๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Büyük Osmanlı Tarihi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 05 Nisan 2011, 20:56:10



Konu Başlığı: Sultan Abdülmecid han
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 05 Nisan 2011, 20:56:10
SULTAN ABDÜLMECİD HAN



Babası: Sultan II. Mahmûd Han   

Annesi: Bezm-i Âlem Valide Sultan

Doğum Tarihi: 1823

Vefat Tarihi: 1861

Saltanat Müd.: 1839-1861

Türbesi: İstanbul Fatih Y. Sultan Selim Camii Yanı.

 

Osmanlı Padişahlarının 31.si olan Abdülmecid hân, 2.Mahmud ile Bezm-i âlem Valide Sultanın oğludur.
3/şaban/1239-3/nisan/1823'de doğmuştur. Sultan 2. Mahmud'un vukubulan irtihali üzerine taht'ı Osmaniye oturmuştur.

Takvimler o günü 1/temmuz/1839 olarak gösterdiğinde Abdülmecid hân, 16 yaşından 2 ay, 28 gün almıştı. 15/zilhicce/1281-15/hazİran/1861'de 38 yaşında olduğu halde hayli genç irtihal-i dâr-ı beka eylemiştir. Yavuz Sultan Selim Cami­inde yaptırdığı türbeye defnedilmiştir. Hermn kayd edelimki yaptırdığı türbeyi görmeğe gittiğinde bakmışki cedd-i emce-di Hz. Yavuz Selim'in türbesinden daha yüksek bir türbe inşa olunmuş! Bunun üzerine derhal türbeyi kısalttırmayı emir et­miştir ve bunun gereği yerine getirilmiş, türbenin bir bölümü yıkılmış ve Yavuz 'un türbesinden küçük olarak yapılmakla mütevazi padişahın emri yerine getirilmiştir.

Sultan Abdülmecid zamanında Arab bir şâir padişahın tahta çıkışını:

"Bir iki, iki delik,/Saltan Mecid oldu meic şiiriyeti içinde söyleyerek,tahta çıkış târihini böylece unutulmaz bir beyitle inşa etmiş Osmanlı edebiyatında şâirin adı değil amma beyit bakî kalmıştır.

Ahali arasında Abdülmecid hân'ın kız gibi denen çok zarif ve güzel bir çehreye mâükiyeti konuşulurdu. Ne varki bu güzel adam çok genç yaşta başladığı içkinin öldürücü ve kah­redici tesirini çok içmek münasebetiyle de haylice arttırmak­taydı. Hayatının sonuna doğru akşamları sızıp kaldığı, yar­dımla yatağına taşındığı rivayet olunur. Nargile tiryakiliği ve tebdili kıyafet ile ahali arasında dolşaması da pek bilinen hususdandır.

Kan dökmekten asla hoşlanmaz, savaşsız bir dünya biribirini seven lâtif insanlar âlemi arzu ede rek sulhseverliğini ortaya koyardı. Yaklaşmakta olduğu batı âleminin bizim gele­nekleri mize ve bilhassa dinimize mugayir hâl ve ahvalini al­makta gösterdiği müsamaha bir gurub müslümanın kendisini devirmek teşebbüsü için teşkilatlanmaları neticesine vardırmıştı.

Bu zevat yakalandığında muhakemeleri şimdiki Kuleli As­keri Lisesinde yapıldığından ve çıkan kararda bunların ida­mına hükm olunmasına rağmen, günümüzde bile riayet edil­mediğini zaman zaman gördüğümüz, tasavvur hâlinde kal­ması, işe başlar başlamaz yakalanma yâni adem-i muvaf­fakiyet hâllerinde cezada tenzil gerekirken idama karar veri­liyor ki nitekim Kuleli Mahkemesi heyet-i hâkimesi de böyle bir karar vermişse de, padişah, kendi insiyatifini kullanırken, adetâ mahkeme heyetine ders verircesine:

"Ortada bir katletme olayı, yok dolaysıyla katil de yok, hareket ise teşebbüse bile ulaşmamış, tasavvurda kalmış, cezalan sürgüne tahvil ediyorum" Demek suretiyle de düşün­cesini tatbik alanına aktarmayı bilen merhametli bir insan olarak görülmüştür.

Merhum Reşat Ekrem Koçu; Osmanlı Padişahları adlı ese­rinde şöyle bir anekdot nakleder: "Altı asırlık hanedan'ın mübalağasız en nazik, çelebi hükümdarıdır. Babası Sultan 2. Mahmud'a karşı isyan etmiş bulunan Kavalalı Mehmed Ali Paşa bu genç padişahı cülus ettiği yıllarda ziyaret ettiğinde bir ihtiyarlık gafletiyle <oğlum> diye hitab etmiş fakat karşı ândaki delikanlının bir imparator olduğunu derhal hatırlıyarak ayaklarına kapanmış af dilemişti.Abdülmecid diz çöken ihtiyar valiyi ellerinden gayet zarifçe tutup kaldırmış, <pederim nasihatlarınıza daima muhtacım>" Demiş bulun­duğunu nakleder.

Sultan Abdülmecid; bir terakki-i hatveye yâni ileriye doğ­ru, gelişmeye dayalı istikamete adım atmaya karar vermiş bir hanedan'ın evlâdı olduğunu idrâk etmiş bir şahsiyetti. Babası Sultan Mahmud'un gâvur padişah lakabı ile bazı ahali arasında anılması herşeyinle onu takip etmekten vazgeçir­medi. Bu da adetâ meşhur şâir Yahya Kemâl Beyatlı tarafından yazılmış bir şiirde, <Bir meşaledir devredilir elden'eie> dediği gibi vazifeyi aldığı yerden kucaklayıp götürmesi bu mısrada adetâ müşahhas bir şekilde ortaya konuyor.

