๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Büyük Osmanlı Tarihi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 07 Nisan 2011, 20:38:26



Konu Başlığı: Ilhad ve zenadıka
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Nisan 2011, 20:38:26
Ilhad Ve Zenadıka



Cevdet Paşa tarihinde yer alan aşağıdaki bölüm, zamanın düşük mertebesini gösterir: "işte bu sırada İstanbul'da bir de ilhad ve zenadıka düşüncesi ortaya çıktı. Şöyle ki, Sultan Selim hazretlerini cihangirlik sevdasında bulunmakla (!) ya­kınları dahi onu şişirmek için kimi <Kaimi> manzumesinden ve kimi de" Cifr-i Kebir-i Şeyhi Ekber'den ve kimi bazı ehli keşif ve kerametden manâlar nakil ve ityan ile "müceddid-i devlet" olduğunu da vechi tahkik üzere huzuru hümayunla­rında dermiyan ederlerdi. Bu mülabese ile mutasavvıf güru­hundan geçinen ve: -Erenler şöyle yaptı. Böyle yapacak. Şeklinde yalan yanlış sözlerle halkın cebinden para koparan bir takım mülhidier de, Enderûnu hümayuna gidip gelerek o devrin ricali, genellikle cahil ve alelade gurubundan olan bazı enderunlu takımı cehaletleriyle beraber dışarıda genel dü­şüncelerden gafil olduklarında, ehl-i şer'i gözünde, küfrüyat sarfı sayılır bir takım sofilere ait kelimeler kullanmağa başla­dılar. Eğerki yeniçeri pirdaşları olan Bektaşi derbederlerinin, her gün yaptıkları hezeyanı onların tefevvühatından daha kö­tü idiyse de onların böyle tefevvühatı yâni sözleri "bütün din­leri inkâr eden Fransızları taklit ve onlara uymak esnasında ortaya çıkarak," bütün nazarları üzerlerine çekerek, halk on­ların böyle şeriatın zahirine uymayan durum ve hallerden ürkdü.

Hemen kitab-ı şeriatde ki apaçık belirtilmiş mesele­lerden başkasını incelemeyen ulema güruhuda enderûn adamları ve dışarıdaki kimseler hakkında, büyük şüphelere düştü. "Yine tarihlerin genel rivayetindendir ki, Sultan 3. Selim'in düşünce yapısında tereddüd önemli bir yer kapsamak­la beraber, davranışlarda yavaş mizaç hüküm sürmekteydi. Bilhassa yeniçeri askerinin nizamı cedidi tahkir ve kâfir ola­rak nitelendirmeleri hususunda karşı ses çikarmamsı, bu güruhun azmasına vesile oldu. Eğer özetleyecek olursak, gör­düğümüz şu vakaların yardımıyla biz de yeni fikir büyük bir ifrat yâni aşırılıkla başlıyor ve bir kaç kişinin tekelinde olarak devam ederken taklid edenler aleyhinde bulunanlardan, çok fazla yerleşmesini geciktirme veya iptaline sebeb oluyorlar.

Kadı Abdurrahman Paşa'nm Edirne vak'asından sonra ge­ri dönmesi, devletin bir müddetten beri edinmekte olduğu ilerlemeye dönük intizamdan, vazgeçmeğe eğilim gösterme­siydi. Cevdet Paşa; "bu ricatı, padişah 3. Selimin mülayim ve yumuşak kaibli bir kimse olmasından dolayı, o sırada devletin hâli, asla hiç birini kullanamayacak durumda bulu­nan güzel silahlarla odasını süsleyen nâzik çelebilerin hali­ne" benzemekteydi der. Paşa, bu benzetmesiyle büyük isa­bet göstermiştir. Bu kadar birbirini takip eden hadiseler ara­sında, Fransa elçisi general Sebastiyani'de devleti Fransadan yardım İstemeğe mecbur etmek bahanesi ile adamlarına tali­mat vererek, yeniçeri büyüklerine: nizam-ı cedid'in kurulma­sından maksadın ocağın kapatılması, maaşlarının vükelaca cebine indirme hareketidir, demelerini istiyordu. İmparator bu talimatın verildiğini duyunca, sizin hâlinize teessüf ediyor. Eski usûlün bozulmaması taraftarıdır. Fakat askerimizde hudud boyundadır. Lâzım olursa İstanbul'a getirtilecektir. Şek­linde telkinatta bulunuyordu. Velhasıl, İstanbul bir karışık dü­şünce dalgalan arasında bocalamaktaydı  Bir de, orduyu hümayun'un Ruslara karşı harekatında padişah yakınları vede devletin ileri gelenlerinin pek büyük kısmının payitaht'ta kal­malarını bu savaşta, yeniçerilerin öldürtülmesi için bir muva-zadan ibaret olduğu düşüncesi pek kuvvetli tarzda şuyû bul­du.

Bunlara da ilaveten başka bir durum daha vardıki, o da Köse Musa paşanın, sadaret kaimmakami, Topal Ataullah efendinin şeyhülislâm olmaları hususuydu. Çünkü bunlar ni­zamı cedid aleytan kimselerdi. Bir daha söylemekte zaruret vardır ki, bizde meydana gelen ihtilâl ve isyanların tamamın­da, erbab-ı din şıkkını, o güzelim ve temiz Şeriat-ı Muhammediyi alet olarak seçmişlerdir. Yâni; bilerek, bilmeyerek di­nimize taarruzla da memleketimize pek büyük fenalıkları, ci­nayetleri reva görmüşlerdir. Hakikaten de bu ana kadar gör­düğümüz ihtilallerin tamamı, hükümet istibdadına aleyhte olarak vukubulmuştur. Ancak, bir müstebidin taht'tan indiril­mesi veya öldürülmesini müteakip, yerine bir başka müstebid getirilme yolu tutularak işi başka bir menfaatin kanalına değiştirmeye götürmek olmuştur. Vatan, ülke ve ahali aynı dönemler de büyük felâketlere uğramışlardır. Bu bakımdan yapılanlarda insani bir fikir veya dindarane bir anlayış mevcud olmamıştır. İşte bir numunesi: