๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Ayın Konusu => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 28 Eylül 2011, 20:15:04



Konu Başlığı: İslâm Kardeşliğim Müslüman Kardeşim
Gönderen: Zehibe üzerinde 28 Eylül 2011, 20:15:04
İslâm Kardeşliğim Müslüman Kardeşim



Aralık 2007 108.SAYI


Ali YURTGEZEN kaleme aldı, AYIN KONUSU bölümünde yayınlandı.

Yeni söylemler, akımlar, modalar “din kardeşi” sözünü gözden düşürmüşe benziyor.
Allah’ın kardeş kıldığı insanlar birbirinin nesi olduğunu unutuyor.
Başka aidiyetlerin sahte cilasına gönül veriyor.
Müslüman, tarihin hiçbir devrinde, hiçbir yerde müslümanlığını gözardı ederek huzur bulmadı.
Müslüman, kardeşini hor hakir görerek izzete kavuşmadı.


İslâm’ın ilk yılları. Efendimiz s.a.v.’in son derece zor şartlar altında Hak Din’i tebliğ ediyor. O zamanki adı Yesrib olan Medine’de Evs ve Hazreç isimli iki kabile yaşıyor. Ama bunlar birbirleriyle
kıyasıya savaşmakta, tabiri caizse birbirlerini yemektedirler.

Arap tarihinin en kanlı, en uzun kabile savaşının taraflarıdır Evs ve Hazreçliler. Oysa bu iki kabile aynı kökten, aynı soydan, aynı aileden gelmektedir.

Evs ve Hazreç, Yemenli Harise b.Salebe’nin oğullarıdır. İki kardeşin nesli çoğalmış, Yemen’deki tabii afetler yüzünden farklı zamanlarda, farklı güzergâhları takip ederek göçtükleri Yesrib’de iki kabile halinde yeniden buluşmuşlardır.

Yesrib, Beni Nadir, Beni Kurayza, Beni Kaynuka gibi birbiriyle dayanışma içinde olan Yahudi kabilelerinin hakimiyeti altındadır o yıllarda. Yahudiler şehrin bu yeni sakinlerini de köleleri gibi kullanıp sömürmektedirler. Üzerlerindeki baskı katlanılmaz bir zulme dönüşünce, Evs ve Hazreçliler birleşir, Yahudi tasallutunu kırarlar.

Yahudiler saltanatlarının ellerinden gittiğini, bunu kılıçla önleyemeyeceklerini anlamakta gecikmez, kardeş çocukları olan bu iki kabileyi türlü oyunlarla birbirlerine düşürürler. Evs ve Hazreç arasına
ekilen nifak tohumları düşmanlıkları büyütür, düşmanlıklar da savaşları. Tam 120 yıl birbirlerini kırarlar.

Bir Kardeşliğin İnşası


Kabile büyükleri zaman zaman soy beraberliğini hatırlatıp buna bağlı bir kardeşlik bağı üzerinde çözüm arasa da netice alamaz.

Artık karşılıklı açılan yaraların asla sağalmayacağı, bu kan davasının hiç bitmeyeceği düşünülürken adeta bir mucize gerçekleşir. Akabe Biatlarından itibaren peyderpey müslüman olan Evs ve Hazreçliler,
bu yeni dinlerinin etrafında ilk kez dostça bir araya gelirler.

Hicret’ten hemen sonra artık büyük ölçüde kucaklaşmış, barışmış, “Ensar”dan sahabiler olarak isimlerini insanlık tarihinin en şerefli sayfalarına yazdırmışlardır. Sadece birbirleriyle değil, Muhacir’le de “kardeş” olarak İslâm kardeşliğinin, müslüman dayanışmasının, alicenaplığın en mükemmel örneğini vermişlerdir dünyaya.

İslâm, birbirlerinin kanına susamış canavarlardan bir çırpıda sevgi ve şefkat timsali salih insanlar inşa etmiş, Evs’den Sa’d b. Muazlar, Hazreç’den Enes b. Malikler, Ebu Eyyub el-Ensarîler çıkarmıştır.

Kardeşliğin Mayası: İman


Kur’an-ı Kerim’de Evs ve Hazreç’in imkansız gibi görünen dostluk ve kardeşliğine, bu yeni kardeşliğin esasını hatırlatma yahut vurgulama sadedinde işaretler vardır. Bu hatırlatmalardan biri Âl-i İmran suresinin 103. ayetinde, “Hep birlikte Allah’ın ipine, yani Kur’an-ı Azimüşşan’a sımsıkı sarılın ki ayrılığa düşmeyesiniz.” ikazından hemen sonradır. Kardeşliğin devamının Kur’an’a sadık kalmakla sağlanacağı, şikayet edilen çekişme ve ayrılıkların ancak bu yolla tevhide dönüşebileceği hakikati böylece anlatılır.

Ayetin devamında “Allah’ın iman nimeti sayesinde düşmanların kardeş olduğu” ifade buyrulmaktadır. Enfâl suresinin 63. ayetinde de Hz. Peygamber s.a.v.’e hitaben: “Yeryüzünde ne varsa hepsini harcayıp
seferber etseydin bile Allah’ın iman nimetiyle birbirine ısındırdığı kalplerin arasını bulamazdın.” denilmektedir.

Bu, bütün düşmanlıkları sona erdirecek en ideal kardeşlik yalnızca “iman” ile tesis edilebilecek; kan bağı da dahil, yeryüzündeki başka hiçbir imkan, hiçbir ortaklık, böyle bir kardeşliği bu seviyede gerçekleştirmeyecek demektir.

İslâm kardeşliği imanın gereği ve sonucudur. Onun için gerçek anlamda “Ancak müminler (iman edenler) kardeştirler.” veya “(Gerçekten) mümin olanlar ancak birbirlerinin kardeşidirler.” (Hucarat, 10)

Kardeşliğe Karşı Olan Yok Ama...


Kardeşlikten maksat, insanların birbirini sevmesi, kayırması, koruyup müdafaa etmesi; birbirine yakın durması, hüsn-i zan beslemesi, şefkat ve dostluk göstermesi, birbiriyle yardımlaşıp dayanışmasıdır.
Çatışmanın, bölünmenin, ayrı baş çekmenin, huzursuzluğa yol açmanın, düşmanlığın zıddı, olumlu bir tutumu ifade eder.

Akl-ı selim sahibi her insan kardeşlikten yanadır bu yüzden. Tarihin her döneminde hem fertler hem de toplumlar arasında küçüklü büyüklü tatsızlıklar yaşanmış, herdefasında akla gelen en makul çözüm
olarak taraflar kardeşliğe davet edilmiştir.

Görünüşte de olsa kimse kardeşlik ve dostluğa karşı çıkmıyor. Hemen herkes “Birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde..” diye söze başlayıp kardeşliğe çağırıyor.

Ama kabul etmek gerekir ki özellikle İslâm coğrafyasında iç çatışmalar azalmıyor, düşmanlıklar bitmiyor, sevgi ve dostluk kin ve nefretin önüne geçemiyor. “Birlik, beraberlik, kardeşlik” diye diye bölünüyor,
birbirimize düşüyor, düşman oluyoruz.

Çağrılarda bir art niyet yoksa, teklif edilen kardeşliğin kimyasında bir bozukluk var öyleyse. Bir türlü tutmuyor, çünkü imanla mayalanmıyor.

Bilâl Elbette Habeşli, Selman İranlıdır


Müslümanları birlik ve beraberlik adına İslâm dışında bir aidiyete çağırmak, o aidiyetin önceliği, üstünlüğü ve kapsayıcılığı kabulünü de barındırıyorsa eğer, yanlıştır; asla iman kardeşliğinin letafetini
veremez. Zira, bırakın bizim herhangi bir zümre, kabile yahut kavme mensubiyetimizi, insanlığımız bile müslümanlığımızdan sonradır. Çünkü biz henüz insan suretinde dünyaya gelmezden çok önce, Kâlû Belâ’dan
beri müslüman olduğumuza inanırız.

