๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Bidayetül Müctehid => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 15 Şubat 2011, 16:01:19



Konu Başlığı: Diyetin ödenme zamanı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 15 Şubat 2011, 16:01:19
173. Diyetin Ödenme Zamanı



Ulema müttefiktirler ki yanlışlıkla öldürülen kimsenin diyeti üç senede, kasten öldürülen kimsenin diyeti de -eğer vade ile ödenmesi üzerinde anlaş­mazlarsa- hemen ödenir.

Âkilenin kimler olduğu hususuna gelince: Hicaz ulemasının cumhuru, «Âkile, öldürenin baba tarafından erkek yakınlarıdır» demişlerdir ki, bunla­ra ASABE de denilir. Ancak eğer diyetin tamamını vermeye asabenin gücü yetmezse, İmam Dâvûd'tan başka diğer ulema «Âkilenin veremediği kısmı mevalîye yüklenir» demişlerdir.

Herbir asabeye diyetten ne kadar lazım geldiği hususuna gelince: İmam Mâlik'e göre bu hususta belirtilen bir miktar yoktur. İmam Şafiî ise «Zengine bir, fakire yarım dinar lazım gelir» demiştir. Ona göre bu, yakınlıklarına göre olur, babadan akrabalar, ana tarafından yakınlar... Ebû Hanife ve tâbilerine göre, âkile, divan ehlindense bu divan ehlidir. Hicaz'hlarm dayanağı, insan­ların Hz. Peygamber ve Ebû Bekir zamanında âkile yürürlükteydi, divan yoktu, divan Hz. Ömer zamanında kuruldu[12]. Kûfe'liîer ise, Cübeyr b. Mut'im'in Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu naklettiği hadise dayanır: «İs­lam'da hılf (ittifak) yoktur. İslâm, cahiliyye döneminde yapılan hılfın gücü­nü arttırır»[13] Fukaha, asabesi ve mevlası bulunmayanların cinayeti hakkın­da ihtilaf etmiştir ki, bunlar Saibe'dir. Yanlışlıkla cinayet işleyince âkilesi var mı, yok mu, varsa kimedir diye ihtilaf etmişlerdir. Onların mevalisi ol­madığını söyleyenler, Saibe'nin âkilesi olmadığını söylemiştir. Mevaliyi âkile olmadığını söyleyen Dâvûd ve tabileri de aynı görüştedir. Velâsını azad edenlere verenler", onları âkile görmüştür. Velâsını müslümanlara ve­renler, âkilenin beytülmal olduğunu söylemiştir. Saibe'nin dilediği ile velâ akdi yapacağını söyleyenler âkilenin bu velâ akdi yapılanlar olduğunu söy­lemişlerdir. Bütün bu görüşler seleften nakledilmiştir.

Diyetin miktarı da, öldürülen veyahut yaralanan kimsenin vasfına göre değişir. Zira kadınlık, kölelik ve müslüman olmamak, diyetin miktarım azal­tan-vasıflardır. Ulema, öldürülen kadının diyeti öldürülen erkeğin diyetinin yansı olduğunda müttefiktirler. Fakat yaralanan kadının diyetinde -yara ve organların diyeti bahsinde geleceği üzere- ihtilaf etmişlerdir.

îslâm bayrağı altında yaşayan hıristiyan ve yahudiîerin yanlışlıkla öldü­rülmeleri halinde lazım gelen diyetleri hakkında ise, üç çeşit görüşte bulun­muşlardır. Kimisi «Diyetleri müslümanların diyetinin yansıdır» demiştir ki İmam Mâlik ile Ömer b. Abdülaziz bu görüştedirler. Kimisi «Diyetleri miis-lümanlann diyetinin üçtebiridir» demiştir. İmam Şâfıîile tabiînden bir ce­maat da bu görüştedirler. Bu görüş aynı zamanda Hz. Ömer ile Hz. Osman'dan da rivayet olunmuştur. Kimisi de «Diyetleri müslümanlann diyeti kadardır» demiştir. Bunu da İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve tabiinden bir cemaat ile ashâbtan Abdullah b. Mes'ud söylemişlerdir. Birinci grubun da­yanağı, Amr b. Şuayb'ın, babasından, babasının da dedesinden rivayet ettiği «Peygamber Efendimiz,

'Gayrimüslimin diyeti, müslümanın diyetinin yarısıdır' buyurdu» [14] mealindeki hadisidir. Hanefîlerin dayanağı da, "Eğer yanlışlıkla öldürülen kimse, kendileri ile aranızda saldırmazlık sözleşmesi bulunan bir toplumdan ise, sahiplerine ödene­cek bir diyet ile, müslüman bir köleyi azatlamak lazım gelir" [15]âyet-i ke­rimesinin taşıdığı umumdur. Hanefîlerin hadisten dayanağı da, Ma'mer'in ZührTden söylediğini rivayet ettiği, «Yahudi, hıristiyan ve îslâm bayrağı al­tında yaşayan her gayrimüslimin diyeti, müslümamn diyeti kadardır. Pey­gamber Efendimiz ile Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin devirlerinde böyle idi. Ta ki Muaviye geldi. Muaviye, gayri müslimin diyeti­nin yansını sahiplerine verdi. Diğer yansını ise beytülmala ayırdı. Ondan sonra da Ömer b. Abdülaziz, gayrimüslime yan diyetle hükmederek Muavi-ye'nin Beytülmala ayırdığı hisseyi kaldırdı» hadisidir[16]. Zührî demiştir ki: Ömer b. Abdülaziz'e durumu anlatmak ve «Peygamber Efendimiz zamanın­da gayrimüslimin diyeti tamdı» demek isterdim. Bir türlü fırsat bulama­dım.

Yanlışlıkla veyahut -köleyi öldürene kısas lazım gelmez, diyenlere gö­re- kasten öldürülen kölenin diyetine gelince: Kimisi «Köleyi öldüren kim­seye, kölenin -ne kadar tutarsa tutsun, hatta hürün diyetinden fazla bile olsa-kıymeti lazım gelir» demiştir. îmam Mâlik, îmam Şafiî ve İmam Ebû Yûsuf bu görüştedirler. Said b. el-Müseyyeb ile Ömer b. Abdülaziz de bu görüşte­dirler, îmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed ise, «Kölenin kıymeti hiçbir zaman hürün diyetinden fazla olamaz» demişlerdir. Küfe fukahasından bir cemaat da, «Kıymeti değil, diyeti lazım gelir. Fakat hürün diyetinden az ol­mak şartı ile» demiştir. Hanefîler, «Çünkü kölelik kişide bir eksikliktir. Bu­nun için öldürülen kölenin kıymetinin, hürün diyetinden fazla olmaması la­zım gelir» demişlerdir. «Hür'ün diyetinden az olması şartı ile diyet lazım ge­lir» diyenler de, «Çünkü köle de -hür gibi- şer'î hükümler karşısında mükel­leftir. Ancak onun mükellefiyeti hüre nazaran daha azdır. Bunun için, hür öl­dürüldüğü zaman nasıl diyet lazım geliyorsa, onun da öldürülmesi halinde diyetin lazım gelmesi gerekir. Ancak kölenin mükellefiyeti hürün mükelle­fiyetinden az olduğu için diyetinin de hürün diyetinden az olması lazım ge­lir. Nitekim köle, zina işlediği veyahut başkasına iftira ettiği ya da içki içtiği zaman ona, hüre lazım gelen cezanın yansı lazım gelir ve nitekim onun talâk sayısı da hürün talâk sayısından azdır» demişlerdir. Bu duruma göre, eğer «Yanlışlıkla öldürülen kölenin diyeti hürün diyetinin yansıdır» diyecek olursak, yerinde bir şey söylemiş oluruz. Fakat ne var ki hiçbir kimse bunu söylememiştir.

