๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Büyük Osmanlı Tarihi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 06 Nisan 2011, 18:12:11



Konu Başlığı: 2. büyük fitne
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 06 Nisan 2011, 18:12:11
2. Büyük Fitne



Alemdar Mustafa Paşa; 1223/1808 ramazanının kadir ge­cesinde, Şeyhülislâm Arabzâde Arif Efendinin konağına, davetli olduğu, iftira gitmek üzere yola çıktığında, yol boyu yer : yer toplaşan kalabalıklar görmüş ve bunların Divânyoiu istikametinde çoğalmış olduklarını gözlemişti. Hiç fütur getir­meden üzerlerine atını sürdü. Bunun yanında muhafızlanda aynen kendisi gibi atlarını bu kalabalıkların üstüne sürüp, ellerindeki değnekler ve kamçılan kiminin kafasına, kiminin sırtına savururken bazılarının da yaralanmasına sebeb oldu­lar. Sanki bunlar da, intizar halindeymişçesine bütün kahve­leri ve bilhassada yeniçerilerin müdavimi olduğu yerlere gi­dip, sadrıazamla adamlarının, kendilerini ne hâle koyduğunu dramatik bir tarzla, habbeyi kubbe, pireyi deve yaparak an­latmaktan utanmadılar böylece de, fitne kazanını kaynatma­ya başladılar.


Biz; bu olayı bütün tafsilatıyla anlatan 1913'lü yılların başında yayımlanmış ve Alemdar Vakasını, bütün selahiyet ve tafsilatı ile nakleden bir kitabı, başdan sona osmanlıcadan sadeleştirmiş olarak Sultan 2. Mahmud dönemi­nin sonuna okuma parçası olarak koymuş bulunuyoruz. Biz­den daha selahiyetli merhumun eserini târih çalışmalarımıza koymakla isabetli bir seçim yaptığımıza eminiz. Bu bakım­dan bu elim ve herkesin ibretle okuyayacağını sandığım va­kayı buraya ayrıca, koymaya lüzum görmüyorum.

Alemdar vakasından sonra yâni 1224/1809'dan 1227/1812'ye kadar, dahilde ehemmiyetli bir vak'a zuhur et­meyip, yalnız Rusya ile yaptığımız kapışma devam etmek­teydi. 1227/1812'de yapılan Bükreş antlaşması ile son bul­du. Bükreş antlaşmasından Sırbiya'ya küçük bir imtiyaz ve­rildi. 1226/181 l'de Tepedelenii Ali Paşa isyancı sayılmış ve üzerine asker gönderilmiştir. Ne var ki Halet Efendinin oyunlan, Ali Paşanın itlafına işi götürdüysede devlet-i âliye bundan sonra Mora yarımadasını tutmaya gücünün azaldığını hissettiğinde canını aldığı Tepedeleni'yi aramaya başladı ama heyhat! Çünkü vücuda gelen Mora İhtilâli babıâlinin ca­nını çok sıktı. 1182/1768'de, Mora'da bir isyan bayrağı açan Yunanlılar arazinin dağlık olmasından istifadeyle yaptığı ha­reketi biraz sürdürmeye muvaffak olmakla beraber, Mora Va­liliğine tâyin olunan Muhsinzâde Mehmed Paşa peşinden de Cezayirli Hasan Paşanın kılıçları sayesinde, akılları başlarına getirilmişti. Daha sonraları ise, Tepedelenii Ali Paşa bunlara fırsat vermezken, kolu kanadı kırılan Tepedelenli'nin Yanya'da muhasara altına isyancıdır diye alınması Yunanlılara yararken Hurşid Paşanın askerlerini alıp gitmesi, Mora müf-sitierinin intizar ettiği halden olup, askerimize saldırdıkları görüldü. Ali Paşanın kendisini kurtarmak için güya Yunanlı­ları, tahrik vede teşvik ettiği ileri sürülmüştür.

Bu arada; Mora'da Etniki Eterya isimli gizli bir tedhiş ör­gütü kuran Yunanlılar, gerek Rusya'da, gerekse de memleketinde ikamet etmekte olan Rum küberasmdan başka os-manlı topraklarında ikamet etmekte olan bazıları ve bunlara ruhban olanlarda sayıldığından, Yunanlıların sabıkada ki şöh­retleri, İngiltere vede Fransa'da mektep aleminde yaşamış ve elsine-i ve edebiyat-ı âtİkayıda tahsil etmiş olanyâni yabancı lisan ile eski edebiyatı tahsil etmiş olan hayalperestler bu Eterya hareketi içinde yer aldılar.

Sonunda; Osmanlı devletine sadakatıyla nâm yapmış olan, Eflâk Voyvodası Aleko Bey'i öldürten Eterya cemiyeti, Rum kan dökücülüğünün icraatını başlatmış oluyordu. Böy­lece Eflâk'da bu bey'in öldürülmesi 1236/1821'de bu mem­lekette de fesadın uyanmasına vesile oldu. Devlet bu fesadın çıkarmağa başladığı olaylara müdehale etmeye koşarken, Mora'da isyan patladı. Müslüman ahali,  meskûn oldukları kasaba ve köylerden kale ve hisarlara ve de palangalara sığınarak, isyancıların hayatlarına kasteden davranışlarını an­cak bu şekilde tesirini azaltabildiler. Bir çok kale, palangayı muhasara altına alan, Etniki Eterya cemiyeti idaresinde Rum ahali üçbuçuk asırdır hür ve müreffeh olarak sürdürdüğü ha­yat tarzını bağımsızlık yavelerine değişiyordu. Evet; yaptıkla­rı nederece doğruydu? Veya ne derece yanlıştı? Bu iki soru­da cevabınne olduğu dünya'nın kuruluşundan bu yana za­man zaman değişmiş bulunmaktadır. Bu neden olmuştur? İnsanoğlu; yaratıcısından aldığı mesajda sonsuz bir hürriyetin sahibi olmadığı, doğumunun da ölümününde kendi elinde ol­madığının idrakinde olduğu tartışmadan varestedir. En mün­kir insan dahi, doğum ve ölüm virajlarını kendi verdiği karar olarak nitelemiyor.

Rabbimiz; kullarına hiç ayrım yapmadan dünya imtihanını kazanmalarını çeşitli tarzda, yâni seçtiği peygamberler ve onlarla gönderdiği mesajlarla istediklerini bildirdi. Bunları ka­bul edip o yolda gayret göstermeyi düstûr edinenler ile böyle bir teslimiyet olurmu diyenlerin arasındaki ikna mücadelesi, hür ve müreffeh bir hayatmı? Bağımsızlık adını taşıyan bir hayat tarzımı? Bu sorularda en mühim cevap, insan haklarinın adalet içinde kullanılabilmesidir. Osmanlı devleti, Süleyman Paşa ile kırk arkadaşı, 757/1356 yılı içinde Rumeliye geçtiğinde, bu adalet mekanizmasının en mükemmelini de 'bu kıt'a insanına hediye olarak getirmekteydi. Ancak sosyal 1 siyaset, dini farklılık ve ırkî temayüller, organize derneklerin siyasi ihtiras sahibi dehaların toplumu yönlendirmek gibi , sosyal yaklaşımlar avrupa devletlerinin kavimler üzerine dayalı devlet organize anlayışı milletlerin bağımsızlığını öngör­düğünden, mülga hristiyan anlayışın, hristiyan dünyasının is­lamların yaşayış tarzından ve dürüstlüğünden etkilenip, müslümanlığa geçişlerini önlemek için dünya hayatında propogandaların her tarzına riayet ederek mevzuu değiştirip, ba ğımsizliklara kavuşma mekanizmasını işletti ve bu en azın­dan avrupa insanının balkanlar bölümünde yaşayan hristi­yan olsun, müslüman olsun sonunda insanların kanlarının dökülmesinin şartlarını sağlayan me'şum bir anlayıştı.


Nite­kim; hristiyan dünyası, 1967'de Papa Piu, avrupa devletleri­nin ileri gelenlerini toplayıp, siz neden ayrı altı devletsiniz? Sorusunu tevcih etmiş ve AB'liği kapısını açmış bulunmak­tadır. Asırlardır, Osmanlı yönetimindeki Rum prensliği, avrupanm bir gayri meşru çocuğu olmak ve megalo ideal çizgi­sinde bağımsızlığa koşmak için adalet içinde yaşamakta ol duklan hür ve müreffeh hayatı değiştirdiler. Kaç seneden be­ri, nice matmazellerini bazen isteyerek, bazen de istemiyerek gelin olarak verdikleri ailelere ölümler yağdırdılar, torunlarını öldürüp veya öldürülmesini kendi icad ettikleri ideallere kur­ban etmekten çekinmediler.

Nice kanlar aktı sonun da Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa Mora Valisi olunca, gerek deniz yolu ile gerekse, kara istikametinden muntazam Mısır askeri ile Navarin ve Metun'a çıktı burdan hareketle takvimler 1241/1825 senesini gösterirken Morayı tam bir itaat altına almış olduk. Bunun ortaya koyduğu netice Osmanlı devleti, Mora olayının başlangıcından, sonuna kadar geçen zaman diliminde, askerinin bu işi nihayetlendiremediğinin inkâr-ı gayri kabil şekilde görme idraki içinde, buna zamimetle İbra­him Paşanın Mısır askerinin muntazamlığı, pek kısa müddet zarfında isyanı sonuçlandırınca, askeri bir inkılabın yapılışı kendini şart kıldığı görülüp, kabul edildi.