> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Akaid Eserleri > Ateizm Gerçeği > Comte´un Pozitivizmi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Comte´un Pozitivizmi  (Okunma Sayısı 3925 defa)
19 Eylül 2010, 01:38:36
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 19 Eylül 2010, 01:38:36 »



Comte´un Pozitivizmi


Son asırlarda ateizme kapı aralayan ve bu nedenle din için en büyük tehlike oluşturan akımlardan birisi pozitivizm olmuştur. Bu akım pek çok insanın dinden kopmasına neden olduğu gibi taraftarlarını da dinle mücadele etmeye teşvik etmiştir. Nitekim bu zihniyeti benimseyen kişiler çoğunlukla inandıkları şeylerin doğru olup olmadığına bakmaksızın, insanlara pozitivizmi telkin etmiş (bir anlamda bilim adına dinsizliği önermiş) dinî inançları da ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.

Bu akımın uzun bir süre insanlar üzerinde çok etkili olduğu açıktır. Ancak etkisi ve gücü sadece şartlanmış ve bir şekilde dinden uzaklaşmış insanların ötesine geçmemiştir. Bütün iddiaların aksine günümüzde dinin ve Tanrı inancının bulunması, eskiden olduğunun aksine daha güçlü bir şekilde yaşaması bu akımın gündemden düştüğü, tarihteki yerini almaya yüz tuttuğunu göstermektedir. Çünkü bir fikrin değeri o fikrin tutarlı ve doğru olup olmadığıyla yakından alâkalıdır. Halbuki pozitivizmin dinle ilgili iddiaları yanlışlanmış, inançsızlıkla ilgili beklentileri de boşa çıkmıştır.

Pozitivizm sözcüğü sadece bir ekol olarak felsefede değil, bilim, sanat, edebiyat ve hukukta da belirli bir düşünce biçimini ifade etmek için kullanılmıştır.(65) Bu kavram bilimi tek geçerli bir bilgi türü olarak gören aynı zamanda mevcut olguları deney yoluyla bilinebilen ve üzerinde inceleme yapılabilecek tek obje olarak kabul eden bir anlayışın ismidir. Pozitivizm terimini ilk defa kullanan da Saint Simon (1760-1825) olmuştur. Saint Simon ve arkadaşları toplumu yeniden yapılandırmak için metafiziğin dışarıda kalacağı bilimsel bir bilgi ve bilimsel bir yöntem arayışına girmişlerdir.

Fransız filozofu Auguste Comte (1798-1857), Simon'un fikirlerini devam ettirmiş, bilimde deneye önem vermiş, deneyle elde edilemeyen bilgileri de (metafiziği ve teolojiyi) hayal mahsulü olarak görmüştür. Comte evrimci bir yaklaşımla insan zihninin de üç aşamadan geçtiğini ve zaman içerisinde olgunlaştığını belirtmiştir. İnsanlık tarihini teolojik, metafiziksel ve pozitivist olmak üzere sırasıyla üç döneme ayırmıştır:

Comte´a göre birinci dönem olan teolojik evrede, insanlık doğada cereyan eden hadiseleri Tanrı ve ruh gibi doğa üstü nedenlerle açıklamıştır. İkinci dönem olan metafiziksel evrede ise insanlık doğada olup biten şeylerin arkasında Tanrı gibi doğa üstü güçler aramak yerine doğanın kendine yönelmiş olayların nedenlerini soyut bir biçimde de olsa yine doğada aramıştır. Hayal yerine aklını kullanmış, cevher ve arazlardan bahsetmeye başlamıştır. Üçüncü dönem olan pozitif evrede ise, Comte´a göre, insanlık teolojiyi ve metafiziksel muhakemeleri bir kenara bırakmış, deneyle doğayı anlamaya çalışmıştır. Olayların arkasındaki sebepler için doğa üstü ya da metafiziksel gerekçeler aramak yerine gözlemde bulunarak ya da deney yaparak dünyanın kanunlarını keşfetmeye koyulmuştur. Comte´a göre yetişkin insanın yapacağı ve pozitif (fiziksel) bilimin takip ettiği yol budur. Yine bu evre Tanrı inancının ortadan kalkacağı bir dönem olacaktır.(66)

