> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Ayın Konusu > Nedir Başımıza Gelen?
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nedir Başımıza Gelen?  (Okunma Sayısı 1260 defa)
17 Ekim 2011, 18:18:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 17 Ekim 2011, 18:18:20 »



Nedir Başımıza Gelen?


Aralık 2006 96.SAYI


Ali YURTGEZEN
kaleme aldı, AYIN KONUSU bölümünde yayınlandı.


Müslümanlar olarak büyük bir kısmımız, maruz kaldığı felaketler karşısında şaşkınlığa uğruyor.

“Suçumuz neydi ki bu musibet bize reva görüldü!” diye düşünüyor.

Bazen İslâm’la, dinle diyanetle alakası olmayanların refah içinde yaşamaları ile kendilerinin düştüğü sıkıntıları karşılaştırıp, kalbine şüphe tohumları ekebiliyor.

Feryad ü figanla, sitemle, isyanla iman ve akidesini kırıp döktüğü oluyor; böylece “çifte musibet”e uğruyor.

Peki müslümanlar olarak musibetleri nasıl anlamamız, felaketler karşısında nasıl bir tavır takınmamız gerekiyor?

Düşmanın bizi öldürüp cesetlerimizi parçaladığına, her parçamızı kuşların kapıştığına şahit olsanız da yerinizden kıpırdamayacaksınız. Yahut bizim müşrikleri son ferdine kadar tepeleyip ganimet toplamaya yöneldiğimizi görseniz dahi, ben size haber göndermedikçe mevzilerinizi terk etmeyeceksiniz!”

Uhut’ta, savaş başlamadan önce Peygamberimiz s.a.v., İslâm ordusunun arkadan kuşatılmasını önlemek için, Uhut dağının yamacındaki bir geçidi tutmak üzere yerleştirdiği elli kişilik okçu birliğine ve onların komutanı Abdullah b. Cübeyr’e böyle talimat vermişti.

Savaş başladı; müslümanlar kısa zamanda üstünlük kurarak müşrikleri bozdu. Uyarılara rağmen, sanki her şey bitmiş gibi disiplini elden bırakan mücahitlerden birçoğu kaçan düşmanı kovalamaya, ganimet toplamaya başladı. Okçular da mevzilerini bırakmış, bunlara katılmıştı. Zaten sayıca çok kalabalık olan müşrikler, Uhut’un bu yamacından dolanarak müslüman ordusunun arkasına geçti ve onları çepeçevre kuşattı. Durum tamamen kâfirlerin lehine dönmüştü.

Uhut’ta müslümanlar mağlup oldu; müşrikler galip geldi neticede. Rasulullah s.a.v. yaralandı. Sahabeden, aralarında Hz. Hamza r.a.’ın da bulunduğu 70 kişi uzuvları kesilerek vahşice katledildi.

Bedir gibi bir zaferden sonra ilk defa böyle bir “musibet”le karşılaşan müslümanlardan bazıları şaşırmıştı. Nasıl olur, diyorlardı. Biz müslümanız ve Allah elbette bizimle beraber. Öyleyse neden bizi kollamadı da kâfirlerin galip gelmesine müsaade etti?

Bugün de müslümanların büyük bir kısmı, maruz kaldığı her felaket karşısında bu şaşkınlığı yaşıyor. Suçumuz neydi ki bu musibet bize reva görüldü, diye düşünüyor. Bazen kâfirlerin refah içinde rahat yaşamaları ile kendilerinin düçar olduğu sıkıntıları karşılaştırıp, kalbine şüphe tohumları ekebiliyor. Feryad ü figanla, sitemle, isyanla iman ve akidesini kırıp döktüğü oluyor; böylece “çifte musibet”e uğruyor.

Musibetleri nasıl anlamalı?


Peki müslümanlar olarak musibetleri nasıl anlamamız, felaketler karşısında nasıl bir tavır takınmamız gerekiyor? Öyle ya, bunlar Cenab-ı Hakk’ın kahrının, gazabının tecellisi ise Uhut’ta olduğu gibi “Habib”ine ve O’nun şanlı ashabına niye musibet veriyor? Niye bugün gayr-i müslim toplumların çoğu onca sapkınlığına rağmen müreffeh bir haldedir de müslümanlar fakr u zaruret içinde? Yahut mesela depremlerde müttaki bir müslümanın da canını, malını, yakınlarını kaybetmesi; küçücük sabilerin amansız bir hastalığa yakalanması, ilâhi adalet ve merhametle nasıl bağdaştırılabilecek?