Abdülmecid Hân'ın devlet üzerindeki gölgesinin dâima hissedilen bir insan olduğunu <Ahmed Cevdet Paşa ve Za­mana adlı, kerimeleri Fatma Aliye Hanım tarafından yazılan' ve tarafımızdan neşir hayatına Pınar yayınlan arasında kazandırdığımız eserde şu vaka bu iddiamızın ne kadar doğru olduğunu ortaya koyuyor. Meâlen bahse konu eserden şun­ları aktarmaya gayret edelim: "Sultan Abdülmecid Koca Reşid Paşanın yerine sadarete Âlî Paşayı getirdiğinde, bu sadn-azamtn ilk işlerinden birini borç alma antlaşmasını tamamla­maya çalışmak oluyordu. Bu duruma Boğazdaki Aşiretin kurucusu sayılan Rodosizade Ahmed Fethi Paşa   mutttali olunca doğruca aynı zamanda damadlan olduğu halde pa­dişaha <Pederinİz iki defa Rusya ile savaş yaptı. Bu kadar gaile, bu kadar seferler açtı buna rağmen dışarıdan beş ku­ruş borç almadı. Zaman-ı hümayununuz asayiş üzerinde geçmekte olduğu halde borç almanızın âlemi nedir? Der demez, Abdülmecid Hân bu doğru ikaz karşısında pek müked-der olmuştu. Bu arada borç alma mukavelesi imzalanmıştı. Fransız elçisi ise dünyanın gidişatını iyi görmediğini büyük savaş çıkabileceğini bu bakımdan borç almaktan istinkaf bilmemesini Fuad Paşaya tavsiye etmişti. Padişahı bu ihti­mal üzerine Iknaya çalışan Fuad Paşa bunda muvaffak ola­madı Çünkü padişah; bu borç mukavelesi iptal edilmezse ben padişahlıktan istifa ederim açıklamasını yaptığında pek nâdir bir sö- zü kullanmış oluyordu. Neticede,mukavele iptal olundu. Borç istinkâfından doğan tazminat ödenmesi, ant­laşmayı imzalayan vekillere taksim olunarak ödettirildi. Böy­lece de devletin işlerine padişahın kesin müdehalesinin bir örneğini şu satırlarda göstermiş olduk.

Bu arada kimileri Damad Ahmed Fethi Paşaya neden ba-bıâlî'ye zıt gidiyorsunuz? Dediklerinde onun cevabı şöyle olur ki bu gün bile bir ders olarak kabul edilmelidir: "Ben babı-âlî'ye asla muhalefet etmek istemem. Lakin bilirim ki bu devlet beş kuruş borç ederse yanar! Bir kere borca alışırsa sonra Önü alınmaz! Düyuna (borca) mustağrak olur gider"

Yine aynı eserden aşağıda mühim bir alıntı yapmadan, Abdülmecid döneminde devlet ricalinin hizbinden biraz ön bilgi verelim. Sultan Abdülmecid'in sarayından emekli olu­nan bir ağa'ya, Fuad Paşanın Amedçjlik görevi sırasında ağaya ikiyüzelli kuruş emekli maaşı bağlanmıştı. Padişah bundan haberdar olunca hemen müdehale etdi. Çünkü bu muameleyi Reşid Paşa arzetmişti. Padişahın çözümü şöyle °ldu. Bu adam benim şahsi hizmetimde bulunmuştur. Buna Maaş ödemede mâliyenin ne gibi mecburiyeti olabilir?

edikten sonra da maaşı ceb-i hümayundan ödeme yoluna gitmiştir. Şimdi bazıları derlerki; Efendim Abdülmecid vefat yeni padişah hayatı devam eden bu ağa'ya maaş emeye devam edermi? Dedikya; bir meşaledir devredilir n ele yeni padişaha vâris olan kardeşidir. Başka bir ha-an mensubu değildir. Yeni gelen eski padişahın böyle

devlete yük olmasın diye maaşı ceb-i hümayunundan ver­mesini yanlış değil, bilakis pek doğru bulup o istikamette gitmesini gerektirdiğini idrâk etmesi gerekirki, biz yaşadıktan sonra bu mütalaayı yapıyoruz, Sultan Abdülmecid'den sonra gelen padişah Abdülaziz Hân, böyle bir görevi memnuniyetle ifa eder düşüncesine kailiz.

Sultan 2. Mahmud'un vefatı esnasında makam-ı sadaretde Rauf Paşa bulunmaktaydı ve cenazeyi Divanyolu üzerindeki Köprülüler Kütüphanesinde beklerken bir atabey gibi kabul­lenilen Hüsrev Paşa ise Padişahın vefat haberine muttali ol­duğunda ilk işi serasker Damad Said Paşa'ya, asayişi muha­faza maksadına dönük olarak hemen İstanbul tarafına geç­mesini emretti. Öte yandan da Vâlidesultan'ın köşkünde ika­met etmekte olan veliahd Abdülmecid'e tahta geçmek üzere hazırlanması haberini gönderdi. Hüsrev Paşa hem ilk biati yapmak istiyor ve bundan yararlanarak sadareti de ele ge­çirmeyi plânlı- yordu. Nitekim bu arzusuna da çok gecikme­den nail oldu. Eski sadrıazam Rauf Paşa, ahkâm-ı adliye'ye, serasker damad Said Paşa ticaret nazırlığına getirilirken, merhum padişahın yakın adamlarından olan Rıza Bey'e ve-zaret rütbesi verilerek Mabeyn Müşiri olurken, Muhimmat-ı Harbiye nâzın Ali Necib Bey, Valide kethüdası, boşalan mü-himmat-ı harbiye nazırlığına Deavİ nâzın Necib Efendi geti­rildi. Hacı Saib Efendi ise, Deavi Nâzın yapılırken, Dahiliye nezareti maruzat kâtibi Sekip Efendi, Beylikçi, Hariciye ne­zareti Maruzat kâtibi Mahir Bey amedçi tâyin olundular.

Makam-ı sadaretin Hüsrev Paşa'ya verildiğini bildiren hatt-ı hümayunda, "Umuru dahi üye ue hâriciye ve mesalih mâliye ve askeriye velhasıl kâffe-i nezaret-i şâmile ile sadaret-i uzma ve vekâlet-i kübra makam-ı celiline bilâ istiklâl intihap ve tâyin edilmiş bulunduğu yazılıdır."

Abdülmecid Hân; bu sıralarda Mısır meselesi üzerinde mei yapmayı düşündüğü halde tahta çıkışı vesilesiyle vesileivle ortadan kalkmasını gaye hâline getirmişti. Hüsrev Paa'va ulaştırılan nutkunun bir bölümünde "Zât-ı şahanem, ibâd ve bilâd'ın asayişine halelden vıkayeten ve mücerred sefk-i dâmei müslimini siyaneten levazımı tabiyyeti ve feraizi ubudiyyeti kamilen icra olunmak üzere vukuat-ı mezküre kâin ül miken nisyanen mensiya ve mazi-i namazı hükmüne konularak, Mehmed Ali Paşa hakknda Mehmed Ali Paşa hakkında afv-u cemil ve seffah-ı bia dili padişahanem erzan buyrulmağın bu ahsen ve inâyet-i mülükânemin vâli-i müşarileyhe tebliğ ve tebşirine müsaraat olunsun" Demişti.