îmam Mâlik de «Köle mal olduğu için, yanlışlıkla öldürüldüğü zaman bir mal itlaf edilmiş olur. Bunun için, diyeti değil -diğer mallar gibi- kıymeti­nin lazım gelmesi gerekir» demiştir.

Ulema, kölenin yanlışlıkla öldürülmesi halinde lazım gelen kıymet ve­yahut diyetinin kime lazım geldiği hususunda da ihtilaf etmişlerdir. îmam Ebû Hanife «Öldürenin âkilesine lazım gelir» demiştir, ki îmam Şafiî 'den de gelen en meşhur rivayet bu yoldadır. İmam Mâlik ise, «Bizzat öldürene la­zım gelir» demiştir. îmam Mâlik, köleyi eşyaya benzetirken, îmam Ebû Ha­nife ile İmam Şafiî onu hüre kıyas etmişlerdir.

Bu babın meselelerinden biri de, dövülen gebe kadının düşürdüğü ço­cuğun diyeti hakkındaki ihtilaflarıdır. Zira bu çocuk, her ne kadar annesi kasten dövülmüş ise de, kendisi kasten öldürülmemiş tir.

Bu mes'ele ile ilgili olan konuşmamız, "Düşen çocuk için diyet olarak ne lazım gelir? Düşen çocuk nasıl olursa diyet lazım gelir? Diyet kime lazım gelir? Kimler için lazım gelir?" konulan hakkındadır.

Ulema, hür olan kadının çocuğu ile, efendisinden gebe olan cariyenin çocuğu için diyet olarak, bir köle veyahut cariye lazım geldiğinde müttefik­tirler. Zira Ebû Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre, sabittir ki Hüzeyl kabilesinden bir kadının aynı kabileden bir başka kadını iterek yere atması ve yere atılan kadının çocuk düşürmesi üzerine Peygamber Efendimiz, düşen çocuğa diyet olarak bir köle veyahut cariye ile hükmetmiştir [17].

Ulemanın cumhuru, şunda da müttefiktirler ki lazım gelen köle veyahut cariyenin kıymeti, çocuğu düşüren kadının diyetinin yirmide birinden fazla olamaz. Gümüşü olanlar için tam diyetin onbin dirhem olduğunu söyleyen­ler, «Düşük çocuğun diyeti beşyüz dirhemdir», oniki bin dirhem olduğunu

söyleyenler «Altıyüz dirhemdir» demişlerdir. Lazım gelen köle veyahut ca­riyenin belli bir değerle sınırlı olmadığını ve köle yerine kölenin kıymetini vermenin caiz olduğunu söyleyenler de, «Köle veyahut cariyenin kıymeti neye vanrsa varsın, kıymeti lazım gelir» demişlerdir. Tahmin ederim ki imam Dâvûd ile Zahirîler de, «Kıymeti ne olursa olsun, bizzat köle veyahut Cariyeyi vermek gerekir. Kıymeti kâfi gelmez» demişlerdir.

Ulema, cariye ile gayrimüslim olan kadının çocukları hakkında da ihti­laf etmişlerdir. İmam Mâlik ile İmam Şâfıî, «Cariyenin çocuğu ister erkek, ister kız olsun, diyeti annesinin kıymetinin ondabiridir» demişlerdir. Kimisi de erkek ile kız arasında ayırını yaparak, «Eğer düşen çocuk kız ise, annesi­nin kıymetinin ondabiri, erkek ise, kendisi sağ olduğu takdirde kıymeti ne ise, kıymetinin beştebiri lazım gelir» demiştir, ki İmam Ebû Hanife de buna katılır. Cariyenin çocuğunun canlı olarak düşmesi halinde ise, kıymetinin ta­mamının lazım geldiğinde ihtilaf yoktur. İmam Ebû Yûsuf da, «Cariyenin çocuğu ölü olarak düştüğü zaman, annesinin kıymeti ne kadar eksiliyorsa, eksilen miktar lazım gelir» demiştir.

Gayrimüslim olan kadının çocuğuna gelince: İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ebû Hanife, «Annesinin diyeti ne ise, ondabiri lazım gelir» demiş­lerdir. Ancak şu var ki İmam Ebû Hanife, «Gayri müslimin diyeti müslümanm diyeti kadardır», İmam Şafiî «Gayri müslimin diyeti müslümanın diyeti­nin üçtebiridir», İmam Mâlik de «Yarısıdır» demişlerdir.

"Düşen çocuk nasıl olursa diyet lazım gelir?" konusuna gelince:

Ulema, diyetin lazım gelmesi için çocuğun ölü olarak düşmesinin ve an­nesinin de dövülmekten dolayı ölmemesinin şart olduğunda müttefik iseler de, annesi dövülmekten dolayı öldükten sonra ölü olarak düşen çocuğun di­yeti hakkında ihtilaf etmişlerdir. Leys b. Sa'd, Eşheb, Rabia ve Zührî «Bir kö­le veyahut cariye lazım gelir» demişlerse de, İmam Mâlik ile İmam Şâfıî «Bir şey lazım gelmez» demişlerdir.

Ulema, bu bâbtan olmak üzere birkaç meselede daha ihtilaf etmişlerdir. Biri, çocuğun canlı veyahut ölü olarak düştüğünün alametleri hakkındaki ih­tilaflarıdır. İmam Mâlik ile tabileri, «Düşerken ağlaması, canlı olarak düştüğünün alametidir. Düşerken ağlamayan çocuk, ölü olarak düşmüş demektir» demişlerdir. İmam Şâfıî, îmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve fukahanın çoğu ise, «Çocuk düşerken ağlamasa bile, kendisinde -kıpırdanma, aksırma ve ne­fes alma gibi- canlılık alametlerinden biri bulunduğu takdirde, sağ olanların ahkâmına tâbidir» demişlerdir, ki en açık olan görüş de budur.

Düşen çocuğun diyeti gerektirmesi için: şekillenmesinin şart olup ol-madığmdaki ihtilaf da bu bâbtandır. İmam Mâlik «Kadının düşürdüğü ister et parçası, ister kan pıhtısı şeklinde olsun, eğer çocuk olduğu biliniyorsa di­yet gerektirir» demiştir. îmam Şâfıî ise, «Eğer düşen şey henüz şekillenme­miş ise, hiçbir şey lazım gelmez» demiştir. Bana kalırsa en iyisi, henüz canlanmayan düşüğün diyet gerektirmeme sidir.

"Diyet kime lazım gelir?" konusuna gelince:

Ulema bunda da ihtilaf etmiştir. îmam Mâlik, Hasan b. Huyey ve Hasan Basrî'nin içinde bulunduğu bir cemaat, «Cinayeti işleyenin malına düşer», îmam Şâfıî, İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve bir cemaat da, «Âkileye lazım gelir» demişlerdir. «Bu cinayet, yanlışlıkla işlenen bir öldürme olduğu için diyetinin âkileye lazım gelmesi gerekir» diyen bunlar, ayrıca Câbir b. Abdullah'tan «Peygamber Efendimiz, düşen çocuğa diyet olarak, annesine vuran kimsenin bir köle veyahut cariye lazım geldiğini buyurdu ve kadının kocası ile çocuklarından başladı» [18] diye rivayet olunan hadise de dayan­mışlardır. İmam Mâlik ise, bu cinayeti -çocuğun annesine kasten vurulduğu için- kasten adam öldürmeye kıyas etmiştir.

