Konu Başlığı: Ermeniler ve meselesi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 31 Mart 2011, 15:54:54 Ermeniler Ve Meselesi Ermeni meselesi dendiğinde; akla ilk gelen, asırlardır bu topraklarında birlik ve beraberlik içinde nesiller yetiren birbirlerinin inanç ve geleneklerine saygı duyan însanların varlığıdır. Ancak şu 1293/1877 Osmanlı/Rus savaşı havetinde imzalanan Ayatefanos antlaşması oluncaya karar Mezkûr savaşın antlaşmasında bir Ermeni meselesi ihlas olunmuştur ve bunun mucidi Ruslar olup, vatansız Ermeni ahalisine şüphesiz ki Osmanlı devletiyle aralarında var olan medenî insaniyet bağlarını kopartıp, birbirleri hakkında kötü emeller besleyip, var olan huzuru yok etmek ve bunların safdillerini kendi gaye ve hedefi istikametinde istihdam etmek, böylece çıkacak düşmanlığın bir din savaşı şeklinde tefsir edip, Şark'a doğru bir mânada İslâm ve topraklan ürerine Doğu avrupanın verimsiz alanlarından kalkıp yer allı ve yer üstü madenlerine ve nimetlerine egemen olmada maşa olarak kullanmaktı. Buna start veren madde şöyleydi ve göreceksiniz ki, bir kere bile Ermeni kelimesi geçmemektedir maddede fakat bu maddedirki satır aralarında nihan olan mânalarla doğurmuştur Ermeni meselesini: Madde: "Osmanlı devleti Girid Adası halkı tarafından dermiyan olunan istekleri önemle göz önünde tutmakla beraber 1868 yılı dâhili tüzüğünün uygulanmasını taahhat eder Şu mukauelenâmede kendileri için özel bir idare şekli tâyin 0 anmayan Arnavutluk ve Tırhala ile Rumeli'nin sair yerleri mahalli ihtiyaçları karşılayacak muvafık bir tutacaktır. Üyeleri yerli ahaliden olmak üzere teşkil acak özel komisyonlar her vilayette yeni tüzüğün tefer-nı müzakere ederek sonucunu babıaliye arzedelerler lçınden Rusya devleti ile bir kere istişare edecektir." İşte bu madde Ayastefanos antlaşmasında bu haldeyken, Berlin konferansında ki her ne kadar bu konferans bizim için hayliçene işe yaramış ve Ayastefanos'un derin yaralarını sarmişsada, bu madde orada 61. madde adıyla genelleştirilmiş ve Rusya'nın elde ettiği imtiyaz bütün düvel-i muazzamayada tanınmıştır. Böylece batı âlemi, şark dünyasına top yekûn saldırıya geçecekken bu kurnazca muahedenin tertibiyle şarkın iç bünyesindeki dindarlarının, kendilerine 5. kol olarak veya gizli tabii müttefik kılmış oluyorlardı. Osmanlı devletini yıkabilmeyi sağlamak için Ortadoğu'da söz sahibi olmak için bunlar vazgeçilmesi imkânsız çâreydi. Her ne kadar geçtiğimiz 1293/1877 Osmanlı-Rus savaşında bizim kaybımız Rusya karşısında zayfı kalmamızdan değil, genç paşaların birbirini çekememesinin getirdiği yönetim aksaklığını pek kimse itiraf etmez ama düşmanlarımız bunu anlamakta gecikmemiş sevk-ı idarede tenakuzları görebilmiştir. Bizde de bu savaşın ilk tahlilini yapan kişi mümtaz yüzbaşı Mehmed Hulusi Efendi 1909'da Harbiye'de "Harp Târihi Dersleri" muallimi olarak ders verdiğinde bu savaş hakkında bilgilendirmeyi yapabilmek için birçok kitap okumuş, askeri raporları tetkik etmiş "Niçin Mağlup Olduk" adlı bir eser kaleme al mıştır. Biz, bu