Şimdi bu ağdalı osmanlıcayı tabükî bizim neslimizin anla­ması çok zor. Hele bizden sonrakilerin abdihabeş gibi bakacağını düşünürsek,ifadenin mealini vermekle iktifa edelim: "Ben kulların ue beldelerin asayişinin herhangi bir surette bozulmasından ve müslümanlara zarar verecek kötülükler­den korumağa gayret tabiiki vazifem olduğundan bundan böyle geçmiş ve üzüntü verici olayları unutma yoluna gidip, bizim valilerimizden olan Mehmed Ali Paşaya af ihsan ettiği­mi bildirin" mealindedir.

Padişahın bu iradesi babıâlî kâtibi Akif Efendiye verilip, kendileri Peyk-i Şevket vapuru ile Mısır'a gönderildi. Orduyu hümayun komutanı Hafız Paşaya da düşmanca tavırlardan çıkılması bildirilirken, Akdenâz'e yollanmış donanmaya da »en gitmemesi içinde Kapdan-ı Derya Ahmed Fevzi Paşaya haber gönderilmişti. Halbuki bu sıralarda ise, Hafız Paşa Ni-'P te meydana gelen meydan muharebesinde feci bir mağ-iubiyete uğramıştı.

mağlubiyetin haberi Saraya ulaştığında yeni padişahın a akmasından dört gün sonra ulaşmıştı. Bu vaziyet karşısında da, 2.Mahmud'un vefatından önce bu habere muttali olmadığını çıkarmak kabildir. Donanmayı yöneten Ahmet Paşa gelen emri tatbike yanaşmadı. Mısır'a doğru yola de­vam etdi. Sebebi ise can korkusuna dayanmaktaydı.

Çünkü Hüsrev Paşa ile arasındaki burudet ondan korkma­sına bu korku yüzünden de sığınacak yer aramaktaydı buna en yakın olarak Mehmed Ali Paşayı görüyor ve donanma yi da ona teslim ettiğinde bir ihanet irtikâb etmiş olacak ve karşılığında padişah ordusu nu yenen güce sahip bir valinin himayesine girmiş olacaktı. Ancak bu meseleyi kısacada olsa biraz izaha gayret edelim:

"Hüsrev Paşa; Çamlıca kasrında Abdülmecid'e ilk biati yapmağa ve bu yolla da sadareti ele geçirmeye muvaffak olmuştu. Bu, arada da Donanmanın gelmesi emrini Ahmet Pa­şaya bildirmişti. Ahmet Paşayı ise Sultan 2. Mahmud sevmiş, kapdan-ı derya bu padişahın dostluğunu kazanmış idi. Bu arada da padişahın iyileşmekte olduğuna dâir haber taşı­yan bir mektup almıştı. Bu haber üzerine Sultan Mahmud'a, Hüsrev Paşa aleyhine bir çok beyanlar yer atan mektup gönderdi. Kaptanpaşanın bu mektubu padişahın vefatı son­rasında istanbul'a ulaştı ve Hüsrev Paşa bu mektubu okudu. Zaten daha önce de Hüsrev Paşanın mevkii iktidar dan düş­mesine yol açan bir mektup Sultan 2. Mahmud'a bu paşa ta­rafından yollanmıştı.

Aralarında geçen bu olay şimdi bambaşka bir neticeye varmıştı. Donanmayı İstanbul'a getirmesini bildiren Hüsrev Paşa, bunun yapılmaması hâlinde hem rütbelerinden hem de vazifesinden olacağını bildirmişti. Bu sırada ise, M.Ali Paşanın af haberini bindiği Peyk-i Şevket adlı vapurla götür­mekte olan Akif Efendi, yolu üstünde bulunan donanmanın yanına uğradı ve Ahmed Fevzi Paşaya mülâki oldu. Burada biteni yani Suttan Mahmud'un vefatını, Abdülmecid'in tahta çıkışını, Hüsrev Paşanın sadarete getirildiğini ve de Mısır Valisine af haberini götürmekte olduğunu bildirdi. Buda da,donanmanın daha öteye gitmesine lüzum olmadıda deyiverdi." Akif Efendi buradan İskenderiye limanına qitmek üzere donanmadan ayrıldı.

Yukarıdaki izahınızdan anlaşılacağı gibi Ahmet Fevzi Paşa; aid veya şaki olma yolundan birini seçme durumuna düşmüştü. Sırdaşı olan Osman Bey'e istişare için başvurduğun­da vardıkları netice M.Ali Paşaya gitmek ona iltica etmek ve donanmayı da ona teslim etmek oldu. İstanbul'a gitmesi mu­haldi,çünkü orada adaletden ziyade Hüsrev Paşa' nın kahre­dici gücü Ahmet Paşayı beklemekteydi. Bu hususda olaylar gelişirken, Fransa' da Lui Filip hükümeti şark âleminde te'si-rini güçlendirmek için yeni bir politik tarz geliştirmişti. Bunun neticesi olarak da M.Ali Paşaya gönderdiği bir murahhasla Nizip Zaferinin neticelerini devşirmesi için yürüyüşünü de­vam ettirmesi tavsiyesinde bulunurken, Amiral Lalend ko­mutasında Fransa donanmasının bir gurup gemilerini Ça­nakkale Boğazı önüne ablukaya alıp, tıkamak suretiyle Kavalah'nın oplu İbrahim Paşanın emri ne muntazır olduklarını belirtmekten çekinmiyorlardı. Yalnız Fransa şu değişiklikten bihaberdi, oda M.Ali Paşanın yeni padişah ile anlaşma yolu arayacağını ve bunu temin   muvaffak olacağına emin oldu­ğundan, avrupayı ve Rusya'yı bu işe karıştırmamak kararına doğru yol alıyordu. Üstelik Fransa'dan beklediği yardım, bu düşüncesi istikametini aşmamasıydı.

