๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Büyük Osmanlı Tarihi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 06 Nisan 2011, 18:27:55



Konu Başlığı: Sultan 4. Mustafa han
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 06 Nisan 2011, 18:27:55
SULTAN IV. MUSTAFA HAN



Babası: Sultan I. Abdulhamid Han

Annesi: Âişe Sine Perver Sultan

Doğum Tarihî: 1779

Vefat Tarihi: 1808

Saltanat Müd.: 1807-1808

Türbesi: İstanbul Eminönü Bahçekapı.

 

1223/1808 senesinde 3. Selim'in, tahttan indirilmesiyle, boşalan padişahlık makamına geçmiştir. Biat merasimi sonunda, Ayasofya Camiinde selamlık icra edilerek namaz kı­lındı. Bu arada ise Kabakçı Mustafa'nın vermiş olduğu listede ismi bulunanlardan biri olan ve adı gizli sıtma diye maruf, Bahriye nâzın ibrahim efendi, yalısının mahzeninde ele geçi­rildi. Musa paşanın gizli emriyle Kabakçı'nin arkadaşları ta­rafından: "Buna gizli sıtma derler. Kimi tutarsa kurtulmaz. Ancak sakallarının her bir kılı zararını izale eder, diyerek, adamın sakalını yola yola, her bir kılını ona şuna dağıta da­ğıta büyük bir vahşet örneği ve rezaleti sergileyerek, Baye-zid'e kadar sürüklediler. Orada başını vücudundan ayırarak, At meydanına gönderdiler."

Ser kâtib Ahmed efendi'de bu zorbalardan kaçma gayre­tinde damdan dama atlarken yere çakılır. Bütün vücudu, hurdahaş olmasına rağmen bunun da kellesini alıp, At mey­danına yolladılar. Ertesi gün At meydanında toplanılıp, bir müşavere yapıldı. Makamlar dağıtılmaya başlandı. Kabakçı Mustafa'ya Turnacıbaşilik rütbesiyle, Rumeli isyancılarından Arnavut Ali'ye Anadolu kaleleri nezareti ve ağalığı, Bayburd-lu Süleyman'a, Tersanei âmire sancak kaptanlığı verildiği gibi, isyancılardan Memiş bile günde 120 akça ile haseki teka­üdü oldu.

Bunların maiyetinden olan onyedi çavuşa, mertebelerine göre kırk, elli, altmışar akça gündelik tahsis edilirken, Sek-banbaşı Arif ağa yamakların istedikleri yirmişer akça günde­liği itiraz ile-karşılayip, verdirmedi ve Kabakçı Mustafa şimdi ortada gezenlerin arasındaki, sözü enfazla geçeni, tesiriyse en çok görüleniydi. Padişah yenilendikten sonra At meydanı­nı dolduran topluluk dağıldı.

Fakat, Sultan 3. Selim'in ıslahat ve yeniliklerine ait, uygu­lanmak üzere idamın gerektiğini ortaya koyan alçakça bir senet kaleme alındı. Şöyleki: "Rumeli kadıaskeri Muhtar, Nakibüleşraf Abdullah, Anadolu kadıaskeri Hafid, İstanbul pa-yelilerinden Münib, İstanbul kadı'sı Muradzâde Murad efendi­ler, şeyhülislâmla konağında toplandılar. Kaimmakam Köse Musa paşa da orada mevcud idi. Sekbanbaşı ve yeniçeri ko­damanları ile bu toplantıda istişare olundu. Kaderin şevkiyle; meydana gelmiş olan, hadiselerden dolayı hiç bir yeniçerinin hırpalanmaması, yeniçerilerin de artık bundan böyle devlet işlerine karışmama sözü vererek, Münib Efendi eliyle İki nüs­ha olarak tanzim olunan bir senet kaleme alindıki, bahse ko­nu devrin seviye-i ahlâkı ve irfanını, din-i Muhammedi ve şer'iat-i Ahmediyenin, ne yaman ellere kaldığını gösterir. Bu senette, nizamı cedid, şimdiye kadar rastlanmamış büyük­lükte bir bidat, iradı cedid ise, mezalimi kesire mahsulü ol­mak üzre isimlendirilmişti. Baştarafı padişahın hattı ile "mu­cibince" iradei seniyesi yazıldığından, reisvekili Halet efendi, iki eli ile göğsünün üstünde tutarak, alay İle yeniçeri ağası kapısına gidildi. Burada, saltanatın şanını tezyife ve Rusya sefiri gibi kurnazlar kurnazı musibet bir adama karşı yapılan tertibatı da teşebbüsü mahvederek devleti, kudret ve kuvvet­ten mahrum eden günahlar dolusu senet okundu.