Lazım gelen diyetin kimlere düştüğü konusuna gelince: îmam Mâlik, îmam Şâfıî ve îmam Ebû Hanife, «Bu diyet, miras olarak kalan terikenin hükmünde olup düşen çocuğun varislerine gerekir» demiş­lerdir. Rabia ile Leys b. Sa'd ise, düşen çocuğu annesinin bir organı gibi göre­rek bu diyetin, düşen çocuğun yalnız annesinin hakkı olduğunu söylemişler­dir.

Ulema, bu cinayeti işleyen kimseye diyetten başka, keffaret de lazım gelir mi, gelmez mi diye ihtilaf etmişlerdir. îmam Şâfıî «Lazım gelir», İmam Ebû Hanife «Lazım gelmez» demişlerdir. îmam Mâlik de, keffaret vermeyi istihsan ederek, «Vacip değildir» demiştir.

Çünki îmam Şafiî'ye göre keffaret, nasıl yanlışlıkla adam öldürene la­zım geliyorsa, kasten öldürene de lazım gelir. îmam Ebû Hanife ise, bu cina­yetin kasten işlenmiş olma vasfını yanlışlıkla işlenmiş olma vasfına tercih etmiştir. Çünkü ona göre kasten adam öldürene keffaret lazım gelmez, îmam Mâlik'e gelince:

Kendisi, kasten adam öldürene keffaret lazım gelmediği, yanlışlıkla öl­dürene ise, lazım geldiği görüşünde olduğu ve bu cinayetin hem kasten, hem yanlışlıkla adam öldürmeye benzer tarafları bulunduğu için, «Keffaret ver­mek vacib değil, fakat iyidir» demiştir.

Hayvanın çiğneyerek öldürdüğü kimsenin ölümünden, binicisinin, çe­kicisinin veyahut sürücüsünün zorunlu olup olmadığı hakkındaki ihtilaf da keza bu bâbtandır. Cumhur, Hz. Ömer'in bunları sorumlu tuttuğuna dair riva­yete dayanarak «Sorumludurlar» demiş ise de Zahirîler Peygambev Efendi-miz'in sabit olan,                                                                         

«Hayvanın yaralayıp öldürdüğü kimsenin kanı hederdir. Kuyuya dü­şüp Ölen kimsenin kanı hederdir. Maden ararken toprak altında kalan kimsenin kanı hederdir ve bulunan definenin be§tebiri zekâttır» [19] hadisine dayanarak, «Hayvanın herhangi bir kimseyi öldürmesinden sahibi sorumlu de­ğildir» demişlerdir. Cumhur bu hadisi, başıboş gezen, yani sırtında, önünde veya arkasında binicisi, çekicisi veyahut sürücüsü bulunmayan hayvanları yorumlamıştır. Çünkü cumhura göre, herhangi bir hayvan bir kimseyi çiğne­diği zaman, eğer ona binen veyahut yularından tutup çeken, ya da arkasında onu süren bir kimse bulunuyorsa, her ne kadar yanlışlıkla ise de, o kimseyi bizzat çiğnemiş sayılır.

Cumhur, hayvanın tekmeleyerek öldürdüğü kimsenin diyetinde de ihti-rlaf etmiştir, imam Mâlik, «Eğer sahibinin dürtmesiyle tekme atmamış ise, sahibine bir şey lazım gelmez» demiştir. İmam Şafiî İse, «Hayvanın, el ve 'ayaklan ile yaptığı ziyandan sahibi sorumludur» demiştir, ki İbn Şibrime ile îbn Ebî Leylâ da bu görüştedirler. Ancak îbn Şibrime ile îbn Ebî Leylâ hay­vanın, ayaklan ile ve başka şekilde yaptığı ziyanlar arasında ayrnm yapma­mışlardır, ki İmam Ebû Hanife de bu görüştedir. Ancak îmam Ebû Hanife, hayvanın tekme veyahut kuyruğu ile yaptığı ziyanları istisna etmiştir. Tah­min ederim ki İmanı Mâlik,

«Hayvanın tekmeleyerek Öldürdüğü kimsenin kanı he­derdir» [20] hadisine dayanmıştır. îmam Şafiî ise, bu hadisi sahih bulmadığı için reddetmiştir.

