๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Ateizm Gerçeği => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 19 Eylül 2010, 00:37:20



Konu Başlığı: Ateizm Nedir?
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Eylül 2010, 00:37:20
Ateizm Nedir?


Ateizm terimi öncelikle felsefî bir kavram olup Tanrı inancı karşısında tepkisel bir düşünceyi dile getiren dünya görüşünün ismidir. Tarihte çok yaygın olmasa da eski dönemlerden itibaren günümüze kadar var olan ve bazı filozoflarca da dile getirilen önemli bir problemdir. Yüzyılımızın ilk yarısında da tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar yaygınlaşan ve kendine taraftar bulan bir düşünce akımıdır. Günümüzde ise eski gücünden uzaklaşan ve fikrî dayanaklarını da tek tek yitiren ideolojik bir tavırdır.
Ateizm kelimesi Yunanca da Tanrı anlamına gelen Theos'tan türemiştir. Bu kelimeden de Tanrı inancına sahip olmak ya da Tanrı´ya inanmak anlamına gelen theism anlayışı ortaya çıkmıştır. Ateizm kelimesi de İngilizce theism kelimesinin başına "a" ön takısının eklenmiş hali olup Türkçe'de tanrıtanımazlık anlamına gelmektedir.(1) Bu eserde konu işlenirken tanrıtanımazlık ya da inançsızlık terimleri kullanılmakla birlikte dilimizde yaygınlık kazandığı için ateizm kelimesinin aynen kullanılması tercih edilmiştir.

Ateizm kavramı felsefî bir bakış açısını ifade etmenin yanında günlük dilde de belli bir yaşam tarzını ve davranış biçimini dile getirmektedir. Nitekim günlük dilde de benzeri bir düşünüşü dile getiren ya da ima eden kelimeler bulunmaktadır. Meselâ kültürümüzdeki "inançsız" veya "inkârcı" gibi kelimeler de bu terimin karşılığında kullanılmaktadır. Ayrıca bu kelime dinî literatürümüzdeki kâfir, müşrik, zındık ve özellikle ?mülhid? gibi sözcüklerle de ifade edilebilmektedir.(2)Bu da problemin pratik boyutunun olduğunu ve sıradan insanların dahi böyle bir düşünüş ve inanış biçimine karşı yabancı olmadıklarını ortaya koymaktadır.
Felsefî bir problem olarak ateizmin tanımlanması bu terimin anlaşılması kadar kolay değildir. Bunun çeşitli gerekçeleri bulunmaktadır. Bunların arasında da ortada pek çok Tanrı kavramının, din anlayışının ve Tanrı inancıyla ilgili felsefî yaklaşımın bulunmasıdır. Buna karşın birbirinden farklı olan ateistik akımlar da mevcuttur. Dolayısıyla ortada net bir ateizm tanımından veya teizm biçiminden söz etmek mümkün olmayacaktır.

Ateizmin bir kavram olarak tanımlanması ve anlaşılması öncelikle ilâhî dinlerin Tanrı inancının ne olduğunun bilinmesiyle mümkün olacaktır. Çünkü ilâhî olmayan herhangi bir inancı (putperestliği, totemizmi, paganizmi vb.) ya da dinî (Budizmi, Şintoizmi, Afrika'daki kabile inançlarını vb.) reddetmek mutlaka ateizm anlamına gelmeyecektir. Yine ateizmin tanımlanması için ilâhî dinlerde Tanrı inancıyla ilgili olarak peygamberlik ve âhiret inanışlarının da göz önünde bulundurulması gerekecektir. Bunun sebebi de ateizmin gerek kavram ve gerekse bir düşünce olarak söz konusu inançlara olan bağımlılığıdır. Çünkü böyle bir inanç olmasaydı zaten ateizm de olmayacaktı.
Bilindiği gibi dünya üzerinde birden fazla Tanrı anlayışı bulunmaktadır. Hatta ilâhî dinlerin yanında, aynı mezhebin veya ekolün dahi kendi içerisinde farklı yorumlara sahip olduğu görülmektedir. Bu noktadan bakıldığında her türlü Tanrı inancının veya dinin tam olarak ilâhî dinleri yansıtmadığı (bir anlamda teizm olmadığı) anlaşılmaktadır. Bu durumda dünya üzerinde tek tip bir dinî inançtan bahsetmek mümkün değildir.

Aynı şekilde ateizmi de geniş anlamda inançsızlık olarak ele alırsak yine dünyada tek çeşit bir inançsızlığın olmadığını görürüz. En azından şekil, yöntem, gerekçe ve amaç itibariyle bazı inançsızlıkların birbirinden farklı olduğunu tesbit edeceğiz. Dolayısıyla inançsızlık denilince hemen akla ateizm gelmemelidir. Meselâ insanların çoğu inanç sahibi ve bir dine mensup olmasına rağmen öteki dinleri reddetmektedirler. Diğerleri de aynı şekilde davranmakta, sadece kendi anlayışlarını savunarak karşısındaki inanışları yanlışlamaya çalışmaktadırlar. Bu duruma en bâriz bir şekilde Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet arasında karşılaşılmaktadır.

Hıristiyanlar İslâmiyet'i (İslâm´ın ortaya koyduğu Allah kavramını) ve Hz. Muhammed'i reddederken, müslümanlar da hıristiyanların teslîs, enkarnasyon ve aslî suç gibi inanışlarını reddetmekte ve Hz. İsa?nın sadece bir peygamber ve bir insan olduğunu belirtmektedirler. Buna karşın yahudiler Tanrı?nın İsrâiloğul-ları'nı mümtaz kıldığını ve dolayısıyla kendi Tanrıları olduğunu söylerken, müslümanlar Tanrı'nın bütün insanları eşit yarattığını, rengi, dili ve kültürü ne olursa olsun herkesi kucakladığını yani O?nun evrensel olduğunu ifade etmişlerdir. Görüldüğü gibi kaynak itibariyle aynı Tanrı?ya inandıkları halde dahi söz konusu dinlerin mensupları kendi aralarında ayrılmakta ve birbirlerinin Tanrı yorumunu kabul etmemektedirler.

Felsefe tarihinde dindar olmadığı halde Tanrı inancına sahip olan düşünürler de bulunmaktadır. Buna karşın günümüzde çok sık rastlandığı gibi özellikle Batı dünyasında görünüşte dindar olduğu halde gerçekte Tanrı'ya inanmayan pek çok kişi vardır. Bu durum gerek teizmin ve gerekse ateizmin tanımlanmasında birtakım güçlüklerin bulunduğunu göstermektedir.

