Konu Başlığı: Giriş Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 06 Nisan 2011, 17:11:20 Giriş Devletimiz için; tarihi dönemeç sayılacak bir kaç tane hu-susen belirtilmesi icab eden günler vardirki, onları asla unutmamalıyız. Evvelâ, kuruluş ve istiklâliyet açısından h. 698/m, 1299 yâni; Osmanlı devletinin tarih sahnesine çıkışı. Sosyal hayatımızın muntazam bir hükümet şeklini alması itibarıyla 727/1327 Rumeli yakasını elimize geçirmemizden dolayı 758/1357 ve Bizansınyâni doğu Roma imparatorluğunu ortadan kaldırışımız hasebiyle 857/1453. İlk irtica hareketi sayılan 1222/1807 Avrupa usûlüne benzer idari ve askeri tarzı kabulümüze göre, 1241/1826 Osmanlıların hukuklarında, hür ve eşit olmalarının kanun altına almak hususuyla, 1255/1839 İlk kanun-i esasi, yâni birinci anayasanın ilânı vesilesiyle 1293/1876. Hakiki meşrutiyetin kurulması hisleriyle lö/temmuz/1324/1908 ve 10 ve 14 nisan/1325/1909 tarihleridir. Hakikaten devlet-i Osmaniye 698/1299'da istiklâlini ilân eylemişse de, tesiri olduğu sahanın küçüklüğü hükümet etmenin yeteri sayılmazdı. Ayrıca hükümet edebilmek için lâzım gelen kanunlara ve nizamlara sahip olmaması, maliye teşkilatının kurulmamış olmasıyla birlikte muntazam bir askerlik disiplini vücuda getirememesi, hükümetten ziyade şekil olarak bir imareti andırıyor, bu imarette bir istiklâliyete gidişe benzemekteydi. 726/1326 senesinin hemen başlarında, tesis olunan devlet binası, Osman Gazi'nin cihad içinde geçirdiği ömrünü, can vermeye hazırlanmak için başım dayadığı yastıkta, ikinci oğlu Sultan Orhan Gazi'de askeri kuvvetlen ile Bursa şehri üzerinde kılıcına ram edeceği insanlarla savaşmaktaydı. Bu sırada rahmet-i rahmana kavuşan pederi mükerreminin kabrini buraya taşımasını gerçekleştirdiği gibi, devletinin başşehri olarak da yine Bursa olmasını gerçekleştirmişti. Orhan Gazi'nin cenk ve cidale meyilli olması hasebi ile, fetihler yapabilmek gayesiyle savaşlara giderken, vezirlikte hizmet vermeyi, saltanatta olmaya tercih eden büyük ağabeyi olan, aynı zamanın da ulema-i kiramından olan Alaaddin paşa'yida kanun ve nizam yapması hususunda seiahiyetli kılmıştı. Bu memuriyet ve selahiyetin neticesi olarak: <İstiklâlin ilânı sayılabilen tuğralı Orhan Gazi namına para basılıp, komutanlara, memurlara, askeri sınıfa ayrı ayrı elbiseler tayin vede tahsis olundu. Herşeyden çok askeri düzenlemeler ve ıslaha büyük gayretler gösterildi. Muntazam adı altında asker tertibine işaret olunduki: yeniçeriler bu askerden ibaret idi. İşte bu asker idiki, bir buçuk asır içinde Bingöl dağlarındanSen Gotard akarsularına, Kafkas dağlarının eteklerinden, Şattularab'a kadar olan geniş toprakları eline geçirmiş, işte bu askerin piyadeleri İdiki, Tebriz sahralarında ışıklar saçan yatağanlarıyla İran dünyasının gözünü kamaştırmış, işte bu askerin süvarisi idiki; Macaristan] baştanbaşa ezipde geçerek zaferyabolmuş, işte bu askerin topçusu idi ki, Viyana surlarını mermisine hedef seçmişti. Osmanlıların istilasına muvaffak oldukları havza bir-iki asrın içinde sahibini bulmuştu. Romalıların ancak oniki asırdaki çalışmanın semeresini almış oldukları bu topraklar, Osmanlılar eline, bu kadar kısa sayılacak zaman diliminde ele geçmesi, yeniçerilerin itaat ve intizamlarının sayesinde mümkün olmuştu. Öyle bir intizam ki; tarihin red edilemez şahadeti olmasa mübalağaya hamledilebilecek. Öyle bir sıkı nizam ki; insan o devrin alameti cezaiye ve vesikalarını tetkik etmese bunları asla hakikat olarak kabul etmez. Bizzat padişahlar, en şedit, en kaide tanımaz yaradılışlı, padişahlar bile bu intizamı ihlâl edemiyorlardı. Evet; ocağa olan bağlılığın derecesini anlamalı ki, padişahın bizzat kendisinin birinci bölük yoldaşlarından olması hasebiyle ulufe çıktıkça, yeniçeri ağalarına mahsus elbise ve işaretlen takınarak adı geçen bölüğün kışlasına gelerek ulufesinin alımını yaptıktan sonra saraya dönerlerdi. Yine tarih zabıtlarında yeri muhafaza altındadırki; Bin tarihine kadar yalnız iş gören kimseden hariç kimse alınmazdı. Hâttâ Mısır seferine gidilir iken, hazine adına bir tüccardan para borç olarak alınmışsa da, bu tüccarın Yavuz Sultan Selim'e, verdiği bir arzuhalde oğlunun hizmet-i askeriyede istihdamını kabul ettiği takdirde vermiş olduğu borç parayı katiyyen talebe başvurmayacağını beyan etmesi üzerine, Yavuz Selim: -Para ile asker yazılmaz. Nizam-i kadim bozulmaz. Bu adamın parasını iade edin, diye irade buyurmuştur. Kaanuni Sultan Süleyman han Macaristanda bulunan Zi-getvar seferine gittiğinde, binek hayvanının gemi kırıldığında-bir yeniçerinin gizlice tamir ettiğini haber alınca-ocağa esnaf karışdığından müteessir olarak-subayları azarlamış, askerin ise tekaüd edilmesini emre karar kılmıştır. Ne faideki; sonraları bu itina ve ihtimam gittikçe azalmıştı bunun neticesi de, ocağın intizamını muhafaza eyleyememiş, sonunda ikide birde yerden kaldırılan kazanın devrilmesiyle ocağın büsbütün söndüğü görülmüştür. Tarihçiler şu intizam ve kanunun çökmesine 990/1582 tarihini başlangıç addederler. Şu olaya göredir ki; Sultan 3. Murad'ın bir kaç şehzadesinin yapılan sünet merasiminde bulunan canbaz ve hokkabazlar ile perendebaz gibi şahısların gösterileri padişahı pek memnun etmiş ve kendilerine ne isterlerse yapılacağı istikametinde sözler söylenmiştir. İçlerinden bazıları yeniçeri ocağına asker olma arzusunu ileri sürmüşler, bir çok olay neticesinde istekleri maalesef yerine getirilmişti. Böylece de Kaanuni'nin ve Yavuz'un isteklerine, aykırı hâl makul hâle gelmiş oluyordu. Böylece bu tarihden sonra, bu kötü misale imtisalen askerliğe, askerlik şan ve şerefiyle münasebeti olmayanların ocağa alınmasına ve bu suretle yeniçerilerin ismet-i ahlakiyesi ve kıymet-i askeriyelerine halel gelerek, sonunda ise bu hâller ocağın bir eşkiya, bir zorba ocağı şeklini almasinasebeb olmuştu. 1737 tarihinden sonra yapılan savaşlarda, bilhassa uzun süren muharebelerde subayların emrini dinlemez, git denilen yere gitmez, dur denen yerde, durmaz, gönlü istediğinde harpalanını terk edip, İstanbul'a kadar gelir. Hem de ordunun mühimmat ve levazımını bile yağma ederek yanında götürür bir hâle gelmişler idi. Ocak zorbalarının bu sergilediği hâl karşısında devletin aklına bu hazin gidişe bir çare arama geldiğinde tecrübe sahipleri birleşmiş gibi aynı hususa lüzum gördüklerini beyan etme vaziyetindeydijer. Hatta; Sultan 3. Ahmed zamanında bu meselenin konuşulması gündeme getirildiysede, ocaklının şımarıklığı, ahalinin cehaleti, bu hakikati takdir edenlerin azlığı, iç ve dış meselenin çokluğu bir takım kararlar alınmasına engel olmuştu ve bilhassa şan ve şeref-i askeriyemizi büsbütün gözden düşüren neticesinde 1188/1774 Kaynarca barışını imzalamamızın sebebini gerektiren büyük mağlubiyetin üzerine, varlığına son vermek hususunda kesin tavsiyeler bir çok verden gelmeğe başlamışsada, 1. Abdülhamid'in mizacı ve kalbinin yumuşakliğıyia bu arzuyu umuminin bir müddet daha gecikeceği ortaya çıkıverdi. 1202/1787 seferinde devletin uğradığı büyük hezimet, artık- avrupada olduğu gibi- talimli ve muntazam asker sistemine geçmedikçe düşmanı yenmek şöyle dursun, varlığımızın siyasasınıda bekasını temin edebilmemiz imkân haricinde kalacağını herkese anlatmış, hâttâ bu hakikat yeniçeriler tarafından da görülmüştü. Rumeli'de bulunan orduyu hümayundan fayda sağlayıcı bir dilekçe başşehre geldi. Şehzadeliğinden beri bu mesele ile zihniçareler arayan ve o sıralarda tahta yeni geçmiş olan 3. Selim, avrupa usûlü üzere talimli asker kurulmasına başlanmasını emretti. |