Görüldüğü gibi Comte üç hal yasasıyla aynı zamanda bir tarih felsefesi kurmuş, insanlığın gelişimini de tarihi evrimin bir sonucu olarak görmüştür. Ancak Comte'un yanılmış olduğu ortadadır. Pek çok düşünür gibi O da içinde yaşadığı kültürdeki dinî krizleri, sosyal çalkantıları, kilisenin nüfuzunu kaybetmesini ve bilim karşısındaki yenilgisini polemik konusu yapmış, dinin ya da yaratıcı Tanrı fikrinin yok olacağını ümit etmiştir. Ne var ki aklı ve bilimi ön plana çıkardığını zanneden bu kişiler hayal dünyasında yaşamış ve duygularının esiri olmuşlardır. Her insan gibi bir süre sonra yüce yaratıcının koyduğu yasalar çerçevesinde ömürlerini tamamlamış ve ölüp gitmişlerdir. Ancak kâinatın ve canlılar dünyasının bütün ihtişamı ve güzelliği ile ayakta olduğu, doğan her çocuğun da yine bütün mâsumiyetiyle beraber Tanrı'ya yönelmeye devam ettiği herkesin mâlumudur.

Yukarıda ifade edildiği gibi Comte´un fikirleri bazı çevrelerde etkili olmuş ancak çok ciddi eleştirilerle de karşılaşmıştır. Bu eleştirilere göre Comte´un fikirlerinin tarihen ne kadar doğru olup olmadığı bir tarafa, dünyanın ve insanlığın mevcut durumu dahi onun yanlışlığını ortaya koymuştur. Nitekim günümüzde din olgusu ve Tanrı inancı bütün çeşitliliği ve zenginliği ile yaşamını sürdürmekte ve milyarlarca insan inanmaya devam etmektedir. Ortadan kalkacağını söylediği din (Hıristiyanlık-Katoliklik) hâlâ hayatiyetini ve faaliyetlerini sürdürmektedir. Dolayısıyla günümüze kadar yaşamış olsaydı gördüğü manzara karşısında Comte´un dahi hayal kırıklığına uğrayacağı muhakkak idi. Aslında dinin ortadan kalkacağını söyleyen Comte daha kendi hayatında, bu düşüncesine aykırı şeyler yapmış ömrünün sonlarına doğru bir tür insanlık dini kurmayı denemiştir.

Comte bütün tutarsızlıklarına rağmen kendinde insanlık tarihini üç evreye ayırma hakkını görmüş ve bu tarihleri de insanlığın olgunlaşma seyri olarak ifade etmiştir. İnsanı ilk var olduğu günde olgun bir varlık olarak görmemiş, olgunlaşmasını da dinden uzaklaşmasına bağlamıştır. Ancak yüzyılımızdaki pek çok ateisti de etkileyen bu düşüncelerin ne kadar gerçeğe aykırı olduğu daha ilk bakışta anlaşılacaktır. Nitekim yüzyılımızda dinden uzaklaşan ya da bir şekilde onunla savaşan toplulukların ne duruma geldikleri ve neler yapabildikleri, dünyamızı ne şekilde cehenneme çevirdikleri gayet iyi bilinmektedir.

Comte teolojik, metafizik ve pozitivist evreler dediği şeylerin insanlığın ortak tecrübesi olduğunu görememiştir. Nitekim tarih kitaplarında belirtildiği gibi çok eski yıllarda dahi yüksek medeniyetler kurulmuş, bilimsel çalışmalar, felsefî eserler ortaya konmuştur. Bunların bir kısmı günümüze kadar gelebilmiş çoğunluğu ise maalesef kaybolup gitmiştir. Ancak ortada bir gerçek vardır. O da insanın yaratıldığı ilk günden beri şu anda bizlerin de sahip olduğu yeteneklere, özelliklere ve düşünce gücüne sahip olduğudur. Aynı şekilde bizden binlerce yıl sonra dünyaya gelecek olanların da bizden farklı olmayacağıdır. Böyle olmasaydı tarihi, tarihî eserleri, ziyaret edildiği eski tapınakları, sarayları, anıtları, piramitleri, arkeolojik kalıntıları, okuduğumuz yazıtları, kitâbeleri bulamayacaktık. Ayrıca insanlığın elde ettiği bilimsel seviyenin de temellerini yıkmış olacaktık. Çünkü yüzyılların birikimi olmasaydı son iki asırda hızlanan ve gittikçe ilerleyen bilimsel ilerlemeler de görülmeyecekti. Birazcık arkeoloji kültürü olan ve medeniyet tarihi okuyan bir kimse her halde Comte?un söz konusu iddiaları karşısında şaşkınlığını gizleyemeyecektir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Comte´un Pozitivizmi
« Posted on: 29 Mart 2024, 13:56:36 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Comte´un Pozitivizmi rüya tabiri,Comte´un Pozitivizmi mekke canlı, Comte´un Pozitivizmi kabe canlı yayın, Comte´un Pozitivizmi Üç boyutlu kuran oku Comte´un Pozitivizmi kuran ı kerim, Comte´un Pozitivizmi peygamber kıssaları,Comte´un Pozitivizmi ilitam ders soruları, Comte´un Pozitivizmiönlisans arapça,
Logged
21 Ağustos 2011, 00:05:48
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #1 : 21 Ağustos 2011, 00:05:48 »

Teizm, Deizm, Pozitivizm
Gerek Teizm gerekse Deizm yaratıcı olarak Allah’ı (c.c.) kabul etmekle ortak bir paydaya sahiptirler.
 
