๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Binbir Damla => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 31 Temmuz 2011, 19:50:02



Konu Başlığı: Uysal Koyun Ayaksız Tilki
Gönderen: Zehibe üzerinde 31 Temmuz 2011, 19:50:02
Binbir Damla


Ağustos 2009 128.SAYI


Yusuf YAVUZ kaleme aldı, BİNBİR DAMLA bölümünde yayınlandı.

Uysal Koyun Ayaksız Tilki

Sadi-i Şirazî hazretleri (ö.691/1292) meşhur “Bostan” adlı kitabında şöyle anlatır:

Bir yolda önüme gençten biri çıktı. Ardı sıra (tasmalı) bir koyun koşuyordu. Gence dedim ki: “Bu koyun senin ardından şu iple tasma sayesinde geliyor. Bunlar olmasa koyun arkandan gelmezdi.” Delikanlı derhal koyunun tasmasını çözdü ve sağa sola koşup seğirtmeye başladı. O dilsiz hayvan yine koşa koşa delikanlının arkasından gidiyordu. Çünkü onun elinden arpa ve ot yemişti.

Delikanlı oynayıp eğlendikten sonra yanıma döndü. “Ey akıllı kişi! Onu ardım sıra götüren şey bu ip değilmiş. Ettiğim iyilikler onun boynuna kement olmuş. Onu peşimde koşturan, yaptığım iyiliklerdir.” dedi.

Kükreyen fil bile gördüğü iyilik sebebiyle filciye saldırmaz. Ey iyi adam, kötüleri okşa. Köpek bile ekmeğini yediği zaman seni korur. Canavar parsın dişi, iki gün peynirini yaladığı adama karşı kesmez olur.

. . .

Dervişin biri, kolsuz bacaksız bir tilki gördü. “Bu vaziyette bu hayvan nerden yiyip içiyor? Nasıl yaşayabiliyor?” diye Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve kudretine hayran kaldı. Şaşkın derviş bu haldeyken bir aslan pençesinde bir çakalla çıkageldi ve avını orada yedi. Ondan artan şeyler de tilkiyi doyurdu. Herkesin rızkını ulaştıran (Rezzak) Allah, ertesi gün başka bir tesadüfle tilkinin günlük yiyeceğini yine gönderdi.

Bu hakikat karşısında adamın gözü açıldı. Hemen bir mescide gidip tevekküle koyuldu. “Aslanlar bile rızıklarını zorbalıkla yemiyorlar. Mademki Allah kötürüm tilkinin rızkını ayağına gönderiyor, benim rızkımı da gönderir. İyisi mi ben bundan sonra karıncalar gibi bir köşeye çekileyim.” dedi. İşi gücü bıraktı, Yüce Yaratıcı’nın gayb aleminden rızık göndereceği ümidiyle beklemeye başladı. Fakat günlerce gelen giden olmadı.

Bu arada mihrap tarafından kulağına şöyle sesler geldi: “Ey tembel adam! Elsiz ayaksız tilki gibi görme kendini. Kalk da yırtıcı bir aslan kesil. Öyle çalış ki, aslan gibi senden de başkalarına bir şeyler kalsın. Neden aciz tilkiye benzeyip artıklarla doyacaksın. Aslan gibi güçlü bir insan, düşkün tilki gibi davranırsa köpekler bile ondan üstün olur. Çalış çabala ve başkalarıyla yiyip içmeye bak; birilerinin artığına göz dikmeyi bırak.

Sadi-i Şirazî (terc. Hikmet İlaydın), Bostan (İst. 1992), s. 117-119.

Yalan, Gıybet ve Açlık


Sadi-i Şirazî hazretleri yine meşhur kitabı “Gülistan” da anlatıyor:

Bir padişah bir esirin öldürülmesini emretmişti. Zavallı esir ümitsizlik içinde kendi dilince padişaha sövüp saymaya, uygunsuz şeyler söylemeye başladı. “Canından el çeken, gönlüne geleni söyler” demişler. Padişah esirin ne söylediğini sordu. İyi kalpli vezirlerden biri: “Öfkelerini yenenler ve insanları affedenler cennetliktir, diyor padişahım.” diye cevap verdi.

Hükümdar esire acıdı, kanını dökmekten vazgeçti. Ama ilk konuşana zıt giden bir vezir dedi ki: “Bizim gibilere padişahın huzurunda doğruyu söylemekten başkası yakışmaz. İşte bu esir padişaha küfretti, uygunsuz sözler söyledi.” Hükümdar bu söz üzerine yüzünü buruşturdu ve dedi ki: “Bana onun yalanı senin doğru sözünden daha uygun gelmişti. Çünkü o yalan bir iyilik içindi. Halbuki bu gerçek kötülüğe dayanıyor. İyilik getiren yalan, fitne koparan doğrudan iyidir demişlerdir.”

