๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Başyazı => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 22 Ağustos 2011, 15:30:23



Konu Başlığı: Yolun Hakkını Vermek İçin
Gönderen: Zehibe üzerinde 22 Ağustos 2011, 15:30:23
Yol’un Hakkını Vermek İçin


Şubat 2009 122.SAYI


Mübarek EROL kaleme aldı, BAŞYAZI bölümünde yayınlandı.

Allah Tealâ’nın veli kulları, Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in ahlâkı ile ahlâklanmış kişilerdir. O’nun istediklerini ister, O’nun sevindiklerine sevinir, üzüldüklerine üzülürler. O Yüce Peygamber s.a.v.’in getirdiği dine, sünnetine, hal ve hareketlerine harfiyen uyarlar.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz dünyada neyi gaye edinmiş ise Allah dostları da aynı gayeyi edinmişlerdir. Nasıl ki Efendimiz s.a.v. insanları iyi-kötü, Arap-Arap olmayan, zengin-fakir ayırt etmeden hakikate, doğru olana, kurtuluşa çağırmış, bunun için yapılması gereken hiçbir şeyi ihmal etmemişse, veliler de kendilerini Efendimiz’in bu gayesinin hizmetçisi olarak görmüşlerdir.

Bu gayenin insanlara iletilmesi, Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in tebliğ ettiği dinin telkin edilmesi, yaşamaya teşvik edilmesi onların görevidir. Her devirde dinin bid’atlardan korunması, aslî haliyle ihya edilmesi için çalışırlar. Bunun için manen ve madden yapmaları gereken hiçbir şeyden kaçınmaz, bıkmaz, sıkılmazlar. Kıymetlerinin bilinmemesine aldırmaz, insanların eziyetine, hakaretine tahammül eder, yollarına çıkan her engele rağmen ilerlemeye devam ederler. Onlar için önemli olan Allah ve Rasulü’nün rızası, insanların iyiliği, kurtuluşudur.

Kendilerine inanan, bağlanan talebelerini de bu gayenin hizmetçisi olarak yetiştirirler. Bunun için gerekli olan maddi ve manevi donanıma sahip olmaları için çalışırlar. Kâmil insanlar olup irşada ehliyet kazanmalarını isterler. Yetişmiş talebelerini de ihtiyaç duyulan yerlere gönderip hak ve hakikatin yayılması, zulmün, karanlığın bertaraf olması için çalışırlar.

Onlar hayatın her alanına dahildirler. Dünya sevgisi kalplerinde yer etmemesine rağmen dünyanın mamur, insana yaraşır olmasına önem verirler. Sanatta, mimaride, ticarette, bütün meslek alanlarında iyi ve özenli olanı desteklerler. Savaş zamanı asker olur savaşırlar. Barış zamanı adaletin gerçekleşmesi, halka eziyet edilmemesi için devlet adamlarına yol gösterirler.

Zanla veya bilerek kötü propagandasının yapıldığı gibi hiçbir dönemde tembelliği, boşvermişliği değil, daima çalışmayı, ilerlemeyi tavsiye etmişlerdir. İlimde, fende, teknolojide, askerlikte müslümanların öncü, önder olmasında ısrar etmişlerdir. Dedikodudan arındırılmış, hezeyandan uzak tarih bilgisi de, sufilerin ve onların talebelerinin gayretlerine şahittir.

Asya’dan Avrupa’ya büyük bir coğrafyada İslâm’ın, hak ve hakikatin bilinmesi ve yaşanması için sufiler, dervişler, büyük hizmetler görmüştür. Afrika’nın, Asya’nın, Anadolu’nun İslâmlaşmasında, İstanbul’un fethinde, Osmanlı’nın kuruluşunda ve bütün müslümanların hâdimi, hizmetçisi olmalarında onlar büyük görevler üstlenmişlerdir. Yine zayıflama dönemlerinde ümmetin maneviyatını diriltip mücadeleye teşvik edenler de onlardır.

Bu gayretin kaynağı tamamen İslâm’dır. Dinimizin hayat veren kurallarından gücünü alan, yönünü bulan bütün müslümanlar tasavvuf ehli olsun olmasın, böylesine bir hizmet, çalışma anlayışına sahip olurlar. Geçmişte olduğu gibi bugün olması gereken de budur.

Allah Tealâ Hazretleri bu ümmeti, itidalli, uyumlu, hayırlı bir ümmet yapmıştır ki diğer insanlar onları örnek alsınlar ve bu ümmet de hak ve adaletin yerine gelmesi için çalışsın.