Dünyanın bazı bölgelerinde ateizmin ideolojik hale getirilmesi de tanım konusunda ayrı bir sıkıntı doğurmuştur. Meselâ özünde materyalist ve sosyalist olan politik yapılanmalarda ateizm insanlara kabul edilmesi gereken bir yaşam biçimi olarak sunulmuştur. Burada da ateizmin ideolojilerden bağımsız olarak kendi başına anlaşılma zorluğu bulunmaktadır.

Ateizm temelde Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi üç büyük ilâhî dinin Tanrı anlayışını kendine hedef olarak seçmektedir. Yorum farkları bir tarafa bırakılırsa, bu dinlere göre Tanrı, özünde ezelî ve ebedî olan, irade ve kişilik sahibi, aşkın bir varlıktır. Varlığı için hiçbir sebebe gereksinim duymayan bu varlık, maddî değildir ve görünen âlemin de ötesindedir. Nesneleri yoktan varkılmaya muktedir olan bu varlığın gücü de Tanrı olmak bakımından her şeyi yapmaya muktedirdir. Ayrıca yaratmış olduğu evreni ve içerisindeki varlıkları da şekillendirmekte, düzenlemekte ve işleyiş yasalarını belirlemektedir. Bir anlamda bu yasalar sayesinde onların varlıklarını devam ettirmelerine imkân tanımak-tadır.(3) Bu tanım çerçevesinde, Tanrı´nın varlığına inanan ve bu inancını da ifade eden kişiye mümin denmektedir. Böyle bir Tanrı kavramına inanmayan kişiye ise ateist denmektedir. Yani bir anlamda ateist, ilâhî dinlerin ifade ettiği biçimde, varlığının öncesi veya sonrası bulunmayan, aşkın olan, evreni yaratan ve yasalarını belirleyen, irade ve kişilik sahibi olan, her şeyi yapma, bilme ve görme kudretinde bulunan, insanların hayrını dileyen ve onlara hayatı bahşeden bir varlığa inanmayan kişidir. Diğer bir deyişle ateist hem düşünce seviyesinde hem de günlük yaşantısında söz konusu Tanrı?nın varlığını reddeden bununla birlikte peygamberi ve âhiret inançlarını da kabul etmeyen kişidir.

Dinler tarafından Tanrı´ya atfedilen nitelikler bazan çevreden çevreye değişebilmektedir. Özellikle yahudi ve hıristiyan düşünürlerin bir kısmı bu temel niteliklere sadık kalmakla birlikte, bazan kendi dışındakilerinin (müslümanlar) kabul edemeyeceği bir biçimde O'nu yorumlamaktadırlar. Meselâ yahudilerin Tanrı´yı sadece İsrâiloğulları'na ait millî bir Tanrı biçiminde görmelerine, hıristiyanların da Tanrı´yı bir yandan Baba (Father) olarak tasvir etmelerine diğer yandan onu oğul İsa biçiminde dünya´ya gelmiş olarak yorumlamalarına müslümanlar karşı çıkmışlardır.

Müslümanların söz konusu anlayışlara karşı çıkma gerekçeleri arasında her iki geleneğin özünden koptuğu, aslını değiştirdiği, akıl ve mantık dışına çıkıldığı gibi hususlar bulunmaktadır. Bir ateist her şeye rağmen bu dinlere ve Tanrı anlayışlarına açıkça karşı çıkmakta genelde de farklılıklarını düşünmeden her üçünü birden inkâr etmektedir.

Batı dünyasında ortaya çıkan felsefî ateizmin her ne kadar aşkın bir varlığa ya da yaratıcıya karşı tepki olarak ortaya çıktığı düşünülse de insanların inançsızlığa doğru sürüklenmesinde hıristiyanlığın kendine özgü yorumlarının ve kilise öğretilerinin de büyük rolü olmuştur. Nitekim İslâmiyet´in hıristiyanlıkla ilgili karşı çıktığı pek çok unsurun içerisinde bunlar bulunmaktadır. Ateistler açısından eleştiri konusu olan ve belki de dinden kopma sebebi olan bu inançların büyük bir kısmı müslümanlar tarafından da reddedilmiştir.(4)


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: muhsin iyi üzerinde 21 Ağustos 2011, 00:03:24
Ateizm ve  Ateist
Allah’ın (c.c.) varlığı ve yokluğu konusu, içerisinde bulunduğumuz çağda ortaya çıkmış yeni bir tartışmadır. İnsanlık daha önceki çağlarda Allah’ın (c.c.) varlığı konusunda hiç bir kuşkuya kapılmamıştır.
 
            İnsan Allah’ın (c.c.) varlığı konusunda nasıl herhangi bir kuşkuya düşebilir ki?.. Bunu aklı başında olan bir insanın anlaması gerçekten çok zordur. Nedense bu konuda başkalarının da benden farklı düşüneceklerini sanmıyorum. Çünkü öncelikle insanın kendi varlığı; vücudu, her bir organı mükemmel bir yaratıcıyı gerekli kılmaktadır.
 
Farz edelim ki, bir gün insanlar çeşitli gezegenlere de yolculuk yapmaya başladılar. Tıpkı bir şehre gider gibi uzayın çeşitli gezegenlerine toplu geziler düzenlemektedirler. İşte böyle bir gezinti sırasında yeni keşfedilen bir gezegende bir insan heykeline rastlanır. Bu heykelin bütün dış organları tıpkı canlı bir insanınki gibidir. Ama tüm aramalara ve araştırmalara rağmen bu gezegende o heykeli yapacak canlı bir varlığa tesadüf edilmez. Bu durumda buna tanık olan insanlar, heykelin varlığı ve yaratıcısı konusunda ne düşüneceklerdir? İçlerinden bir filozof kalkıp da ilgili heykelin oluşumunu gezegendeki ısı değişimi, rüzgar, akar su gibi doğa güçlerinin bir kaya bloğunu biçimlendirmesiyle izah etmeye kalkarsa yada tek bir atomun diğer atom ve elementlerle türlü koşullarda ve çeşitli uygun tesadüflerin birleşmesiyle ve kaynaşmasıyla meydana geldiğini iddia ederse buna elbette herkes gülecektir. Bir doğa gücü olan ısı değişimi, rüzgar ve akar su gibi öğeler gerçi kaya bloğunu parçalayabilirler. Çeşitli biçimlere sokabilirler. Kum ve toprağa da dönüştürebilirler. Ama bu doğa güçleri, ona bir insan heykeli görünümü veremez. Bunun gibi tek bir atomun diğer atom ve elementlerle tesadüfen birleşmesi ve kaynaşması ile böyle güzel bir sanat eserinin meydana gelebileceğine de kimse ihtimal vermez. Herkes bilir ki, bunu ancak hayal kuran, tasarlayan, ölçüp biçebilen, bu konuda eğitim almış, eli maharetli bir heykeltıraş yapabilir. Gerçek budur. İlgili heykelin kendiliğinden meydana geldiğini düşünmek büyük bir saflıktır, aldanıştır.  Basit bir heykel için durum böyle iken içerisinde yaşadığımız dünyada en mükemmel tarzda yaratılmış, vücudu, organları yaşam için en ideal tarzda biçimlendirilmiş bir insanın varlığını ve yaratılışını nasıl tek hücreli bir canlıyla ve onun doğa güçleri ve tesadüfler ile evrimleşmesiyle izah edebiliriz? Kaya bloğundan yapılmış basit bir heykel parçasına bile bir heykeltıraş aranırken capcanlı; ruh, nefis ve irade sahibi bir insan için bir yaratıcı düşünülmemesi ondan daha büyük bir saflık, aldanışlık olmaz mı?
 
            Bu gerçekliğe karşın bir kısım insanlar, düşünürler çağımızda Ateizm’i bir inanç biçimi olarak görmekteler. Ben nedense hiçbir Ateist’in mutlak anlamda yaşamının tüm anlarında Ateizm’i savunmasını olanaksız görmekteyim. Bir Ateist arkadaşlarına Allah’ın (c.c.) olmadığını iddia edebilir, bu konuda onlarla tartışabilir de. Yalnız başı derde girdiğinde veya kötü anlarında ilk anımsayacağı Allah (Celle Celâluhu) olur; kalbinde O’ndan yardım umar. İnternette rastladığım şu kısa öykü bu durumu çok güzel bir şekilde örneklemesi bakımdan ilginçtir:
 
“Henüz yirmi yaşında bile değildim. Haruniye'nin meşhur kaplıcasına gidiyordum. O zamanlar, her şoför, bu dağlık arazinin kıvrım kıvrım yollarına girmeye cesaret edemiyordu. Biz bir kamyonet bulduk ve birkaç aile yataklarımızı ve diğer eşyalarımızı yerleştirip üzerlerine kurulduk. Bir süre sonra yeşilin her tonunun muhteşem bir güzellikle sergilendiği dağ yollarındaydık. Ağustos böceklerinin monoton nağmelerini dinleyerek pırıl pırıl, capcanlı çamların arasında arkamızda bir toz bulutu bırakarak ağır ağır tırmanıyorduk. Allah'tan ki karşımızdan başka araba gelmiyordu. Çünkü yolun bazı yerleri iki arabanın sığamayacağı kadar dardı. Hatta bazı virajlarda, kamyonet tekerinden fırlayan taşlar, atlaya zıplaya derenin dibini buluyordu. Nihayet zorlana zorlana uzun yokuşu bitirmiş olan arabamız, düze çıkmıştı. Biraz sonra da iniş başlayacaktı. Ben çok sevdiğim bu manzaranın ve dolayısıyla da yolculuğumuzun hiç bitmemesini istiyor, temiz dağ serinliğini doyasıya ciğerlerime çekiyordum. Bu arada gözüme enteresan bir şey ilişti. Hayret içindeydim, bir daha baktım, bir daha, bir daha ve şöyle haykırmaktan kendimi alamadım:
 - Aman Allah’ım, çama bakınız! Sipsivri bir kayanın tepesinde kök salmış, bir avuç toprak bile yok!
Ben böyle sesli düşünürken, karşımda oturan yaşlıca adam, biraz da benim hayretime kızgın olarak sordu:
 - Ne var bunda? Çoktur buralarda böyle ağaçlar...
 - Ne var olur mu? Şu Allah'ın kudretine bakınız! Koskocaman bir kayanın zirvesinde pırıl pırıl ve bakımlı bir güzelim çam ağacını yaratmış...
-Hadi canım sende! Bunun Allah'la ve O'nun kudretiyle ne ilişkisi var?
- Peki ama, nasıl olur başka türlü? Kim o çamı o en olmayacak yerde bitirmiş olabilir?
- Hiç kimse evlat... Niçin illa da biri yaratmış olsun yani? Bunlar hep geri ve ilkel düşüncelerdir.
- Ama Allah, o çamı orada yaratıp yetiştirmediyse, kim yaptı bu işi?
-Mesela şöyle düşün: Bir kuş, ağzında bir çam tohumu ile uçarken, tam bu kayanın üzerine gelince, ağzından düşürmüştür. Düşen tohum da kayanın bir kırık tarafına takılıp kalır ve oradaki toprağa kök salar. Sonra da kayanın altına giren kökleriyle böyle gelişip serpilir.
- Olay sizin dediğiniz gibiyse bile, bütün bunları yapıp yaratan yok mu?
- Yok tabii... Yaratıcı diye bir şeye inanmak, bu devirde çok ayıptır.
- Yaşınız başınızla bunu nasıl söylersiniz? Ben size bu konuda birçok misal söyleyebilirim.
Bu şekilde devam eden konuşmamız hemen münakaşaya döndü ve tabii seslerimiz de yükseldi. Adam bağırdıkça ben de sesimi yükseltiyordum. Bizi sessiz dinleyen diğer yolcular da zaman zaman münakaşaya katılıyorlardı. Fakat halinden okumuş bir kimse olduğu sezilen bu yaşlıca adamdan başka hiç kimse, Allah'ı inkar etmiyordu. Ama bir an önce de münakaşayı bitirmemizi ve susmamızı istiyorlardı. Bu sırada araba yavaş yavaş hızlanmaya başladı. Derken belki yüz metre aşağılarda ip gibi uzayıp giden Ceyhan nehrine kadar tekerleklerden fırlayıp giden taşlar, bizi şaşkına çevirdi. Bir an sessizlikle herkes birbirine bakışırken, şoför başını uzatıp:
-Fren patladı! dedi.
Sağ yanımız yokuş aşağı çamlarla kaplı bir bayırdı. Bu yokuşun sonunda Ceyhan nehrinin kayalara çarptıkça köpüklenen suları görünüyordu. Sol taraf ise, yalçın kayalıklarla kaplı bir yamaçtı. Birkaç saniyelik şaşkınlık geçer geçmez, herkes çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Kimisi şehadet getiriyor, kimisi besmele çekiyor, kimisi de "Allah" diye bağırıyor, kendince dualar edip yalvarıyordu. Allah'a inanmadığını söyleyen yaşlı zat da, adeta kendinden geçmiş:
 -Allah’ım!.. deyip duruyordu.
Ama bu durum, fazla sürmedi. Çünkü, bizim bütün şaşkınlığımız ve hayretimiz arasında araba yavaşlamaya başladı ve biraz sonra kenara yanaşıp durdu. Durur durmaz da her kafadan bir ses yükselmeye başladı:
- Yahu bu ne biçim iş?
- Hani fren patlamıştı?
- Ödümüz patladı!
- Şaka mıydı yoksa?..
Şoför yerinden çıkıp yanımıza yaklaştı ve benim biraz önce münakaşa ettiğim yaşlıca adama dönerek dedi ki:
-E, sen utanmıyor musun, Allah yoktur demeye? Biraz önce yoktur dedin, sonra da fren patladı sanınca, herkesten fazla “Allah!..” diye bağırdın. Yoksa, niçin O'nu yardımına çağırıyorsun?
Sonra da bize dönerek:
-Kusura bakmayın, fren miren patlamadı. Ben münakaşanızı duyunca, şu adama bir ders vermek istedim, diyerek tekrar direksiyona geçti.
Araba yürüdüğünde sadece Ağustos böceklerinin sesleri vardı. Herkes susmuş; yaşlıca adam ise, yüzü kıpkırmızı, düşüncelere dalmıştı... Kaplıcaya gelip de eşyalarımızı indirdiğimiz zaman bana yaklaşarak:
-Oğlum, senden özür dilerim; bunca yıldır inanmadığımı sandığım Allah'a meğer ben inanıyormuşum da haberim yokmuş... Bunu öğrenmeme sebep oldun. Şoför efendi, sana da çok teşekkür ederim, bana inancımın farkına varacak imkanı sağladın, dedi.”
 