. . .

Hatırımdadır, çocukluk çağımda pek dindardım. Sürekli geceleri kalkardım. Zühde ve takvaya düşkün idim. Bir gece babamın yanında oturuyordum. Bütün gece gözümü yummamış, Kur’an-ı Kerim’i elimden bırakmamıştım. Bazıları etrafımızda uyuyorlardı.

Babama dedim ki: “Şunlardan birisi kalkıp da iki rekât namaz kılmıyor; ölü gibi uyuyorlar.” Babam dedi ki: “Canım oğul, dedikodu yapacağına keşke sen de uyusaydın!”

. . .

Horasanlı iki derviş birbirlerinden ayrılmadan seyahat ederlerdi. Biri zayıftı, iki gecede bir yemek yerdi. Öbürü kuvvetliydi. Günde üç öğün yemek yerdi. Nasıl olduysa, bunları casus diye bir şehrin girişinde yakaladılar. Her ikisini de bir odaya koyup kapıyı kerpiçle ördüler. İki hafta sonra suçsuz oldukları anlaşıldı. Kapıyı açınca gördüler ki, kuvvetlisi ölmüş, zayıf olanı sağ salim yaşıyor.

Herkes buna hayret etti. Durumu gören bir bilge kişi dedi ki: “Ben bunun aksi olsa şaşardım. Çünkü kuvvetli olan çok yemek yerdi. O açlık ve susuzluğa dayanamadı ve öldü. Oysa öbürü kendini tutardı, adeti üzere açlığa tahammül etti ve sağ olarak kurtuldu.

Sadi-i Şirazî (terc. Hikmet İlaydın), Gülistan (İst. 1991), s. 21, 85, 132.

Varlık ve Yokluk Hâli

Sadi-i Şirazî hazretleri Gülistan’da diyor ki:

Musa Aleyhisselam, yeterli elbisesi olmadığı için kumun içine gizlenmiş bir fakir gördü. Adamcağız: “Ya Musa, bana dua ediver. Cenab-ı Hak bana bolca dünyalık versin. Çünkü zaruretten bitip tükendim.” dedi. Musa Aleyhisselam ona dua etti. Hak Tealâ o yoksula dünyalık ihsan etti. Bir zaman sonra Musa Aleyhisselam Allah’a yalvarıştan dönüp geliyordu. Gördü ki o yoksul yakalanmış, etrafında kalabalık bir halk toplanmış.

Musa Aleyhisselam: “Bu ne iştir?” diye sordu. Dediler ki: “Bu adam şarap içmiş, kavga etmiş ve birisini öldürmüş. Şimdi onu kısas olarak idama götürüyorlar.” Musa Aleyhisselam, Yüce Yaratıcı’nın hikmet ve adaletini bir kez daha ikrar ve kendi tavrı için istiğfar etti. Sonra da: “Allah, kullarına rızkı pek bol verseydi, yeryüzünde azgınlık yaparlardı.” mealindeki ilâhi kelamı dile getirdi.

Kedinin kanadı olsaydı dünyadan serçenin neslini kaldırırdı. Seni zengin etmeyen Allah, sana layık olanı senden daha iyi bilir.

. . .

Bir adam Basra mücevhercilerinin toplantısında anlatıyordu: “Bir zaman çölde yolumu kaybetmiştim. Yanımda yiyecek diye bir şey kalmamıştı. Ölmeyi gönlüme koyduğum sırada, ansızın inci dolu bir kese buldum. Bunu kavrulmuş buğday sandığım andaki zevki ve sevinci, inci olduğunu öğrenince de duyduğum acıyı ve karamsarlığı hiç unutamam!”

Kuru çöllerde, kızgın kumların ortasında kalan susuzun ağzında inci olmuş, sedef olmuş ne çıkar? Takatten kesilen azıksız adamın kesesinde ha altın bulunmuş, ha saksı kırığı...

. . .

Yaşadığım müddetçe zamanın gidişinden hiç inlememiş, feleğin bana ters dönüşünden ıstırap duymamıştım. Ancak bir vakit yalınayak kalmıştım, ayakkabı almaya da imkanım yoktu. Gönlüm daralmış vaziyette Kûfe Camii’ne girdim. Orada ayaksız birini görünce, Cenab-ı Hakk’ın üzerimdeki nimetine şükürler eyledim, yalınayak halime tahammül ettim.

Sofradaki kızarmış tavuk, tok adamın gözünde tere yaprağından daha değersizdir. İmkanı olmayan içinse, haşlanmış şalgam kızarmış tavuk sayılır.

Gülistan, s. 140-143; Terc. Rıfat Bilge, Bostan ve Gülistan (İst. 1971), s.416-418.