Ben Teizm ile Deizm’i, müstakil birer din olarak görmüyorum; ilahi dinlerden uzaklaşmanın aşamaları olarak değerlendiriyorum. Aslında Ateizm’i (Tanrı tanımazcılığı) de işin  içine katarsak ilahi dinlerden uzaklaşmanın üç belirgin evreden oluştuğunu söyleyebiliriz.
 
Teistler, tek tanrılı dinlerde olduğu gibi Allah’ı (c.c.) bir yaratıcı olarak kabul ederler. Ama tek bir ilahı yaşamlarına gerektiği zaman sokarlar. Dini ibadetler belirli değildir ve dini emir ve yasakların yaşamlarında önemli bir yeri ve yaptırım gücü de yoktur. Allah’a (c.c.) akıl ve sevgi yolu ile yaklaşmayı bir ideal olarak görürler. Bu yolla Allah’ı (c.c.) iç dünyalarında bulacaklarını düşündükleri için ilahi dinlere karşı bir tavır alırlar. İlahi dinlerin dini kurallarla, emir ve yasaklarla kişi ile Allah (c.c.) arasına mesafe koyduğunu düşünürler. Dinin bir vicdan işi olduğuna inanırlar. Dinin kişinin vicdanı dışında kalan diğer yönlerini reddetmeseler de pek de önemsemezler. Sokrat’ın, Platon’un Teist olduğunu iddia ederler.
 
Büyük bir kısmı açıkça itiraf etmese de tarih boyunca pek çok filozofun Teist olduğu dikkati çeker.
 
Teistlerin Hıristiyan inancındaki teslis (üçleme:Tanrı, Hz. İsa ve Kutsal ruh) akidesine bir tepki olarak bu inancı savunduklarını düşündürecek pek çok kanıt vardır. Tanrı’ya ve bazı ibadetlere karşı olmamaları bunun en açık belirtisidir. Bu yönüyle Teizm, ilahi dinlerden uzaklaşmanın bir aşaması değil, hak dini arayışın bir çabasıdır.
 
Günümüzde pek çok Müslüman genç, dinini yeterince öğrenememesi nedeniyle ve yabancı din, felsefe ve kültürlerin etkisi ile farkında olmadan Teist bir inancı savunmakta ve bu tür inançla İslam dinini anlamlandırmaya, yorumlamaya, bağdaştırmaya çalışmaktadır. Elbette bu yönüyle Teizm ilahi dinlerden uzaklaşmanın bir aşamasıdır.           
 
Teizm, Batı’da insanların hak dinin arayışı içerisinde olduğunu gösterirken Müslüman ülkelerde insanların hak dinden uzaklaşmanın bir basamağı olmaktadır.
 
Aslında Ortaçağ’da Hıristiyanlık inancının kilise tarafından uygulanan baskıcı yönü o dönemdeki aydınları ya dinsizliğe (Ateizm’e) ya Deizm’e ya da Teizm’e zorlamıştı. Bunun doğal sonucu olarak aydın sınıfta bu insan doğasına bir zorba gibi hükmeden Hıristiyanlık dinine karşı kendilerini savunma ve koruma düşünceleri gelişti. Böylece Avrupa ülkelerinde laisizm (laiklik) önce bir düşünce olarak belirmiş, daha sonra da bir inanç özgürlüğü güvencesi olarak yasalara girmiştir. Fakat İslam dini uygulamada Hıristiyanlık gibi böyle bir yanlış yola tarih boyunca hiç sapmamıştır. “Dinde zorlama yoktur (Bakara suresi, ayet 256).”, “Senin dinin sana, benim dinim bana (Kâfirûn suresi, ayet 6).” ayetleri, farklı din ve mezhepte olanlar için inanç özgürlüğünün güvencesiydi. Osmanlı devleti örneğinde görüldüğü üzere farklı din ve mezhep mensuplarına verilen hak ve özgürlükler, gösterilen hoşgörü onların din, mezhep ve kültürlerinin zamanımıza değin bir değişme ve bozulma geçirmeden ulaşmasını sağlamıştır. İslam dininin özünde Hıristiyanlıkta olduğu gibi baskıcı bir yön mevcut değildir. Onun için de bir Müslüman’ın Teist olmasına hiç gerek yoktur. Zaten İslam dini tek tanrı inancıyla, diğer dinlerin mensuplarına sağladığı hak ve özgürlükler ve hoşgörü ile Teistlerin de aradığı bütün dini özellikleri bağrında fazlasıyla barındırmaktadır. Tabii bununla birlikte İslam dininde ibadetlere, emir ve yasaklara önem verilmediği, verilmeyeceği anlamı da çıkarılmamalıdır.
 
Teizm, Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin peygamberliğinden önce Arabistan’da Hz. İbrahim Aleyhisselâmın dininin bir çeşit devamı niteliğinde olan Hanif dinini andırmaktadır. Bilindiği üzere Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz,  peygamberliğinden önce Mekkeli Müşrikler gibi Putperest değildi. Hiçbir zaman da putlara tapmamıştı. O dönemde Hz. İbrahim’den (a.s) gelen Hanif dini gereğince tek Allah’a (c.c.) iman ve kendince ibadet ediyordu. Hatta o sıralarda Ramazan aylarında bu ibadetleri için Nur dağında Hira mağarasına çıkıp orada günlerce yalnız kalıp ibadet ettiğini konuyla ilgili bütün kaynaklar belirtmektedir. Kuran-ı Kerim’de peygamberimizin bu hakkı arayışı ve hidayete kavuşması şöyle belirtilmektedir: “Seni dalalette bulup hidayete erdirmedi mi? (Duhâ suresi, ayet 7).” Teizm de tıpkı Hanif dini gibi ilahi bir dinin gölgesinde olma özelliği ile dikkati çekmektedir. İlahi dinlerin değişmesinde, bozulmasında Teizm ilk aşama gibi görünmektedir.
 
On yedinci yüzyılda Avrupa’nın değişik ülkelerinde kendisini gösteren Deizm ise, aslında Aristo’nun Tanrı anlayışından esinlenmiş bir inanç biçimidir. Deizm’e göre, Allah (c.c.) vardır, ama onun tek görevi her şeyi yaratmaktır. Bunun dışında bizlerle hiçbir ilişkisi kalmamıştır. Allah (c.c.) evreni, dünyayı ve içerisindekileri yarattıktan sonra bir kenara çekilmiştir. Artık insanlarla hiçbir alışverişi olmamıştır. Allah’ın (c.c.) peygamberler göndermesi, ilahi kitaplar indirmesi düşünülemez. O, insanların dünyasını kendi haline bırakmıştır. İnsanlar akılları sayesinde nasıl yaşayacaklarını kendileri belirleyebilirler. Bu nedenle Allah’a (c.c.) dua etmek de yararsız bir şeydir. İbadetler de gereksiz ve anlamsız şeylerdir.
 
Deizm’in Allah’ı (c.c.) sadece yaratıcı sıfatıyla tanıması, Allah’ı (c.c.) inkar etmenin bir başka yoludur. Evreni, içerisindekileri, yeryüzünü, canlı, cansız varlıkları  ve insanı yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) varlığını kabul edip de O’nun insanı bu dünyada başı boş bıraktığını düşünmek büyük bir gaflettir, aldanıştır, iftiradır. İnsan bile bir aleti ve eşyayı bir amaç için yapar. Allah (c.c.) da insanları ve cinleri Kendi’sini tanıması, Kendi’sine ibadet etmesi için yaratmıştır (bk. Zâriyât suresi, ayet 56). Bizi yarattıktan sonra kendi halimize bırakmamış, gönderdiği peygamberlerle ve indirdiği kitaplarla dinimizi (yaşam tarzımızı) tebliğ etmiştir: Peygamberler ve ilahi kitaplar aracılığı ile Allah (c.c.), bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu, ölümden sonraki yaşamda ebedi hayatımızın başlayacağını, ebedi yaşamda ödül ve cezanın bulunduğunu, Kendi gösterdiği yola uygun yaşam sürenlerin cennette ebedi mutluluğa ulaşacaklarını, O’nun dinine iltifat etmeyip karşı çıkanların da cehennemde  ceza göreceklerini belirtmiştir.
 