eseri Osmanlıcadan sadeleştirerek Akit Gazetemizde tefrika hâlinde neşrettik. Henüz kitaplaştıramadık esas söylemek istediğimiz bizde, 93 harbinin tahlilinin, savaştan 29 sene sonra yapılmasıdır halbuki bütün dünya ülkeleri bu savaş üzerinde o kadar çok neşriyat yapmıştır ki buna sayısız demek kabildir. Ülkemizde; Ermeniler, 1860 yılında, dernekler kurmaya girişmişler ve yirmi yıl içinde bu sayıyı önce kültür dernekleri olarak lanse edip rahatça çoğalttılar. Daha sonra da tedricen silahlandırmaya başladılar. Böylece kan dökücü komitelerini peydana getirdiler. Meselâ bunlardan 1860'da Kilikya'yı yüceltmek amacıyla Haynsever Cemiyeti, peşinden de Fedakârlar cemiyeti faaliyete geçirildi. 1882 senesine kadar, Van ve civarında Ararat-h, merkezleri Muş'da bulunan Mektepseverler, Şarklı, Kilikya cemiyetleri kurdular ve de 1872'de yine Van'da "İttihat ve Halas Cemiyeti" yâni birleşme ve kurtulma cemiyeti 1880 yılına gelindiğinde Erzurum'da Silahlılar cemiyeti, Milliyetperver Kadınlar cemiyeti, Ermenistan'a Doğru Cemiyeti ve Kafkasya'da Genç Ermenistan cemiyeti kurulmuştur. Van'da da Kara Haç cemiyeti teşkil edildi. İstanbul'a gelince, burada "Erme ni Vatanperver İttihadı" isminde bir cemiyet kuruldu Bu son kurulan cemiyet, Ermenileri hukukuna sahip kılmak, gereken yerlerde isyanların çıkmasını temin etmek, gençleri silahlandırmak hususunda görev almıştı. İstanbul'da da adına Ermeni Vatanperver İttihadı isminde bir cemiyet teşkil olundu. Yine; 1881'de Erzurum'da kurulmuş olan Şurâyı Âlî Cemiyeti, çok geçmeden Müdafiî Vatandaşlar Cemiyeti olmuştur. 1890'da da İstanbul'da Şant ile daha sonra da Kurban adlı ihitlâlçi çeteler teşkil edilmiştir. Hınçak ve Taşnak komitelerini daha ziyade, Kafkasya Ermenileri kurmuşlardır. Bu komitelerin kurucuları, Osmanlı hududları haricindeki Ermenilerdi. Bu hususda İngilizlerin Trabzon konsolosu 1895 târihinde İngiltere'nin Osmanlı nezdinde ki b. elçisi Sir Filip Kunye gönderdiği raporun bir bölümünde şunları kaydeder: liderleri hareketi türkiye dışından idare ediyorlardı. suretle kendileri tamamiyle emniyet İçinde oldukları halde, Türkiye'deki ırkdaşlarına hayatı tahammül edilmez hale 9etiriyorlardı. Maksatları, İslâmları hristiyanlara karşı tahrik etmek, katliamlar çıkartarak memleketi dehşet içinde bırakmaktı: Bütün dünyaca bilinmelidirki bu teşkilât anarşik bir karakter taşımaktadır. Şiddet yoluyla karışıklıklar çıkartma Ermenistan'ın yalnız ıslahatını değil, istiklâlimde temine çalışmaktadırlar " Bu raporu doğrulayan şu misâl mühimdir: 1887 senesinde Kafkasya Rus Ermenilerinden Avedis Nazarbeg ile sonradan izdivaç yaptığı Maro adlı kadınla ve Kafkasyalı Ermeni talebelerin birlikte İsviçre'de Kari Marks'ın prensiplerinin esas tutulduğu Hinçak (Çan Sesi) komitesinden üç yıl sonra 1890'da, Kafkas Ermeni'lerince de Tasnak veya Taşnaksutyun ihtilâl komitesi teşkil edildi. Bunların da amaçlan Türkiye Ermenistamnı tesis için siyasi ve iktisadi hürriyet elde etmek riskine girmekti. Bu komitenin pek vahşice verilmiş bir talimatı vardı. O da; <Türk'ü, Kürd'ü her yerde her çeşit şerait altında vur. Mürtecileri yâni eski hâlin devamını isteyenleri, sözünden ve yemini yapıp da bundan dönenleri, Ermeni aleyhtarı hafiyeleri ve Ermenistan dâvasına hayinlik yapanları öldür ve böylece intikam al!