“İşte böylece sizi orta yolda yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun...” mealindeki Bakara suresinin 143. ayetini tefsir ederken müfessirlerimiz şunları söylemişlerdir:

Cenab-ı Allah, Ümmet-i Muhammed’i insanlar arasında herkesin hakkını gözeten, doğru sözlü, adil, dürüst ve iyi ahlâk sahibi, ilim ve irfan ile seçkin, şahitlik yapmaya layık, önder bir cemaat yapmak ve tam manasıyla adil ve hakim bir ümmet teşkil etmek için Hz. Muhammed s.a.v. Efendimiz’in gölgesinde ve çevresinde doğru yola hidayet buyurmuştur. Diğer insanlara karşı İslâm ümmetinin bu vazifelerini unutmaması gerekir. Müslümanlar başka milletleri örnek almayacak, aksine başka milletlere örnek olacaklardır.

Bu yol üzerinde daim kalmak ve ilerlemek müslümanların çalışmasına bağlıdır. Ancak bu çalışmaya bağlı olarak Kur’an’da işaret buyurulan özelliklere sahip olunur. Özellikle Ashab-ı Kiram ve onları örnek alan müslümanlar, yeryüzündeki bütün insanların teveccüh ve güvenini kazanan bir merkez olarak hak konusunda önderliğe sahip bir büyük ümmet olmuşlardı.

Müslümanlar Rasullullah s.a.v. Efendimiz’i söz ve davranışlarında örnek edinir, O’nun getirdiği doğru yol üzere giderlerse, bütün insanlar onların ardından gelir, gerçeğin açığa çıkması için onlara başvururlar. Bu, her şeyden önce müslümanların Kitap ve Sünnet’e uygun yaşamasına bağlıdır.

Böyle yapmayanlar gerçek bir ümmet olamazlar. Aksine başka ümmetlerin, başka milletlerin arkasına düşmeye mecbur kalır, onlara tabi olur, uydu olmaya mahkum olurlar. Belki hürriyetleri de ellerinden gider, esir milletler durumuna düşerler.

Alimlerimizin tesbit buyurduğu gibi müslümanların işlerine ciddiyetle sarıldığı dönemlerde zulüm ve adaletsizlik bugünkü gibi hüküm sürme imkanı bulamamıştır. Müslümanlar zulmün yerinde hapsolması, dünyaya dağılmaması için diğer milletlerden üstün olmaları gerektiğini önceden olduğu gibi bugün de bilmek zorundadırlar.

Bu üstünlüğü istemek, diğer milletlerin buna sahip olmaması için çalışmak, basit bir tutku değildir. Çünkü insanlık tarihi boyunca görülmüştür ki, İslâm’la, Allah Tealâ’ya teslimiyetle terbiye olmamış milletler, her ne kadar varlıklı, gösterişli bir hayat sürüyor olsalar da insanlığa ancak zararları dokunmuştur.

Onların nazarında başka insanlar, milletler yalnızca kendi çıkarlarına hizmet ettikleri sürece işe yararlar. Bir menfaat elde edemedikleri zaman onların gözünde başkalarının varlıkları gereksiz olur. Başka insanların canlarının, hayatlarının, ihtiyaçlarının, sıkıntılarının, acılarının hiçbir kıymeti yoktur.

Özellikle küfrün müslümanlara tahammülü görülmemiştir. Çünkü haksızlıklarına, adaletsizliklerine İslâm’ın kesinlikle izin vermeyeceğini bilmektedirler. Müslümanlar kendilerine benzemedikçe veya tamamen esir, çaresiz hale gelmedikçe rahat etmezler. Onlar için müslümanlar ikinci sınıf, hayata dair bir amacı olmayan, idealden yoksun köleler olmalıdır. Fakat İslâm dini müslümanların köleleşmesini engelleyen prensipler içerdiği için de müslümanların dinleriyle irtibatını kesmek gerekir. Bu nedenle İslâm’a hurafeleri, bid’atları, yanlış inançları karıştırmaya çalışırlar.

Gerçek şu ki, önceki devir müminlerinin yaptığı gibi azimle, şevkle çalışılmazsa kötüler, bütün şiddetiyle hükmünü sürmeye devam edecektir. Dünya, adaleti, hakkı daha çok arayacaktır. Kara kalpli, hissiz insanların acımasız oyunları müslüman olan veya olmayan çok insanın canını yakacaktır.

Müslümanlar olarak, her devirde olduğu gibi, güçlü bir kalbe, güçlü bir maneviyata sahip olmak zorundayız. Dinimizin bizden istediği kuvvet ve donanıma kavuşmak zorundayız. Ancak bu şekilde mutedil, adil, şahit bir ümmet olabileceğiz. Bu bizim vazifemizdir. Müslüman olarak vazifemiz, insan olarak vazifemizdir.

Unutturmak, uyutmak, oyalamak için hazırlanmış oyunları bir kenara bırakıp olup bitenleri gördüğümüz, ilim irfan sahibi olduğumuz, fende, teknolojide, her alanda ön saflara geçtiğimiz zaman, Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in ve tasavvuf yolunun kurucusu alimlerimizin hakkını belki biraz olsun ödeme imkanımız olacak. Böylece dünya da derin bir nefes alıp müslümanlara müteşekkir olacaktır.

Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...