Öncelikle şunu belirtelim ki, sıkıntı, bela, felaket, musibet dediğimiz şeyler de, bunların mukabili olan refah, bolluk ve nimet de “dünya” ile ilgilidir. Oysa Cenab-ı Hakk’ın müminlere “nimet”, müşrik ve kâfirlere “azap” vaadi esas itibariyle ahirete aittir. Allah Tealâ bu dünyada inananlara refah, inanmayanlara da sıkıntı ve eza vereceğini taahhüt etmemiştir. Aksine, “Dünya kâfire cennet, müslümana zindandır.”

Âl-i İmran Suresi’nin 140. ayetinde buyurulduğu gibi Allah, “O (zafer, galibiyet ve sevinç getiren) günleri insanlar arasında döndürür.” Yani bir gün müslümanları, bir gün kâfirleri muzaffer kılar. Bir gün bize, bir başka gün onlara musibet verebilir. Bugün biz seviniriz, yarın başkaları. Sünnetullah böyledir. Bu dünyada müslümanlara hep nimet, kâfirlere de hep sıkıntı verilseydi eğer, iman iradî bir tercih meselesi olmaktan çıkacak, “imtihan”ın anlamı kalmayacaktı. Zorluklarla karşılaşmasaydık, çalışmaktan, sorumluluk ve vazife duygusundan, dolayısıyla “gelişme”den de söz edemeyecektik. Buna, bir şeyin nimet mi azap mı, ceza mı mükafat mı, hayır mı şer mi olduğuna dair hüküm verirken, ekseri zahirden hareket ettiğimizi, dünya hayatını esas aldığımızı ekleyelim ve böyle bir kriterin “mutlak hakikat”e uymadığını hatırlatalım.

Kendi elimizle ettiklerimiz


Bu “iyi ve kötü günlerin insanlar arasında döndürülmesi” sebebiyledir ki “dünyanın bin bir türlü hali var” denilmiştir. Bir dakika sonra ne ile karşılaşacağımızı bilemeyiz. Akla hayale gelmeyen musibetler, felaketler, kazalar, belalar her an kapımızı çalabilir. Deprem, sel, yangın, trafik kazası, kuraklık, kıtlık, açlık, hastalık, esaret, anarşi, savaş.. gibi musibetler her an herkese isabet edebilir. Bunların görünen ve göründüğü için en çok konuşulan sebebi, insanların sorumsuzluk ve tedbirsizlikleridir. Eksik ve kalitesiz malzeme kullanmışsanız eğer, bir binanın en küçük sarsıntıda yıkılması mukadderdir. Sağlığınıza dikkat etmiyorsanız hasta olur, toprağınızı ekmiyorsanız aç kalırsınız.

Söze bu yüzden Uhut’la başladık ve burada karşılaşılan musibetin bir tedbire riayetsizlikten kaynaklandığını özellikle vurgulamak istedik.

Nitekim bu hadise ile ilgili bir ayette Cenab-ı Allah da meselenin tedbir yönüne işaret buyurmaktadır:

“(Bedir’de düşmanı) iki katına uğrattığınız bir musibet (Uhut’ta) size çarpınca, ‘Bu nasıl olur?’ dediniz ha! (Ey Peygamber) de ki, ‘Bu başınıza gelen kendinizdendir.’ Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Âl-i İmran, 165)

Evet Uhut’ta müslümanlar Peygamber s.a.v.’in reyine rağmen Medine dışına çıkıp savaşmakta ısrar etmiş, savaşta emre uymamış, tedbiri bırakmış, ganimet hırsına kapılmış ve zahirdeki bu gibi sebeplerle mağlup olarak musibete uğramıştır. Hepimiz biliyoruz ki tedbir takdiri bozmaz. Allahu Tealâ dileseydi, bütün bu ihmal ve kusurlara rağmen netice farklı da olabilirdi. Nitekim yukarda zikrettiğimiz ayet işin bu tarafına dikkat çekmek için özellikle “Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” hükmüyle bitiyor. Demek ki musibetleri değerlendirirken zahirle yetinmemek, bunları tamamen beşerî hatalara bağlamamak gerekiyor.

