Konu Başlığı: Tevhid ve Kâinattaki Birlik Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Eylül 2011, 17:38:48 Tevhid ve Kâinattaki Birlik Haziran 2007 102.SAYI Mübarek EROL kaleme aldı, BAŞYAZI bölümünde yayınlandı. Kâinatta en küçüğünden en büyüğüne her şeyin bir nizama sahip olduğu, belirlenmiş kurallar dahilinde varlığını sürdürdüğü, her geçen gün daha iyi anlaşılmakta ve kavranmaktadır. İlmî araştırmalarla sırlar birer birer çözüldükçe, her varlığın yaratılmış bir sistem dahilinde var olduğu daha kolay anlaşılmaktadır. Bu alemde hiçbir şeyin sebepsiz, hikmetsiz ve düzensiz yaratılmadığı gerçeği de göz önünde bulundurulunca, kâinattaki hayranlık uyandıran mükemmelliğin sürpriz bir durum olmadığı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu durumda çok basit bir mantık yürütmeyle bile yaratılan hiçbir şeyin başı boş bırakılmış olmayacağı açıkça görülmektedir. Bu yaratılışta insana diğer varlıklara göre çok özel bir önem atfedilmiş, ona apayrı bir yer ve değer verilmiştir. Öyle ki Kâinatın Sahibi, her şeyi insan için, insanı da kendisi için yaratmıştır. Kâinatı da insana en iyi hizmeti yapacak bir bütünlük, ahenkli bir sisteme sahip yaratmıştır. Mevcudatın somut, görünen varlığının yanında, bunun özünü oluşturan bir inanç, kulluk bilinci ve ahlâkından oluşan bir sistem ve nizamın da olması şarttır ve mevcuttur. Aynı şekilde insanın beden kalıbı için takdir edilen nizamın yanında onun akıl ve kalp dünyası için de bir nizam ve sistem takdir ve tanzim edilmiştir. Böylece insanoğlu maddi yapısına uygun bir dünyada yaşarken, itikadî ve fi krî yönden de ilâhi bir düzenlemeyle muhafaza edilmiş ve yüceltilmiştir. Bu bakımdan insanoğlu da bütün kâinat gibi ilâhi düzenlemeye uymak ve boyun eğmek zorundadır. Aksi durumda kaosa girip kurban olmaktan kendini kurtaramaz. Bütün bunlardan anlaşılan o ki, varlık aleminde maddi ve manevi, zahirî ve batınî ilâhi bir düzenleme ve organizasyon mevcuttur. Peygamberler ve onların vârisleri olan kâmil insanlar da bu ilâhi düzenlemede önder, rehber, örnek şahıslar olarak yerlerini almışlardır. Dolayısıyla her devirde ve zamanımızda insan bu gerçek doğrultusunda yürür ve bir üst iradeyi takip ederse, tefrikaya düşmeden, sapmadan ve saptırmadan birliğe ulaşır, tevhid çizgisine girer. Gerçekleşmiş olan inanç birliğini amelde birlik ve güç birliği takip eder ki, sonuç olarak ahlâkî birlikte cemiyet kemâl zirvesinde yerini alır. Aynı cemiyette yaşayanların birlik ve beraberliği için bu ilâhi düzenlemeye girmek, onu kabul etmek şarttır. Bunun dışında cereyan edenler, ortaya atılanlar nefs adına hareket etmiş olur. Nefsdeki benlik ise, birlik ve beraberliğe mani olan, hakkı ketmeden, kulluğu reddeden, teslimiyet ve itaati bir türlü kabullenmeyen en büyük şeytandır. Halbuki kul olarak yaratılışımızdaki maksat Rabbimiz’i tanımak ve O’na kulluk etmektir. Bu öyle bir tanımadır ki kişinin kendi ölçüleriyle ve değer yargılarıyla değil, O’nun ölçülerine göre tanımadır. Mülk Alemi’nin şehadetiyle yetinmeyip