๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Ayın Konusu => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 25 Eylül 2011, 11:54:40



Konu Başlığı: Modern Eğitim ya da Kaş Yaparken Göz Çıkarmak
Gönderen: Zehibe üzerinde 25 Eylül 2011, 11:54:40
Modern Eğitim ya da Kaş Yaparken Göz Çıkarmak



Eylül 2007 105.SAYI


Ali YURTGEZEN kaleme aldı, AYIN KONUSU bölümünde yayınlandı.

Hiç kimse “eğitim kötüdür” demez. Aksine “eğitim şart” deriz, her sorunun çözümünde eğitimi başta sayarız.

Fakat en başta kendi çocuğumuza, komşumuzunkine, mahalledekilere bakınca şaşırır, sarsılırız. Okulun, diplomanın pek de çözüm olmadığını fark ederiz.

Tam da okullar açılırken, şu eğitim meselesinde arıza aslında nerededir, bizim elimizden gelen nedir, bir kez daha düşünmekte sayısız fayda var.


ÇOCUKLARIMIZI ÖLDÜRMEYELİM


Cahiliyye Araplarının ya utanç sebebi saydıkları için, ya da yoksulluk endişesinden dolayı özellikle kız çocuklarını öldürdükleri biliniyor. İslâmiyet öncesi başka birçok toplumda da çocukların sahte tanrılara kurban edilmesi geleneğinden haberdarız. Kur’an-ı Kerim’de “cahillikle” ve “akılsızca” işlenmiş bu cinayetlere dikkat çekilerek “Çocuklarınızı öldürmeyin!” (En’am: 151, İsrâ: 31) buyurulur.

Kur’an’da ifade ediliş tarzından, “Çocuklarınızı öldürmeyin” emrinin, eski devirlere özgü vahşi adetleri yahut doğum kontrolü metotlarını da aşan bir sakındırmayı kapsadığı anlaşılmaktadır. Esasen çocukların öldürülmesi bir sonuçtur. Bu sonuca yol açan cehalet ve akledememe hali sürdürüldükçe, bir şekilde çocukların öldürülmesi de sürdürülecektir.

“ÖLDÜRME”Yİ NASIL ANLAMALI?

“Öldürme”yi dar anlamda “bir canlının dünya hayatına son vermek” şeklinde anlamamak gerekiyor. Hayat sadece “dünya hayatı” ndan, bedenin ömründen ibaret değil. Bir de ahiret hayatı var. Kişinin, hele de bunlar kendi çocuklarımız ise, ahirette azap görmesine, helak olmasına sebebiyet verecek tutumlarımız, onların bu dünyadaki zaten geçici canlarına kıymaktan daha büyük bir cinayettir kendi hesabımıza. Bu arada bizim irfanımızda kimin “ölü”, kimin gerçekten “diri” sayıldığı da unutulmamalıdır.

Canlılık, Hz. Âdem a.s.’ın balçıktan yaratılmış bedenine üşenen “ilâhi nefha” ile başlar ve o nefhanın varlığı ile kaim olur. Onun için tasavvufta Hakk’ın varlığını kalplerinde hissetmeyenler zahirde sağ görünseler de hakikatte ölüdürler. İbn Arabî, “amelle kendini dışa vuran hakikat bilgisi” ni diri olmanın şartı sayar. Ona göre Allah’ı tesbih etmeyen bir insan, nefes alıp verse de diri değildir.

Manen ölmüş kavimlere gönderildikleri içindir ki “peygamberlerin tebliğe başlaması” anlamına kullanılan “bi’set” kelimesi, aslında “ölüleri diriltmek” demektir. İnsan mümin de olsa her zaman böyle bir ölme ve öldürme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Enfâl Suresinin 24. ayetinde “müminlerin”, onlara “hayat verecek”, onları diriltecek “peygamber davetine icabet etmeleri” tembihlenmiştir bu yüzden.

“Çocuklarınızı öldürmeyin!” emrini, Tahrim Suresinin 6. ayetindeki, “Ey iman edenler! Kendinizi ve (terbiyesiyle yükümlü olduğunuz) aile efradınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyun!” uyarısı gibi de anlamak gerekiyor öyleyse.