Deizm’de Allah’ı (c.c.), sadece yaratıcı sıfatıyla kabul edip de, O’nun emir ve yasaklarla insanın yaşamına müdahale etmesini kabul etmeme kendi içerisinde bir çelişki ve mantıksızlık da taşımaktadır. Şöyle ki: Yaratıcılık sadece yoktan var etmek, meydana getirmek değildir. Yaratıcılık çok daha geniş bir anlama sahiptir. İnsanın tüm maddi ve manevi ihtiyaçlarını da kapsar. Yaratıcının bunları da yaratması beklenir. Bu açıdan Allah’ın (c.c.) el-Hâlık güzel ismi pek çok güzel ismi de beraberinde taşır. Örneğin Allah (c.c.) insanı beslenmeye muhtaç yarattığına göre er-Rezzâk olmalıdır. Çaresiz bir yavru olarak şefkate muhtaç olarak dünyaya getirdiğine göre er-Raûf olmalıdır. Yine insanın içerisinde ebedi yaşam iştiyakını yarattığına göre el-Bâ’is olmalıdır. Tüm bunlardan öte nasıl bir anne-baba yavrusunu istediği gibi büyütme ve eğitme hakkına sahipse bunların da gerçek yaratıcısı olan Allah (c.c.) tüm insanların yaşam biçimlerini belirlemeye ve onları gönderdiği peygamberlerle ve indirdiği kitaplarla terbiye etmeye, onlara yol göstermeye, doğru ile yanlışı açıklamaya  er- Rabb, el- Hakem, el-Hâdî, er-Reşîd güzel isimleri ile hak sahibi olmalıdır.
 
Deizm’de Allah’ı (c.c.), sadece yaratıcı sıfatıyla kabul edip de, O’nun emir ve yasaklarla insanın yaşamına müdahale etmesini kabul etmemenin elbete psikolojik bir nedeni bulunmaktadır. Allah’ın (c.c.) dininde helal dairesi hayli geniş iken bazı insanlar içgüdülerinin; basit, dünyevi ihtiraslarının esiri olarak yine de kötü yollara, günahlara sapmaktan geri durmazlar. Böyle birisi yaptığı kötü şeylerden ve günahlardan sonra  Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmenin verdiği bir parça imanla kendisinin affedileceğini düşünmekte, diğer yandan Allah’ı (c.c.) yaşamından uzaklaştırdığı için dinin yasakladığı kötülükleri ve günahları nisbi bir vicdani rahatlık ile işleyebilmektedir. Yani Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmek bunların suçluluk duygularını yok etmede yardımcı olurken bunlar Allah’ın (c.c.) birey ve toplum yaşamına müdahale etme hakkı olmadığı iddiasıyla da nefislerinin esiri olarak rahat bir biçimde dinin yasakladığı kötülükleri ve günahları işlemede bir düşünsel ve felsefi zemin bulabilmektedir.
 
Gerçekten, ne yazık ki, çağımızda pek çok Müslüman’ın Allah (c.c.) ile olan ilişkisi Deist bir karakter arz etmektedir.
 
Deistlerin Allah’ın (c.c.) sıfatlarını ve güzel isimlerini bilmedikleri, daha doğrusu bilmek istemedikleri düşünülebilir. Allah’ın (c.c.) güzel isimleri (esma-ül hüsna) arasında Deistlerin de inandığı yaratıcı (el-Hâlık) olma yanında O her şeye gücü yetendir (el-Kâdir, el-Muktedir). Ayrıca Deistler inanmasa da Allah (c.c.), peygamber gönderendir (el-Bâ’is). Ahirette bütün ölüleri diriltendir (el- Muhyi). Yine Allah (c.c.), Deistler inanmasa da gönderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla insanlara yol gösterendir (el-Hâdî). Mahşerde O’na bu sıfatları ve güzel isimleri ile inanmayanları hesaba çekip cezalandıracaktır (el-Hasîb, el-Kahhâr), Müminleri, affedecek ve esirgeyecektir (el-Gafûr, el-Gaffâr, el-Afüvv, el-Rahîm). Yine Allah (c.c.),  Deistlerin sandığı gibi bizi kendi halimize bırakmamıştır. Sıkıntıda olanların imdadına koşmakta, dualarına icabet etmektedir (el-Mucîb). Ayrıca indirdiği kitaplarla, gönderdiği peygamberle hüküm sahibidir (el-Hakem).
 
Evimize aldığımız basit bir teknolojik ürünün, örneğin bir bulaşık makinesinin bile bir “Kullanma Kılavuzu”  vardır. Onda ilgili ürünün kullanımı sırasında nelere dikkat edilmesi gerektiği açıkça belirtilir, maddeler halinde sıralanır.  İnsan da...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes