๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Büyük Osmanlı Tarihi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mart 2011, 21:45:59



Konu Başlığı: Bir fıkıh alimi gözüyle
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mart 2011, 21:45:59
Bir Fıkıh Alimi Gözüyle




Taht-ı Osmaniye cülus ettiğinde Sultan ö.Mehmed Vahideddin hân,sadnazam Talat Paşa ile nezaketen hükümetin istifasını verdiği ve bunun üzerine kendisini yine vazifede ib-ka edip yeni hükümet hususunda yaptığı konuşma esnasın­da sözü, ülkede neşvünema bulan hilafet ve saltanat anlayışı üzerine getirir ve Talat Paşa'ya şunları beyan eder ki bu ilmî mâna ihtiva eden beyanı buraya almak suretiyle mühim ve târihi bir vazifeyi yerine getiriyoruz. Böylece de, hatıratlardan yola çıkılarak hazırlanan târih çalışmalarının hususiyetinin üstünlüğünü de ortaya koymuş oluyoruz zannındayim. Padi­şah, Talat Paşa'ya şunları söylüyor: <.Hilafet ile saltanatı muhtelif suret ve şekillerde tasavvur ve tasvir edenlere tesa­düf olunuyor. Benim şehzadeliğimden beri şark ilimleri ve is­lâm felsefesi ile meşguliyetim vardır. Mutasavvifin-i kiram­dan ve mütebahhirinden bir çok zevat ile ilmî meclislerde bulunmuşluğum vardır. Size de tahassüslerimi nakledeyim. Hilafet aslında saltanat demektir. Hilafet; İcra kuvveti ve teş-riyye-i riyaset demektir. Hilafet ifadesinde saltanat da mün­demiç bulunmaktadır. Fakat, saltanatda hilafet olmayabilir. Nitekim her sultan hatife değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) nübüvvet yâni peygamberlikle, saltanatı mübarek şahsiyetlerinde toplamıştı. Müvekkili zişânım yâni vekâletini hâiz olduğum, zât kuvve-i icraiyye riyasetini ve başku­mandanlığı üzerinde taşımaktaydı. Resûlüllaha halef olan Hulefay-ı Râşidiyn ise,ancak vekil mânasına gelen halife adı altında işleri yürütürler ve saltanat ederlerdi. Her biri birer sultan'dı. Risaletpenah Efendimiz son nebi olduğundan, risa-let-i nebeviye hitâma erdiğinden ki bu cihet Kur'an-ı Keriym-de mesturdur sıfat-ı nübüvveti ukbâya götürmüşler ve yalnız saltanat-ı Muhammediye'ye halifelerine terk buyurmuş­lardın Dâima musahabei nübüvvet ile müşerref olan sahabi-lerin hilafetleri umur-u diniyye ve siyasiyye üzerineydi. Neş­rine memur değillerdi.Ceddim Yavuz, Mısır'a fâtihane girdiği zaman Abbasilerin son halifesi, hilât-ı fâhirei hilâfeti güç ve kuvvet sahibi olan Sultan Selim'e terk ve tevdi eyledi. On­dan sonra da hilafet ve saltanat şart hâline geldi. Bu şekil asırlardan beri devam ediyordu. Âl-ı Osman'a devredilmiş olan hilâfet, saltanat-ı Islâm-ı Osmânî ite adeta et ile deh gibi imtizaç ederek ikisi bir birine âlem olmuştur. İşte bunun için­dir ki bir anane-i kadime ve diniyye olarak Türk'ün ha-kan'ınını âtem-i İslam halife tanımış ve hemen beyat ve tâkib edegelmiştir>   dedikten sonra Sultan Vahideddin, Talat Pa-şa'ya söyledikleriyle saltanatın hilafete tetabukunu ortaya koyuyor ve böylece de, bir fıkıh bilgini olarak, bu meselenin tavazzuf ettiğini ortaya koydu.