Bir nüshası devlet elinde, biri de yeniçeri kışlasında kal­mak üzere teati olundu. Hemen ertesi günü, Sultan Selim ve yakınlarını hali ve durumu, kaimmakam Köse Musa paşanın makamında bırakılmasını bildiren, hatt-ı hümayun okunarak, yeniçerilere yüzseksenbin, yamaklara yüzbin kuruşluk tahta çıkış bahşişi ihsan olundu. Sultan Mustafa saf ve genel du­rumdan pek habersiz bir kimseydi. Musa paşa ile hempalarını öldürülmüş bulunan kimselerin hazinei devlete konması icab eden nakit ve mücevherlerini, senetler ile mukattaalanni zaptederek ucuz kapatmak için yağmacılığa kalktıkları gibi, ev ile yalılarını kendi aralarında taksim ettiler.

Bunlar İstanbul'da ölmüş kimselerin mal ve mülkünü ara-İarında paylaşmaktayken, dışarıda yâni, eski Prusya'nın Memel nehri ile Tilse nehri yakınlarında Tilsit denen yerde Os­manlı devletinin taksim edilmesi konuşmalara mevzu oluyor­du. Napolyon, Fridland'da Rus ordusunu yenerek bozguna uğratmış, kendilerine, yirmibeşbih kişilik bir telefat verdirir­ken, seksen top ele geçirerek cidden büyük bir zaferin sahibi olmuştu Rusların ordusunun kuvvet yapısı, Fransızların ileri harekâtını durduracak güçte değildi.

1. Aleksandr, bu mağlubiyet üzerine ortaklarından yüz çe­virerek Napolyon'dan, bir mülakat talebinde bulundu. İki imparator, Tilsit'te Niyemen nehri üzerinde kurulu bir salda bu­luştular. İşte bu buluşmaların yapıldığı sohbetlerden birinde, Napolyon İstanbul'dan aldığı bir telgraf haberinde Kabakçı ihtilâlini müteakip Fransızların kötü muamelelere uğramakta olduklarını, Dalmaçya'dan İstanbul'a gelen Fransız topçuları­nın hakaretlerle geriye çevrildiklerini bilhassa meydana ge­len ihtilâlin, karşı olduğu nizam-ı cedid ve bir takım İslahatın gerisinde, Fransız tefkinatının da bulunmasından dolayı, er­babı ihtilâlin Fransızlar aleyhinde düşünmekte oldukları ha­berini almış oluyordu. Hattâ bu esnada yanında bulunan Rus imparatoru 1. Aleksandr'a da okumaktan kendini alamadı. "Bu, artık Osmanlı hükümetinin kararlarında sabitiyeti ol­mayacağını bildiren benim de ders almam gereken bir hüc-cet-i ilâhiyedir." Dedi.

Prusya'lılar ve bilhassa Napolyon aleyhine, dördüncü itti­fakı vücuda getiren Prusya başvekili Hardenberg, uğradığı mağlubiyet acılarını Osmanlı devletini taksim etme sayesinde çıkarmak arzusuna dayalı olarak bir plân düzenledi. Baron dö Hardenberg'in iki imparatorun buluşması ve konuş­malarından önce tanzim edip 1. Aleksandr'a takdim etttiği plâna, adı geçen plân, Eyeyne, Orstad, Eylau, Fridland sa­vaşlarının kesin neticesi dostluğu olmak üzere, Osmanlı devletinin taksiminin temin edilmesini öngörüyordu.

