๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Büyük Osmanlı Tarihi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 03 Nisan 2011, 15:22:40



Konu Başlığı: İngilizlerin dizbağı nişanı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 03 Nisan 2011, 15:22:40
İngilizlerin Dizbağı Nişanı



İngiliz devletinin ihdas ettiği yaşayan yirmi kişiden her­hangi biri ölmeden, yirmibirinciye verilmiyen dizbağı nişanı dedikleri nişanın Sultân Abdülaziz'e bu seyahatte verildiği dünyanın malumudur. Sultan Aziz'e bu nişanı verme törenin­den o dönemin İstanbul Şehreminî olan Hacı Ömer Faiz Efendinin raporundan okuyalım, tabii bu raporun müsvedde­lerini arşivinde bulunduran, Midhat Cemal Kutay'ın Avru­pa da Sultan Aziz adlı çalışmasından alıntıladığımızı da ket-meden vicdanen ifadeye mecburuz. Şimdi biz burada önce bu nişanın doğuş hikâyesini nakledelim sonra da Osmanlı Hâriciye nâzın Dr. Mehmed Fuad Paşa'nın nişan doğuş hikâyesi yüzünden midesi bulanıp, kendine verilmek istenen ni­şanı ret ve istiskal etmesin diye atmak mecburiyetinde ken­dini hissettiği kıtırı nakledelim ve devlet adamlarınin, iş be­ceren yalanın, fitne çıkaran doğrudan efdaldir anlayışına mi­sâl olarak gösterilebilecek vak'adan olduğunu da hatırlatmış olalım.

İngilizlerin, her kefere-i fecere gibi kralları da kendi hanım­larından başka hanımlara sarkarlar idi. Nitekim; bunlardan biri olan 3.Edvard, 1348 senesinde metresi, Salisböri Konte­si şerefine bir balo tertip etmiştir. Baloyu açış dansını da.tabiiki çapkın kral, metresiyle yapmak suretiyle gerçekleştirir. İşte bu dans sırasında Kontes'in mavi renkii dizbağı, yâni uzun konçlu çorabın üst kısmını tutan ipek kumaştan mamul bağ, önce gevşemiş daha sonra da aşağı kayıvermiş. Bunun üzerine Kontes fevkalâde mahcup kızarip, bozarmış ki bu sı­rada Kral 3.Edvard, yere eğilip düşen ipek bağı eline almış ve doğrulduğunda: "Kötü düşünenler nadim olacaklardır. Çok yakında bu dizbağına kavuşmak için yapmadıkları fedakârlık kalmıyacaktır" Dedikten sonra kontesle dansı ta­mamlar bir kaç gün sonrada Britanya devletler camiasının en büyük nişanı olarak Dizbağı adı verilen nişan ihdas olu­nur. Sevgili okurlara hemen hatırlatalım ki, bu nişanı cazipleştirmek için tüzüğüne Karter adı verilmiş, nişan yaşayan yirmi kişiden bir fazlaya verilmeyecek nişan takma işi baş­piskoposa verilmek suretiyle dizbağı nişanını dindar bir kim­senin talik etmesine yâni takmasına bırakmak suretiyle 3.Edvard, metresinin dizbağını batıl din hristiyanhğm bir batı­la daha yardımcı olmasını sağlıyordu.

Yine Karter nizamnamesine göre de,nişan takılan kişi as-kerse, kılıcını başka bir meslek erbabı ise, o mesleğin sembolünü teslim ettikten sonra, Kral'a ebediyen sadık kalacağı­na dâir sadakat yemini yapacaktı. İslâm dünyasının halifesi ve Osmanlı devletinin hükümdarı bu tarz macerası olan nişaret eder endişesiyle büyük diplomat Keçecizâde Dr.Büyük Mehmed Fuad Paşa'yı şark insanının târih bilenlerince mert bir düşman olarak kabul ettiği İnglizlerin Haçlı seferleri esna­sında Kudüs'ü almaya gelen kralı Arslan Yürekli Rişar'a me­ziyeti olan hali hasebiyle Sultan Selahaddin Eyyûbi Hz.lerinin muhatabı olabilmiş olmasından dolayı, Rişar'a diğer kefere-i fecereye baktıkları kadar sert bakmazlar, bunu tesbit etmiş bulunan Fuad Paşa, Sultan Aziz'e bu nişanı, Rişar'ın İngilterenin dostlarına verilen bir nişan olarak ihdas ettiğini söyler ve diğer teferruatıda İngiliz ilgililerle konuşarak, kılınç verme yemin etme gibi usûl-ü kadimden sarf-ı nazar ettirir. Böylece seyahatin tatsız bir vaka ile bitmesini engellemiş olur.

Sultan Aziz'in avrupa seyahati esnasında milletimizin üst makam sahibi kimselerin aynı zamanda ne kadar güçlü bir insan olduğunu ortaya koyan, yaptıkları bir alete Türk Kafası adı koyupda onları kollarının gücünü göstermek isteyenlere vurdurtan zihniyete tokat gibi bir cevap olan Halil Paşanın yumruğu hadisesi vardır. Bu hadisenin önemli tarafını padi­şahın mümkün mertebe bu gezisini pek gizli yaptığı, ortalığı debdebeye gömmeye fırsat vermez şekilde gerçekleştirmesi de takdire şayan bir hareket kabul edilmiştir.

İşte dikiş makinelerinin ayaklı olanlarının ilk defa yapıldığı bir dönemde bu sergide dolaşılırken, adarî kuvveti ölçen bir dinamometreye rastlarlar, üstü kırmızı bir bezle örtülü ve bir yay'a bağlı yuvarlak kafaya vurulunca yay, kendine bağlı ib­reyi yükseltiyor, bu ibrede üzerinde müteharrik olduğu cedvelin üzerindeki rakamların birinin hizasında duruyor ve böy­lece vuruşun sıkletini gösteriyordu. İşte yumruğun vurulduğu yere Türk Kafası adı vermişler, oyunlarında bile Müslüman Türk milletine düşmanlık taşımalarına gayret etmekteydiler asanlarının. Sultan Aziz bu ifadeyi görünce çok kızdı ve aynı zamanda Damat olan Halil Paşaya: "Haydi Halil göreyim se­ni! Şunlara Müslüman Türkün kotunun kuvvetini göster." emrini verir. Fransız kol kuvvetine göre yapılmış olan güç ölçme aleti Halil Paşanın yumruğu vurmasıyla birlikte, maki­ne dağılmış, ibre cedvelden fırlayarak bir pervane gibi hava­da uçmuş. Bu vuruşu merakla seyreden ahali durumu ağzı açık ayran budalası gibi seyretmek durumunda kalmış. İngi-İiz yaver üstelik SenSir mezunu kurmay bir subay olarak: "bu Türk Kafası değil, Türkün kafasına vurulmaz. Bu ancak aurupa kafasıdır ki bir vuruşta dağıldı"demekten kendini alamamıştır.

Avrupa seyahatinin, pek mühim dersler çıkarılması lâzım geldiği idrâkinde olan İstanbul Şehreminî Hafız Ömer Faiz Efendi, döneminin meselelerine çözüm arayan bir anlayışa sahip olduğundan, onun Ruznamesinin içinden bazı pasajlar seçerek, günümüzde ilericilik-gericilik kavgası ihdas etmek isteyen bozgunculara, kullanacakları insanların, bu bilgilere hâiz olduktan sonra o bozguncuların oyununa gelmeyecekle­rini ümid etmek istiyorum.