Yukarıda sayfalarımıza aldığımız; Sultan Vahideddin'in hi­lafet ve saltanat hususundaki Talat Paşa'ya düşüncelerini nakleden ifadeleri koymuş bulunuyoruz. Hemen ilâve edelim ki, TBMM'de Burdur mebusu sıfatıyla bulunan ve aynı za­manda Cumhuriyet Türkiyesinin İstiklâl Marşının güftesinin sahibi olarak tanınan Mehmed Akif (Ersoy) merhum, H.28/c.evvel/1339-R.8/şubat/1337-M.21/şubat/1921'de Salı günü, gizli oturumda, Hasan Fehmi Efendi'nin başkanlı­ğında yapıldığı esnada irad ettiği konuşmasında ileri sürdüğü husus Sultan Vahideddin'in işaret ettiği meselelere tetabuku münasebetiyle, Meclisin gizli oturum zabıtlarından alıntıla­mayı uygun ve isabetli bir seçim olarak gördük.

".Mehmed Akif Bey (Burdur)-Efendiler, İstanbul'la aramız­daki suitefehhümün kalkması bu ikiliğin bertaraf edilmesi için mectis-i âliniz karar verdi. İstanbul'a bir telgraf yazılaçaktı ve bu da Meclis tarafından yazılacaktı ve son cevap olacaktı.

Hamdullah Suphi Bey (Antalya)-Beyefendi yazmışlar,gel­diler burada okudular.

Mehmed Akif Bey (Burdur)-Sadi; Şarkın en hâkim Şâiri Sadi derki; <insan daima doğruyu söylemelidir. Her söyledi­ği doğru olmalıdır. Fakat her doğruyu her vakit söylememe-lidiı:> Bendeniz o telgraf müsveddesinde bu gün söylenilme­si muvafık olmayacak bir çok hakikatler gördüm. İcab eden yerlerde gayet şedit bir lisanla ifade edilmiş. Eğer maksad. iti­lafın temini ise bu lisan tahfif (hafifletmek) edilmelidir. Daha itilafcuyâne yazılmalıdır. Biz metalibimizi bir lisânı mutedil ile bir üslûbu leyyin ile ifade edersek ve onlar kabul etmez­lerse iş bitmiş olur. Bendeniz bir şey karaladım. Müsaade bu­yurursanız okuyayım. (Ankara ile İstanbul arasında cereyan eden muhaberattan İstanbul'un henüz gerek kendi vaziyeti­ni, gerek Anadolu'nun vaziye tini layikiyle ihata edemediği kanaati hâsıl oluyor Milletin berat-ı idamından başka bir şey olmayan Sevr muahedenamesini İstanbul'a kabul ettiren es­babın burada mevzubahs edilmesini münasip görmüyoruz. Ancak milletin istiklali o muah.edena-m.enin bir kaç madde­sinin tâdil ve tebdiliyle temin olunamayıp, büsbütün orta­dan kalkmasına mütevakkıf bulunmasına nazaran vaktiyle o muahedenameyi kabul edenlerin bugün konferansta lazım gelen vak-ü tesisi haiz olamayacakları pek tabiidir Mütare­keden beri devam eden ve inayet-i Hakk' la hayat ve istiklâ­limizin hâlâsına kadar devamı muhakkak olan mücahedei milliye sayesinde bugün lehimize olarak bir vaziyet inkişaf etti. Bu müsait vaziyetten istifadeye koşmak bütün kuvvayı devlet için bir uecibei hayatiyye iken, İstanbul'un hakayik-i ahvale göz yumarak ruhtan ziyade şekil ile meşgul olduğu nazarı teessüfle görülüyor. Zaman geçmiş uakayii tahlil ile meşgul olduğu nazarı teessüfle görülüyor. Zaman, geçmiş uakayii tahlil ile uğraşacak zaman değildir. Ecnebiler devleti­mizin bütün varlığını payimal etmişler, en   tabii hukukunu çiğnemekten sıkılmamışlardır. Bu tecavüzlere diğer taraflar­dan evvel maruz kalan ve el'an ecnebi tahakkümü altında bile başkaldıramayan istanbul'un bu ahvali göz önünde tu­tarak ona göre bir vaziyet ittihaz etmesi zaruri iken makûs bir İstikamet alması cidden mucibi teessüftür. İstanbul naza­rında henüz resmen asi telakki edilen Anadolu bugün istik­lâli için, Makam-ı Hilafet ve Saltanatın tahlisi için canla başla uğraşıyor, düşmanların muhacematına göğüs geriyor, bu yolda kanını döküyor. Dolaysıyla bugün söz sahibi ancak kendisi olmak icab edeceğini İtiraf ve kabul etmek ve arada­ki suitefehhümü bertaraf ederek BMM'ne tefvizi umur eyle­mek kendisinin ve bütün memleketin selâmeti nâmına İstan­bul için en mütekaddim ve en mütehattim bir vazifedir Bu­gün İnâyet-i Hakk'la millet vahdetini temin etmiş meşru meclis ve Hükümetini teşkil ile ordularını tanzim eylemiş her türlü müdehalatı ecnebiyyeden azade olarak tenfiz-i ahkâm ve kazada bulunmuş iken bütün bu şeraitten tamamıyla mahram bulunan İstanbul'un hâlâ eşkal ve merasim ile uğ­raşması menafıi millet ve maslahatı ümmetle kâbit-i telif de­ğildir. Bugün İstanbul'un uhdei hakimiyetine düşen en mü­him vazife derhal BMM:nin meşruuiyetini tasdik ve konfe­ransa münhasıran bu meclise aid olduğunu ilân etmektir. Bunun hilafında hareket milletin hâlâsına set çekmek, tefri­ka ve inkısama badi olmak, makam-ı hilafet ve saltanatı (pa­palık) gibi kuvvayı maddiyeden mahrum ve gayrimeşru bir şekle sokarak ecnebilerin amaline bâziçe derekesine indir­mek demektir. Buna ise Şeriat-ı Garrayı İslâmiyyenin müsaadesi yoktur. Kaldı ki müslümanlık nazarında pek büyük bir mevkii dinisi olan Makamı Muallayı Hilafeti vaz'ı meşruun-dan çıkarmaya hiç bir ferdin, hâttâ o makamı işgal eden zât-ı şahanenin bile selahiyeti olamaz. İradei Şahane maslahatı ümmet üzerine ibtina ederse muteber ve muta olur. Evet Zâtı Şahanenin arzuyu zâti ve emri hususileri başkadır. Ümmetin emini olmak haysiye tiyle deruhde buyurdukları