> Bu talimatı alan Ermeniler, Anadolu topraklarında 1894'de pek büyük bir isyan ateşi yaktılar ve bunun adı Sason İsyan oldu. Muş ile Bitlis arasında bir ilçe olan Sason bünyesinde 12 bin Ermeni barındırıyordu. Burada yaşamakta olan 15 bin kişi kadar müslümanların çoğunluğunu Kürtler teşkil ediyorlardı ki burası yo! yetersizliği hasebiyle askeri yardıma biraz geç kavuşur arazi idi. Sason Dağlarının sarp kayalıkları kolay kolay geçit vermiyordu. Burada ateşi yakılan isyan, öyle profesyonelce tezgâhlanmıştaki, yerli Ermenilerin böyle bir şeyi ne akıl edebilmeleri nede tatbikleri kabildi. Hele Türk kılığına girmek suretiyle kendi dindaş ve soydaşlarını katletmeleri ne yerli Ermenilerin cüretine nede tanınacakları endişesiyle yapmayacakları işlerdendi. Amma cidden Türk kılığına giren Ermeniler, bu işi yaptılar fakat bunlar bölnin insanı olmayıp dışarıdan getirilmiş adam katlinde ofeSyonelleşmiş ihtilalci güruh olduğu ilk akla gelendir. Burada çıkan arbede de, yüzlerce müslüman şehadet şerbetinin içicisi olurken, 5 bin ermeni de fikren iğfal olmalarının acısını ölümleriyle tattılar. Günü müzün Abdullah Öcaian adlı bölücübaşı'nın gün gelipde TBMM'ye gireceğini ileri süren safdillerin bulunduğu dönemimizde, bunu ileri sürenlere saf dil demesine diyoruzda, bakın bu Sason olayının baş tertipçişi olarak görülen Hamparsum Boyacıyan adlı Ermeni buradaki tahkikat ve icraattan yakasını sıyırdı. Bu Hamparsum'un 1908 meşrutiyet meclisinde Harput milletvekili olarak İttihad ü Terâkki Parti mebusluğunda bulunması tıpatıp Öcalan'ınkine benzemiyorsa da, yine de Allah korusun, saf diller dediklerimizin bu teşhisleriyle naklettiğimiz olayia, yâni Hamparsum Boyacıyan ile ilişki kurmaları da ümid olunabilir! Ermeniler; Sason olayının peşinde bir ay geçti geçmedi Dıyarıbekir'de de ayaklanmaya teşebbüs ettiler. Ancak burada da 2 bine yakın insanlarını kaybettiler. Bütün bu hareketlerin Osmanlı devletinin elinden kurtulmak meselesi olmadığı pek barizdir. Yapılmak istenen dış devletler buralarda meydana gelen vak'alardan mütevellid, Osmanlı hükümeti ne baskı yapmak suretiyle iç işlerine müdehale yoluyla dev-let-i âliyenin çöküşünü temi ne gayret edip, yabancı devletlerin, ajan çapındaki adamlarından aldıkları sözlere görede Büyük Ermenistan kurmak hayılini diri tutmaktı. Bu hususda, Ermeni Diasporası denilerek nâm salmış başka ülkelerde yaşamakta olan Ermenilerin kurdukları bu organizasyon merkezi bilhassa ecnebi baskıları teminde ve bu isyanları destekleyecek maddi imkânın toplama ve dağıtım vazifesin! yapıyorlardı. O sıralarda da İstanbul'da bilhassa Kurtuluş semtinde o zamanki adı Tatavla'da oturan Ermeni azınlık toplanmış bir takım protestolar ile asayişi ihlâle çalışıyorlardı. Sahilhane-sinden çıkmış