๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Başyazı => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 25 Nisan 2012, 14:50:47



Konu Başlığı: Mümin adaletli olmalıdır
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 25 Nisan 2012, 14:50:47
Mümin adaletli olmalıdır

Haziran 2007 21.SAYI

Bir gün Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han, devrinin şeyhülislamı Ebu Suud Efendiye şiir şeklinde şöyle bir soru sorar: “Meyve dalına konsa bir karınca, / Vebali olur mu karıncayı kırınca?” Ebu Suud Efendi, sultandan gelen soruya yine şiir şeklinde şu cevabı gönderir: “Yarın Hak divanını kurunca, / Kanuni’den hakkın alır karınca.” Gerçekten de ahirette Hakk’ın divanı kurulunca öyle bir adalet uygulanır ki, kimsenin zerre kadar hakkı zayi olmaz. Kimsenin hakkı kimsede kalmaz. Birbirine haksızlık eden hayvanların arasında bile kendi hallerine uygun bir ödeşme yapılır. Bu nedenle bir müminin bırakın insanı, hayvanlara dahi haksızlık etmekten sakınması gerekir.

Hak konusunda Müslüman olan ya da olmayan ayrımı yoktur

Cenab-ı Hak Müslümanlara, karşısındaki herkese adalete uygun davranmalarını emretmiştir. Hak meselesinde nasıl davranmamız gerektiğini öğreten ilahi hüküm ise şudur: “Ey iman edenler, adaleti titizlikle ayakta tutun. Kendinizin, anne-babanızın ve akrabalarınızın zararına da olsa Allah için doğru şahitlikte bulunun. Haklarında hüküm verdikleriniz veya şahitlikte bulunduklarınız zengin veya fakir olabilirler, siz onları kayırma derdine düşmeyin; Allah onlara sizden daha yakındır. Kötü arzularınıza uyup adaletten sapmayın. Eğer doğruyu eğer büker ve şahitlikten vazgeçerseniz, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 135)

Hak verilirken uzak-yakın, dost-düşman, zengin-fakir, amir-memur, paşa-köle ayırımı yapılmaz. Cenab-ı Hakk’ın ölçüsüne göre kim, neyi hak etmişse o kendisine verilmelidir. Adil insan, haksız ise kendi nefsini bile mahkum eder. Oğlunu kızını kayırma derdine düşmez. Çok zor durumlarda bile hükmünü değiştirmez.

Alemlere rahmet olan Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir zenginin işlediği hırsızlığı affettirmek için gelen sahabilerine sitem ederek, “Vallahi sizden öncekiler bu yüzden helak oldular. Onların içinde bir zengin suç işlese onu affeder, fakir suç işleyince hakkından gelirlerdi. Vallahi kızım Fatıma da bu suçu işlese, ona gereken cezayı verirdim” (Buhari) buyurur ve o adama gereken ceza verilir.

İşte, kainatın muhtaç olduğu ahlak budur. Bu ahlaka ulaşmadan hiçbir fert, ev, cemiyet ve millet huzuru sağlayamaz. Bu nedenle hak konusunda son derece dikkatli olup, ailemizi de bu hususta bilinçlendirmeliyiz. Her konuda bizleri model alan çocuklarımız arasında adaletle hükmetmeye özen göstermeli, eşimizin hakkına riayet etmeliyiz ki ailemiz de bizden örnek alarak bu davranışı benimsesin. Aksi halde onlara benimsetmeye çalıştığımız bu ahlak sadece sözde kalan bir öğüt olur.

Hak korumada sıra

Karşımızdakinin hakkına girmemeye özen gösterdiğimiz kadar, hak sırasına da dikkat etmeliyiz. Özellikle aile içerisinde farkında bile olmadan göz ardı ettiğimiz hak meselesine daha ciddiyetle yaklaşmalıyız. Sevgi, şefkat ve ikramda aile öncelikli hakka sahiptir. Annesini ihmal edip arkadaşına ikram etmek hakkı yerine getirmek değildir. Kendi hanımına sert davranıp yabancılara efendilik yapmak mertliğe sığmaz. Kendi evlatlarına hiç tebessüm etmezken, tanımadığı çocuklara gülücükler dağıtana merhametli insan denmez.
Günümüzde, yuvasına, komşusuna ya da diğer yakınlarına ait hizmetlerden kaçıp kendini hayvanların hizmetine adamış bazı insanlara rastlayabiliyoruz. Yanındaki fakir komşusu çocuğuna çorba bulamazken, bir kemiğe razı olacak köpeğe her gün binlerce lira harcamak, merhamet ve adalet değildir. Şeytan, insanı farz olan görevlerinden uzaklaştırmak için her zaman kötü işleri kullanmaz; bazen de iyi işleri kullanır. Mesela, zengin bir insana arada bir sadaka verdirip onunla hayır yaptığını, malının hakkını verdiğini düşündürür; bununla yetindirir, ona zekat verdirmez. Bu, hayır ile aldanmaktır.

İnsan olsun hayvan olsun her canlının bir hakkı var. İnsanlar gibi hayvanlar da birer emanettir. Yaratan her şeye şahittir. Onun mülkünde yaşıyoruz, hak sahibi O’dur. Öyleyse O’nun yarattığı bütün varlıklara nasıl davranacağımızı O’ndan öğrenelim, ölçüyü bilelim, dikkat edelim.

Alemi ayakta tutan adalet

Ashaptan Abdullah bin Revaha (r.a), Rasulullah (s.a.v) tarafından Hayber bölgesindeki ürünlerin tespit, teftiş ve taksimi ile görevlendirilmişti. O bölgede Müslümanlarla anlaşma yapmış olan Yahudiler yaşıyordu. Abdullah bin Revaha (r.a) her sene gelir, ne kadar ürün yetişmişse tespit eder, üreticilere kendi paylarını aldıktan sonra, İslam devletine verecekleri miktarı da teslim etmelerini söylerdi. Yahudiler, Hz. Peygamber’e (s.a.v) gelip onun tespit ve taksim konusundaki aşırı titizliğinden şikayet ettiler. Bir ara da kendisine rüşvet teklif ettiler. Bunun üzerine Hz. Abdullah (r.a) onları toplayarak şöyle dedi: “Ey Allah’ın düşmanları, bana haram mı yedirmek istiyorsunuz? Vallahi ben, bana insanların en sevimlisi olan bir peygamberin yanından geldim. Siz ise bu küfür halinizle varlıklar içinde hiç sevmediğim kimselersiniz. Bununla birlikte, size olan kızgınlığım ve Hz. Peygamber’e (s.a.v) olan sevgim beni, size karşı adaletsiz davranmaya sevk etmez. Ben, anlaşmaya göre hakkınız ne ise onu size veririm.” Bunu işiten Yahudiler, “İşte gökleri ve yerleri ayakta tutan adalet budur” dediler.

Yüce Allah müminlere yeryüzünde hakkı ayakta tutmakla mükellef kılmıştır. Sadece hakkı korumak için hakim ve şahit olmamızı emretmiştir. Mümin, dost-düşman ayrımı yapmadan, kim haklı ise ona hakkını vermekle yükümlüdür. Kendi zararına da olsa hakkı söylemekle görevlidir. Kim hakkı korursa, Cenab-ı Hak da onu korur. Herkesin niyetine ve işine şahit olarak yüce Allah yeter. O’nun güzel isimlerinden birisi de Hakk’tır (c.c).

M. Saki EROL