Ulema, kazdığı kuyuya başkasının düşüp öldüğü kimse hakkında da birbirine yakın görüşlerde bulunmuşlardır. îmam Mâlik «Eğer kazdığı kuyu, kazılması mu'tad olan bir yerde ise, kendisine bir şey lazım gelmez. Fakat eğer uygun olmayan bir yerde kazmış ise, sorumludur» demiştir. Leys b. Sa'd da «Kendi mülkünde kazdığı kuyuya başkasının düşmesinden sorumlu de­ğildir. Mülkü olmayan bir yerde kazdığı kuyudan ise sorumludur» demiştir. «Sorumludur» diyenler de bunu yanlışlıkla işlenen öldürmeler kabilinden saymışlardır.

Ulema, bir yerde bağlı bulunan hayvanın öldürdüğü kimsenin diyeti hakkında da ihtilaf etmişlerdir. Kimisi «Eğer sahibi onu uygun bir yerde bağ­lamış ise ona bir şey lazım gelmez. Fakat uygun olmayan bir yerde onu bağ­laması halinde sorumludur» demiştir, ki Irham Şâfıî buna katılır. îmam Ebû Hanife ise, «Onu nerede bağlamış olursa olsun, sorumludur. Zira sahibi ona binerken bir kimseyi çiğneyip öldürmesi halinde onun binişi ona helâl oldu­ğu halde nasıl onu sorumluluktan kurt aramı yorsa, hayvanı uygun bir yerde bağlaması da onu sorumluluktan kurtaramaz» demiştir.

ulema, iki atlının birbirleriyle çarpışarak ölmeleri halinde de ihtilaf et­mişlerdir, îmam Mâlik, îmanı Ebû Hanife ve bir cemaat, «Her birinin âkilesi diğerinin varislerine diyet vermek zorundadır» demişlerdir. îmam Şâfıî ile Osman el-Bettî ise, «Her birinin âkilesi diğerine diyetin yansını vermek zo­rundadır. Çünkü her biri, yalnız diğerinin fiili ile değil, hem diğerinin, hem kendisinin fiili ile ölmüştür» demiştir.

Ulema, hekimin yanlış teşhis ve tedavisi neticesinde ölen kimsenin di­yetinin hekime lazım geldiği hususunda müttefiktirler. Zira bu kimse de yan­lışlıkla öldürülen kimse hükmündedir. Ancak îmam Mâlik'ten «Hekime bir şey lazım gelmez» dediği rivayet olunmuştur. Bu da, eğer kişiyi tedavi eden kimse, gerçek hekim ise böyledir. Zira eğer tıp ilminden habersiz olup hekim diye geçiniyorsa, o zaman, öldürdüğü kimsenin diyetinin kendisine lazım geldiğinde ihtilaf yoktur. Çünkü bu durumda kendisi kendi sınırım aşarak kusur işlemiş olur. Bu hususta Amr b. Şuayb babasından, babası dedesinden, dedesi de Peygamber Efendimiz'den bir hadis rivayet etmiştir, ki hadisin metni şöyledir:

«Kim ki daha önce, tıpîa uğraştığı bilinmediği halde iıekim diye geçinir de, herhangi bir kimseyi tedavi ederse, o kimsenin gördüğü zarardan so­rumludur» [21].

Hekimin yanlış teşhis ve tedavisi neticesinde ölen kimsenin diyeti -cumhura göre- âkileye aittir. Kimisi ise «Hekimin malına düşer» demiştir. Kişinin gerçek hekim olmaması halinde lazım gelen diyetin ise hekimin ken­di malına düştüğü hususunda -yukanda geçen Amr b. Şuayb'ın hadisinin za­hirine binaen- ihtilaf yoktur.

