ra) şunu nakletti: Allah Resulü (sav) bizimle bir kavme karşı gaza için çıktığında sabah vakti girinceye kadar bizimle saldırmaz beklerdi. Eğer ezan işitirse onlardan geri durur, ezan işitmezse onlara saldırırdı. (Enes) şöyle der; Hayber Gazasına çıktık. Onlara geceleyin vardık. Sabah olduğunda ezan sesi duymadı. (Bunun üzerine) bineğine bindi, ben de Ebû Tal-ha'nin arkasına bindim. Ayaklarım, Allah Resûlü'nün (sav) ayağına değiyordu. (Hayberliler) kazma ve kürekleriyle çıktıklar. Allah Resûlü'nün (sav) gördüklerinde "(Eyvah!) Vallahi Muhammed! Ordu!" diye bağrıştılar. Allah Resulü (sav) onları görünce şöyle nida etti: Allahü Ekber! AHahü Ekber! Yıkılsın Hayber! Biz bir kavmin yurduna indiğimizde uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur!" (Son cümle ayettir: Sâfiât sûresi ayet:177)[2] Şerh Eğer ezan işitirse onlardan geri durur" ifadesinden anlaşıldığı üzere Allah Resulü (sav) bir beldeye hücum etmezden önce sabah namazı vaktinin girmesini bekler, ezan duymak için kulak kabartırdı. El-Hattâbî şöyle der: Çünkü ezan, İslamiyet'in sembolüdür. Müslüman bir beldede ezanın terki caiz değildir. Eğer bir belde halkı ezan okunmaması üzerinde ittifak etseler, Müslümanların imamına düşen onlarla bu yüzden savaşmaktır. İbni Abdi'1-Ber isİ-bu konuda şöyle demiştir: Bu meselede ulemâ arasında ihtilaf olduğunu bilmiyorum. Çünkü ezandaki şehadet kelimelerini terennüm eden kimsenin Müslüman olduğuna hükmedilir. Ancak İsevî ise başka. Hadisteki mutlak hüküm onlar hakkında geçerli olmaz. Zira onlar Yahudiler arasında bir cemaat olup Emevî devletinin son döneminde ortaya çıkmışlardır. îsevîler, Hz. Muhammed'in (sav) peygamber olduğunu itiraf etmiş, fakat sadece Araplara gönderildiğini söylemişlerdir. Bu cemaat, Ebû İsa denen bir şahsa nispet edilmiştir. Hüküm İslam devlet hukukuna göre bu hadisten çıkan, bir beldede ezan okunması, o beldenin Müslüman olduğu anlamına gelir ve ora halkının malları ve canlan diğer Müslümanlara helal olmaz. Hadis-i şerif bu anlamda çok önemli bir sembolün, yani ezanın toplumları tanımadaki hayatî fonksiyonuna delalet etmektedir. Ders Bu hadis-i şeriften çıkarılabilecek dersler için bir önceki 64 no.lu hadise bakınız. Bâb: Ezan Okuyan Duyulduğunda Ne Denir? 66- Abdullah b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bize İbni Şihâb ez-Zührî'den, o Atâ b. Yezîd el-Leysî'den, o Ebû Saîd el-Hudrî'den (ra) şöyle dediğini nakletti: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Ezanı duyduğunuzda müezzinin söylediğini söyleyin.[3] Şerh Duyduğunuzda" ifadesinde zahir mânâ, işiten ve duyan kimsenin icabetine mahsus olmasıdır. Buna göre kişi, müezzinin sesini duymasa dahi namaz vaktinde minarede gördüğü zaman, namaz çağrısına icabet etmekle mükelleftir. Müezzinin söylediğini söyleyin", ifadesiyle ilgili olarak İbni Vaddâh sondaki müezzin kelimesinin metinden olmadığını söylemiştir. Nesâî'nin Ümmü Habîbe'den (r.anhâ) yaptığı rivayette müezzin susuncaya kadar Allah Resûlü'nün (sav) onun okuduğunu tekrar ettiği geçmektedir ki bu meselede aslolan budur. Nevevî'nin Şerhu'l-Mühezzeb''deki ifadesine göre ezanı dinleyen kişinin onunla birlikte söylemeyip aradaki fasılalar izin verdiği Ölçüde peşinden söylemesi müstehap görülmüştür. Hüküm Bu hususta müstehap görülen, dinleyenin müezzinin söylediğini onun hemen ardından tekrar etmesi, müezzinle eşzamanlı veya ondan önce terennüm etmemesidir. Ders Bu hadis-i şerifin hükmüyle amel eden bir Müslüman günde beş vakit, kelime-i şehadet ve kelime-i tevhid zikirlerinde bulunmuş olur. Bunu yürekten ve ihlâs ile yapan; bir Müslümanın kalbi elbette diri ve uyanık olacak, gaflete düşme ihtimali diğerlerine göre az olacaktır. Tabii her ibadette olduğu gibi bunda da bir alışkanlık gereği olarak değil, inanarak ve hissederek söylemek asıldır. Aksi hâlde, normal konuşmadan farkı olmayan kuru bir mırıldanma veya riyayı celbedecek bir gürültüden öte gitmeyecektir. [2] Buhârî, saIât/358, ezân/575, cum'a/895, buyû/1986, 2076, 2081, cihâd/2675, 2679, 2725, 2769, 2855-2856, ehâdîsu'l-enbiyâ/3116, men âkı b/3 3 74, megâzî/3774-3775, 3876-3880, 3889-3891, nikâh/4695-4696, 4762, 4771, et'ime/4968, 5005, zebâih/5102İ libâs/5513, edeb/5717, da'avât/5886, kefarât/6220. i'tisâm/6786, 6788; Müslim, hac/2395, 2428, 2431, nikâh/2561-2562, 2564, 2566, cihâd/3360-3362; Tirmiz{ nikâh/1015, 1034, siyer/1470, menâkıb/3857; Nesâî, mevâkît/544, nikâh/3290-3291, 3327-3329, îd/4265; Ebû Dâvud, nikâh/1758, harâc/2601-2604, 2615, et'ime/3253; İbn Mâce, nikâh/1899, 1947, ticârât/2263, menasik/3106; İbn Hanbel, bakî nıusnediM-mÜksirîn/11505, 11554, 11635, 11697, 11770, 11960, 12052, 12155, 12208, 12218, 12282, 12401, 12465, 12553, 12626, 12665, 12993, 13019, 13049, 13086, 13272, 13359, 13471, 13589; Mâlik, cihâd/891, câmi/1374; Dârimî, nikâh/2144-2145, 2462. [3] Buhârî, ezân/576; Müslim, salât/576; Tirmizî, saîât/192; Nesâî, ezân/667; Ebû Dâvud, salât/438; İbn Mâce, ezân/712; İbn Hanbei, bakî, musnedi'l-müksirîn/10597, 11078, 11318, 11428; Mâlik, nidâ/135; Dârimî, salâi/1175. |