Ote yandan İngilizler, donanmalarını Malta adası civarında volta attırıyorlardı. Bu gemilerden Vanguard isimli firkateyn, kalabalık bir müfrezeyle donanmayı hümayuna refa kat et­mekteydi. İngilizler, donanmamızın Mısır gemilerini tahrib ve M.Ali Paşayı mağlup etmek için yol alıyor zannediyorlardı. Bu esnada Amiral Lalend îyena adlı gemisiyle ortaya çıkmış hemen Kaptanpaşa gemisine durması haberini gönderdi. Pe­şinden de gemiye davet olunduğundan erkânı harbiyesiyle birlikte kaptanpaşa gemisine çıktı. Piyale Osman Bey amirali odasına aldı ve yukarıda arzettiğimiz, Ahmed Fevzi Paşanın do- nanmayı M.Ali Paşaya teslim etmek üzere yolda oldukla­rını pek kısık bir sesle İngiliz amirale kamarasında fısıldayan Osman Bey, böylece esrarengiz bir vazifeyi yerine getirmiş oluyordu. Anlaşılmayan husus, Ahmet Fevzi Paşaya donan­mayı asi Mısır valisine verivermesinden elde ettiği, Hâin lâ­kabının kaçda kaçı, Piyale Osman Bey'e de pay olarak ne düştüğü olmuştu. Bu gizli sırrın tevdiinden sonra amiral, kaptanpaşa gemisinden ayrıldı. Vanguar ise önde olduğu halde yola devam edilmekte ancak hedefin neresi olduğu bi­linmemekteydi. Bu hususda Kâmil Paşanın Târih-i Siya-si'sinde şunlar yer alıyor: "Ahmed Paşa yaptığı haince hare­katıyla artık ne yapacağını şaşırmış haldey ken düşüncesin­de İskenderiye limanına gidip, donanmayı Mısır uâlisine şartsız tes-lim edip, MehmedAü Paşayı kendisine veiiiniğmet bilmek geçiyordu. Ancak M.Ali Paşanın bundan haberdar olmamasından dolayı İskenderiye limanına yaklaştığı esna­da kale burçlarından donanmaya ateş edilmesi ve buna bağ­lı olarak hasara maruz kalmak korkusu taşıyordu. Rodos ciolarında Kuş Adasına varışında yanında bulunan Osman Bey'in yardımıyla kendi kethüdası Hacı Şerif Ağa'yi bir kor­vet'e bindirerek durumu anlatmak gayesiyle Mehmed Ali Paşanın nezdine gönderdi. Bu arada da İstanbul'a cülusu tebrik için gönderilmiş bulunan donanma müsteşarı Muhsin Efendinin ardından, donanmada bulunan bazı komutanlar bu firar ve donanmayı teslim işine müdehale ederler  Ferik Mustafa Paşa gibi bir kaç kişiylde kaptanderya misine çağırıp, göz altına almışlardı. Bu arada da İstanbul dan dönen Osman Efendiyi bir Fransız vapuru Kaptana nemisine getirmişti. Muhsin Efendi de hâmil olduğu hatt-i hümayunu büyük bir hürmet ile açıp, Mehmed Ali Pasa İle anlaşma yapıldı diyerek cebine soktu. Daha sonra haylice soğuk bir sohbet geçti.

Bu konuşma esnasında Hizip savaşından bahsedildi ve Hâin Ahmed Paşa Osman Efendiyi diğer kimselerden ayrı tutma yolunu seçmiş ve kendisine uydurduğu komutan ve subaylarla istişareye lüzum görmeden yola devam etmiştir."

Mehmed Ali Paşa, Nizip vakasını haber almış durumdan elçilikleri haberdar etmişti. Hâin Ahmet Fevzi Paşanın yolla­dığı Hacı Şerif Ağanın, donanmanın Kavalalı'nın himayesi girmek üzere geleceğinide haber aldığından bunu da ecnebi­lere duyurmuştu. Yazdığı cevabı, kendi vapurlarından birisiy­le yollayıp, gelen korveti de alıkoymuştu. Hüsrev Paşa'nın gönderdiği Akif Efendi'yi ise, verasetin sadece Mısır için ol­masından dolayı geriye döndürmüştü. Hâin Ahmet Paşa donanmay-ı hümayunu sekiz kapak, oniki firkateyn, iki briyk ve etrafında manevralar yapmakta olan yirmisekiz parça Mı­sır gemisiyle geldi ve Hâin Ahmet Paşa karaya çıktı Kavalalı Mehmed Ali Paşanın sarayına çıkıpda ihtiyar ve asi valinin huzuruna çıktığında adetâ ayaklarına kapandı, tabasbuslara başvurdu. Kavalalı kendine bir donanma hediye eden hâine dramlarda bulundu ve kalacağı ikametgâha yolladı.

Kavalalı Mehmed Ali Paşa Nizip vakasını, Ahmet Paşanıner»dısine ilticasını Hüsrev Paşanın yanlışlarında ve kötülünde Oluyordu. Hüsrev Paşayı mevkii iktidardan düşür için bir karalama kampanyası başlatmıştı. Durumu Vâ-esultan'a, Damad Halil Paşaya kadar duyurdu. Mesele pek mühim bir manzara arzediyordu. Ordusuz ve donanmasiz bir hâle gelmişti Osmanlı devleti. Düvel-i muazzama bu du­rumun farkına varmış demek safdillik olur, çünkü asiler ve hâinler zümresinin yol göstericisi onlar ve hempaları idi.

Defalarca toplantı yapan heyet-i vükelâ Mehmed Ali Paşa­ya Suriye'yi de verasete dahil etmeye karar almak durumu­na gelmek üzereydi. Babıâli bu düşünceyi temerküz ettirir­ken, Fransa ile ingiliz b.elçiliklerinin baştercümanları babıâli'ye gelerek, "Birlik olan beş devletin teklif ve aracdığından çıkacak karar beklenmeksizin ni hai yâni son kararlarını ver­memelerini tavsiye ettiler." Bu tavsiye gerek Hüsrev Paşa da gerekse de babıâli ricalinin yüreğine su serpti. Babıâliye er­tesi gün Avusturya hariciye nazır Kont Meternih'in imzasını taşıyan şu nota tercümanlar delaletiyle tebliğ edildi Nota'nın meali şu idi: "Aşağıda imzası olan bizler! bağlı olduğumuz hükümetlerden aldıkları talimata uygun olarak, beş büyük devletin Şark Meselesinde anlaşmış ve reyleri aynı olmakla iyi niyetlerinin yerine geleceğine inanarak yardımları olmak­sızın adı geçen mesele üzerinde katiyyen her türlü karar al­maktan kaçınılmasını babı âli'ye haber vermekle şeref duy­duğumuzu belirtiriz."