Plân gereğince Eflak ile Buğdan, Bulgaristan, Edirne, İs­tanbul, Boğazların dahil olduğu halde bütün Rumeli Rus­ya'ya, Dalmaçya, Bosna, Sırbiya, Avusturya'ya, Yunanistan ile Rusya Lehistan'daki, hisselerinden vazgeçecekler, Lehis­tan tekrar kraliyet idaresine dönecek ve taht Saks kralına ve­rilecekti. Napolyon, Osmanlıları, Ruslara, Rusları İnglizfere karşı saldırtmak politikası görüşüne eğilim taşımaktaydı. Bu eğilime rağmen İstanbul üzerindeki düşünceyi, haşmetine uygun bulmadı ve Aleksandrla yaptığı konuşma neticesinde, İstanbul hususu geleceğe bırakıldı. Prusya ise zararın en bü­yüğüne uğramış oluyordu.

Tilsit antlaşmasının gizli olupda sonradan aşikâr olan maddeleri ve tamamlayıcı unsurlarında: "Çar'ın Buğdan ile Eflaki boşaltması, Kataro ağzıyla, Cezayir-i yunaniye'nin Fransızlara teslimi, Rusların Akdeniz'den donanmalarını çek­mesi kararlaştı ve Fransa İle Rusya arasında yapılan yeni antlaşma dolaysıyla Rusya, Fransa ve İngiltere arasında arabuluculuk edecekler. İngilizler red ederler veyahut müzakere­ler, bir neticeye varmazsa Ruslar İngiltereye harp ilân ede­ceklerdi. Yine Fransızların Rusya ile Osmanlı arasında, ara­buluculuk yapacağı, bu teşebbüslerden bir şey çıkmazsa Ruslarla birlikte, İstanbul hariç olma şartıyla Türkleri, Avru-panın Osmanlı topraklarından çıkaracaklardı. İstanbul vakası, Tuna boyundaki ordu içinde bile müthiş akisler meydana getirdi. Aslında ordu Eflak ve Buğdan'a girmiş Rus kuvvetle­rine karşı başarılı olup, onları tehlikeli vaziyete sokmuş bulunuyordu. Savunma ve taarruz hareketimizi tanzim eden plâ­nın general Sebastiyani'ye aid olduğu Fransız tarihlerinde yazılıdır. Hattâ Napolyon tarafından gönderilen Fransız subay Merıyaj, bahse konu plânın uygulanmasına nezaret etmekte idi.

Sağ cenahımız, Tuna mansıblarından olan Galoş üzerine sarkmış olduğu halde, ordunun büyük bir kısmı Tuna'yı aşıp, Bükreş üzerine yürüyerek, Rusların sağ cenahının hattı ricatı yâni kaçış yolu kesilecekti. Bu sağ cenahda general İssaev komutasında olarak, batı yönünden Vidin'i tehdit ediyor ve Belgradı elde etmiş olan Sırplarla birleşmek üzere yürüyor­du. Bu tehlikeyi hisseden mareşal Mikelson Bükreş'i tahliye­ye başlamıştı. Hattâ yeniçeri ağası Pehlivan ağa, bir miktar askerle Silistre'den karşıya geçerek Karelaş adasını zapt etti.

Pehlivan ağa, nizam-ı cedid aleyhinde ve Mustafa Sultan tarafdarıydı. Buna bağlı olarak, adı geçenin yamaklar olayını haber alarak, bir fesada sebeb olmak veyahud yeniçerileri yanına alarak İstanbul'a dönmesin ihtimaline karşı azli kararlaştırıldı ve yerine kethüdası Eyüp ağa tayin edildiyse de, Pehlivan, Karelaş'a beni azlettiler. Maksad yeniçeriyi kaldır­maktır manâsında haber gönderdi. Bu haber üzerine yeniçe­riler akın akın Silistre'ye ricat ve biz ağamızdan hoşnuduz, diyerek yağmaya, cüret edecekleri anlaşıldı.

Bütün bu baskılar Pehlivan Ağa'nında vazifesinde bırakıl­masını intaç ettirdi. Ancak Sultan Selim'in tarafdarı olanların padişahın hâl edilmesiyle birlikte azillerin başlaması ve bil­hassa ordu da vazifeli olan, 1. muhasebeci Ramiz efendi gibi işinin ehli kimselerin Kula'ya sürgünü gibi kötü muameleler Pehlivan Ağayı şımartarak, Kabakçı gibi pespaye bir herif böyle işler görsünde, biz yeniçeri iken ne duruyoruz fikri sa­bitine katıldığından, bir gün aniden Silistre'ye geçti. Serdarı ekremin otağına hücum etmek istedi. Serdar ibrahim paşa Rusçuk civarındaki Alemdar Mustafa paşanın çiftliğine sığındı. Durum İstanbulda duyulunca soydan yeniçeri olan Ana­dolu valisi ve Akdeniz boğazı komutanı Çelebi Mustafa paşa sadaret mührü verilerek yollandı.