Takdirin okları


“Uğradığımız musibetleri sadece insanların hatalarına fatura etmeyelim” demek, sorumluluklarımızı yerine getirmeyelim, yanlış işler yapmayı sürdürelim, sebepleri gözetmekten kaçınalım demek değil elbette. Tedbirle mükellefiz. Fakat musibetleri tamamen tedbirsizlik ve kusurlara indirgeyerek sürekli bunları gündemde tutmak iki bakımdan tehlikeli.

Birincisi, “ihmal ve tedbirsizlik”, bu kadar çok konuşulduğu için, sanki insandan ve inancından ayrı, bütünüyle teknik ve maddi bir problem gibi yerleşiyor zihinlere. İnsana ve tabiata zarar verecek bütün sorumsuzlukların temelde bir iman zafiyetinin eseri olduğu fark edilemiyor. Efendimiz s.a.v.’in “belalara maruz kalmanın sebepleri” arasında saydığı, “emanete hıyanet, zekâtın cereme sayılması, ana babaya itibar göstermeme, ehil olmayanları yönetime getirme, şerrinden korkulanlara ikram ve mürailik, içkinin çoğalması, eski alimlerin kötülenmesi..” gibi “asıl sebepler” ile bütün bu davranışlara yol açan iman ve insan problemi gözden kaçıyor. İkincisi ve daha önemlisi ise, bunun bir ilâhi takdir olduğu unutuluyor.

“Musibet”, bir okun tam hedefe isabet etmesi anlamına geliyor. Hedef açısından baktığınızda bir zarara uğrama, delinerek harap olma söz konusu. Ama ok tam hedefi bulduğuna göre bunu gönderen, hedefi seçen, bütün bunları planlayan bir irade de var demektir. Asla tesadüf değil yani. Kelimenin kökünden hareketle musibetlerin takdirindeki hikmetlere işaret olabilecek bir ipucu da bulabiliyoruz: “Doğru, layık, hak edilmiş” anlamındaki “sevap” ile “düzeltmek, tashih etmek” anlamındaki “savvebe” mastarı, “musibet” kelimesiyle aynı kökten türetilmiş.

Helâk ve ikaz için musibet

Allah Tealâ merhamet edenlerin en merhametlisidir. Kullarına zulmetmez. Peygamberimiz s.a.v.’in haber verdiği gibi, “Cenab-ı Hakk’ın kullarına merhameti, şefkatli bir annenin yavrusuna gösterdiği merhametten daha fazladır.” Öyleyse musibetlerin takdir edilmesinde nasıl bir hikmet, nasıl bir murad-ı ilâhi vardır? Cevabı Kur’an’da arayacağız.

Kur’an-ı Kerim’de sapkınlıkta ısrar eden bazı eski kavimlerin tufanla, kum fırtınasıyla, kuraklıkla helâk edildiği anlatılır. Bu musibetler kâfirlere ve günahkârlara ilâhi gazabı tattırmak, böylece onları cezalandırmak içindir. Bunlara mutlaka bir peygamber gönderilmiş, fakat o peygamberleri yalanladıkları için üzerlerine Allah’ın “azabı hak olmuştur” (Kâf, 14).

Böyle bir musibet ve helâk, üstelik uyarılmalarına rağmen, mademki hak edilmiştir, “zulüm” değil, “adalet”tir. Adaletle hükmetmek, hak edeni cezalandırmak elbette merhametsizlik olmaz. Nitekim Hud Suresi’nin 101. ayetinde “Biz onlara zulmetmedik; onlar kendi kendilerine zulmettiler.” buyurulmaktadır. Öte yandan zalime öfke, mazluma rahmettir. Sapkın bir kavmin helâki, diğer kavimlerin ibret alarak düzelmesine vesile olmakla da rahmettir.

“Celâl” sıfatının tecellisi olan musibetler, “düşünüp ibret alsınlar diye” (A’raf, 130) bazan da bir ihtar, bir kendine getirme şamarı olarak iner günahkârların suratına. “Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye, insanların kendi elleriyle ettikleri işler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Umulur ki onla...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nedir Başımıza Gelen?
« Posted on: 25 Nisan 2024, 22:43:34 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nedir Başımıza Gelen? rüya tabiri,Nedir Başımıza Gelen? mekke canlı, Nedir Başımıza Gelen? kabe canlı yayın, Nedir Başımıza Gelen? Üç boyutlu kuran oku Nedir Başımıza Gelen? kuran ı kerim, Nedir Başımıza Gelen? peygamber kıssaları,Nedir Başımıza Gelen? ilitam ders soruları, Nedir Başımıza Gelen?önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes