๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Binbir Damla => Konuyu başlatan: Rüveyha üzerinde 18 Ekim 2014, 20:13:58



Konu Başlığı: Maceralı Bir Gece
Gönderen: Rüveyha üzerinde 18 Ekim 2014, 20:13:58
Maceralı Bir Gece

Yusuf Yavuz | Şubat 2013 | BİNBİR DAMLA   

“Doksanüç Harbi” denilen (1293 Rûmî) 1877-78 Osmanlı- Rus savaşında Erzurum-Kars cephesinde Kumandan Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın maiyetinde özel kalem müdürü olan Mehmed Arif Bey (ö.1897) anlatıyor:

Fakir (Mehmed Arif), o tarihe gelinceye kadar seferber olmamış ve asker içinde kalmamış, bir gece olsun yataksız yatmamıştım. Mademki Kumandan Paşa hazretlerinin refakatindeyiz, tabii ki birlikte bulunacağız; çadırımız, çergemiz ve sair rahat ve huzuru temin edici şeylerimiz mükemmel olacak diye ümit ediyordum. Müşir Paşa hazretlerinin otağının kurulmasını ve üstümüzü başımızı kurutarak bir sıcacık çay içtikten sonra bir seyyar karyola üzerinde yatağımın içinde yatacağım zamanın gelmesini sabırsızlıkla bekliyor idim. (Kars dışındaki bir arazide, Mayıs 1877)

Yatsıdan sonra, olduğumuz yerde çamurun içine beş on tane taş döktüler. Üzerine de, bilmem ki nereden bulmuşlar, biraz da kuru ot yaydılar. Sayesinde istirahat imkânlarının açılmasını beklediğimiz Kumandan hazretleri o taşların üstüne çıkıp, kaputunu başına çekerek yatmasın mı! Yaverlere, şunlara bunlara işi sorduğumda eski çamların bardak olduğunu ve herkesin nefsi nefsine, başının çaresini araması gerektiğini anladım.

İşte o zaman kendimce kıyametin kopmuş olduğuna hükmettim. Ama ne yapacaksın? Mecburen başa gelen çekilir. Hiç olmazsa yatarken başımı sulu çamurdan kaldırmak için taştan ağaçtan bir şey bulmasını bizim Şaban Ağa’ya tenbih ettim. O da kim bilir nereden, bir odun parçası yakalamış, getirdi. Meğer bizim Şaban’ın bulduğu odun parçasına binbaşı yaver Hüseyin Ragıb Efendi de evvelden göz koymuş imiş. Bu sebeple odun parçasını müşterek kullanmamız icap etti. Muşambamı başıma çekerek derhal yattım.

Meğer bizim uyku uyumaya niyet etmemiz boşuna imiş. Takriben güneş battıktan üç saat sonra idi. Gözlerim dalar dalmaz bir silah sesi geldi. Derken bir daha!.. Oo! Arkası gök gürültüsü gibi işledi. İstirahat döşeğimizden(!) bir heyecan ile fırlayıp kalktım. Bizim (ağaç) yastık arkadaşı Hüseyin Efendi de fırladı. Acaba nedir, ne oluyoruz diye birbirimizle titrek, tıkanık seslerle lakırdı ederken kurşun cıvcıvları da işitilmesin mi? Anlaşıldı ki düşman ordugâhımız üzerine ateş açarak bir hücumda bulunuyor…

Mehmed Arif Bey, Başımıza Gelenler (haz. M. Ertuğrul Düzdağ, İstanbul 2006), s.177-180

Hak Tanımaz Güçlüler

Mehmed Arif Bey anlatıyor:

Tarihini kat’i olarak tayin edemeyeceğim; bizim Rusya ile vukua gelen ve burada anlatmakta olduğumuz muharebeden biraz evvelce olmalıdır. Bütün Avrupa devletleri murahhaslarından mürekkep olarak (üyelerinden oluşarak) Cenevre’de toplanan bir kongreye (22 Ağustos 1864) Devlet-i Aliyye de murahhas göndermişti. O kongrede, savaş halinde tarafların insaniyete aykırı hallere tevessül etmemeleri ve bunun yasak edilmesi de karar altına alınmıştı. Mesela hastahanelere taarruz edilmeyecek, yaralı ve ölülere hürmet edilecek, hıristiyan devletlerin Salib-i Ahmer (Kızılhaç) ve Devlet-i Aliyye’nin Hilal-i Ahmer (Kızılay) işaretiyle çekecekleri sancakların bulunduğu yerler ve bu işareti taşıyan efrad (kişiler) emniyet altında olacaktı.

Kendisiyle harb etmekte olduğumuz düşman bu kararların hiç birisine riayet etmedi. Kars’ın muhasarası esnasında memleketi ve istihkâmları topa tuttuğu sırada hastahanelere de gülle attı.

Yine bu harbin ertesi günü düşmanın Salib-i Ahmer işaretiyle gönderdiği neferler, sahranın ötesinde berisinde kalmış olan cenazelerini toplamaya başlayınca, bizim de oralarda kalan bazı şehitlerimizi kaldırmak üzere Hilal-i Ahmer işaretiyle çıkardığımız efrada kurşun yağdırarak mani olmaya kalkıştılar. Bizim asker de mukabeleye davranınca, meydanı gören taşların arkasına yerleşmiş olan düşmanlar defolup gittiler. Bizimkiler de rahatça işlerini gördüler.

Kongrenin kararlarını icra ettirmek için devletler hep birden toplanıp da muhalif olan devleti söz ve fiille tehdid mi edecekler? Ne gezer, estağfirullahe’l-azîm! Bu gibi kongrelerden, konferanslardan sâdır olmuş nice kararlar, hem de böyle insaniyete ait değil, dünyanın rahat ve emniyetine, siyasetine ait pek çok kararlar, protokoller gördük, netice olarak şunu anladık ki:

Dünyada devletler arası kaide, zayıf olanların haksız oluşu, kuvvetlilerin haksız da olsalar mesul olmayışı, hatta kuvvetlinin haksızlığına birçok da yardımcı ve yaverler bulunmasından ibarettir! Hele zayıf olan taraf bir de müslümansa, din farklılığı ile Avrupalılardan ayrılmışsa, artık o tarafa Rabbim selamet versin demekten başka çare kalmaz.

Başımıza Gelenler, s.429-431.


Harpten Kaçan Askerler

Mehmed Arif Bey hatıralarında diyor ki:

Fakir (Mehmed Arif) çadırda iken gelen kurşunlar, hücumun merkeze doğru döndüğünü bize anlatmıştı. Bir iki saat o şekilde uzaktan kurşunla selamlaştıktan sonra, akşama doğru merkez üzerine hücum şiddetlendi. (Erzurum-Deveboynu muharebesi, 4 Kasım 1877). Düşmanın merkeze kastı anlaşılınca, merkezin ilerisinde ve Uzunahmed köyünün üstündeki tepede Diyarbekir redif miralayı Ahmed Bey kumandasında bulunmakta olan üç taburu takviye etmek için merkezden üç tabur daha gönderilmişti.

Bu sırada ne olduysa oldu! Düşman daha hayli mesafe uzakta iken tepenin üstündeki taburlarımızın hep birden tepeden aşağı patır kütür dökülmekte ve geriye doğru kaçmakta oldukları görülmesin mi!.. Bizim olduğumuz yerde bulunan taburlar, düşmanın tepeye çıktığını, bizim askerin aşağı döküldüğünü gördükleri gibi, sirayet eden korku sebebiyle ürkerek bulundukları hattan geriye doğru hep birden kaçışmaya başladılar.

Askerin muharebeden kaçma meselesi gayet acayiptir. Güya ki cümlesi bir his ve bir kalbe malikmişler gibi aynı şeyi yaparlar. Sanki hepsinin kalbi elektrik cereyanı gibi manevi bir bağla birbirine bağlıdır. On bin nefer de olsa bir dakika ve bir anda muharebeden yüz çeviriyorlar. Zabitler (subaylar) de o kalabalığın arasına karışıp beraberce koşup gidiyorlar. Askerle beraber kaçan zabıtanımız, askeri sebata sevk edenlerden daha çoktur!

Muhtar Paşa’nın beraberce alıp götürdüğü taburların birisi, “İleri!” kumandasıyla, düşmanın bize doğru gelmekte olan kuvvetinin üzerine yürütüldü. Bu sırada taburun binbaşısı Ramazan Ağa, kafasını ve belden yukarısını bir büyük taşın arkasına sokarak askerine “İleri!” kumandası veriyormuş. Binbaşının bu halini gören Kumandan (Ahmed Muhtar) Paşa, dayakla cezasını vermek için üstüne doğru giderken, kabasına rastlayan bir düşman kurşunuyla Binbaşı Ağa yere serilmiş. Bu sebeple hakikatin intikam eline düşmekle Muhtar Paşa’nın dayağından kurtulmuş.

Şimdi binbaşı cenaplarının bu halini gören askerde yürek mi kalır? Sonra o askerden bir cesaret mi beklenir? Zabıtanın gösterdiği korkaklık yüzünden askerin kalbi alt-üst olmaz mı?..

Başımıza Gelenler, s.599-600. 27



Konu Başlığı: Ynt: Maceralı Bir Gece
Gönderen: Ceren üzerinde 18 Ekim 2014, 20:47:24
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan dolayı inşallah.Bu ülke bu askerler sayesinde kuruldu.Rabbim hepsinden razı olsun inşallah.....


Konu Başlığı: Ynt: Maceralı Bir Gece
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 18 Ekim 2014, 21:04:40
Rabbim uğruna canlar verilen bin bir sıkıntılar çekilen bu vatanın kıymetini bilenlerden eylesin Rabbim bizleri. Vatanımıza huzur versin, milletin arasına fitne sokmak isteyenleri engellesin. Amin.


Konu Başlığı: Ynt: Maceralı Bir Gece
Gönderen: Pelinay üzerinde 18 Ekim 2014, 21:49:30
amin ecmain inşallah..bize bu cennet vatanı hediye eden bütün ecdadımızdan Rabbim razı gelsin inşallah..
Rabbim kıymet bilenlerden eylesin.
.