bulunan Sadrıazam Ahmed Vefik Paşa'nın faytonuna ulaşan haberle vaziyetten haberdar olduğunda, hemen arabanın babıâfî istikametinden yolunu değiştirmiş bu günkü Pangaltı kavşağına gelen Vefik Paşa, tecemmu etmiş Ermeni kopillerini görünce hemen faytonunun kapısını açmış, o gün romatizmalarının rutubetli hava münasebetiyle ağrılara sebeb olmasından, bastonuyla yola çıktığından topluluğun ki sayısı alti-yediyüz kişiden az değil üzerlerine yürümüş o güruhu tek başına dağıtmıştır. Devrin gazeteleri Ahmed Vefik Paşanın sağa sola doğru koşarak yaptığı salveti tatlı bir uslûb ile haber yapmışlardır. 30/Eylül/1895'de Patrik İzmirliyan'in sinsi sinsi hazırladığı sayıları bir kaç yüzü bulan Ermeni kopili ellerinde ve bellerinde silahlarıyla babıâlî'ye çıkıp sadaret binası önünde protesto hareketi yapacaklarken, Sadrıazam Said Paşa bunların üzerine asker sevk ettiği için vahim bir hâl zuhur etmiş oldu. Yıldız'da sadrıaZamın icraatına vukufiyet kesbeden Sultan 2. Abdülhamid Hân derhal askeri birliği geri çektirdi. Bunların çoğuna sivil elbise giydirip, Tahtakale ve Yemiş İskelesi hamalları kürtleri de hamalbaşılar vasıtasıyla bu silahlı Ermeni kopillerinin üzerine sevk ettiği bir kaç tane müs-lüman'ın şehadeti karşısında bin kişiye yakın Ermeni eşşek cennetini boyladı. Kadırga da üçgün mukavemet eden Ermeniler sonunda pes etmeye mecbur oldular. Onbir ay sonra Ermeniler bir daha hareketlendiler ve 26/Ağustos/1896'da Osmanlı Bankası merkezini bastılar. Ancak, Abdülhamid Hân'ın meşhur Teşkilât-ı Mahsusası vaziyetten haberdar olduğundan banka civarında tertibat almış ve saldırıyı bir kaç bomba patlatarak başlayan Ermenileri kısa zamanda etkisiz hale getirmeye muvaffak olmuşlardı. Bu hareketide hazırnın patrik İzmirliyan olması calibi dikkattir. Demek ki onbir evvel Kadırga semti olayını tezgâhlayan İzmirliyan'a devlet herhangi bir yaptırım tatbik etmemiş! Acaba, İzmirliyan hem olayları tertipliyor hem de devlete haber veren bir ajan mıydı? Sultan 2. Mahmud'un, Rum Patriği Grigoryası astığını qoz önüne alırsak, İzmirliyan'a bir şey yapılmamış olması yoruma tâbidir. Hoş Sultan Hamid cana kıymayı sevmediğinden belki asmamak normalse de hiç bir şekilde cezaya muhatap etmemesini yorumlamak kolay değildir. Ha yukarıdaki Kadırga semti olayında, kıyamcilar üzerine askeri birlik gönderen Said Paşa' nın görevinden azledildiğjni de hatırlatalım. Çünkü; asker ile bastırılan vak'anın avrupada estireceği rüzgâr pek değişik olacağından padişah bu işi ahaliye havale ederek İki gurup halk arasında çıkan arbede neticesi müessif olayları meydana getirmiştir bahanesini ileri sürmek imkânını meydana getirmiştir. Çok zaman geçmemiştiki bir Ermeni, sadrıazam Halil Rıfat Paşa'ya tabanca ile bir suikast teşebbüsünde bulunmuş, menfur emenline nail olamamış ve Paşa isabet almamıştır. Bütün bu tedbirler ve milis tarzı mukabele Ermenileri ve onların idareci takımını ürküttü. 21/Temmuz/1905'deki Yıldız Camiinde patlattıkları bomba hadisesine kadar ortalıktan toz olmayı tercih ettiler. |