Görüyoruzki, hükümet güveneceği askerden korkuyordu. Nasıl korkmasın ki, "İstanbulda bulunanlar, devlet adamlarını telef etmişler, biz de buradakileri bitirelim." Sözleri ağızdan ağıza geçiyordu. Pehlivan ağa; elbette bu müthiş sözün sarfiyîa, ordunun yegâne karışıklık illeti oldu. Bu yönüyle her işi eline alarak, azlediyor, tâyin ediyor, atıyor tutuyor oldu. An­cak günbe gün azdırdığı da Rusçuk'ta bulunan Alemdaı Mustafa paşaya ihbar edildi. Paşanın beşbin süvari askeriyle ve büyük bir hızla Silistre'ye geldiği görüldü. Zorbaların çe­nesini kapattı, her birini bir tarafa sindirmeye muvaffak ol­duysa da, sadaret mühürünün Çelebi Mustafa paşaya veril­mesinin onun da canını sıktığı görüldü. Hele Çelebi paşanın; Silistre'ye gelişinde gösterdiği kibirden, bütün bütün rahatsız oldu ve Rusçuk'a çekildi. Ne dersiniz? Gelen veziriazam'da Pehlivan Ağa'ya rütbe-i vezaret getirmiş imiş. Alemdar paşa Rusçuk'a çekilmekle birlikte, ordunun zahire ve levazımatını teminde gevşek davrandı. Buna bağlı olarak, serdar-ı ekrem İle aralarına giren soğukluk ziyadeleşti. Yeniçeriler de, fırsatı ganimet bilerek azittikça azıttılar. Düşman bu iç münakaşa­lardan istifade ederek, ortalığı kıpırdatmaya başladı. Çarhacı Ali paşayı bozdu. Ruslar çeşitbe çeşit hilelere baş vuruyor, Osmanlı esirlerine sahte fermanlar göstererek, yeniçerileri cezalandırmaya geldiklerini söylüyorlardı. Ruslar, bazı adam­larını, devleti aliyenin adamı kıyafetine sokarak göya satın alınmış gibi, Hotin ve Bender kalelerinin paraları diye bazı kimselerin yanında, tesadüfmüş gibi para saydırıyorlardı.

Diğer taraftan Şeydi Ali paşa, komutasında bulunan do­nanma, Bozcada'da bulunan Rus donanması üzerine atıldı.

Meydana gelen müsademede acemilikten olsun, hava muha­lefeti ve azlıktan olsagerek, mağlup oldu. Kaptan-ı derya ge­misinin armaları budanarak esir oldu ve bir kaçı da, sulara gömüldü. Bir kaç tanesi de karaya vurdu ve içindeki askerler firar yolunu tuttular. Ali paşa, kendi cehalet ve akılsızlığını Şeremet bey gibi, denizci kumandanlara yükledi. Bunların katlini elde etti. Cevdet paşa meşhur tarihinde, "saltanat er­kânı pusulayı şaşırmışlardı." der. Bu karışık hâl esnasında Rusçuk'da Alemdar paşa'nin meclisinde Sultan 3. Selim'in tahta iadesi mevzu bahis olunmaktaydı. Bu müşavere heyeti, Tuna yalısı mübayaacılığı ile Rusçuka gönderilmiş olan Be-hiç, eski sadaret mektupçusu Tahsin efendiler, Kula'ya sürüdüğü halde, Alemdar'ın davetiyle, Filibe'den dönen Ramiz efendiden meydana gelmişti. İstanbul, bir türlü hercümerc-den kurtulamıyordu.

