๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Büyük Osmanlı Tarihi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 06 Nisan 2011, 18:10:11



Konu Başlığı: Ahmed Cevdet paşa ne diyor
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 06 Nisan 2011, 18:10:11
Ahmed Cevdet Paşa Ne Diyor?


hür ve müreffeh nizamın, geçen zaman zarfında nasıl örselendiğini anlatmaya misali için, Cevdet Paşa târihinde şu mütalaayı görürüz:

"..Devlet adam­ları, saltanatın diğer hizmetlilerinin yaptığı gibi taşralardan, akça ve bohçaları getirtip İstanbul'da süs ve ihtişama koyul­dular. Bu durum ilmiye yolunda bulunanları da kapsadı. Ar­palık ve maişetler ile yakınları ve akrabaları üzerine tevcih ettirmiş oldukları kaza mansıblannı (bey-i men yezid)"yolunda siyah akça verenlere tövbe edip, ettirir olduklarından ül­kenin diğer bölgelerinde yazı okuyamayan naibler ortaya çı­kıp, devletin nâmışânı berbad olduğu gibi şeriat'de zedelen­di. İhkak-ı hukuk emri ehemmi, tabiatıyla ayan ve derebeyi güruhundan olan, mütegaîlibe eline geçti. Ve o dönemde ka­pıcılık, vezirliğe ulaştıran bir rütbe-i yükselme sayıldığından mühim işler için ülkenin iç taraflarında, kapıcıbaşılığa me­mur oldukta herkes onu sayar vede sakınırken görüldüğü gi­bi bilinen ayan ve derebeyleri İstanbulda bir dal bularak kimi kapıcıbaşılık rütbesi kimi de büyük imrahor parası almış ol­duklarından İstanbul'dan özel bir vazife ile taşralara gönderi­len kapıcıbaşıların, kadri ve haysiyeti kalmayıp, böyle müte­gaîlibe güruhu her işi istedikleri gibi kesib, biçer oldular. Ar­tık ferman-ı âlilerinin hüküm ve tesiri kalmadı. Velhasıl İstan­bul'un; taşradaki işlere müdehalede bulunduğu ve suistimal etmesi hasebiyle devletin iki eli mesabesinde olan vezir ve hakimlerin (kadıların) tesir ve nüfuzu kalmayıp, taşralarda bir takım mütegaîlibe ortaya çıkmış oldu. Bu mütegallibenin, biribirlerine üstünlük sağlamak için, bünyelerinde haydudlar istihdamına giriştiler.

Dağlıoğlu eşkıyası adıyla şöhreti yakalayan bulunanlar gi­bi yer yer bu haydud çeteleri etrafta görülmeye başlandı.

Mütegailibe daha sonra kendi elleriyle kurdukları bu eşkiya çeteleri karşısında acziyete uğramalarından kendi kasaba ve köyleri daha doğrusu adeta bütün rumelide perişan oldu. İşin sonunda devlet adamian bu eşkiyanın kaldırılıp yok olmasını temin için harekete geçmeye mecbur kaldı. Çare olarak da bunların üzerine sevk ettikleri sergerdeler, yok etmekle vazi­felendirildikten haydudlardan pek farkları bulunmadığı için, eşkiyayı yok ettikleri takdirde, sıranın kendilerine geleceği kafalarına dank ettiğinden, vazifelerini yerine getirmekten zi­yade, eşkiyanın işini kolaylaştırıp, asayişin daha fazla bozul­masına hizmet ettiler. Bu olayların büyüyüp artması, adetâ bir ihtilâl havasına bürünmesi devletin maalesef büyük bir tereddüd içine düştüğünün görülmesidir. Şöyleki: Mütegalli-beden birisi hemen bir söz üzerine, fermanlı ilân edilir ve he­men üzerine asker sevk edilirirdi. Gönderilen asker buna mağlup olunca, herif hemen af olunur böylece bu adam dev­letin emrine uyuyorum diyerek, kendi aleyhinde bulunan kimselerden intikamını almaya başlardı. Bu vaziyet karşısın­da ahalinin gerek mütegallibeye, gerekse eşkiyaya mecbu­ren yardım etme yoluna düşmüştü. Bu vaziyetin sürüp de­vam etmesi, nice namus ehli, dürüst kimselerinde söz konu­su mütegailibe ve eşkiyaya iltihak zorunda kalmıştır ki, bü­yük meseledir. Şurada göstermiş olduğumuz misallerin dev­letimizin avrupadaki topraklarında h. 1201/1786'dan sonra düşmüş olduğu zafiyetin çok acıklı bir numunesini ortaya koyar. Bu idare etmekten yoksunluk, devletin bizzat eşkiya yetiştirir duruma düşmesini intaç etmişti. Yalnız suda var ki, memleketin yep yeni bir İslahat görmesine muhtaciyeti ken­dini pek şiddetle göstermekteydi.

Hâttâ ilk yapılacak iş olarak da, eşkiyanın ictiklâliyeti zap-tu rapt altına alınıp tenkil edilmeleri hususuna her yandan istek gelmeye başlamıştı. Mısır eyâleti, Fransız askerince tahliye edilir gibi, Fransa ve İspanya ile yeniden sulh antlaşması yapılmış olması, Rusya ve Avusturya antlaşmalarının devam etmiş olması Avrupa da umumi sulhun yakınlaşması için ay­rıca bir sulh hâli sayılıyordu. Zamanı bu noktada mazur gös­terecek bir söz vardı ki, oda Seyiz'in sözüdür. Milletde esasen irfan bırakilmamışki fikir hakimiyetini anlayıp yerine getire-bilsin. Bu bakımdan devam etmekte olan bir takım üzüntü verici hadiseler kötü değişikliklere iğrenç vakalara doğru git­meye başlamıştı. İşlerin teskin edilip ortadan kaldırılması hu­susunda devlet adamları iki guruba bölünmüş, bir fırkası Gürcü Paşanın maiyetinde bulunan arnavutların bir miktar para vermesiyle arazisini, kendisinin cürmü yâni isyan hâli affedilerek talib olduğu Silistre valiliğinde bırakılmasını, diğer gurup ise, mevcut kuvvetler ile üzerine gidilerek, müstehak oldukları cezanın verilmesini tedbir olarak ileri sürdüler. İkin­ci görüş devletin şân ve nâmına uygun düşersede, gerçek­leştirmeye cesaret edilememişti. Tarihi Cevdet; bu hadisele­rin sonunu şöyle anlatıyor: "Eğerçi (sonunda) gaile (olay) sükunet buldu, lâkin namus-u devlet (devletin namusu) iki paralık ve de bu hâl eşkıyaya kötü bir örnek oldu.