๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Başyazı => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 19:30:39



Konu Başlığı: Hakiki Tasarruf Hakiki İsraf
Gönderen: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 19:30:39
Hakiki Tasarruf Hakiki İsraf


Mayıs 2006 89.SAYI
 

Mübarek EROL kaleme aldı, BAŞYAZI bölümünde yayınlandı.

Müslümanın dünya hayatı Allah Tealâ’nın emir ve yasaklarıyla çizilen hudutlar içine alınmıştır. Bütün bu hudutlar, insanın güvenlik ve huzur içinde yaşaması içindir. Çünkü hudutun ötesi düşmanın mekânıdır ve orada müslümana hayat yoktur. İçimizdeki ve dışımızdaki düşmanın...

Allah’ın sınırlarının ötesi, ömrünü heder etmiş, yoldan çıkmış, haddini aşarak sapıtmış vahşilerin yeridir. Mevlâmız, mümin kullarının öyle bir vahşet diyarına geçip zarar görmesini istemez. Onlar için en uygun olanı bilir ve orta yolu emir ve tavsiye ederek, itaat edenleri koruması altına alır.

Hiçbir ilâhi emir insanı mahrum etmek için değildir. Aksine dünya ve ahiret saadetine erdirmek içindir. Zaten Allah Tealâ dünyayı da ahireti de insan için yaratmış; alemi insanın hizmetine vermiştir.
İnsanın gıdası, giysisi, barınması, bilumum ihtiyaçları karşılansın diye alemi yaratan O’dur. Yarattığı nizamla da, ihtiyaçların her zaman karşılanır olmasını sağlamıştır.

Rabbimizin insana lütfu da yalnızca dünya nimetlerinden ibaret değildir. O’nun vaad ettiğinin yanında dünyada olanların kıymeti pek küçüktür. Fakat küçük büyük her nimet şükredilmeyi, gönülden bir teşekkürü hak eder.

Rabbimizin üzerimizdeki hakkı sonsuzdur. Bu hakkın karşılığını verebilmemiz mümkün değil, fakat hiç olmazsa nankör olmamak gayretini, niyetini göstermek bizim elimizdedir.

Bunun için, şu çok kısa dünya hayatını Rabbü’l-Alemin’in muradına uygun yaşayıp, O’na teslim olup tevekkül ederek, nezih fıtratımızın bozulmamasına itina göstermek zorundayız. İnsana yakışan, insanı insan yapan da budur. Aksi durum tam bir kayıptır. İsterse insan dünyanın bütün nimetlerine, imkanlarına sahip olsun... Elinde kalacak olan acı bir lokmadan ibarettir.

Bir imtihandayız, üzerimizde ulvî bir görev, büyük bir sorumluluk var. Bu görevin, sorumluluğun gereklerinin yerine getirileceği yer de dünya... Dünyanın bütün önemi de buradan kaynaklanıyor. Rabbimizin rızası için gayret edip, O’nun affı, merhametiyle şereflenmemize vesile olacağı için önem taşıyor. Yoksa Mevlâmızın katında dünyanın değeri, Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimizin buyurdukları gibi “bir kenara atılmış hayvan leşi”nden daha fazla değil.

İşte bu dünya hayatında şükredici olmak, kanaat etmek, Allah Tealâ’nın verdiğine razı ve mutmain olmak en büyük görevimiz.

Açgözlülük, doymazlık, tatminsizlik, Yüce Mevlâ ile irtibatımızın kesilmesine, O’nu unutmamıza, sonu gelmez arzuların kölesi olmamıza yol açar.

Kulluk, yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetlerle sınırlı değildir. Hayatın her anı imtihan, her anı bir ibadet ya da -Allah korusun- isyandır. Dünyevî ihtiyaçlarımızın karşılanması olan geçim, maişet işlerinde de helâle yönelmek büyük bir ibadetken, meşru olmayan yollarla kazanmak ve harcamak, israf da haramdır.

Cenab-ı Mevlâmız: “Allah’ın, kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir.” buyurarak, aslen dünya nimetlerinin sahibinin de müminler olduğunu buyurmuştur. Fakat O, dünyanın temiz ve helâl nimetlerinden istifade etmemizi buyurduktan sonra, israf etmememizi emretmiştir. Çünkü israf, haddi aşmak, bir bakıma asi olmaktır.

İnsanın haddi aşmasının en büyük sebebi gaflettir. Gayesini, maksadını, matlubunu unutan, şaşkınlık içinde kalır. Dünyayı, dünya zevklerini gaye zannederek yoldan çıkar. Halbuki insanın bunun sonuçlarına katlanacak gücü yoktur. Dünyanın da aslında dünyaperestlere vereceği bir tad yoktur. Bu geçici bir aldanmadır.

Mevlâsını unutmayan ise kazanırken, harcarken hep Rabbi’nin huzurundadır, O’nun ne murad ettiğini bilir ve ona göre hareket eder. İşte tasarruf budur. Yoksa harcamaların kısılması, ihtiyaçların asgari düzeyde karşılanması israfı engellemez. Bu anlamda cimrilik de bir israftır. Allah Tealâ’dan gaflet ederek biriktirmenin de harcamanın da bir hayrı yoktur.

Bizler, cidden zayıf, âciz, Halik Tealâ’ya muhtaç kullarız. O’na muhtaç olmak, O’nun olmak nimetlerin en güzelidir. Cenab-ı Mevlâmız ise o sonsuz kudretiyle çok şefkatli, çok merhametlidir. O’na sığınanın her şeyi vardır, korku ve hüzünden uzaktır.

İnsanın tek hakiki ihtiyacı ilâhi rızadır. Diğer bütün ihtiyaç dediklerimiz, bu ihtiyacın karşılanması için araçlardır. Vücudumuzun gıdaya ihtiyacı, sağlık, ev, taşıt, arkadaşlar, sohbet, eğlence ve daha nicesi hep asıl gayenin gerçekleşmesine vesile olur, olmalıdır. Yorgunluğu atıp şöyle bir kendine gelmek için uyumak, meşru sınırlar içinde insanın gücünü tazeleyen neşeli bir durum yaşamak, yenilen bir meyvenin tadıyla hoş olmak, muhabbetli bir sözle insanlar arasında bir sıcaklık, güven oluşturmak da ibadettir.

Fakat araç, yani dünya hayatı, gayenin yerini alır, Rabbimiz’le irtibatımızın kesilmesine, O’nu unutmamıza yol açarsa, işte o zaman tehlike başlar.

Allah’tan geldiğimizi ve yine O’na döneceğimizi hep hatırlamak zorundayız. Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’in buyurdukları gibi, dünyada garip, asıl yurdundan ayrı düşmüş yolcularız. Bu garipliğin, zenginlik fakirlikle alakası yok. Yolumuzu şaşırıp da yurdumuza ebediyen dönememe cezasından Allah’a sığınırız.

Artık, dünya hayatında insana düşen, akıl ve biraz gayretle dünya hayatını meşru hudutlar içinde yaşayıp, taat ve ibadetle Mevlâ’ya yönelmektir.

Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...