ÇOCUKLARI KORUMANIN YOLU


Tahrim Suresinin bu ayeti nazil olunca Hz. Ömer r.a. Peygamber s.a.v. Efendimize gelir ve:

- Ya Rasulallah! Kendimizi koruruz, fakat ehlimizi nasıl koruyacağız, diye sorar.

Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur:

- Allah’ın sizi sakındırdığı şeylerden onları da sakındırırsınız ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu onları korumak demektir.

“Güzel bir şekilde terbiye edilmesi” ni çocuğun babası üzerindeki en önemli hakkı olarak belirleyen, babanın aile fertlerine “edep ve terbiye kazandırma” sorumluluğunu vurgulayan hadis-i şerişeri de dikkate alan İslâm alimleri, “iyiliği emir, kötülükten sakındırma” farz-ı kifayesinin, çocuklarını terbiye yükümlülüğünün ifasında ebeveyn için farz-ı ayın haline geldiğini söylemişlerdir.

Peygamberimiz s.a.v., cihada katılmak için kendisine müracaat eden bazı Müslümanları, arkalarında bıraktıkları çoluk çocuklarıyla ilgilenecek kimseleri olmadığını öğrenince geri çevirmiş; “Ailenizin yanına dönün, çünkü cihadın iyisi onların içerisindedir.” buyurarak “terbiye” görevini “cihat” gibi bir sevaba öncelemiştir.

Şu halde alemlerin Rabbi olan Allah’ın koyduğu ölçüler çerçevesinde çocuklarını terbiye etmeyen, onlara kulluk şuuru kazandırmayan ana-babalar, bakımındaki ihmal sebebiyle fidanların kurumasına sebep olmak
gibi bir “katl”den sorumludurlar.

CİNAYETE ORTAK OLMAMAK İÇİN


Çocuklarımız bizim göz bebeklerimizdir. Onların hem dünyada hem ahirette her türlü güzelliğe nail olması için elimizden geleni yaparız. Bu niyetle onlara dinini öğretir, edep ve terbiye kazandırmaya çalışırız. Müslüman için çocuğunu öldürmek, evladını kendi eliyle ateşe atmak gibi bir cinayetin söz konusu bile olmaması gerekir. Zaten çocuklarını öldürenler, cahiliyye Arapları gibi, İslâmiyet öncesinin sapkın topluluklarıdır.

Peki ama Cenab-ı Hak, Tahrim Suresinin 6. ayetinde, çocuklarımızın mutlak anlamda helâkine yol açacak bir cinayetten neden “müminleri” sakındırmış, neden “çocuklarını cehennemden koruması” için “iman edenleri” özellikle ikaz etmiştir?

Demek ki iman iddiasında bulunan Müslümanların da çocuklarını yetiştirme konusunda problemleri vardır ve bu problemler ebedi mutluluğuna mal olmak suretiyle çocukların helâkini hazırlamakta, manen onları
öldürmektedir.

Elbette içinde yaşadığımız ortamın bozukluğu ve irademizi aşan olumsuzluklar sebebiyle çocuklarımızın heba edilmesi bizi birinci derecede sorumlu kılmaz. Ama şöyle veya böyle, sonuçta heba olan bizim
çocuklarımızdır. Onları manen öldüren sebepler ve tutumlar üzerinde yeterince fikir sahibi olamayışımız, ihmal ve ihtiyatsızlıklarımız, niyetimize rağmen bizi bu cinayetlere ortak etmektedir.

Çocuklarımızın iyiliğini istemek yetmiyor; bu iyiliklerin ne kadar “iyilik” olduğunu sorgulamamız gerekiyor. Zira cahiliyye dönemlerinde de bu cinayeti işleyenler, yaptıkları şeyin doğru, faydalı veya iyi olduğuna inanıyorlardı.

BAŞKALARINI ISLAHIN ŞARTI


Hatalı bir davranışını gördüğünde çocuğuna nasihat etmeyen yok gibidir. Ebeveynler olarak çok zaman onları karşımıza alır, “şu doğrudur, şu yanlıştır,” der; iyiliği emredip kötülüklerden sakındırırız. Peygamber Efendimiz s.a.v.’in çocuklarımızı salih insanlar olarak yetiştirmek, ateşten korumak, onların helâkini önlemek için tavsiye buyurduğu “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i an’il-münker: iyiye yöneltmek, kötüden alıkoymak” metodunun uygulamasıdır bu.

