๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Bidayetül Müctehid => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 25 Ocak 2011, 16:33:49



Konu Başlığı: Hilâlin görülme vakti
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Ocak 2011, 16:33:49
b- Hilâl'in Görülme Vakti:


Ulema, öğleden sonra görülen hilâlin ertesi gün için sayıldığında mütte­fiktirler. Fakat Öğleden önce görülende ihtilâf etmişlerdir. Cumhur bunu da, akşam üzeri görülmüş gibi ertesi güne saymaktadır ki bütün tabileri ile bir­likte İmam Mâlik, İmam Şafii ve İmam Ebû Hanife bunu benimser. İmam Ebû Hanife'nin tabilerinden İmam Ebû Yûsuf, Süfyan Sevrî ve İmam Mâlik'in tabilerinden İbn Habib ise, «Eğer hilâl, öğleden önce görülürse ge­çen geceye, öğleden sonra görülürse gelecek geceye aittir» demişlerdir.

Bu ihtilâfın sebebi; deneme ile tesbiti mümkün olmayan bir şeyi denemeyip rivayetlere başvurmalarıdır. Halbuki bu hususta, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den herhangi bir rivayet gelmemiştir. Ancak biri âmm, biri de müfesser olmak üzere Hz. Ömer'den iki eser gelmiştir ki kimisi âmm olan eseri, kimisi de müfesser olan eseri tercih etmiştir. Âmm olan eser, A'meş'in Ebû Vâil Şakîk b. Seleme'den rivayet ettiği eserdir. Şakîk demiştir ki: Biz Hanikayn'da idik. Bize Hz. Ömer'den bir mektup geldi. Mektupta «Hilâlle­rin hepsi aynı ölçüde değildir, bazan büyük, bazan küçük olur. Gündüzün hilâli görürseniz -önceki gece onu gördüklerine dair iki kişi şahitlik etmedik­çe- orucunuzu bozmayınız» diye yazılı idi. Hâss oları eser de Süfyan Sevrî'nin Şakîk'ten rivayet ettiği eserdir.

Bunda da Hz. Ömer, «Bazı kimselerin öğleden sonra hilâli gördükleri için oruçlarını bozduklarını işitmişti. Bu hareketlerini doğru bulmayıp onla­ra: Hilâli gündüzün öğleden önce görürseniz yiyiniz, öğleden sonra görürse­niz yemeyiniz diye mektup yazdı» denilmektedir.

(Kadı -İbn Rüşd- diyor ki), kıyas ve denemeler güneş batmadan ayın görülmemesine imkân olmadığını göstermektedir. Meğer ay, güneşten uzak ola. Çünkü o zaman ay her ne kadar büyüklük ve küçüklükte değişiyorsa da rü'yet kavisinden daha büyük olması lâzım gelir. Halbuki daha güneş batma­mışken gözle görülebilecek kadar büyük olması -Allah bilir- akıldan uzaktır. Bununla beraber burada -yukarıda söylediğimiz gibi- denemeye dayanılır ki bu hususta öğleden önce ile öğleden sonrası arasında bir fark.yoktur. Esas muteber olan, güneşin kaybolması veyahut olmamasıdır.

Ayın görüldüğü öğrenildiği zamanda ihtilâf edilmiştir. Çünkü bu bilgi­nin -his ve haber olmak üzere- iki yolu vardır. His yolu ile bilgi hasıl oldu­ğunda, Atâ b. Rebah'tan başka, bütün ulema «Ramazan ayını bizzat gören kimse oruç tutmak zorundadır» demişlerdir.

Atâ ise «Kendisi ile birlikte başkası da görmedikçe tutamaz» demiş­tir.

Şevval hilâlini gören kimse hakkında ise ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik, İmam Ebû Hanife ve İmam Ahmed, «Yiyemez» demişlerdir. İmam Şafii ise, «Yer» demiştir ki Ebû Sevr de bunu benimser. Halbuki bu ihtilâfın hiçbir mânâsı yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.s) Efendimiz, oruç tutmayı da, orucu yemeyi de ayı görmeğe bağlamıştır. Görmek ise ancak his ile olur. Eğer haber yolu ile hasıl olan bilgi halinde oruç tutmanın vücubunda icma1 bulunsaydı, haber halinde oruç tutmanın vücubu uzak bir hüküm olurdu. Zi­ra hadisin zahirine uygun değildir. Ramazan ve Şevval hilâlleri arasında ayı­rım yapmalarının sebebi ise, fesat ve yalancılığa meydan vermemek düşün­cesidir. Çünkü diyaneti zayıf olan kimseler, ayı görmedikleri halde -yiyip içebilmek için- gördüklerini uydurabilirler. Bunun içindir ki İmam Şafii: «Eğer kişi uydurulmuş olmaktan şüphe ederse Bayram namazını kılar, fakat yemek içmekten sakınır» demiştir.

- imam Mâlik şâzz bir görüşte bulunup, «Eğer kişi hilâli yalnız gördüğü zaman yerse kendisine hem kaza, hem keffaret lâzım gelir» demiştir. İmam Ebû Hanife de: «Yalnız kaza lâzım gelir» demiştir.

Bilginin ikinci yolu olan habere gelince: Ulema, ayı gördüklerini haber verenlerden bu haberin kabulü için bunların kaç kişi ve nasıl olmaları şarttır, diye ihtilâf etmişlerdir.

İmam Mâli, «îyi hal sahibi iki erkekten az olan kimselerin şahitliği ile ne oruç tutulabilir ne de bayram yapılabilir» demiştir. Müzenî'nin rivayetine göre İmam Şafii: «Bir erkeğin şahitliği ile oruç tutulur, fakat iki erkekten az kimselerin şahitliği ile bayram yapılamaz» demiştir.

Imarn Ebû Hanife ise, «Eğer hava kapalı olursa bir kişinin ve eğer kapalı olur ve aynı zamanda şehir de büyük olursa ancak büyük bir kitlenin şahitliği kabul olunur» demiştir. İmam Ebû Hanife'den, havanın açık olduğu zaman iyi halli iki şahidin kabulü de rivayet olunmuştur.

İmam Mâlik'ten de, havanın kapalı olduğu zaman iki şahidin bile kabul olunmadığı rivayet olunmuştur. Ulema, bayram için ikiden az şahidin kabul olunmadığında müttefiktirler. Ancak Ebû Sevr -İmam Şafii'nin yapağı gibi oruç ile bayram arasında ayırım yapmamıştır.

Bu ihtilâfın sebebi, hem bu babta gelen rivayetlerin çeşitli olması, hem de ayın görüldüğüne dair olan haber, şahitlik kabilinden midir yoksa ra-vilerinde sayı şart olmayan hadis rivayetleri kabilinden midir diye ihtilâf etmeleridir. Bu bâbta gelen çeşitli rivayetlerden biri Ebû Davud'un Abdurrah-man b. Zeyd b. Hattab'tan, Ramazan olup olmadığı şüpheli olan bir günde halka hutbe okuyup, «Rasûlullah (s.a.s)'m ashabı arasında kaldım ve kendi­lerine sordum. Hepsi de bana: Rasûlullah (s.a.s),

«Hilâli gördüğünüzde oruç tutunuz ve hilâli ^Ördüğünüzde bayram ya-^ pıruz. Şayet çevreniz kapalı olursa otuz günü tamamlayınız. Ancak eğer iki

Idşi hilâli gördüklerine şahitlik ederlerse oruç da tutun, bayram da edin» 0) buyurduğunu söyledi.

Biri de, lbn Abbas'ın «Arabi'nin biri Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e ge­lip: Ben bu akşam hilâli gördüm dedi. Peygamber (s.a.s) Efendimiz kendisi­ne 'Sen Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın kulu ve rasûlü olduğuna şahitlik eder misin?[12] diye sordu. Arabî: Evet, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s):,   «Bilâl, kalk, halka duyur da yarın oruç tutsunlar» diye buyurdu» mealindeki hadisidir. Bu hadisi de Tir-mizî rivayet etmekte ve fakat «Senedinde ihtilâf vardır. Çünkü bunu bir ce­maat mürsel olarak rivayet etmiştir» [13] demektedir.

