Konu Başlığı: Bütünlüğü Anlamak ve Yaşamak Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Ağustos 2011, 16:06:55 Bütünlüğü Anlamak ve Yaşamak Mayıs 2008 113.SAYI Mübarek EROL kaleme aldı, BAŞYAZI bölümünde yayınlandı. Düzenlilik, denge ve ahenk tam olanda, bütün olandadır. Bütünü meydana getiren parçalar bulunmaları gereken yerde olursa, ahenk ve düzen tam olarak ortaya çıkar. Köküyle, gövdesi ve dallarıyla bir bütün olan ağaç hayat bulur, çiçeğe durur, meyve verir. Kökü olmayan ya da dalları kesik bir ağaç eksiktir, meyve veremez. Kâinatta gördüğümüz ahenk ve güzellik, her şeyin yerli yerinde oluşundandır. Bunca çeşitliliğin bir düzen, bir uyum içinde seyredişindedir. Bu varlık alemi bir bütün olarak görülüp değerlendirildiğinde ondaki güzellikler, ahenk ve düzen fark edilecektir. İnsan da alemi bütünleyen bir parçadır ve alemde yaratılış gayesine uygun yerini aldığında kendi bütünlüğüne ulaşır. Bunun aksi bir durum fesada uğramasına, bozulmasına yol açar. İnsanın bozulması ise kendisiyle sınırlı kalmaz, yeryüzünün de fesadına sebep olur. Rabbimiz, “İnsanların bizzat yaptıkları yüzünden karada ve denizde düzen bozulduğunu” bildiriyor. Gerçi Cenab-ı Mevlâ “... ki, Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rum, 41) diye bu duruma izin vermektedir. Müberra dinimiz İslâm bozulmanın önüne geçmek, bütünlük ve uyumu gerçekleştirmek için insana yol gösterir. Kâinattaki güzelliğe insanın da katılması için gerekli olanı bildirir. Cenab-ı Hak tarafından ahir zaman peygamberi Fahr-i Alem s.a.v. vasıtasıyla insanlığa sunulmuş ilâhi bir ferman, bir armağandır. Prensipleri evrenseldir, bütün mahlukatı ilgilendirir: “Bu İslâm (Kur’an), Rabbinin doğru yoludur, biz öğüt alacak bir kavim için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.” (En’am, 126) Bütünlüğün dini İslâm’ın bir kısmını almak, bir kısmını almamak, üzerinde tartışmak, kimi hususların eskidiğini, yenilenmesi gerektiğini söylemek, dini temsil eden sembolleri önemsiz görüp etkisizleştirmek mümkün değildir. Ne alemde, ne yeryüzünde başından beri değişen bir şey yok ki onu düzenleyen kurallarda, ilkelerde, prensiplerde bir değişiklik olsun. İslâm’ı on dört asır önceden bildirilen evrensel değerleriyle, o değerleri temsil eden sembolleriyle bir bütün olarak görmek ve yaşamak kul olmanın, müslüman olmanın tabii bir gereğidir. Onun dışında bir hakikat yoktur. Onun dışında önerilen bütün alternatifler, sistem, düşünce veya ideolojiler boş bir karşı çıkıştan ibarettir. Aslında bir zulümden başka bir şey değildir. Çünkü bütün alem yalnızca Mevlâmızın hükmüyle döner. O’nun hükmüyle uyumlu olan tek yol da İslâm’dır. Bu yolun aksine gitmek fesat çıkarmaktan, yeryüzünü bozmaktan başka bir şey değildir. Böyle yapanlar bir hayra ulaşamazlar, anlamsız inatlarıyla kalırlar. Evet, İslâm insana dünya hayatı için en uygun hayatı vaat eder. İnsana insan olma, büyük ahenge katılma, iyi, güzel olma imkanı verir. Hükümleri kıyamete dek insanlığın ihtiyaçlarına cevap verecek, onu huzur ve saadetle yaşatacak hükümlerdir. Çünkü onu Mevlâmız kemale erdirmiş ve bizim için seçmiştir. Allah Tealâ’ya teslim olanların, O’na güvenip O’nu sevenlerin İslâm’ı tartışmaya ihtiyaçları yoktur, onda bir kusur da görmezler. Onlar bilir ki bu mükemmel alemi yaratan ve bu alemlere insanı efendi kılan Allah Tealâ, kendileri için en mükemmeli, en güzeli ister. Ufukları açıktır, Rabbinin yaptıklarını hayranlıkla seyreder ve kendileri için peygamberler vasıtayla gösterilmiş, aydınlık yolda olmaktan huzur duyar, mutlu olurlar. Nimet bildikleri İslâm’ı başlarının üstünde