İnsanın Allah’ın (c.c.) varlığını inkar edememesinin nedeni manevi yapısından kaynaklanır. Nefis yaratılışında toprakla ilişkili olduğu ve toprak da yoktan yaratıldığı için Allah’ın (c.c.) varlığını inkar edebilir. Çünkü nefis küfür üzere bulunur. Nefsin hidayete ulaşması, kolay kolay gerçekleşmez. Allah’ı (c.c.) el-Hakîm güzel ismi ile tanıyıp kabul etmesi ile gerçekleşir. Bu durum da nefsi uzman bir insanın (insan-ı kamil) kontrolünde uzun bir eğitim ve ıslah sürecinden geçirmekle mümkün olur. Nefis genellikle kendi dışında başka bir ilaha boyun eğmek istemez. Allah’a (c.c.) kul olmaktansa pek çok ilaha kul olmayı yeğler. Ama insan sadece nefisten meydana gelmemektedir. İnsanın Allah’tan (c.c.) bir ilahi soluk olan ruh yönü de bulunmaktadır. Ruhun Allah’ı (c.c.) inkar etmesine olanak yoktur. Onun için bir Ateist her ne kadar diliyle, Allah (c.c.) yoktur, diye iddiada bulunsa da içinden bir şeyler de bu sözüne karşı çıkacak ve ona katılmayacaktır. İşte cılız da olsa böyle bir itiraz sesi ruha aittir. Her insanın ruhunda Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine dair bir hatıranın saklandığı Kuran-ı Kerim’de işlenmektedir. Gerçi hiç kimse geçmişinde, yani Allah (c.c.) katında yaratılmadan önce bir ruh iken böyle bir sahne yaşadığını anımsamamaktadır. Ama demek ki bu anlatılan şey bizim ruhumuzda bilinçdışı olarak veya kromozomlardaki bilgiler cinsinden kaydedilmiştir. Belki de Ateist’in Allah’ı (c.c.) inkar ettiğinde içinde ona itiraz eden cılız ses de bundan kaynaklanmaktadır: “Rabb’inin Adem oğullarından söz aldığını da düşünün: Rabb’in onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onların Kendi hakkındaki şahitliklerini isteyerek ‘Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ buyurunca onlar da ‘Elbette!’ diye kabul etmişlerdi. Kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu.’ veya ‘Ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batılı başlatanlar nedeniyle bizi imha mı edeceksin?’ gibi bahaneler ileri sürmeyesiniz diye Allah bu sözü sizden aldı (A’raf suresi, ayet 172-173).”
 
Çağımızda Ateizm’in ilahi dinler açısından büyük bir tehlike oluşturduğunu sanmıyorum. Çünkü böyle bilim ve mantık dışı bir düşünceye çok az kişi inanıyor, üstelik onların da bu inançlarında içten olmadıklarını düşünüyorum. Benim önemli gördüğüm sorun, Müslümanların büyük bir kısmının Allah’a (c.c.) iman etmekle, özellikle O’nu yaratıcı olarak kabul etmekle dinsel sorumluluklardan kurtulduklarını düşünmeleridir. Allah’ın (c.c.) yasaklarına ve ibadetlere gereken önemi vermemeleridir. Yani Allah’a (c.c.) Teist veya Deist türü bir inançla iman etmeyi yeterli görmeleridir.
 
Kuşkusuz farz ibadetler dışındakiler (yani nafileler) gizli yapılır. Bunlar adeta kişi ile Allah (c.c.) arasında bir sırdır. Ama farz ibadetleri yapmamak Allah’ın (c.c.) emrine karşı gelmek olduğundan büyük günahlardandır. Bunlar da genellikle toplu halde ve topluluk içinde icra edilirler. Bu son derece açık ve tartışmasız dini bir bilgidir ve bunu herkes de bilmektedir. Hadis-i şeriflerde cemaatle kılınan namazın bireysel olarak kılınanına göre 25 (bir diğer rivayette 27) derece daha faziletli olduğu belirtilir. Ayrıca pek çok hadisi-i şerif cemaate devam etmeyi ısrarla emreder. Durum bu olmasına rağmen çoğu camilere vakit namazı için devam edenler, mahallelerindeki yetişkin erkek nüfusuna göre yüzde bir bile değildir. Müslümanların önemli bir kısmının nefislerine ve şeytana uyarak, ayrıca Allah’ın (c.c.) bütün günahları affetmesi ihtimaline güvenerek bile bile ibadetleri yapmamakla ve yasakları çiğnemekle O’nun emirlerine karşı gelmesi, pek doğru bir şey ve onaylanacak bir davranış olarak görünmemektedir. Böyle bir tavır ve yaşam biçimi insanda dolaylı bir biçimde de olsa Allah’ın (c.c.) pek çok sıfatını ve güzel ismini yadsımak anlamına geldiği izlenimi uyandırmaktadır. Ama ben iyi niyetimle yine de bunu bir gaflet durumu ile açıklıyorum. Ateistlerin “Allah (c.c.) yoktur.” biçimindeki sözlerinden ziyade Müslümanların ibadetlere gereken önemi vermemeleri ve açıkça haramları işlemeleri daha düşündürücü ve kaygı vericidir.
 
            Zihinde oluşan salt yaratıcı Allah (c.c.) kavramı ile kimse Allah’ın (c.c.) kutsal kitaplarında önemle belirttiği (kabir azabı, cehennem gibi) kötü akıbetlerden kurtulamaz. Allah’a (c.c.) inanmak öncelikle bütün günahlara tövbe etmekle ve ibadet hayatıyla kendisini belli eder. Kimin ibadet hayatı zenginse o diğer Müslümanlara göre Allah’a (c.c.) daha çok yakındır. Onun Allah (c.c.) inancı daha güçlüdür. Özellikle namaz kılmak bunun en açık belirtisidir. Çünkü peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şerifinde buyurduğu üzere “Namaz dinin direğidir.” Eskiden çadırlar ve evler direklerle kurulurdu. Direk olmadan bir yapının ayakta duramayacağı düşünülürdü. Buna göre peygamberimiz (s.a.s) din binasının da ancak namazla kurulmakta ve ayakta durmakta oluşuna dikkatlerimizi çekmiştir.
 
            Lise yıllarında iken Allah’ın (c.c.) varlığını inkar eden bir arkadaşım vardı. Kendisi artık başına bir bela geldiğinde ve kötü anlarında da Allah’tan (c.c.) yardım istemediğini söylüyordu. Bir Ateist ile ilk olarak o zaman karşılaşmıştım. Bu benim için korkunç bir düşünce idi. Çünkü dindar bir aileden geliyordum. Aramızdaki arkadaşlık ve komşuluk ilişkisinden nedense onun bu tavrının içerisinde bulunduğu psikolojik koşullardan kaynaklandığını seziyordum.
 
            Anne-babasıyla ilişkisinin ne kadar sorunlu olduğuna bütün mahalle arkadaşlarım gibi ben de her gün tanık oluyordum. Bilimsel ve mantıksal bir bakış açısı ve tavır; yukarıda başka bir gezegene yolculuk örneğinde sunduğum gibi, öncelikle insanın kendi varlığı, vücudu, her bir organı mükemmel bir yaratıcıyı gerekli kılmaktadır. Arkadaşım işte böyle ortada olan bir gerçekle her gün mücadele ediyordu. Kuşkusuz bunun için büyük bir enerji harcıyordu. Oysa insan doğası tembeldir. Öyle gereksiz yere, boşu boşuna enerji harcamaz. Ortada bir mücadele, bilimle ve mantıkla bir çatışma varsa, demek ki bir şeye karşı bir psikolojik savunma mekanizması kurulmuştur. Bu yüzden Allah’ı (c.c.) inkar etmek bir bilimsel ve mantıksal tavır değildir, psikolojik bir savunma mekanizmasıdır. Arkadaşım Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmekle ve O’ndan bir yardım ummamakla doğasıyla çatışıyordu. Bu gayet açıktı. Kimsenin de durduk yerde enerjisini böyle boşu boşuna harcayamayacağına göre onun bu yolla gerçekleştirdiği bazı psikolojik doyumları vardı. Sorun bunları tespit etmekteydi.
 
            Tabii o zamanlar psikoloji ve psikanaliz üzerine bugünkü kadar bilgi sahibi değildim. Ama olayları bugün sahip olduğum psikoloji ve psikanaliz bilgi ve deneyimlerin gözlüğü ile değerlendirecek o zamana ait epey belge hafızamda bulunmaktadır.
 
            Öncelikle, bu görüşlerini sınıf ortamında ve arkadaşları çevresinde söyleyerek bizden daha çok özgür ve bağımsız olduğunu ifade ediyordu. Bizden üstün oluğunu dolaylı bir biçimde vurgulamış oluyordu. Arkadaşım böyle bir tavırla bize adeta “Ağzı süt kokan çocuklar!” diyerek hakaret ediyor, üstünlük duygusuna doyum sağlıyordu. Bu vurgu ile karşı cins karşısında bir hayranlık uyandırmayı amaçladığını düşünmememiz için ortada bir neden yoktur. Bu da ona büyük bir psikolojik doyum sağlıyor olsa gerekti. Öyle yakışıklı; güçlü, kuvvetli birisi olmadığı gibi zengin bir ailenin çocuğu da değildi. İçerisinde bulunduğu bu koşullarla karşı cinsin ilgisini çekemezdi. Aksine bunlar karşı cins için itici şeylerdi. Her genç kız haklı olarak yakışıklı; güçlü ve zengin bir erkek arkadaşın hayalini kurar.
 
            Sonra, arkadaşım Ateist olduğunu söyleyerek o yaşlardaki her genç gibi ebeveynlerden farklı bir kişilikte, özellikle özgür ve bağımsız bir durumda olduğunu ifade ederek üstünlük duygusuna başka bir açıdan da doyum sağlıyordu. Aslında arkadaşım her gençte olan ebeveynle, toplumla ve onların değerleriyle çatışma içerisindeydi. Onun anne ve babasıyla ilişkisinin kötü olduğunu belirtmiştim. Kuşkusuz her gencin o oranda ve yoğunlukta olmasa da böyle bir çatışmayı yaşamasını bekleriz. Bu gayet doğal bir durumdur. İnsan gelişmesinde bir psikolojik evredir. Ama o, bu çatışmayı dinsel alana da taşıyordu, Allah’ın (c.c.) varlığını inkar ediyordu, O’ndan herhangi bir yardım ummak istemiyordu.
 
             Daha sonra başka Ateistleri de tanıma imkanım oldu. Nedense Ateistler hakkındaki yargım hiç değişmedi. Bu sefer bu yaşı ilerlemiş Ateistlerin çatışma alanları toplumsal gerçekler ile Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları idi. Kimisi yaşamda umduğu zenginlik ve refaha kavuşamadığı için varlıklı insanların malına ve paralarına ortak olmanın tek yolunun Allah’ı (c.c.) inkar etmek olduğunu düşünüyordu. Kimisi Allah’ın (c.c.) emirlerini yapmamanın ve yasaklarından kaçınmamanın verdiği ruhsal sıkıntıyı üzerinden atmak için Allah’ın (c.c.) varlığını yok sayıyordu.
 
            Ateizm olgusu A. Adler’in Bireysel Psikoloji ekolüyle daha iyi incelenebilir kanısındayım. Bilindiği üzere A. Adler bireyin hayat içerisindeki tüm faaliyetlerini ve çatışmalarını aşağılık kompleksinin seçilen bir hayat tarzıyla üstünlük kompleksi biçiminde telafi edilmesiyle izah eder. Gerçekten bu yaşa değin gözlemlerimden artık o kadar net bir biçimde kavradım ki, Ateizm’in dayandığı psikolojik mekanizmanın temelinde üstünlük kompleksinin olduğunda hiç kuşkum kalmadı. İlgili kişiler yaşamlarında aşağılık kompleksi duydukları çeşitli olayları, olguları düşünmemek, daha doğrusu dikkati bunların üzerinden çekmek amacıyla Ateist olurlar. Psikolojik amaçları toplumun, bireylerin kendisini ezebilecekleri bazı zaafları ve kusurları gözlerden saklı tutmaktır. Dikkatleri Ateizm gibi soyut bir kavramda toplayarak ne kadar değişik, renkli, zeki, kültürlü ve entellektüel birileri olduklarına vurgu yapmak isterler. Lise arkadaşımın tek derdi de buydu. Ateist olduğunu söyleyerek dolaylı bir yolla genç kızlara kur yapıyordu, ayrıca biz arkadaşlarına da hakaret ederek üstünlük duygusuna doyum bulmaya çalışıyordu. Daha sonra tanıdığım Ateistler de başkalarına karşı, o lise öğrencisi gibi toy ve acemi olmasa da, aynı anlama gelen farklı bir tavır ve tutum takınmışlardı.
 
            İnanç, gerek bireyin gerekse toplumun en önem verdiği, dokunulmaz ve saygın bir alandır. Bir Ateist bu konuda toplumun genelinden farklı olmakla sıradan insanların hayalinde bile göremediği bir entellektüel düzeye ulaştığını sanır. Ona göre diğer insanlar anne-babalarından devraldıkları inancı sorgulayacak cesarete ve düşünsel düzeye sahip değillerdir. Güya insan Ateizm ile kendi varoluşunu kendisi gerçekleştirmiş olur. Bu da Nietszche’nin tabiri ile “üst insan”ın kimlik özelliğidir. Halbuki bir insan anne-babasından devraldığı Müslümanlık dinini sorgulayarak onlardan daha dindar bir çizgi belirleyebilir. Varoluşunu gerçekleştirmesi adına daha doğal ve anlamlı bir çizgiyi sürdürebilir. Nedense anne-babaya, dine, toplumsal değerlere  karşı çıkmak, aykırı düşmek daha dikkati çektiği ve nefsi okşadığı için insanlar bu tür yollara kayabilmekte, bunların etkisi altına girebilmektedirler. Oysa bir insanın İslam dini ile barışık olması onu kendisinin ve evrenin yaratılış amacına götürecek, sadece kendi varoluşunu değil her şeyin varlık amacını kucaklayan bir bütünlüğe ve evrenselliğe ulaştıracaktır.
 
Kuşkusuz çağımızın pek çok sanat dallarına ve düşünsel eserlerine sinmiş olan Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) felsefe akımının da Ateizm’in yaygınlaşmasında payı çok büyüktür. İlgili felsefe ekolünde dindar filozoflar da bulunmakla birlikte Ateizm’i bir yeni inanç sistemi olarak sunan ve bunun havarisi kesilenler daha çoğunluktadır. Kendini özgürce var etmek adına bu filozoflar dine saldırmayı da bir maharet bilmişlerdir. Kuşkusuz insanın anne-babasından, toplumdan devraldığı inancı sorgulaması dinimizin de bir emridir. Ama bu filozofların yaptığı şey sorgulamaktan ziyade isyandır. Anlamak yerine önyargılı bir biçimde reddetmektir. Varoluş olarak da kutsadıkları özgürlük,  birtakım bencilce zevklerin tatmininden ve kimseye bir yararı olmayan düşüncelerden başka bir şey değildir. Dahası, gözlere ve gönüllere en çok hitap eden, insanların en çok ilgi ve beğenisini çeken insanın her eyleminden sorumlu olması, insanı eylemlerinin var etmesi gibi parlak düşünceleri de lafta kalmaktadır.  Aslında bu düşünceler kutsal kitaplardan aşırılmıştır. Yeni hiçbir tarafları yoktur. İlahi kitapların hepsi, özellikle Kuran-ı Kerim insana zaten bu düşünceleri aşılamaya çalışır.
 
Kuran-ı Kerim insanı her ameliyle (eylemiyle) öyle bir sorumlu tutar ki, bu sorumluluk süreci, dünya yaşamını, ölümü, kabri, ölümden sonraki ebedi hayatı da içine alır. Mahşer gününde bu ameller defter olarak insanlara takdim edilecektir. Oysa varoluşçu filozoflar bu sorumluk anlayışını sosyal ve hukuk yaşamlarına bile aktaramazlar. İşlediği bir suçu savcıya başvurup itiraf eden bir varoluşçu filozofa hiç rastlanmamıştır. Oysa pek çok sahabe bizzat peygamberimize (s.a.s.) gelerek suçlarını itiraf edip cezalarını çekmişlerdir. Bunlar içerisinde zina gibi dini açıdan ağır bir suçu işleyip  recm (taşlanarak öldürülme) cezasını alanlar da olmuşlardır. Tabii onların terk derdi, yaptıkları günahların (kötü eylemlerin) sorumluğunu duyup bundan temizlenmekti. Ahirette Allah’ın (c.c.) karşısına ak pak olarak çıkmaktı.
 
İnsanın iyilik yapması doğasından gelmez. İnsan iyilik yapmak için kendisini aşmak zorundadır. Çünkü insan doğası (nefsi) cimri, bencil yaratılmıştır. Onun için her iyiliğimizin altında bir çıkar vardır. Bencil, cimri doğamızı (nefsimizi) aşıp da iyiliğe (ruhumuzun eğilimine) ulaşmak büyük bir mücadeleyi gerektirir. Bu açıdan her insanın hizmet ve mal üreterek iş hayatında toplum yaşamına  yardımcı olması, katkıda bulunması  bir iyiliktir. Bilindiği üzere dinimizde ibadetlerini yapan bir insanın çalışma yaşamı da bir ibadet hükmünde değerlendirilir. Tabii iyiliklerin en ideali Allah (c.c.) rızası için iş yapmaktır. Bu, dünyevi bir çıkar gözetmeksizin Allah (c.c.) yolunda nefsin cimri ve bencil doğası ile büyük bir mücadele yapılması demektir. İşte gerçek varoluş, varoluşçuluk budur. Bunun dışında insanın dünyevi çıkarların üzerine çıkmasını beklemek o insanı aptal yerine koymakla eşanlamlıdır.
 
            Ateizm’in bilimsel temelini Darwin’in “evrim kuramı” oluşturur. İnsanın maymundan geldiği düşüncesi Ateistler için inançlarının iman esasıdır. Oysa Darwin’in kuramlarını doğrulayan bir bulguya hiçbir zaman rastlanmamıştır. Türler arasında keskin çizgi, her ele geçen fosilde tespit edildiği gibi maymunla insan arası bir varlık ne günümüzde ne de tarihte söz konusu olmamıştır.
 
 Ateistlerin Darwin’in evrim kuramına dört elle sarılmalarının elbette bir kısım nedenleri olabilir: Bunlardan biri de hayvanın insandan daha özgür ve bağımsız oluşudur. Bir Ateist kendisinin maymundan türediğini iddia ediyorsa bununla bir maymun kadar çirkin olduğunu anlatmak istemiyordur elbette. Doğadaki maymunun özgür ve bağımsız yaşamına imrendiğini vurgulamayı, toplumun, özellikle dinin onun yaşamına koyduğu emir ve yasaklarla bunları elinden almak istediğini yada kısıtladığını belirtmeyi amaçlamış olabilir. Tabii tüm Ateistleri böyle değerlendirecek ölçüde elimizde bir çalışma ve anket mevcut değildir. Çevremde tanıdığım bir kaç Ateist’ten hareketle böyle bir yargıya ulaştığımı özellikle belirteyim.
 