Devlet işlerine karışmayacaklarına dair senet imzalayıp vermiş olan yeniçerilerle, zorbalar sağ elleri olan Arif ağayı sürmüş, şeyhülislam Ataulah efendiyi de azlettirdikten sonra yine ayaklanarak Suttan Mustafa'nın şiddetine rağmen yine nasplar yaptırmak gibi devlet İşlerini, çorbaya çeviren taleb-lerden geri kalmıyorlardı. Bu taleplerini kabul ettirmek için seçtikleri usûl, yegâne düstûr olan "aman devletlü iş işten geçiyor, şimdi bir fitne zuhura gelir, İstanbul yağma olunur. Sübyan (çocuklar) ve nisvana (kadınlar) ayaklar altında ka­lır. Bu madde bağlanmalıdır." sözleriyle bir kaç yüz şirretin, para ve rüşvet alarak veyahut yovmiyelerinin arttırılmasını isteyerek, toplanmalarından ibaretti. Köse Musa paşa da akıllı davranmış olmak ve öteden beriden çarpdığı büyük serveti de ferahlık âleminde rahatça hazım edebilmek için hasta olduğunu ileri sürerek kaimmakamlıktan istifa yolu ile çekilmişti.

Topal Ataullah efendinin bir gün sonra makam-ı meşihata gelmesi, nüfuzunu fevkalade arttırdı. Fakat, Sultan Mustafa taht üzerinde korkuluk gibi kaldı. Ataullah efendi ise, Musa paşa olmayınca işleri idare edemeyeceğini hissettiğinden paşayı Bursa'dan getirtip tekrar kaimmakamlığa oturtturdu. Fakat bu seferde Musa paşa kaimmakamlık görevini pek de işe yarar olarak görmedi. Çünkü; selefi Hamdi paşanın ihti­yarlığı hasebiyle padişahın yakınları dizginleri ele almışlardı. Her işe karışmağa başlamışlar, sultanlar başağalarına varın­caya kadar hepsi rüşvete gömülmüşler şuna buna memuri­yet, mukattaa, iltizam almak için devlet adamlarını tehdit ed-er hale gelmişlerdi. Ocaklının ise, tâbir caizse "bıyıklarını balta kesmez" olmuş, babıâli'yi ise kimse tanımıyordu. Asa­yiş çok perişandı. Yüz bulup şımarmış bulunan Karadeniz yamakları her yerde silahlı gezmekte, kale'lere fahişe atmak, ırz ehli ve sahiplerine, iffet'e takılmak, apaçık şekilde içki iç­mek, sokaklarda naralar atmak, hatta saray kapılarında bos­tancılara saldırmak gibi halleri korku duymaksızın işliyorlar­dı.

Bütün bunların karşısında Sultan 4. Mustafa'nın; bu haltla­rı karıştıranların şiddetle cezalandırılmalarını emrettiği görül­dü. Bu emirin akabinde kale kapıları kapatıldı. Ele geçen yir-miüç yamak boğulup denize atılarak bir çıkış yapıldı. Sebastiyani'de bozulmuştu. Her işe karıştığı gibi, Bağdad valisi Ali paşanın, köleleri tarafından öldürülmüş olması üzerine, bo­şalan valiliğe gelecek kimse burayı kölemenlerin elinden kurtarmaya muktedir görüntüsü veren, eski sadrazamlardan Yusuf Ziya paşanın tayin olunmasına itiraz vede hakkında Bağdad'dan dilekçe gelen Süleyman paşanın, tayininin ya­pılmasını istedi. Bu istek gerçekleştiğinde bir ecnebinin, dev­letin iç işlerine bu kadar müdehalesi, nasıl olduysa çirkin gö­rülerek can sıkıldıysa da, ortalığın ürkütücü hâlinden çekinilerek bir tahkikat memuru gönderilerek, aciz ve miskinliğe delalet eden bir tedbire gidildi. O sırada Bağdat vâliliğide bir başka hükümet şekli halindeydi. Validen sonraki ikinci amir kethüda idi. Her sabah, bir bölük asker, kethüda dairesine gi­der, kethüdayı alır, paşakapısına götürür, orada kapıcılar ket­hüdası koltuğuna girerek merdiven başına oradan da, hazi­nedar ağayı alarak paşanın yanına ulaştırırdı. Kethüda; ora­da bir gün evvel ki yaptığı İşleri sayar o gün için yapılacakla­rı sorup, yine aynı merasim ile makamına dönerdi. Arada gerekir ise vasıtasız haberleşirdi. Kethüdamdan sonra kapıcı­lar kethüdası, ondan sonra da, hazinedarağa gelirdi ki, bu­nun maiyetinde valinin Özel askeri olan yedi/sekizyüz kadar kölemen bulunurdu.

Kölemenler iyi yerlerde istihdam olunduklarından Bağ-dad'i benimsemişlerdi. Dış siyaset âlemimizde Fenerli'ler dediğimiz kimseler devletin başına belâ kesilmişlerdi. Bunlar hangi ecnebi hükümete intisaplı iseler, devletide o tarafa sü­rüklüyorlardı. Hâttâ divân-ı hümayun tercümanı Aleko bey, vazifesi dışındaki işlere müdehale etmesi yüzünden idam olundu. İşin bu tarafı dahi Sebastiyani için bir müdehale ka­pısı açtı. Rusyanın memleketeyn'i istilası üzerine, Fenerliler­de servet ve şöhretleri menbalarından aşağıda kalarak, Fransa politikasını tutmuşlardı. Aleko bey ise, Sebastiyani'nin iddiasına göre Fransanin koruması altında imiş. Bizim ihtilallerde, ön ayak olanların meselenin sonunda önce ikram ve izaz, az sonra birer birer sıkıştırılarak, ya sürgüne ya da, İdam olunmaları, eskiden beri devam eden usûldendir. Kabakçı vakasında ön ayak olanlardan pek bilinen Kazgancı Mustafa Gümüşhane emanetinde iken, kaydı görülüp canı alındı.

Ordu yine bildiğimiz haldeydi. Pehlivan; ağa iken vezirlik­le,  ağapaşa  olan yeniçeri ağasıda bu  karışıklıkta  kendi adamlarınca katledildi. Bu sırada ise, 3. Selim taraftarı olan ve orduda bulunmakta olan sadaret eski kethüdası Mustafa Refik efendi ile reisül küttap Galip efendi de, kendilerinin idam edileceğini sanarak, Ağa paşanın öldürüldüğü sıradaki karışıklıktan istifade ederek, Alemdar Mustafa paşanın yanı­na kaçtılar. İşin böyle hâl alması, Rusçuk'un ciddi bir istişare merkezi haline gelmesinin sebebi oluyordu. Rusya ile müta­reke yapılacağına ait sözler ortalığı sardı gitti.

1. Aleksandr, bu sırada Napolyon ile Tilsit'te mülakat ha­lindeydi. Serdarıekrem, mütareke senetlerini imza ettikten sonra, kışlamak üzere, ordu ile Edirne'ye döndü. Tarih diyor-ki: "Orduyu hümayun dediğimiz serdar-ı ekremin tebası, padişah kalemi katibi ile devlet ricali adına olan, kimseler­den sayılan yalnız nân-ı ve serdar-ı ekremin kuru bir unvan ve ihtişamı vardı."

Mütareke esası: İmzadan sonra Rusların zaptına geçmiş bulunan topraklar ve Eflak ile Buğdan'ı otuzbeş günde boşaltması, velâkin sulh antlaşması yapılana kadar, bu bölgele­re Osmanlı askeri yerleştirilmemesi, İsmaiyl ile İbraiyl ve Yerköy'de bir miktar asker kalarak, buna karşılık Ruslar çe­kildikçe Osmanlı kuvvetlerinin Tuna nehrinin sağ tarafına geçmeleri, Rus donanmasının Bozcaada önlerinde boğazı ablukadan feragat etmesi, ele geçirilmiş gemilerin ve esirle­rin iki tarafça iadesi gibi maddelerden ibaretti. Burada en fazla dikkat çeken hususattan biri de, Rusların bizi Sırbiye ile mütarekeye zorlamasıydı. Hiç kendi reayası ile mütareke olurmu? Mukabil sorusunu sorup ve bunun olmaması lâzım geldiğini ileri süren murahhasımız, Rus vazifeliden, Sırplılar içine biraz da Rusyalı karışmış şeklinde cevap aldı. Buna istinaden o taraf içinde sulh yapılana kadar mütareke ilânı ya­pıldı.

Bu halde Napolyon'un hatırı için açmış olduğumuz bu sa­vaş, yine aynı zatrn araya girmesiyle bir mütarekeye bağlanmış oldu.