emaneti hi­lâfetten mütehassıl şahsiyeti mâneviyenin iradesi başkadır. Binaenaleyh bugün zâtı şahane bütün âmâli hususiyelerin­den tecerrüt etmek ve o deruhte buyurdukları kübradan mütehassıl şahsiyeti mâneviye namına maslahatı ümmet muktezası veçhile Iradatı âliye de bulunmak mecburiyeti şeriyesindedirler. Maslahatı ümmetin muktezası ise (icmal üm­met) mahiyetinde olan ve bir kuvvei maddiyeye istinad eden B.M.Meclisi, evet ancak bu meclis izhar etmek mevki­inde bulunuyor. Malumdur ki din-i İslâmın kıyam ve bekası için zaruri olan teçhizi cüyuş, şeddi sugur, tenfizi ahkâm ve kaza şeraiti esasiyesîni bilkülliye iptal ile makam-ı mânayı hilafeti mühmel bir hâle koyan (sevr) muahedenamesini ka­bule, cevaz-ı seri yoktur. Şayet İstanbulu böyle gayrimeşru bir vaziyete sokan sebeb cebrüik rah ise bu gün o sebebin zail olduğu iddia olunamaz. Binaenaleyh ecnebilerin cebrü ikrahiyle bütün şeraiti esasiye-i sedyesinden tecrit edilen Makamı Hilafet ve Saltanat için o şeraiti temin eden B.M.M.ni derhal Makam-ı Celili Hilafetin kuvvei müeyyidesi olarak tasdik ve bu meclisin icmai ümmet mahiyetinde oları mu-karreratını kabul ile kendi vaz'ı meşruunu iktisap etmek bir vazifei şeriyye olduktan başka beynel müslimin büyük bir mevkii ihtiramı bulunan Hanedan-ı âlî Osman'ın iletebed bu mevkii mümtazı muhafaza edebilmesi İçinde elzemdir Gerek Zâtı Şahanenin gerek bütün Cihan-ı islâmın malumu olmalıdır ki B.M.Meclisince bugün makam-ı hilâfet ve saltanatın hâlâsını ve milletimizin istiklâli tammını temin etmekten baş­ka hiçbir gaye mutasavver değildir ve bunun böyle olduğu­nu her milletvekili ferden ferda ye- min ile te'yit etmiştir. Onun İçin bugün İstanbul'un mânâsız vesveselerle nazarı ecanipde milletin vahdetini kesrederek gayrimeşru bir tavır takınmasına B.M.Meclisi son derece mütessiftir. Artık bu gayri meşru vaziyete bir an evvel hatime vermek bu zavallı bu fedakâr milletin mukadderatını idare etmekte bulunan B:M:Meclisiyle tevhidi mesai etmek aynı gayenin husulüne elbirliğiyle çalışmak dini ve vatanî milli vazaifin akdemidir. Binaenaleyh gayemizin husulünden sonra aramızda halli pek kolay olan mesaili dahiliyeye ait bir takım noktai nazar ihtilaflarının bugün katiyyen mevzubahs edilmemesini ve yalnız din ü milletin menafii aliyesi düşünülerek derhal B.M.Meclisinin meşruiyetinin kabul ve intihâb ettiği murah­hasların tasdik edilmesini, bu suretle aradaki ikiliğin kaldı­rılarak Kur'anm ve Sünneti Resül'ün emri veçhile Devlet ve milletimizin ecanibe karşı yekpare bir bünyanı marsus hâlin­de tecelli ettirilmesini selâmet-i din ü devlet nâmına son defa olarak temenni ederiz. İşbu kararımız Tevfik Paşa'ya aynen tebliğ olunmak üzere Heyet-i Vekileye tevdi olundu." şeklin­de kaleme aldığı yazıyı okuyan Hz.Akif, hilafet ve saltanatın önemi ve BMAVnin merbutiyetini ifâde ederken BMAVnin hi­lafetin arkasında bir kuvvet olduğunu belirtir ve bunu tasdik eder. Ancak 1924'de hilafetin kaldırılması istek ve zan hak-ksnda şâir'in yanıldığını gösterir.

Ama biz burada, Sultan Vahideddin'in; Talat Paşayla yap­tığı konuşmada buna temas etmesi ve lafızlarında mündemiç olan, hilafeti ve Saltanat hakkındaki menfi düşünce sahiple­rinin beyanlarına atıf yaparak konuşmasıyla, Akif Bey'in İstanbul'a meclisçe yazılmış ve meclisde okunduğu belirtilen müsveddenin hilafet ilgasının ergeç yapılacağı dedikoduları­nın kulağına erişmesinden olduğu gözden uzak tutulmalıdır. Böylece hilafet hususunda aynı düşünen iki mühim adamın biri cebre dayanamayarak vatancüda olmuş, diğeri ise, endi­şe taşıdığından dolayı vatancüda olup, vatana avdeti ancak ölebilmek için olmuştur. Biz bu konuşmayı, sayfalarımıza al­makla dinin ve vatanın büyük şâiri Mehmed Akif (Ersoy) merhumun, TBMM'de hiç konuşmamış oturmuş diyenlere sözlerini geri almaları gerektiğini ihtara lüzum görmüyoruz.