Dini rafa kaldıran modernist Batı’nın kendi aklınca bulduğu meslek, sınıf, ırk, kavim, insanlık aidiyetleri gibi bağlar bilimsellik yaftasıyla moda olsa da, dünyanın siyasi coğrafyası büyük ölçüde böyle şekillense de, Allah’a iman etmiş bir müslüman, kardeşliğini sadece bunlarla tesise kalkışmaz.

Elde edilmesinde hiçbir dahlimiz olmayan soy, renk, dil gibi beşerî özelliklerimizi üst kimlik unsurları saymak kibir; başka soy, renk ve dilden müslümanları bu kimliğin altına girmeye zorlamak zulümdür.

Bu, İslâm dışındaki cinsiyet, ırk, kavim, vatandaşlık... gibi mensubiyetleri yok saymak, reddetmek demek değildir. Bunlar sünnetullah olarak vardır, bir realitedir ama belirleyicilik bakımından İslâm’ın koyduğu sınırları aşamaz.

Elbette Bilal r.a. “Habeşî”, Selman r.a. “Farisî”dir. Fakat ne onlar bu nisbetlerinden dolayı övünmüş veya yerinmiş, ne de diğer müslümanlar bu aidiyetlerin kullanılmasından dolayı birlik ve beraberliklerine
zarar geldiğini düşünmüşlerdir. Çünkü bütün bunların üstünde “iman” gibi bir kardeşlik bağları vardır.

Üstünlük Sadece Takvada


Müslümanın kardeşliği beşeriyetimiz üzerine değil, âdemiyetimiz üzerinedir. İblis gibi; “Ben ateşten yaratıldım, Âdem ise topraktan. Öyleyse ben daha üstünüm.” deyip böbürlenmek, karşımızdakini küçük görmek,
muhatabımızın bize tazim göstermesini istemek, bırakın kardeşliği, bir taraftan şeytanî bir nifaka, diğer taraftan lânetlenmeye sebeptir. Oysa Kur’an’da hem İblis’in hikâyesi anlatılmış, hem Evs ve Hazreç’in kardeşlikleri hatırlatılmış, hem de kulların Allah katındaki yegane üstünlük ölçüsünün “takva” olduğu vurgulanmıştır.

Takva, âdemiyetimizin bir merhalesidir, imanın kemâlidir. Allah’tan korkarak O’nun emir ve yasaklarına titizlikle uymakla, Kur’an’a ve Hz. Peygamber s.a.v.’in sünnetine dört elle sarılmakla kazanılır.

Fahr-ı Cihan Efendimiz s.a.v.’in, “Müslümanlar olarak birbirimizi kıskanmamak, hakir görmemek, birbirimize zulüm ve buğz etmemek, sırt çevirmemek, yalan söylememek” gibi kardeşlik hukukuna dair davranışları
saydığı bir hadis-i şeriflerinde üç defa göğsünü işaret ederek “Takva buradadır!” buyurması, yine “Üstünlük takva iledir ve kimin gerçekten müttaki olduğunu da ancak Cenab-ı Hak bilir.” mesajını desteklemek içindir.

Bu sebeple takva bile kişinin kendi adına üstünlük iddiası için gerekçe yapılamaz. Zira kalplerde olanı Ancak Allah Tealâ bilir, ancak O takdir eder.

İki Kardeş İki El Gibidir


Kardeşlik mademki sevgi ve dostluktur, karşılıklı gönül hoşnutluğudur; taraflar, birbirlerini kendi nefslerinden üstün göremiyorlarsa bile hiç olmazsa eşitliğe riayet etmelidir.

“İki (müslüman) kardeş, iki el gibidir: Biri diğerini yıkar.” hadis-i şerifinde müslümanların aynı maksada yönelme, meşru bir gaye uğrunda yekdiğerine yardımcı olma yükümlülüğü kadar eşitliğine de atıf vardır.

Uzuvlardan birinin, ben daha üstünüm, sen gel bana tâbi ol, hatta benim gibi ol, iddiası hem sünnetullaha aykırıdır, hem ancak birlikte ulaşılabilecek bir maksadın gerçekleşmesini engeller. Diğer yandan böyle bir farklılığı kabul de işbirliğinden ve meşru hedefler istikametinde dayanışmaktan geri durmayı gerektirmez.