Ulema, Cenâb-ı Hakk'ın bir hürü yanlışlıkla öldürene lazım geldiğni buyurduğu keffaretin vacib olduğunda müttefik iseler de, hürü kasten veya­hut köleyi yanlışlıkla öldüren kimseye de keffaret lazım gelip gelmediğinde ihtilaf etmişlerdir. îmam Mâlik, «Kişi bir hürü kasten öldürdüğü zaman ona keffaret lazım gelmez» demiştir. îmam Şâfıî ise «Yanlışlıkla adam öldürene keffaret lazım geldiğine göre, kasten öldürene evleviyetle lazım gelmesi ge­rekir» demiştir.

Cinayetin kutsal aylarla kutsal toprakta işlenmesi halinde diyetin ağırla-şıp ağırlaşmadığı hususundaki ulemanın ihtilafı da keza bu bâbtandır. îmam Mâlik, îmam Ebû Hanife ve îbn Ebî Leylâ, «Ağırlaşmaz», îmam Şafiî, «Ağırlaşır» demişlerdir. Kasım b. Muhammed ile İbn Şihâb'tan da «Diyetin üçtebiri diyete eklenir» dedikleri rivayet olunmuştur, ki bu söz, Hz. Ömer'den de rivayet olunmuştur. îmam Şafiî'ye göre, yakın akraHsını Öldü­ren kimseye de ağır diyet lazım gelir. îmam Mâlik ile îmam Ebû Hanife'nin dayanağı diyetler hakkındaki naslann zahiridir. Bu naslann bazı kimseler hakkında ve bazı hallerde istisnah bir hüküm taşıdığını iddia edenler ise, bu davalarını isbat etmelidirler. Kaldı ki kutsal aylarla kutsal toprakta yanlışlık­la adam öldürene lazım gelen keffaretin ağır olmadığında icma' vardır. İmam Şafiî ise «Kutsal aylar ile kutsal toprakta işlenen Öldürmelerde lazım gelen diyetin ağırlaştığı görüşü, Hz. Ömer, Hz. Osman ve İbn Abbas'tan ri­vayet olunmuştur. Ashabtan, kıyasa uymayan bir şey rivayet olunduğ zaman ise, o şeyi Peygamber Efendimiz'den işittiklerine hamletmek gerekir» de­miştir. Kutsal aylar ile kutsal toprakta adam öldürme diyetinin ağırlaştığı gö­rüşünün kıyasa uymayışı ise, yanlışlıkla işlenen bir suçun herhangi bir se­beple ağırlaşmasının, şeriatın usûlünden uzak olması bakımındandır. Diğer grub da «Kutsal aylar ile kutsal toprakta işlenen cinayetin ağır keffareti ge­rektirdiği görüşü, kıyasa uymaktadır. Çünkü şeriatta, kutsal aylarla kutsal toprağa saygı gösterilmesi hakkında emirler mevcuttur. Nitekim avlanmak, her yerde caiz olan bir iş iken, Mekke Haremi'nde işlendiği zaman cezayı gerektiren bir suç olur» diyebilirler. [22]


[12] İbn Ebî Şeybc, 12/312, no: 2175.

[13] Müslim, Fedâilü'sSahâbe, 44/50,253.

[14] Ebû Dâvûd Diyât, 33/23 no: 4583.

[15] Nisa, 4/92.

[16] Abdürrezzak, 10/95, no: 1849.

[17] Buharı, Diyât, Sİ/25, no: 6904.

 

[18] îbn Ebî Şeybe, 9/254, no: 7339.

[19] Buhârî,Döw, 87/28, no: 6912.                                       

[20] Ebû Dâvûd, Diyât, 33/29, no: 4592.

[21] Ebû Dâvûd, Diyât, 33/25, no: 4586.

[22] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 4/255-262.