๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Büyük Osmanlı Tarihi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 07 Nisan 2011, 20:40:26



Konu Başlığı: Sultan 3. Selimin hâli
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Nisan 2011, 20:40:26
Sultan 3. Selimin Hâli


Ruslar ile Tuna nehri boylarında savaş devam etmekteydi. 1222/1807. Ruslar, 17 defa İsmaiyl kalesine hücum ettikleri halde, muhafız Kasım Paşa ve Pehlivan Ağanın, kahramanca müdafaaları karşısında firara mecbur kaldılar. Bu arada Alemdar Mustafa Paşa da Yerköy'ü kuşatmış bulunan Rus birlikleri, üzerine hücum ederek, büyük zayiatlar verdirmeyi başardı. Ancak savaşın en büyüğü ve en müthişi payitaht'ta vuku buluyordu. Padişah ve hükümeti pek zaaflı bir hâie gel­mişti. Hem de öyle bir halki; nice gayretler ile meydana geti­rilmiş, nizam-ı cedid askerjni bile Tuna boylarına sevk ede­medi. Ancak, küçük bir miktarını Karadeniz boğazında mu­hafız olarak bulundurabiliyordu. Anadoluda pekçok talimli asker varken, onların yerine bir takım derebeyleri kullanılı­yordu.

Rumeli ve Anadolu'dan gelmiş bulunan, nefir-i âm askeri­nin, derme çatma, çapulcu olup ve Rus ordularına karşı tesi­ri yok idi. Eğer, nizam-ı cedid ve talimli asker sevk edilebilşeydi, Ruslar, Memleketyn (Romanya)de, pek büyük zarari ara uğrayacaktı. Büyük bir galibiyet kazanmak işten bile de­ğildi. Tutucu düşünce sahipleri ortalığı doldurmuş ve taşırmış olduğundan, nizam-ı cedid düşüncesi de yeniçerileri kız­dırmıştı.

3. Selim hân'ın nizamı cedide verdiği fevkalade önem, kendisinin yavaşlığı ve tereddüdlü davranışları sebebiyle varlıklarını gösteremiyorlardı. Başlangıçda pek endişe vardı. Ancak hakimane idi. Hatta bu asker için kurmuş olduğu 20 bin keselik irad-ı cedid hazinesi de o ehemmiyet-i fevkalade­nin en büyük nümunesidir. Bu varidat, 1212/1797 senesinde 60 bin keseye kadar yükselmişti. Bu gelir artışı sebebiyledir ki, Levend çiftliğinden maada Üsküdar'da ve Anadolunun bazı mevkilerinde de, eyalet askeri nizam-i cedide katılıyor­du. Fakat o zaman için ne denebilirki, hakikat erbabı, 3. Se-lim'in kabul ettiklerini kabul ettiği halde, bir müfrit ekseriyet. nizam-ı cedidi, gavur icadı diye isimlendirerek taraftar topla­yarak, bu yeniliği beğenenleri kâfir ilan etmekten çekinmedi­ler.

Bir takım devlet düşkünleri de, bu düzen içinde yükselen kimseleri türlü türlü iftiralarla lekelemekten geri kalmadılar. Neticede, İstanbul'da efkârı umumiye ikiye bölünmüştü. O devrin ruhi hâli ve düşüncesini tetkik süzgecinden geçirecek olursak şunları özet olarak tesbit edebiliriz: "Mizamı cedidin kurulmasına teşebbüs edildiği sırada devlet adamları ve ileri gelen kimseler padişahın iradesi ile yazıp vermiş oldukları la­yihaların içinde yer alan fikirler, çoluk çocuğun ve de bazı yakınların ağzına düşerek: "herkesin istidadı verdiği lâyiha­sından belli ve kişinin rütbe-i idraki zâdei tabiinden belli olu­yormuş." şeklinde alay edilecek hale düşmeleride, bu gibi zatların küsmeleri, birer tarafa çekilmeleri, bu kurena arasın­dan sivrilen Enderun-u hümayun başkâtibi Ahmed efendi gibi fazilet erbabının, vekiller ile birlikte toplanarak gündüzleri, ikindiden sonra Enderuna giderek babıâliye ait işleri evlerin­de görmeleri, geceleri <mukattaat mültezimleri Buğdan ve Eflâk kethüdaları gibi, raşiler, dalkavuklarla evlerinde meh­tap safalarında, sazendeler, bazendelerle iyşü işret etmeleri, 3. Selim'in kurenasına pek çok emniyet ettiğinden, devlet sırrını Ötede beride ifşa etmeleri Saray hademesinin, içoğlanlarının kahvehanelerde, oyun yerlerinde adet dışı tavırlarda bulunmaları, padişah 3. Selim'in eğlenceye olan eyilimi, İs­tanbul sürûrgâh kesilerek, Kâğıthane, Boğaziçi, Çamlıca alemlerinin devam edip gitmesi. Devlet adamlarının nizam-ı cedid meselesini mal toplama vesilesi sayıp, israf ve gösteri­şe koyulmaları, paranın ayarının bozulması, çeşit çeşit vergi ihdas olunmasından dolayı, erzakların ve eşyaların fiatlarında meydana gelen artışın, getirdiği sıkıntılar hasebiyle vüke­la ve devlet adamlarına bildirilenlere karşı bazılarının, "Ta­mam, halkı işgale bundan daha güzel se

beb, vesile olamaz. İaşeleri derdine düşsünler de devlet işlerine karışmasınlar." diye cevap verdikleri, bazılarınında, "Burası zengin yatağıdır. Buraya fukara yakışmaz. Devletlilerin arasına müflis güruhu sığamaz" şeklinde, cevaplar vermelerinin halk tarafından du­yulması. Taşralarda vergilerin konmasındaki takatin genişlik ölçüsünü aşması, padişah kurenasının (yakınlar), vükelâ ve ricalin daha çok nüfuza sahip olmaları, hattâ sadrazamların bile azil korkusu ile kupkuru bir unvana kanaat etmeieride, fakat içinden, diğer halkla beraber olmaları, Yine padişahın yakınında yer alanların, kendisine ahalinin kanaati hakkında değişik beyanlarda bulunmaları padişahın annesi valide sul­tanında oğlunun çok hassas kimselerin belki de başında gel­diğine dair inancı, en ufak bir husus için, büyük üzüntülere düştüğünü bildiğinden herşeyin bütün teferruatıyla anlatılma­sının gereksizliğine ait tenbihi. padişahında bir çok şeyi Öğrenmemesine yol açmış olması, velhasıl halkın heyecanını ve kıyamını, kolaylaştıracak kötü idare tarzı, işin bütünü ile ortaya çıkmasını ve saltanat ile ahali arasında pek büyük bir çukurun kazılmasını sağlamış oldu. Araya yakınlar ve akra­balar girinceki, zamanımızda da tek tük bu tip kalıntıya rast­lamak mümkün. Fakat bu yakışıksız, iğrenç, gülünç, göya alafrangalık taslamaları ve taassup ve cahillik ile hiddetle, şiddet beraberliği şeklinde tefsir olunabilir mertebeye getirdi.