Özetle, bir karşılıklı ilişki şekli olarak en doğru, en ideal, en işe yarar “kardeşlik”, sahih bir imanın icabı olan din kardeşliğidir. Bu bir iddia, hayal yahut ütopya değildir. İslâm kardeşliği hem fert hem toplum planında ahlâki ve imanî bir tavırdır. Yaşanmış, örnekleri verilmiş, şartları en ince teferruatına kadar tayin edilmiştir.

Müslüman kardeşliğinin hukukuna dair onlarca hadis vardır. “Hucurat” gibi, Kur’an’da özellikle bu konuyu işleyen ayrı bir sure bulunmaktadır. Bunlar varken ve üstelik öbür türlüsü fayda vermiyorken hâlâ Batı
sosyolojisinin hastalıklı görüşlerinden sağlam bir kardeşlik binası kurmaya çalışmak abesle iştigaldir.

Müslümana Buğz Edilir mi?


Tamam, kardeş olalım ama ya karşımızdaki müslüman kardeşlik hukukuna uymuyorsa? Günahlarda ısrar ediyor, kötü örnek oluyor, yanlışlarıyla ümmete zarar veriyorsa?

Bu, onun müslüman olduğuna ama mümin olamadığına işarettir. Muhtelif hadislerde geçen “Müslüman müslümana buğz etmez.” mealindeki ibarelerde doğru yol üzere olan müslümanların yahut müminlerin kastedildiği belirtilmiştir.

Tehlikeli bir mesele olmakla beraber, iman zafiyeti gösteren müslümanlara buğz etmekte beis yoktur. Yine de buğz zata değil, sıfata veya yaptıklarınadır, yahut o sıfat ve İşten dolayıdır. Lânet okumamak şartıyla yüz çevirmek, iltifat etmemek, ağır sözlerle kınamak şeklinde gösterilebilir.

Ama her halükârda muhatabı yanlışından vazgeçirmek, böylece ona yardım etmek esastır. Nitekim Peygamberimiz s.a.v., “Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et.” tavsiyesi üzerine, zalime nasıl yardım edileceği sorulunca; “Zulmüne engel olursun, bu da senin ona yaptığın bir yardımdır.” buyurmuştur.

Zulmeden veya zulme ortak olan bir müslümanın bu tavrı nasihatla, güzellikle önlenebileceği gibi, kınanarak, ayıplanarak, ondan yüz çevirilerek de önlenebilir.

Yalnız, şahıslara veya belli gruplara ait bazı yanlışları, onların dahil olduğu bütüne mal ederek genelleştirmekten, topyekün bir topluluğa buğz etmekten özellikle kaçınmalıdır.

“Hucurat” Okuma Zamanı


Böyle meselelerde temel bir tavrı takınmadan tek tek ayrıntılar üzerinde durmak bazen bizi maksadımızdan uzaklaştırır, vasıtayı amaç haline getirir.

Temel tavır şudur:
Müslüman Allah için sever, Allah için buğz eder. Gerisi teferruattır. Aynı şekilde müslümanlar arasında yaşanan bazı problemler, günümüzdeki gibi laf kalabalığına boğulmuş, polemik malzemesi haline
getirilmiş olabilir. Böyle zaman ve durumlarda Hucurat suresini okuyalım. Hocaefendiler sohbetlerde Hucurat’ın tefsirini aktarsınlar.

Bir de şu hadis-i şerif üzerinde tefekkür edelim: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız.”

Müslümanlar olarak birbirimizi sevemiyor, kardeşçe geçinemiyorsak imanımızda bir problem var demektir.


Kardeşlik Hukuku


Müminlerin kardeş olması, Allah’ın emri, Peygamberin sünnetidir. Bu yüzden ayet ve hadislerde bu kardeşliğin nasıl kurulacağı, nasıl devam ettirileceği, kardeşlerin birbirlerinin üzerinde ne gibi haklarının
olduğu izah buyurulmuştur.

Bazılarını hatırlayalım:

• Müslüman müslümana zulmetmez, haset etmez, sırtını dönmez, büyüklenmez.
• Müslümanlar birbiriyle alay etmez, birbirini hor ve hakir görmez.
• Fâsıkın getirdiği haberlere itibar ederek kardeşi hakkında kötü zan beslemez.
• Onunla çekişip tartışmaz. Müslümanlar arasındaki ihtilaflarda arayı bulur.
• Arar, sorar, ihtiyaç duyduğu anda kardeşinin yardımına koşar ama kendisi ona yük olmamaya, külfet getirmemeye çalışır.
• Hatalarını bağışlar, kusurlarını araştırmaz, sırrını saklar.
• Selamlaşır, hediyeleşir, hayır duada bulunur, her fırsatta onu sevdiğini belli eder.
• Mümin müminin aynasıdır. Emir ve yasaklara uymada birbirlerini güzellikle ikaz ederler.
• Ayrı coğrafyalarda, ayrı tâbiyetler altında yaşıyor olsalar bile sevgi, şefkat ve merhamette bir beden gibidirler. Birinin yaşadığı bir sıkıntıyı öteki de hisseder.
• Müslümanın kardeşlik hukuku o kadar incedir ki bir hadis-i şerifte buyurulduğu gibi “Eziyet veren, incitici bir bakışla bir müslümana işaret etmesi (bile), diğer müslüman için helâl olmaz.”




Akabe’deki Kardeşlik Sözü



Akabe, Efendimiz s.a.v.’in evrensel müjdesinin en önemli eşiklerindendir. Rasul-i Ekrem s.a.v., nübüvvetin on birinci yılında (620) Mekke’ye gelen Yesrib (Medine) halkından bir grubu Akabe denilen yerde İslâm’la tanıştırır. Hazreç kabilesine mensup bu grup, Medine’de İslâm’ı yaymaya çalışır.

Ertesi yıl on Hazreçli ve iki Evsli Mekke’ye gelip Akabe’de Efendimiz s.a.v. ile buluşarak “Hiçbir şeyi Allah’a eş koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine,
birbirlerine iftira etmeyeceklerine, emirlerine uyacaklarına” dair Peygamber s.a.v. Efendimiz’e söz verir, biat ederler.

Birinci Akabe Biatı olarak anılan bu hadiseden bir yıl sonra, ikisi kadın yetmiş Medineli Mekke’ye giderek Efendimiz s.a.v. ile yine Akabe’de gizlice bir araya gelir. Allah Rasulü s.a.v. onları, hicret
ettiği takdirde “Canlarını, mallarını, çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi kendisini koruyacaklarına, rahat günlerde de sıkıntılı anlarda da O’na itaat edeceklerine, bollukta da darlıkta da gerekli
yardımları yapacaklarına, iyiliği emredip kötülüğe engel olacaklarına, hiç kimseden çekinmeden hak üzerine bulunacaklarına dair” söz vermeye davet eder. İkinci biat, her bir Medineli’nin söz vermesiyle
gerçekleşmiş olur.

Akabe’de verilen İslâm ve kardeşlik yemini, Hazreç ve Evs kabilesi arasında uzun yıllar süren savaş ve düşmanlığı ortadan kaldıracak, birlik ve beraberliği kuracak bir ümit, bir müjde olmuştur.


Hucurat Suresi Ne Diyor?



Medine döneminin son yıllarında inen Hucurat suresi, ismini 4. ayette geçen ve “hücre” kelimesinin çoğulu olan “hucurat”tan alıyor. Hücre ifadesi ile Mescid-i Nebevî’nin yanındaki Hz. Peygamber s.a.v. ve ailesine ait odalar kastedilir.

Sure, İslâmî edep ve ahlâka dair önemli ilkeleri içeriyor. Toplumların hukuk ve ahlâk ilkelerine dayanması gereğinin altını çiziyor. Ayrıca, bütün inananların kardeş sayıldığını, bundan dolayı kardeşlerin arasını bulmanın da onlara düşen bir görev olduğunu bildiriyor.

Hucurat suresinin bazı ayetlerinin meali şöyle:

• Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah âdil davrananları sever. (9. ayet)

• Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz. (10. ayet)

• Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de (böyle yapıp) tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir. (11. ayet)

• Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok çekineninizdir. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır. (13. ayet)