Biri de Ebû Davud'un Rabi1 b. Harraş yolu ile bir sahabiden getirdiği «Bir Ramazan'ın son günü halk toplanmıştı, iki Arabî kalkıp Peygamber (s.a.s) Efendimiz huzurunda: Dün akşam biz hilâli gördük diye şahitlik etti­ler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s)'de halka, hemen oruçlarım bozup mu­sallaya (namazgaha) gitmelerini emir buyurdu» mealindeki hadistir [14].

Ulema da bu hadislerin yorumunda -te'lif ve tercih olmak üzere- iki yola aynimi şiardır.

İmam Şafii, îbn Abbas ile Rabi' b. Harraş'ın hadislerini zahir olan mânâlarında bırakmak sureti ile telif ederek, «Ramazan'ın girmesinde bir şa­hit kâfidir, fakat çıkmasında iki şahit gerekir» demiştir.

îmam Mâlik ise, kişinin hakim huzurunda «Ben hilâli gördüm» demesi­nin hukuk davalarında şahitlik yapmaya benzediğini düşünerek Abdurrah-man b. Zeyd'in hadisini tercih etmiştir. Ebû Sevr de, îbn Abbas ile Rabi' b. Harraş'ın hadisleri arasında çelişme görmemiş olacaktır ki, «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, îbn Abbas'ın hadisine göre bir şahit ile, Rabi1 b. Har­raş'ın hadisine göre de iki şahit ile hükmetmesi her ikisinin de caiz olduğunu göstermektedir» demiştir.

Şu halde Ebû Sevr'e göre bu iki hadis ne birbirleriyle çelişmektedir, ne de birinci hüküm Ramazan'ın girmesine ve ikinci hüküm de Ramazan'm çık­masına mahsustur. Kanaatime göre Abdurrahman b. Zeyd ile îbn Abbas'ın hadisleri arasında çelişme yoktur. Olsa olsa, Abdurrahman b. Zeyd'in hadi-sindeki delilü'l-hitab (bu hadisin mefhum-u muhalifi) ile îbn Abbas'ın hadisi _ arasında çelişme vardır. Fakat nass'ın karşısında delilü'l-hitab zayıf bir delil­dir. Bunun için biz, Ebû Sevr'in görüşünü -şâzz olmasına rağmen- hakikate daha yakın görüyoruz. Kaldıki, hilâli gördüğünü söyleyeni hadis ravisine benzetmek, dava şahidine benzetmekten daha uygundur. Çünkü dava şahidi­nin iki kişiden aşağı olmaması şartı, ya sebepsiz bir taabbüddür ki o zaman

ona kıyas etmek caiz olamaz ya da «davalar anlaşmazlık mevzuu ve bir tara­fın diğer tarafa haksızlık yaptığı şüphesini uyandıran yer olduğu için şahidin iki kişiden aşağı olmaması şart koşulmuştur, ki hakim birden çok kimselerin ifadelerini dinlemekle bir kanaate sahip olsun da ona göre anlaşmazlığı hal­letsin. İkiden fazla şahidin şart koşulmayışının sebebi de, şart olan sayıda şa­hit bulma güçlüğü yüzünden haklar zayi olmasın düşüncesidir» denilecektir ki o zaman da, ayı gördüğünü söyleyenlerde bu sayıyı şart koşmak için bir se­bep yoktur. Zira bu durum burada mevcut değildir. Herhalde İmam Şafii'yi, Ramazan'ırt girmesi ile çıkması arasında ayırım yapmaya sevk eden düşünce de bu olacaktır. Zira Ramazan'ın girmesinde tek şahidin uyduracağına ihti­mal verilmez. Fakat çıkmasında tek şahidin uyduracağı muhtemeldir. Ebû Bekir b. el-Münzir'in görüşü de Ebû Sevr'in görüşünün aynıdır.

Kanaatimce; bu görüş zahirilerin de görüşüdür. Ebû Bekir b. el-Münzir bu görüş için «Şehirden gelen bir kimsenin: Bugün Ramazandır veyahut bayramdır diye haber vermesi üzerine yemek içmekten vazgeçmek veyahut orucu bozmak vacip olur ki bunda icma' vardır. Şu halde ayın girdiği ile çıktı­ğını haber vermede de böyle olması gerekir. Zira ikisi de, oruç tutmak zama­nı ile tutmamak zamanını birbirinden ayıran alâmetlerdir» şeklinde delil ge­tirmişlerdir.