tutar, kendilerini asla onun üstünde görmezler. Onların gayesi tevile sapmaksızın dinlerine uymaktır. Rasulullah s.a.v. Efendimiz’i, Ashab-ı Kiram’ı, Tabiîn’i, fakihleri, mutasavvıfları, cümle İslâm büyüklerini canlarından aziz bilirler. Çünkü bilirler ki Allah Tealâ’nın onlara duyduğu sevgi kendilerinin de kıymet bulmasını sağlamıştır. İslâm zaten teslim olmak, kabul etmek anlamını taşır. Bütün değerleri, ilkeleri ve sembolleriyle birlikte topluca kabul edilir. El üstünde tutmamız gereken dinimizden güne ait zorlamalara dayanamayıp taviz vermemizin kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Fakat üzüntüyle itiraf etmek gerekir ki, uzun süredir içinde yaşadığımız tamamen yabancı unsurlarla dolu olan hayat bizim kişiliklerimizde de zafiyete yol açmış, bize ait unsurlara verilen değerde azalma olmuştur. Önceki nesillerin dinlerine ait konularda söylemekten korktuğu, utandığı kimi sözleri söylemek şakadan sayılır hale gelmiş, içinde iman konularının, ibadetin, mahşer gününün geçtiği fıkralar üretilmiştir. Kimi mukaddes değerlerimiz bazıları için süse, gösterişe dönüşmüş, bazıları içinse ticari nesne olmuştur. Mesela besmele yazılı bir kağıda gösterdiği saygıyla Allah dostları arasında yer alan velilerin menkıbelerinin anlatıldığı kitaplar satılarak para kazanılmış, fakat besmele konusunda gösterilen titizlik ticari kaygıların gerisinde kalmıştır. Allah dostları bile ilmihal kitaplarındaki sîretten öte bir kelime dahi etmekten çekinirken, her nasılsa bugün çok sayıda insan Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’in yüceliğini kolaylıkla kavrayabilmiş, aşklarını uluorta ilan etmişlerdir. Kimileri de O’nu yalnızca bir haberci olarak göstermeye çalışmış, dini O’nsuz anlamaya çalışmışlardır. Maalesef böyle durumlar, haberleşmenin çok kolaylaşmış olmasıyla hemen yaygınlaşmaktadır. Bununla birlikte dinimizi öğrenmek de aynı şekilde kolaylaşmıştır. Dinimizin prensiplerini, ibadetleri, mukaddes değerlerimizi öğrenip yaşamamız gerekir. Bu yapılması zor bir iş değildir. Bizden beklenen peygamberlerin vazifesi değil, beş vakit namazımızı kılıp dinimizin sınırlarının dışına çıkmadan günlük hayatımıza devam etmektir. Elbette yaşantımızda çok önemli az önemli, farz ve nafile sıralaması olacaktır. Fakat kişinin müslümanlığının farkında olması bütün bunların tabii bir seyir içinde yerine oturmasını sağlayacaktır. Belki sadece fakihleri, kelamcıları ilgilendirecek mevzularla zihin bulanıklığına yol açmadan en sade, en saf haliyle dinimizi yaşamamız gerekir. Mümin, İslâmı bir bütün olarak gündeminde tutacak, gücünün yettiğini yapacak, yetmediğini de gündeminden asla çıkarmayacak, hatta buna teşebbüs dahi etmeyecek; onu uygulamanın ve hayata geçirmenin çarelerini arayacak ve imkan bulduğu anda yerine getirecektir. Mücella dinimiz İslâm’ı anlama, kavrama ve hayatımıza hakim kılmada ilk ölçü, İslâm’ı bir bütün olarak kabul etmektir. Mesela İslâm akaidine ait birçok meseleden habersiz olsak veya anlamakta zorlansak bile itikada dair her şeyi topluca kabul ederiz. Yine ibadetlerimizi alimlerimizin bildirdiği gibi yerine getirir ve Rabbimizden ecrini umarız, fakat alimlerimiz arasındaki ihtilaflar eğer bu işin ilmini yapmıyor isek bizi ilgilendirmez. Bize düşen ibadetlerimizi yapmak, müslümanlığımızın zarar göreceği söz ve davranışlardan uzak durmak ve mukaddesata saygılı olmaktır. Az da olsa devamlı olan ibadet kıymetlidir. Bu, bir süreklilik içerisinde Rabbimizle irtibatımızın sağlanmasına ve iç dünyamızın gelişmesine ve kendi içimizde ahenge ulaşmamıza da vesile olur. Rabbimizin tevfik ve inayeti ile... |