Fakat genellikle etkili olamadığımızı görür, zamane çocuklarının söz dinlememesinden, onlar için örnek teşkil eden “kötü”lerin çokluğundan ve cazibesinden yakınırız. İşte tam bu noktada dönüp kendimize bakmamız, onlara verdiğimiz öğütleri ne kadar yaşadığımızı açık yüreklilikle sorgulamamız icap ediyor.

“Başkasını ıslah, salâh nisabının zekâtıdır” diyor İmam-ı Gazali r.a. ve şöyle soruyor: “Kendisi salih olmayan başkasını nasıl ıslah edebilir? Ağaç doğrulmadan, gölge nasıl doğrulabilir?”

Çocuk terbiyesinde “söz” değil “model” önemlidir. Doğru da olsa, söyledikleriniz *ilinize yansımıyorsa eğer, siz çocuk için “söylediklerini yapmayan bir model”siniz. O, böyle bir modelden ancak “ikiyüzlülük
davranışı”nı alabilir. Artık ona göre söylenenlerin yapılmamasında yahut söylenenler ile yapılanlar arasında çelişki bulunmasında hiçbir sakınca yoktur.

ÇOCUKLAR İÇİN NASIL BİR İYİLİK DÜŞÜNÜYORUZ?

Sorulduğunda hepimiz ahireti kazanmak üzere şu geçici dünyada bir imtihandan geçtiğimizi söyleriz. Bu inanış, her adımımızı ahiretteki hesabı gözeterek atmamızı gerektirir. Hem iki cihan saadetine erişmelerini her şeyden çok istediğimiz için, hem de dünya imtihanımızın bir icabı olarak çocuklarımızı imanlı, ahlâklı, edepli yetiştirmeye çalışırken de bu nihaî hesabı gözetmemiz gerekiyor.

Çocuklarımızın iyiliği ve geleceği adına neler yapıyoruz peki? Ve evlad ü ıyalimizin ateşten korunmasına yarayacak şeyler midir bütün bu yaptıklarımız?

Bugün eğitim öğretim adına artık iyice normalleşen çılgınlıklar mütedeyyin insanlara da sirayet etti. Modern okulların birer “eğitim yuvası” olduğu hurafesi işimize geldi; mürebbilik yükümlülüğümüzü rafa kaldırdık. Çocuğumuzu iyi bir okula kaydettirebilmek için adeta kendimizi parçaladık. Hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan hep bir sonraki “iyi okul”un sınavlarına hazırladık evladımızı. Her istediğini aldık, her dediğini yaptık. Okusun, kariyer yapsın, para ve nüfuz kazandıran bir mesleğe sahip olsun diye bütün imkanlarımızı seferber ettik. Bazen sınav başarısızlıkları dünyamızı kararttı, bazen bir yığın “faydasız bilgi” ile aldığı yüksek puanlardan dolayı günlerce bayram ettik.

Böyle bir eğitim süreci “dünyevîleşmiş insan” inşa eder. Bu, “okul” veya mevcut “eğitim sistemi” adına bir sapma değildir. Zira “dünyevîleştirme”, modern bir kurum olarak “okul”un en temel fonksiyonudur.

MODERNİZM “BEŞER”İ “ADAM” ETMEZ


Eğitimin hedefine koyduğu “başarı”yı dünyevî faydaya indirgeyen ve tamamen insana ait bir kazanım olarak gören modern anlayış, bu kabul çerçevesinde anlamlı, verimli, tutarlı teknikler geliştirmiştir şüphesiz. Ancak, katettiğiniz yol sonuçta sizi getirip bir uçurumdan aşağı yuvarlıyorsa, yolculuk sırasındaki vasıtanızın kalitesi, konforunun ve hızının yüksekliği hiçbir değer ifade etmez.

Dünyanın dışına çıkamayan modern eğitim ve onun putlaştırdığı “başarı” anlayışı, bütün fiyakasına rağmen, ölümün aşılamaz duvarına toslayıp yer ile yeksan olmaya mahkumdur. Çünkü Sırat-ı Müstakim
üzere değildir. Modernizmin özünde Cenab-ı Hakk’ın tanzim ve taksimine itiraz vardır. Rabb’ül-Âlemîn’in rübubiyyeti reddedilir. Batılı değer sistemine dayalı modern eğitim felsefesi, tamamen beşerî ve dünyevî bir mürebbilik iddiasının eseridir.