Alınan bu notanın neticesinde, kendi valisinin asiliği yüzü­ğünden beş ecnebi devletin koruması altına girmiş bir hâlle karşılaşmış oluyorduki, işin burası Mehmed Ali'nin mânevi mesuliyeti açısından o kadar ağırdı ki uhrevi hayatı bunun hükmünden kurtulabilirini? Allah'ü âlem! Ama dünyevi ola­rak bir husus ortadaydıki buda Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile doğrudan ve başbaşa bir antlaşma artık hayal olmuştu. Me­sele bir iç iş olmayı kaybetmiş, uluslararası alana sıçratılmıştı.

Nitekim; İstanbul'da Rusya'nın tesir sahasını kaybettiğini ..       


İngiltere, Mısır üstüne dönüp, M.Ali diye Fransızlara "klenmek istikanetini tutturdu. Lord Palmerston; Mısır hü­kümetini küçültmek istiyor ve yazılıp tasdik-i şahaneden emiş veraset hattını da endişe ve memnuniyetsizlikle ka­bul etmekteydi. Bu bakımdan ve bu düşünce yapısından kaynaklanarak bir ültimatom gönderilmesini ve kabul etmediâi takdirde aleyhine cebri vasıtaların kullanılacağını anla­tan bir teklifde bulundu.

Bu teklife Rusya, Prusya ve Avusturya muhalefet etmedi­ler. Fransa kabine reisi makamında olan Solet, sadece muhalefet etmeyip, Mısır'dan başka diğer vilayetlerinde veraset olarak Mehmed Ali'ye verilmesi lâzım geldiğini beyan etdi. Böylece de Londra ile Paris arasında siyasi gerginlikler tır­manmaya başladı.

Rusya; bu uzaklaşma siyasetinin kendine yaradığını mem­nuniyetle gözlüyordu. Buna bağlı olarakda, Burnof adlı bir diplomatını Londra'ya gönderdi. Bu adam, Çar'ın İngiliz hü­kümetine, Mehmed Ali Paşaya sonradan kabul ettirilecek şartlar hakkında aynı görüşte olduğunu ve müddetinin sona ermesine iki sene kalmış olan Hünkâr İskelesi antlaşmasını temdid etmeyip yalnız babıâli müracaat ettiği takdirde Kara­deniz ve Boğazlarda yardım etmekte tek olarak kabul edilmesini diğer devletlerinde icâb ettiğinde donanmalarıyla ko­rumalarını Çar, Sultan lehine silahlı müdehaleye girişecek olursa bunun bütün avrupa adına ve ona vekâleten yerine getirmiş şeklinde itibar edilmesini teklif ettiysede kabul ettiremedi. İngilterede vazifede olan Melburn kabinesi, Mısır ve Akkâ Paşalığının verese olarak verilmesini isteme niyetinde ulunuyorardı. Prusya ve Avusturyada, Fransa'ya aynı teklif-de bulunmuşlardı.

Demek ki bu teklifi iki ayrı kanada yaptıran güt; işin esası­mı yoksa tek merkezli bir güçmüydü? Bütün dünya uluslararası meselelerde bunun cevabını vermedikçe bilinmeyen ve ele geçmeyen bir mekanizmanın oyuncağı olduğunu ka­bullenmek zorundadır! Ancak bu iki devletin müşterek tekli­fine ne Lui Filip ne de hükümet üyeleri sıcak bakmadılar. Fransızlar; İngilizlerin, İspanya'ya müdehale etmesinden vede Cezayir'deyse Emir Abdülkadir'e yardım etmelerinden haylice kızgındılar. Özellikle İngiliz/Rus işbirliğini ummuyor­lardı. Bir tarafdanda, Avusturya ve prusya'nın dostluklarına güveniyorlar, bu taraftanda ingilizlere karşı dayanıyorlardı.

Meşhur Baron Tiyers, İngilizlerle uyuşmak taraftan olmak­la beraber, Mehmed Ali'nin gayretini de tasvip ediyordu. Fransızlar, ya hep ya hiç diyorlardı. Buna bağlı olarak Londra'daki sefirleri General Sebastiyani'yi yumuşak davra­nışları yüzünden geri çekip, yerine meşhur Gizu'yu b.elçi olarak gönderdiler. Maksat; Mehmed Ali Paşanın isteğini şid­det yoluyla yerine getirmek idi. Fakat mareşal Solet iktidar mevkiinde kalamadı. 1840 Martının 1.gününde Tiyers baş­vekil oldu. Bu seneler zarfında Fransa'nın gerek Cezayiri zapt etmek, gerek Mehmed Ali Paşaya yaptıkları yardımların ve arka çıkmalarının Osmanlı devleti aleyhine bir politikayı hızlandırdıklarını ispat eder görüntülerdir. Tabiiki siyaset ala­nında dostluklardan çok ülkelerin menfaatleri daha fazla önemtaşır ki bu ancak mütekabiliyete uygun düşer. Bunun dışına çıkıldımı biri diğerini yutuyor demektir.

Tiyers 1815'de Viyana'da Fransa'nın hissiyat aleyhine vu­rulan darbelerin acısını çıkarmak İçin Cezayir ile yaptığı sa­vaşa haylice şiddet ve İnsanlık dışı fenomenler yükledi. Bu tarzı sergilediğinde İspanya üzerinde de tesirli olmaya yelken açtı. Tiyers bu arada ortalığı şaşırtmak için Saint Helen Adaından Napolyon'un gemilerini getirtti. Bu te şebbüs, Tyersin parlak politik hatalarından birini teşkil etdi. Fransızların hoppalığını arttırdı. 1815 darbeleri unutulurken Avrupa ülke­leri Fransa'yı göz hapsine alamadan da edemedi. Napol-von'un gemilerini almak hususunda Fransa'nın yaptığı mü­racaata Lord Palmerston'un nezaketle boyun eğmesi siyase­tine vurduğu yeni bir darbe oldu. Bu vaziyetde iki siyaset us­tası birbirine oyun oynamak için gülümser tarzda, yalanı içinde, birfai rinin gözünün içine bakmaktaydılar. Tiyers; dört devletten ayrılacağını açıkladığında, Palmerston Rusya ile esasa dair noktalarda hemen hemen aynı düşündüğünü ortaya koydu.Berlin, Viyana ile Paris kabinelerini Londra'da Mısır meslesini konuşmak üzere müzakereye davet etdiğini açıkladı. Fransa, Gizu'yu tâyin etmişti. Tiyers Londra müza­kerelerinin Mehmed Ali Paşa için hayırlı olmayacağını kestirmişti.