Ateistler Allah’ın (c.c.) varlığını inkar ederek Allah’ın (c.c.) kimi sıfatlarını doğaya, doğa yasalarına ve olaylarına yansıtırlar. Örneğin evrenin ezeli ve ebedi olduğuna inanırlar. Bu yönüyle Ateizm materyalist bir dünya görüşüne sahiptir. Yaratılışı, olay ve olguları, kavramları maddesel bir yaklaşımla, determinist (neden sonuç ilişkisi ile) bir görüşle  açıklar. Doğaya, doğa yasalarına ve olaylarına atfettiği ilahi sıfatlarla bunların yaratıcı olduğunu düşünürler: Onlara göre, içerisinde insan da olmak üzere tüm canlılar doğanın, doğa yasalarının ve olaylarının sonucu tesadüfen ortaya çıkmışlardır. Allah (c.c.) diye bir yaratıcı güç yoktur. Her şey önce tek bir hücrenin meydana gelmesiyle başlamıştır. Doğadaki tüm canlı varlıklar bu tek hücrenin evrimleşmesiyle meydana gelmiştir. İnsan bu evrim zincirinin son halkasıdır. Onun için mükemmeldir. Düşünür ve hayal kurar. Allah’ı (c.c.) -haşa- insan zihni yaratmıştır.
 
Oysa bilim, maddeden bu tek hücrenin meydana gelmesini  onaylamamıştır. Onca yapılan deneyler bunun imkansızlığını kanıtlamıştır. Yaşam, Allah’ın (c.c.) el-Hayy güzel isminin tecellisi ile meydana gelmiştir. Fosil bilimin de kanıtladığı gibi her canlı tür de müstakil olarak yaratılmıştır. Yani tek hücrenin evrimleşmesi ile diğer canlı türlerinin meydana geldiği iddiası da bilimsel değildir.
 
Materyalizm ile eski kavimlerde ve bugün ancak yerlilerde görülen Putperestlik dini arasında bir ilgi bulunmaktadır. Çünkü temelde her iki inanç sistemi de maddeye aşkın bir anlam, bir kutsallık yüklemektedirler. Yalnız, putun kutsanması ve Allah (c.c.) ile insan arasında ilişki kurması olarak tanımlanabilecek Putperestlik dini, materyalizmden biraz daha insaflı görünmektedir. Çünkü Kuran-ı Kerim’deki onlarca ayet-i kerimeden de biliyoruz ki Putperest Araplar,  Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmiyorlardı. Putlara da kendilerini Allah’a (c.c.) yaklaştırsınlar diye tapıyorlardı. Oysa materyalizmde Allah (c.c.) inkar edilmekle kalmıyor, O’nun sıfatları ve güzel isimleri maddeye yansıtılmaktadır. Yine Putperestler sadece birkaç nesneyi kutsallaştırırken materyalistler her maddeye, evrenin her atomuna kutsal bir anlam kazandırmaya çalışmaktadırlar.
 
Her  ne kadar Ateistler bilimsel olmak için determinist bir görüşe bağlı olmaya özen gösterseler de dayandıkları bilimsel kuramların (Örneğin evrim kuramı; yaratılışın, canlı varlıkların akıl ve mantığın aciz kaldığı, herkesi şaşırtan ve hayran bırakan özelliklerinin, güzelliklerinin, mükemmel  oluşlarının  tesadüfe bağlanması…  gibi.) birer varsayım bile sayılamayacak denli gerçeklikten, mantıktan uzak oluşu, onların ciddiye alınmamalarına neden olmuştur.
 
Ateistler, insanların Allah’a (c.c.) ve dine gereksinim duymalarının nedeninin doğayı, doğa yasalarını, olaylarını anlayamamanın verdiği acziyet ve korku duyguları olduğunu düşünürler. İnsanlık tarihini genellikle ilkel devir, dinsel devir ve bilim devri olarak üçe ayırırlar. Bilim devrinde dinin gerekli olmadığını savunurlar. Bir zamanlar dinsel olarak açıklanan kimi kavram, olay ve olguların şimdi bilimsel birer anlamları olduğunu düşünürler. Bu yönüyle Ateizm’in manevi yönünü pozitivizm tamamlar. Ateistler pozitivist felsefenin bu düşüncelerinin arkasında bilime dayandıklarını sanırlar. Bilimsel bir düşünceye sahip olduklarını savunurlar. Oysa ortada olan bilim değil bilim üzerine yapılan bir felsefedir. Bu bilim üzerine yapılan felsefe ise bilimsel hiçbir temele dayanmamaktadır.
 
İnsanlık tarihi boyunca çeşitli dönemlerde bireysel olarak Allah’ın (c.c.) yokluğunu dile getiren kişiler olsa da bunun sistemli düşünceler bütünü olarak dile getirilişi on sekizinci yüzyılda olmuş ve Ateizm felsefe sözlüğüne ancak on dokuzuncu yüzyılda girmiştir. Ondan önce dünya düşünce tarihinde bazı kişilerin (örneğin Ömer Hayyam gibi) Ateist olduğu ileri sürülse de bunların inançlarının tam olarak bilinemeyeceğini de iddia edebiliriz ve  daha ziyade Deist bir inanca sahip olduklarını  düşünebiliriz. Peygamberler Ateist toplumlara değil, -ki yeryüzünde böyle bir toplumun tarih boyunca olmadığını belirtmeye gerek yoktur sanırım- genellikle Putperestlere (Allah’a [c.c.] şirk koşanlara) gönderilmiştir.
 
Çağımızda materyalist dünya görüşü, toplumsal yaşamda ilahi dinlerin emir ve yasaklarına saygı gösterilmemesi, insanların dünyanın gelip geçici zevklerine olan aşırı talepleri gençliğin büyük bir kısmını inanç ve maneviyat buhranına sürüklemiştir. Artık gençlerin önemli bir kısmı, İslam dinini zamanı ve uygulaması geçmiş bir yaşam tarzı olarak görmektedirler. Yaşamlarının Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları ile sınırlanmasına itiraz etmektedirler. Bağımsız ve özgür yaşam adına sigara içme, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı gibi birtakım kötü alışkanlıklara yönelmektedirler, iç dünyalarındaki din ve maneviyat boşluğunu bu maddelerin verdiği geçici keyiflerle dindirmeye çalışmaktadırlar. Kuşkusuz bir Müslüman’ın Ateist olması o kadar kolay bir biçimde gerçekleşmemektedir. Gençler, önce Teist, sonra Deist bir yaklaşımla dini yaşamlarından uzaklaştırıyorlar, artık dinden tamamen soyutlandıkları zaman Ateist olduklarını söyleyebilmektedirler. Dinden uzaklaşma bu noktada da kalmamaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi son yıllarda ülkemizde de  kendilerini Satanist olarak tanıtan gençler, Allah (c.c.) yerine Şeytan’a tapmakta ve buna kedi ve çeşitli varlıkları kurban kesmektedirler. Hatta bu vahşet genç kızları Şeytan’a kurban etmeğe kadar ulaşmaktadır.
 
Agnostizm (Bilinemezcilik), Allah’ın (c.c.) varlığı ve yokluğunun kanıtlanamayacağını iddia eden bir felsefi görüştür. Agnostizm’e göre, insan duyu organları ile elde ettiği bilgilerle düşünür. Allah (c.c.) duyu organları yolu ile algılanamadığına göre O’nun üzerinde düşünmek, varlığını yokluğunu kanıtlamak boşuna bir uğraştır.  Bu yüzden bu konu hiçbir zaman bilinemez. Agnostizm, genellikle Ateizm ile aynı kefeye konur. Aslında Allah’ın (c.c.) varlığının, yokluğunun bilinemeyeceğini iddia etmek ile Allah’ın (c.c.) yokluğuna inanmak arasında bir basamak fark bulunmaktadır. Yani Agnostizm, Ateizm’i meşrulaştırmak için bir gerekçe olarak düşünülebilir. Bu gerekçe güya bilimsel bir temele dayanmaktadır. Oysa tüm olgular duyu organlarımıza hitap etmez. Örneğin havadaki oksijeni, karbondioksiti duyu organlarımızla algılayamayız, ama bilimsel olarak varlıklarını ispat edebiliriz. Yine maddenin en küçük yapı taşı olan atom bu konuda hemen akla gelen örnektir. Atomu hiçbir duyu organıyla algılayamadığımız gibi gelişmiş hiçbir teknolojik alet de bize bunda yardımcı olamamaktadır. Atomun varlığı için birtakım mantıksal çıkarımlarda bulunuruz. Bilim çoğu bilgilerini bu yolla elde eder. Bunun gibi yaratılmış olan her şey de mantığın ilkeleri ile Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine, sıfatlarına ve güzel isimlerine tercümanlık yapmaktadır.
 
Ben Ateizm’i hep bir gençlik buhranı olarak gördüm. Bu yargım da her yeni Ateist’i tanıdığımda daha da pekişti.
 
            Ateizm’in bilimsel ve mantıksal bir düşünce biçimi olmadığını, bir psikolojik savunma mekanizması olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum.


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: Ceren üzerinde 14 Haziran 2013, 23:19:07
Bir düşünseler bunca mükemmeliğin bir açıklaması nasıl olur?Yada öldüklerinde yok olmayacaklarını sonsuz ve asıl hayatlarını yaşayacaklarını.Allah boşlukda olan ve yalnız olan insanlara yardım etsin.Gerçekten akıl fikir versin...


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: ღ۩Bilgin۩ღ üzerinde 15 Haziran 2013, 03:33:50
Bir hocam der ki...
inançsızlık özgürlük değil , yokluğun mahkumluğudur.... E.A....


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: Sefil üzerinde 15 Haziran 2013, 15:04:57
İnançsızlık bir düşünce değil düşüncesizliktir kendi  kendini yok ediştir nasıl böyle inanabiliyorlar birşey vardan yok edilemez yoktan varedilemez ise maddenin bir yaratıcının var ettiği ortaya çıkmıyormu inançsızlık gerçekten boş bir
şey inandıkları o bilim bile onları inkar ediyor .


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: Burcu 8D üzerinde 10 Ocak 2014, 15:00:51
İnanç gerçekten artık sürükleniyor .Artık insanların kafalarını karıştırmk için her şeyi yapıyorlar. Aklı olan ALLAHA kulluk eder ahiretini de burada yaşadığımız yalan dünyayı da unutmaz.


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: ✿ Yağmur ✿ üzerinde 10 Ocak 2014, 17:53:28
Ateizm terimi öncelikle felsefî bir kavram olup Tanrı inancı karşısında tepkisel bir düşünceyi dile getiren dünya görüşünün ismidir.ALLAH’ın (c.c.) varlığı ve yokluğu konusu, içerisinde bulunduğumuz çağda ortaya çıkmış yeni bir tartışmadır. İnsanlık daha önceki çağlarda ALLAH’ın (c.c.) varlığı konusunda hiç bir kuşkuya kapılmamıştır. Bu yüzden yeryüzünde hiç bir şey kaybolmaz , sadece geri dönüşür bu da Allah ın bir mucizesidir.


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: Pelinay üzerinde 26 Mayıs 2016, 18:32:14
Son zamanlarda daha bir yayılma alanı bulmaya ve gun yuzune cikmaya basladi sanki ateizm.Rabbim her birine hidayet ihsan eylesin insallah.
Bizi de Islam uzere dunyaya getiren ve bu hal uzere yasatan Rabbimize sonsuz hamdu senalar olsun...


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: Selma 8 üzerinde 26 Mayıs 2016, 18:38:14
Selamün aleyküm ...
Ateizm inançsızlık gibi bişey bizler hiçbir zaman Allah in yolundan dönmeyelim iñsaallah inançsizlik git gide yayginlasiyo inşaallah onlarinda akli basina grlide ibadet ederler amin
Allah razi olsun


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: Hatice 08 üzerinde 26 Mayıs 2016, 18:50:55
Ve aleykumusselam
Ateizm, tüm tanrılara ve ruhsal varlıklara olan metafizik inançları ve dinleri reddeden; doğruluğuna inanılan gerçekliği inanç yoluyla açıklamayı kabul etmeyen bir felsefi düşünce akımıdır.
Allah c.c. razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: Medine16 üzerinde 01 Haziran 2016, 17:32:20
Beynin insanın insan aklının anlayamadığı bize göre küçük lakin yaratıcıları göre küçük olan şu harikulade evreni o evren içerisindeki yaşam döngünün yaradan birinin olmadığına inananlar RABBİM SONLARINI HAYIR ETSİN. Küfürden çıkıp hak yoluna döndürsün


Konu Başlığı: Ynt: Ateizm Nedir?
Gönderen: Damla üzerinde 01 Haziran 2016, 18:45:22
#Esselamu aleykum..Ateizm tanrıtanımamazlık anlamına gelir..Çoğu zaman duyup da bir türlü öğrenemediğim bir kelime..Ama ben bunu bizim dinimizle alakalı olduğunu yani tanrıya karşı olup da sadece Allah a.c. inanmcı olan sanıyodum..Rabbim daha iyi öğrenmeyi nasib etsin inşAllah..Rabbim razı olsun..#