«Ayı gördüklerini söyleyenlerin sözü ile, görmeyenlere de oruç tutmak ve orucu bozmak vacib olur», dediğimize göre, bu hüküm bir ülkeden diğer' bir ülkeye de geçer mi, yani ayı gören bir ülke halkının hükmü, ayı görmeyen diğer bir ülke halkına da lâzım gelir mi, yoksa her bir ülkenin hükmü ayrı mı­dır diye ihtilaf etmişlerdir. îmam Mâlik, İbnü'l-Kasım ile Mısır ulemasının kendisinden rivayet ettiklerine göre: «Bir ülkede hilâlin görüldüğü bir başka ülkede de sabit olursa o ülke halkının oruç tutmadıkları günü kaza etmeleri lâzım gelir» demiştir. İmam Şâfıi ile îmam Ahmed de bu görüştedir.

Medine uleması ise, İmam Mâlik'ten «Hilâli görmenin hükmü, gören ülke dışında yalnız haber almakla lâzım gelmez. Ancak eğer Sultan bütün memleket halkını buna zorlarsa o zaman lâzım gelir» diye söylediğini riva­yet etmişlerdir ki İbnü'l-Mâcişûn ile îmam Mâlik'in tabilerinden. Muğire de bunu benimser.

Bütün ulema «Endülüs ile Hicaz gibi, birbirinden çok uzak olan yerler

birbirinin hükmüne tabi değillerdir» demişlerdir.

Bu ihtilâfın sebebi; mantıkî nazarla bu hususta gelen rivayet ara­sında bulunan çelişmedir. Çünkü Matla'lan (ayın doğuş yeri) çok değişik ol­mayan yerlerin ufukları birbirine yakın olduğu için bir yerde hilâl görüldüğü zaman öteki yerlerde de yenilendiği muhakkaktır. Fakat matla'lan çok deği^-şik olan yerler öyle değildir. Ayın bir yerde yenilenmesi öteki yerde de yeni­lenmesini gerektirmez. Halbuki Müslim'in Kureyb'ten getirdiği rivayete gö­re Kureyb, .«Hars kızı Ümmü'l-Fadıl, beni Şam'a Muaviye'nin yanına gönderdi. Şam'a gidip işimi bitirdim ve daha Şam'da iken Cum'a akşamı Ramazan hilâ­lini gördüm ve ayın sonuna doğru Medine'ye vardım. îbn Abbas benden hal hatır sorduktan sonra sözü aya getirip, 'Siz ne zaman ayı gördünüz?' diye sor­du. Cum'a akşamı gördüm dedim. 'Sen kendin gördün mü?' dedi. 'Evet', ben kendim gördüm. Benden başka da birçok kimseler gördü ve oruç tuttular. Muaviye de tuttu dedim. îbn Abbas, Fakat biz burada cumartesi akşamı gör­dük. Bunun için eğer biz bu ayı görmezsek otuz günümüzü tamamlayacağız' dedi. Ona, 'Sen Muaviye'nin görmesi ile yetinemezmisin?' dedim. 'Hayır, Rasûlullah (s.a.s) bize böyle emretmişti' dedi» demiştir [15].

Bu rivayetin zahirine bakılırsa her bir ülke hükmünün -ülkeler birbirin­den uzak olsun yakın olsun- ayrı olması lâzım gelir. Halbuki mantıken düşü­nülürse birbirinden yakın ve uzak olan yerler arasında -hele eğer uzaklık arz yönünden olursa- fark vardır. Bir yerde ayın görüldüğü tevatür derecesine gelirse hakimin huzurunda şahitlik yapmaya ihtiyaç kalmaz. îşte vücub vak­ti ile ilgili olan mes'eleler bunlardır. [16]


[12] Ebû Dâvûd, Savm, 8/13, no: 2338.

[13] Tirmizî, Savm, 7t no: 686.

[14] Ebû Dâvûd, Savm, 8 (2/754).

 

[15] Müslim, Styâm, 13/5, no: 1087.

[16] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/26-30.