Okullarda, bazı öğretmenlerin (önleri kesilmemişse şayet) iyi niyetli çabalarına rağmen kuru bir “ilim” anlayışı sunulmakta; ahlâk yerine verimlilik ve başarı esas alınırken, uygulanan rekabetçi tutum yüzünden çocuklarımız “hayır” için değil, “çıkar” için yarıştırılmaktadır. Saydığımız bu gibi sebeplerle dahi modern bir kurum olarak okullar çocuklarımızı “adam” etmez. Modernizmin salih evlat yetiştiren okulu yoktur.

KURBANLIK ÇOCUKLAR


Bunları söylerken nerede yaşadığımızı unutmuş değiliz. Bir mecburiyet olarak mevcut eğitim sistemiyle ve onun kurumlarıyla muhatabız. Sunduğu imkanların, sağladığı avantajların doğru bir istikamette kullanılabileceği ihtimalini de yabana atmıyoruz. Esasen insanlık tarihi boyunca terbiye görevinin ifasında böyle olumsuzluklarla hep karşılaşılmıştır.

Bizim işaret etmek istediğimiz, modernizmin akıntısına kapılarak, söz ile değil ama sürüklendiğimiz tutumlar ile, başarının, diplomanın ve bunlarla ulaşılacak bir dünyevî hedefin abartılması sonucu, çocuklarımızın nezdinde iman esaslarımızla çelişkiye düşme tehlikesidir. Bu, evlatlarımıza onları ateşe atacak kötü bir model olmak demektir. Eğitim adına dünyalık bir neticeye ölçüyü aşar tarzda müdahil olma gayretkeşliği, dünyanın faniliği inancını, rızkın kaynağını, tevekkülü, kanaati.. yalanlamaktır.

En’am Suresinin 137. ayetinde, putlaştırdıkları varlıkların müşriklere “kendi evlatlarını öldürmeyi güzel gösterdiği” beyan buyurulur. Nitekim örneklerine Yunan mitolojisinde çokça rastladığımız “tanrılara kurban sunma” geleneğinde, ebeveynler kurban olarak öldürdükleri çocuklarının sevaba girdiğini, kazançlı çıktığını düşünmektedirler. Bugün de putlaştırılmış bir başarı, meslek yahut makam için çocuklarına kulluk şuur ve vazifesini unutturanlar, onları böylece öldürmekte, üstelik yine iyi bir şey yaptıklarını zannetmekte değil midir?

RIZKI KİM VERİYOR?


Ahlâk ve diyanetini ihmal ederek, eğitim adına çocukların fıtratını bozmayı, farklı kabiliyetlerine rağmen zorla aynı kalıplara sokmak gibi bir eziyeti Allah’ın emaneti bu yavrulara reva görmeyi bazen de “geçim” bahanesiyle meşrulaştırdığımız olur. Çocuklarımız fakr u zaruret içerisinde zelil olmasın, rahat yaşasın, maişet sıkıntısı çekmesin diye imkanları zorlamak gerektiğini iddia ederiz.

Bunları istemek, gerçekleşmesi için meşru dairede çaba göstermek muhabbet ve şefkat duygusundandır. Fakat dinin öğretilmesinden sonra gelir. İslâm alimleri çocuğa maddi konfor sağlamaya çalışmaktan ziyade
refah ve lüksü sevdirmemeyi, onu refaha alıştırmamayı salık verirler. Çünkü kanaat etmesini bilmeyen birisi için refahın üst sınırı yoktur. Vadiler dolusu altın verseniz gözü doymaz, mutlu olmaz.

Bununla beraber asıl problem, dünyadaki geçici bir rahatlığı temin uğruna ahiretin unutulması, Allah’a itimatsızlık nişanesi olan fiillere cüret edilmesidir. Yarını ancak Allah bilir ve kul ne yaparsa yapsın Allah’ın dediği olur. Fakirlik sebebi veya korkusuyla geleceği tanzime çalışmak, bu durumu sadece kendi gayretiyle düzelteceğine inanarak Allah’ın sevmediği tedbirlere başvurmak tam bir cahillik alametidir.

Nitekim “Çocuklarınızı öldürmeyin!” emrinin yer aldığı ayetlerde, cahiliyye Araplarının bu cinayeti ya halihazırdaki “fakirlikleri” ya da geleceğe dönük “fakirlik korkuları” sebebiyle işlediklerine işaret vardır.