Böylece avrupayı bir emr-i vaki karşısında bırakmak için müzakereleri sürüncemede bıraktırmaya çalıştı. Gizu' nun bulabildiği geciken vasıtalar ve bir de Osmanlı murahhasları­nın müzakerede olmasıydı. Osmanlı murahhası Nuri Efendi; 1256/1840 senesi nisan ayında Londra'ya vardı. Derhal mü­zakerelerin tamamlanması için çalışan Avusturya ve Prusya murahhasları bir tarafdan İngiltere ile Rusya arasında tavas­sutta bulunabileceklerini aralarındaki meseleleri düzeltmeye yardımcı olmayı teklif etdiler. Mehmed Ali Paşaya, Mısır'ın veraseten, Suriye'nin ise kaydı hayat şartıyla verilmesini Fransa'ya bildirdiler.

iyers; Mösyö Gizu'ya açılmamasını emretti. Esas maksat kendi adamları vasıtasıyla Mehmed Ali ve babıâli arasında yazı olarak yürütülmekte olan müzakerelerin sonucunu alfstiyordu. Aynı zamanda Londra sefaretinde bulunan hariciye nâzın Mustafa Reşid Paşa ile Paris sefiri Fethi Paşa, Abdülmecid hân'ın tahta çıkması hasebiyle tebrik için İstan­bul'a gelmişlerdi. Reşid Paşa Osmanlı devletinin en müşkü! döneminde hâriciye bakanlarına düşen işlere daldı. Fethi Paşada, Ahkâmı adliye âzalığına tâyin olundu. Reşid Paşa ise bu esnada Osmanlı devleti hâriciyesini düzeltmeğe çalış­tığı gibi diğer taraftanda, Tanzimat-ı Hayriyye'nin ilanına dâir hazırlıkları bitirmiş, h.l255-m.l839 senesi şaban ayının 26. günü benim hesaplamama göre milâdi kasım ayının 5. gü­nüne rastlamaktadırki, muteber târihlerde tanzimat fermanı­nın okunması 2/kasim olarak geçer dolayısıyla şaban ayının 26. günü tavsifinde bir yanlışlık olabilir! Adı geçen günde Gülhane Meydanına bakan kasır'da hatt-ı hümayun okundu. Merasimde başda Sultan Abdülmecid bulunduğu hatde vekil­ler, ulemâ, devlet adamları, ecnebi elçiler bir çadırda ağırla­nırken, binlerce sayıya varan ahali de toplanmıştı.Reşid Paşa çok yükseğe kurulu bir kürsüye çıkıp, tanzimat fermanını anlatan yazıyı yüksek sesle hâziruna okudu. Tanzimat Fer­manı, yed-i vâhid yâ ni tekel olarak angaryayı kaldırmış ol­duğundan Mehmed Ali Paşanın idare usûlüne karşı yeni bir darbe olmuştur.

Hakikaten Gizu cevap vermiyordu. Aradan iki ay geçme­sine rağmen müzakereler bir adım dahi ilerlemedi. Palmers-ton son teklifini bildirdi. "Mısır valiliğinin ve Akka Paşalığının yaşadığı müddetçe Mehmed Ali Paşaya verilmesi" Bununda cevabının ya evet yada hayır olmasını istedi. Bunlar olurkende Hüsrev Paşa azlolundu. Hüsrev Paşa makam-ı şada-retden düşünce ve yerine gelen Rauf Paşanın makam-ı sada­rete tâyini hakkında çıkan hatt-ı hümayunda "Selefin Hüs­rev Paşanın ihtiyarlığı münasebetiyle devlet işlerine lâyıkıy­la bakamadığı açık olup" kaydı vardır. Târih-i Lütfî dİyorki:

"Hüsrev Paşanın İhtiyarlığı münasebetiyle devlet işlerine lâ-nkıula bakamadığı açık olup, kaydı cevap verir. Târih-i Lütfi diyor ki; "Hüsrev Paşanın sadaretden infisaline sebeb tanziatı tıauriye aleyhinde bulıınmasıymış. Tanzimat, eski usülun istiapdadiyeyi imha etmek için bir kanundu. Hüsrev Paşa oibi eski tarz   düşünceyi savunanlar bu teklifin aleyhindediler. Azledildikten sonra yalısında oturması söylenerek ihti-lattan menedllmişti Bir müddet geçince besbellikİ muhalifi bulunanlar kendisinden emin olamadıklarından ve Kirca.lt takımından yalısında asker ve top bulunduğu dedikodusu dikkati çekmiş bulunduğundan bir gece sahilhanesi nizami­ye askeri ile kuşatmaya alındı. Yalısının önüne getirilen bir vapura bindirilerek sürgün muamelesi uygulanıp Tekirdi-:-ğı'na gönderildi. Rüşvet maddesinden dolayı ahkâm-ı adliye meclisinden verilen kararda bundan böyle devlet hizmetinde bulundurulmamak tekaüde ebediyen sevk olunarak vezirliği kaldırılarak iki sene müddet için karakol altında tutulmak (emniyet-i umumiye nezareti gibi) ihtiyacı olmadığından al­makta olduğu ayda altmışbin kuruşunun kesilmesi, alınan akçaların yâni rüşvetlerin yerli yerine geri ödenmesi rüşvet verenlerinde cezalandırılmaları kararlaştırıldı."

Tyers vaziyete kimsenin vâkıf olmadığını düşünüyordu. Fakat İstanbul'da bulunan İngiliz elçisi Pönsenbi ve Paris  Aponi, müzakerelerin esrarını anlamakta güçlük çekme­diler. Bu cihetle Palmerstorj hazır sayılırdı. Suriye'de altun saçarak Mehmed Ali Paşanın aleyhinde olmak üzere ihtilâl yıkardı.

Londra dahi Fransa aleyhine çalışarak Rusya, Avusturya Ve Prusya'yı bütün bütün kendi anlayışına ortak kıldı. Meclis elada irdirdiği karar üzerine Fransa'yı açıkta bırakarak a eme alınan antlaşmalar 15/temmuzda murahhaslar tarafından imza edildi. Bu antlaşmaların tanziminde Beyük Se­kip Efendi murahhas idi. Yukarıda söylediğiniz antlaşma beş maddeden teşekkül etmişti. Fakat bu anlaşmaya bir de se­nedi münferid de ilâve olunmuştu. Bu senedi münferide adetâ bir ültimatom kılığı taşımaktaydı.

İlk maddesi: Mısır valiliğinin Mehmed Ali Paşaya ve onun sulbünden gelen evlatlarına vâris olmak üzere Akkâ valiliği ve komutanlığı ve Beriyetüş Şam bölgesinin güney tarafının yaşadığı müddetçe verilmesini hudud tahdidi ile gösterdikten başka Mehmed Alı Paşaya Osmanlı devletinin bir memuru vasıtasıyla bildirildiği günden itibaren on gün mühlet verildi­ği, Cidde eyaleti dahilinde bulunan mukaddes şehirlerden, Girid Adasından, Mısır ve Akkâ Paşalığına olan hududa dahil olmayan bütün Osmanlı beldelerinden çekilmelerini bildiren, gerek kara, gerekse deniz güçleri subaylarına verilen talima­tı, gönderilen Osmanlı memuruna teslim eylerrîesi şart lannı âmirdi.

İkinci madde ise, Mehmed Ali Paşa on gün içinde Tanzimatn getirdiklerini kabul etmediği takdirde, Akkâ Paşalığı idaresinin ölümüne kadar kendisine verilmesinden vazgeçile­ceği.

3. Madde ise Osmanlı devletine ödenmesi gereken vergi­lerin yazılacağı şekilde kararlaştıracağı.

4.madde: her iki şekli kabulde de Mehmed Ali Paşanın on günden yirmi güne kadar müddetin tamamlanmasından ev­vel donanmayı hümayunu müttefik devletler donanması ku­mandanları huzurunda Osmanlı devleti memuruna teslim et­mesi.

5. maddesi Osmanlı devletinin antlaşma hükümlerinin bü­tününün Mısır ve Akkâ eyaletlerinde geçerli olup, her iki eya­lette padişah namına vergi ve teklif etmek antlaşma tarihiyle ndi ve haleflerinin adı geçen eyalete masarif-i askeri, diğer susları are eylemeleri gibi hususları içine almıştır. Târih-i Siyasiye'ye göre: "her ne kadar Rauf Paşa makamsadaretde bulunuyorsa da içişleri, hariciye nâzın Mustafa Resîd Paşa, hariciye işleri ise İngiliz sefir Lord Pönsenbinin himmetleriyle idare olunmaktaydı. Hüsreu Paşanın azli ve Fransa baş vekili Mösyö Tyers'in gizli talimatı üzerine Meh­med Ali Paşa Fatma Sultan'in doğumunun tebriki bahane­sinle özel kâtibi Sami Bey'i İstanbul'a yollayarak, Fransa se­firi Pontova'nın sevk etmesi ile doğrudan doğruya sulha ya­naşmak istemişse de, Reşid Paşa tarafından Osmanlı devleti­nin beş ortak devlete bu hususda taahhüdü olduğu bildirile­rek Sami Bey'e yol gösterildi. Dört devletin kararını Mehmed Ali Pa saya tebliğ için gönderilen hariciye müsteşarı Sadk Rıfat Bey'in tebliğ esnasında paşadan aldığı cevap şöyleydi: Vallah, billah ve tallahi sahip olduğum araziden bir karış yer terk etmem. Eğer bana ilân-ı harp ederlerse Osmanlı toprak­larını alt üst ederek harabesi üzerine kendimi defnederim."

Bu sözlerden sonra dört devletin konsolosları tarafından önce sözlü olarak daha sonrada yazılı olarak yapılan tebligatın tehdid eden yazıyı cevaplamada Fransa'nın yardım va­adine aldanarak gecikme yaptı. Konsoloslar ilk müddetin so­na erdiğinde Rıfat Bey ile beraber gittiklerinde "Mülkü Allah (cc) verir, Allah (c.c) alır, ben Cenab-ı Hakk'a mütevekki­lim ' dedi. İkinci müddetin hitamını bildirmeye gittiklerinde de, sinirli ve kızgınlıkla ilk düşmanlıkta İstanbul üzerine yürü­yeceğini konsoloslara emniyeti olmaması hasebiyle Rıfat eY ile beraber çekilip gitmelerini beyan ettiysede konsolos-ar aaha on gün mühletleri olduğunu cevaben bildirdiler.

onunda Rıfat Bey İstanbul'a gelerek vaziyetleri anlatıp, med Alı Paşanın iki gün sonra kendisini davet verdiği

özel sulh antlaşması suretinide babıâli'ye arzetti. Önceleri İs­tanbul'da şeyhülislâmlık kapısında yapılan genel meclis toplantısında Mehmed Ali Paşa isteklerinden olanların reddine karar verilmiş hatta Akkâ Eyaletinin verilmesinden bile vaz­geçilmiş, Sayda ve Beyrut sancakları ilhakıyla, Akkâ Eyaleti Akdeniz Boğazı muhafızı eski sadnazam İzzet Mehmed, Ku­düs, Nablus ve Gazze sancaklarının ilhakı ile Şam Eyaleti Konya müşiri Hacı Ali, Halep Eyaleti Sivas müşiri Es'ad, Tar­sus sancağıyla Eyaleti Ferik İzzet, rütbe verilerek Girid Eya­leti ve etrafındaki yerlerde beraber Girid muhafızı Mirmiran Mustafa'ya, Cidde eyaleti Bağdad'a katılarak, Bağdad Valisi Ali Rıza Paşalara verilmişti.

Mehmed Ali Paşanın ikinci mühleti geciktirmiş olmaması­na uygun olarak 3. defa azliyle Mısır Eyaleti, Akkâ Valiliği yeniden İzzet Mehmed Paşaya verildi. Dört devletin konso-loslanda vâki olan kararı tebliğ eder etmez İskenderiye'yi terk ettiler. BeriyetüşŞam'da bulunan İngiliz konsolosu ile memurları "Mısır'da asker alınıyormuş" diyerek Cebeli Lübnan Mârunileriyle Dürzileri ayağa kaldırmışlardı.

Mösyö Tiyer's, Lord Palmerston'un mağlubu idi. Müttefik devletler donanmaları harekât-ı harbiye ve tazyiki'yeye başladılar, izzet Mehmed Paşa komutasında yeterli sayıda asker bulunduğu halde Kıbrıs sularına girilerek BeriyetüşŞam sa­hillerinde bulunan İngiliz ve Avusturya harp gemilerinin müş­tereken Beyrut'a yakın bulunan Cünye mevkiine asker çıkar­dılar. İngiliz ve Avusturya gemilerinden birer bölük asker, 1500 İngiliz piyadesi, 7/8bin civarında da Osmanlı askeri çı­karıldı. Beyrut topa tutuldu.

Bu esnada Mösyö Tyers kabinesi de harbçi niyetinin kur­banı olarak düştü. Londra sefiri Mösyö Gizu bakanlar.kurulu­na başkan oldu. niaer tarafdan ise, Suriye ihtilâli şiddetini arttırmış, İbra-paşayı müşkül duruma sokmuştu. Cebeli Lübnan hâki- Mir Beşir'de bütün arzusunun hayatının tamamını lezzetlerle dolu ve dokunulmazlık bakımından teminat altına alarmi umduğu Osmanlı devletine ve onun hükümetine İltica etmeyi seçti. Ancak bir zamanlar ordugâha gelmemesi, İbra­him Paşanın yolunu kapamış olduğu bahanesine dayanarak iki oğlunu yollaması, İngiliz amiral Estopford tarafından yapmış olduğu sığınma red edildi. Cebel'deki mal ve mülkü satılıp Mir Beşir'e verilmesinden sonra kendisine Malta'da ikamet izni verilmiş olup, onun boşalttığı hakimlik makamı­na oğlu Mir Beşir Kasım tâyin edildi.

Mir Kasım daha önce müttefikler ordusuna gelmiş ve Marebe denilen bölgede Cebel isyanına kumanda etmişti. Suriye'de meydana gelmekte olan vakalar ve bunlara bağlı sa­vaşlar Mısır askerinin gurublar hâlinde mağlubiyete uğrayıp, bozulmalarına sebeb olurken, adı geçen savaşlarda başarılan ile dikkat çeken İngiliz gemilerinden birinin komutanı Sır Carls Napier, İbrahim Paşanın Şam yolun dan Baalbek'e ri­cat hattı temin maksadıyla Beyrut'un iki saat ötesinde bulu­nan Halas adlı bölgedeki kuvvetlerini, Mir Kasım'ın maiyeti ve Osmanlı askerinin meydana getirdiği kuvvetle dört saat içinde perişan edip sekizyüz esir aldı. İbrahim Paşanın firarı çok büyük zorluklar içinde kabil olabildi.

Bu çarpışmadan sonra Beyrut'da bulunan Fransız Süley­man Paşa evvelce İbrahim Paşa nın taleb ettiği yardım aske­ri götürmek isterken, mağlubiyetini işitmiş olduğundan, kendisini aramak için şehirde bulunan askerin yarısını alarak yola çıkmıştı. İngiliz amirali Beyrut ahalisinin ateş yakarak yapmış olduğu davetleri ve Süleyman Paşanın bırakmış oldugu Miralay Sadık Bey'in korkakça hareketleri üzerine şehri zaptetti. Bunun ar- kasından vaziyetten haberdar olan Süleyman Paşa hücum ettiyse de mağlubiyetden kurtulamadı. Bu­nun neticesi olarak Sayda, Sur şehirleri de ufak tefek savun­malara rağmen teslim oldular. Mısırlı kuvvetler elinde yalnız Trablusşam ve Akkâ kalmıştı.

Akkâ'ya yapılan dehşetli bir bombardıman sonrasında şehrin içinde bulunan cephaneliğinde patlaması İnzimam edince müdafaa diye bir şey kalmadığından teslimiyet mec­buriyet hâlini aldı. Üçyüz adet top, bol miktarda erzak ve de üçbin kişi esir alındı. Bu ana kadar Mehmed Ali Paşa istika­metinde hareket eden Fransa kabinesinin sükûtu yâni düş­mesi, bu ana kadarda Mösyö Tiyers tarafından öncü harekât olmak üzere gönderilmiş olan Valeski'nin haberiyle beraber Amiral Napier'in İskenderiye önlerine gelerek bu şehri topa tutmasını bizzat beyan etmesi, hâttâ Napier'in büyük cesa­retle gemiye binerek limana gidip, Mehmed Ali Paşa ile gö­rüştükten sonra dönüşü esnasında Mısır askerinin savunma toplarından beş altı tanesini çivilemeleri, bir aydanberi cep­hede olan oğlu İbrahim Paşadan bir haber gelmemesi üzeri­ne Suriye cephesinin günden güne vahim bir hâl almasına kaydığını, bilhassa Fransa'dan aldığı son cevapda gelinen yeri Târih-i Siya si adlı eserin anlatımı ile nakledelim: "Fran­sa'nın kendisini leimâne (alçakça) terk ettiğinin tahakkuk etmesi üzerine Amiral Stopford'un ikinci yazısını alınca haki­ki bir müslüman saflığı içinde başını eğip teslimiyet gösterdi.

 İmtiyaz fermanı Deavi Nâ­zın Said Muhib Efendi eliyle Mehmed Ali Paşa'ya gönderildi. H l257/m.l841. Beriyetüş Samda bulunan İbrahim Paşa, Halas bozgunu üzerine toparlanıp, kavgasına devama çalış-ttusada, Akkâ ile kesilmiş bulunan gerek haberleşme imkânı nerekse ricat yolu buna fırsat vermiyordu. Zahle mevkü ise Emir Kasım tarafından ele geçirilmişken, Havran ahaliside aleyhte hareket içindeydi. İbrahim Paşa Havran isyancılarını Havran ovasında yendiği savaşda pek kan dökücü davran­mış esir aldıklarını dahi İdam ettirdiydi Daha sonra Şam'da toplanabilen Mısır Ordusunun sayısı 25 bin nizamiye, 35 bin başıbozuk, 3 bin süvari ve 200 adet topla kendini gösteriyor­du. İbrahim Paşa bu mevcudla iş göreceğini biliyorsa- da ahalinin isyanı, teşkilâtı askeriyenin noksanlığı bilhassa ka­çış yâni ricat yolunun Akkâ istikametinde kesilmiş oiması zahire azlığı şaşkınlığı içindeyken, babasından da dön emri geldiğinde yola çıktı. Bu dönüşü Süveyş yolu üstünden ve karışık bir halin yapısı içinde gerçekleştiğinden ve haritasız dönüşünden dolayı mevcud kuvvetini dörtte bir nisbeünde kaybetti. Mısır meselesinin sona ermesi münasebetiyle hari­ciye nazın Reşid Paşaya bir madalya verildi. Donanma İstan­bul'a dönerken kapdan-ı deryalık görevîde Çengeloğlu Tâhir Paşaya tevcih olundu."