Melekût Alemi’ne ait mahsus bir tanımadır. Dinin birinci meselesi de Cenab-ı Hakk’ı zatı, sıfatları, isimleri ve fi - ileri ile doğru olarak tanımaktır. O’nu doğru olarak tanımak bazı vehim ve kuruntulardan ibaret olan bir zanla değil, aslına uygun bir yakîn iledir. Bir kimsenin mümin sayılabilmesi için Allah Tealâ’nın her yönden bir olduğuna, ortak ve benzerinin olmadığına kesin olarak inanması gerekir. Zira kalpte tevhid akidesi bulunmadıkça Mevlâ katında hiçbir inanç, hiçbir amel sahih ve makbul değildir. Bu sebeplerdir ki müberra dinimiz herşeyden önce beşeriyete tevhid inancını sunmuş ve bütün insanlığı Rabbü’l-Alemin’i birlemeye, ortak ve benzeri olmadığını tasdik etmeye davet etmiştir. Rabbimiz bütün alemlerin, bütün varlıkların ve bütün insanların Rabbi’dir. Herşeyi halkeden, rızıklandıran, besleyen, büyüten yalnız O’dur. O’nun yaratılışı, ortağı, oğlu, kızı yoktur. Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’nun eşi ve benzeri değildir. Zatında, sıfatında birdir, dilediğini yapan yalnızca O’dur. İslâmiyet, getirmiş olduğu tevhid inancıyla beşeriyeti tabiat kuvvetlerine ibadet etmekten kurtardığı gibi, esaretlerin en müthişi olan insanı kendi cinsinden olan insana esir ve kul olmaktan da kurtarmaktadır. Dünyaya akıl, ruh ve ahlâk sahalarında olduğu gibi, maddî sahada da tam bir istiklal ve terakki müjdelemektedir. Tevhid inancı bütün insanların tek bir mabudu olduğunu, dolayısıyla beşeriyetin de bir ana ve babadan, bir asıldan geldiğini ifade ederek, beşer ırkında birlik fikrini telkin etmiştir. Şirkin bütün çeşitleri yıkılmış, Allah’a iman ve yalnız O’na ibadet talim edilerek insan ruhu yüceltilmiştir. İnsanlar inançlarında üç makama ayrılırlar. Bunların ilki “mukarrebûn” yani yaklaşanların makamıdır. Allah’a gidenlerin ulaşacağı en yüce makamdır. Bunlar eşyanın mahiyet ve hakikatine bakmış, Allah’tan başka mevcut görmemişlerdir. Çünkü kendi zatıyla vücudu vacip olan ancak Hak Tealâ’dır. O’ndan gayrı her şey O’nun zatıyla mümkündür. Bunun içindir ki onlar kalp gözleriyle Hak Tealâ’dan gayri mevcut görmezler. Onlar iki mevcut görmediklerinden dolayı “Hüve”, yani O demekle Allah’ı anlamış olurlar. İkinci makam ise “ashab-ı yemin” olarak adlandırılır. Sağ taraf anlamındadır. Bu makamda olanlar Hakk’ı tanırlar. Fakat alemdeki birliği fark edemezler. Bunların nazarında mevcudatta çokluk hasıl olur. Biri vücudu vacib olan, yok olma imkanı olmayan Zat-ı Hak; diğeri ise yok iken var, var iken yok olabilen yaratılmışlar alemi. Ondan dolayı bunlara “Hüve” demek Hakk’a işarette yeterli değildir, Allah ismiyle açıklanması gerekir. Üçüncüsü sol tarafta bulunanlar anlamında “ashab-ı şimal” makamıdır. Şek ve şüphede olanlardır. Cenab-ı Hakk’ı mülk alemindeki zahirî ve aklî delillerle ispat etmek bu makam ehli için gerekir. Mukarrebun ve ashab-ı yemin ise, Allah’ın varlığına ve birliğine şeksiz şüphesiz iman edip inanmışlardır. Rabbim ashab-ı yemin makamında olan bizleri, dostları hürmetine mukarrebûn makamına ulaştırsın, çıkarsın -âmin. |