Fakirim, yeni bir boğazı besleyemem, yahut, ya ilerde fakir düşer de geçim sıkıntısı çekersem, diyen müşrik Araplar, dün “ekonomik” sebeplerle çocuklarını kuma gömerek öldürüyorlardı. Bugün de aynı ekonomik
sebeplerle çocukları kuma değil ama dünyaya, tüketime, sefahat ve açgözlülüğe gömerek öldürüyoruz.

EĞİTİRKEN ÖLDÜRMEK

Ebeveynlerin asıl sorumluluğu salih evlat yetiştirmektir. Modern okullarla bu iş olmaz. Terbiye ve edep geçmişte de tek bir kuruma havale edilmemiştir. Eskiden mektep ve medreseler kadar evler, mahalleler,
çarşılar, camiler, dergâhlar da edep talim edilen yerler idi. Bugün de bu genişlik ve yaygınlığa ihtiyacımız olduğunu söylemeye çalışıyoruz.

Sadece modern okullara gönderip meslek veya diploma sahibi olmaları için maddi başarılarını temine yönelmek, çocuklarımızı terbiye etmek demek değildir. Bu, çocuklar okula gitmesin, meslek sahibi olmasın anlamına gelmiyor; terbiye yükümlülüğünün okula devredilemeyeceğini ifade ediyor.

Modern okullar, talip olunması gereken teknik avantajları yanında, varlık sebepleri ve metodlarıyla çocukları dünyevîleştiren, dünya için hazırlayıp yarıştıran kurumlardır. Böyle bir süreçte, dikkat edilmezse eğer, kalpleri ancak hırs, tatminsizlik, güvensizlik, sabırsızlık ve bencillik istila eder. Huzur, tevekkül, teslimiyet ve sulh kaybolur. Bunlar olmayınca “salih evlat” da olmaz.

Eğitim, “terbiye” kavramına karşılık olsun diye uydurulmuş yeni bir kelime. Kim bulmuşsa isabet etmiş. Milletin terbiyesini elinden alıp onların çocuklarını eğri büğrü hale getirme işlemine “eğitim”den daha uygun bir ad bulunamazdı.

Aman dikkat! Çocuklarımızı sadece, yalnızca modern okulların eğitimine terk etmek, iyi bir şey yaptığımız veya geleceği düşündüğümüz vehmine rağmen, onları öldürmenin yeni bir yöntemi olabilir.

NAMAZLA TERBİYE

İslâmî terbiye sisteminde önce iman, sonra Kur’an, sonra diğer şeyler öğretilir. Ulema, temel eğitime giren müfredatta önceliğin dinî talime verilmesi gerektiğinde ittifak eder.

Bu çerçevede asırlardır uygulanan güzel gelenekler oluşmuştur. Yeni doğmuş bir çocuğa, sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunduktan sonra güzel bir isim konulur.

Konuşmaya başladığında önce kelime-i tevhit, ardından kısa bir ayet veya İhlâs Suresi ezberletilir. Yedi yaşında namaza teşvik edilir; namazla ilgili farz, vacip ve sünnetler öğretilmeye başlanır.

Temyiz çağı kabul edilen on yaşında namaz konusunda zorunluluk getirilir. Bu yaşlarda namazda ısrar, bu ibadetin aynı zamanda fiilî bir terbiye metodu olmasındandır.

Yine en geç temyiz çağından itibaren çocuklara birer model olarak Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz ile O’nun Sahabe-i Güzîn’i tanıtılarak sevdirilmeli; çocuklar, ara sıra da olsa şereşi insanların bulunduğu
meclislere götürülmelidir.

KİŞİLİĞİN TEMEL ÇİZGİLERİ


İslâm terbiyecileri çocuğun şahsiyetinin temel çizgilerinin oluştuğu 0-6 yaş döneminde üç şeye özellikle dikkat çekerler:

1. Çocuk yalandan sakındırılmalı, her ne sebeple olursa olsun çocuğa yalan söylenmemelidir.

2. Hakkı olmayan şeye el uzatması engellenmeli; hile, haksızlık ve açgözlülüğün kötü bir şey olduğu hissettirilmelidir.

3. Haya duygusu güçlendirilmeli, dil edebine ve büyüklerine karşı hürmetine özen gösterilmelidir.