๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Asrı Saadette İslam => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 30 Eylül 2010, 19:29:02



Konu Başlığı: Şehir planı ve belediye hizmetleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 30 Eylül 2010, 19:29:02
İkinci Bölüm


ŞEHİR PLANI VE BELEDİYE HİZMETLERİ


I. Evlerin   Konumu
 

Ibn Haldun, hüner ve sanayii yerleşik hayata bağladıktan sonra, bina ve yapıların ancak yerleşik hayat sürenler tarafından vücûda getirileceğini, bunları yapabilmek için yapı işlerinde be­cerikli ve usta olmak gerektiğini belirtir .Arapların tabii şartlara riayet etmeden, şehir kuracakları yerin ancak develerin beslen­mesine uygun olup olmadığına baktıklarını, hububat ithal edildi­ği için toprağın verimli olup olmadığına dikkat etmediklerini söy­lemektedir. Bununla birlikte genellikle göçebe hayatı yaşıyan araplar pek çok yerleşim merkezleri kurmuşlardır. Batlamyos'un en azından koordinatlarını verdiği merkezlerinin harita üzerin­de yerleşimi incelendiğinde neredeyse sayılarının bu gün var ola­na yakın olduğu görülecektir.Bunlarm bir kısmı yavaş yavaş oirta-ya çıkarılmaktadır.

ez-Zeccâcî'nin ifâdesine göre bina olsun olmasın araplar bir topluluğun oturtuğu yere "dâr" diyorlardı. Bunun çoğulu olan "dûr" ve "diyar" kelimeleri de "mahalle" anlamına kullanılmakta-dır.Şehrin mahallelerine fazlaca insan dolaştığı için "dâr" ve­ya" dûr" denilmiştir.

Küçük yerleşim birimlerine araplar, "karye" diyorlardı. Keli­me Yemen kökenlidir. Bunlara ayrıca "toplayan, bir araya getiren şehir" demek olan "el-mısru'1-câmi"1 de demişlerdir. "Mısr" keli­mesi aslında evler arasındaki sınır demektir. Bundan hareketle yerleşim birimlerine "mısr" adı verilmiş olmalıdır. Karyelere , sa­nat erbabımn bulunduğu yer olması nedeniyle "mesnea" da denil­miştir.

Etrafı surlarla çevrili daha büyük yerleşim merkezlerine araplar, "medine" ( =şehir) diyorlardı. Daha önce "Yesrip" olan Medine'ye bu adın verilmesi ise Hz. Peygamber'in hicretinden sonradır. "Peygamber şehri" demek olan "Medinetu n-Nebî'"den kısaltmadır.

Şehir plânlarında mabedin merkezde yer alması dünyanın hemen her yerinde yaygın bir âdettir. Bu âdet, muhtemelen Kur'an'm, "Ümmu 1-kurâ" (Şehirlerin anası) olarak tanımladığı ve yeryüzündeki ilk mabedin yapıldığı Mekke örneğinden yayıl­mış olmalıdır. Birbirine üç-dört yüz metre mesafeli mahallelerden oluşan Medine, Mescid-i Nebevî'nin inşasından sonra bu plâna uygun bir şekil almaya başlamıştır. Bununla birlikte merkeze yı­ğılma istenmemiş, şehrin nefes alabilmesi için evlerin merkezden uzak yapılması teşvik edilmiştir. Mesala, Ahmed b.Hanbel'in bir rivayetinde Mescid'e yakın olan evin uzak olana üstünlüğünü, Al­lah yolunda cihad edenin oturandan üstünlüğüne benzetmiştir.

Daha sonra kurulan Küfe, Basra, Fustad gibi ordugah şehir­lerinin plânları da mabed merkez alınarak yapılmıştır. Mesela bunlardan Kûfe'de, merkez alınan bir noktadan, güçlü bir okçuya dört bir yöne attırılan okların düştüğü noktalar birleştirilerek mescidin yeri tespit edilmiş ve bu merkezin etranna, ana caddeler kırk, yan yollar yirmi ve ara sokaklar yedi zira' bırakılmak üzere binaların yapılmasına izin verilmiştir.

Hz.Peygamber hicretten sonra hızla büyüyen Medine'de so­kakların en az yedi zira' olmasını ister ki, bu o zaman için yüklü bir devenin rahat geçebileceği bir mesafedir .Hadis bitişik nizam­da inşa edilmeyen evlerin aralarında bulunması gereken mesafe­ye de işaret etmektedir .Tasarruf için duvarların komşu duvarına dayanması ve komşunun mertek koymasına izin verilmesi ile il­gili hadisler, Medine'de bir kısım evlerin bitişik nizamla yapılmış olduğunu göstermektedir.Bu tür evler bir cadde kenarında dizil­miş olmalıdır.Ibn Şebbe'nin bazı evlerin yola beş zira' (yaklaşık iki buçuk metre) mesafede olduklarına dair rivayetleri, bu raka­mın bir standard ifade ettiği izlenimini vermektedir. [14]

 

II. Evlerin Su İhtiyâcı
 

Evlerde su ihtiyacı genellikle umumî kuyulardan sağlan­maktaydı. Medine'de zaman zaman su darlığı çekilmiş, su yüzün­den bir takım ihtilaflar çıkmıştır.   Su ve su ile ilgili ihtilaflar Kur'an'daki bazı kıssaların da konu sudur. Kissalara konu olan olayların geçtiği yerler Hicaz bölgesi yakınındadır. Bunlardan bi­ri Salih (a.s.)'in kıssasıdır. Kayadan çıkan mucize devenin sulan-masıyla ilgilidir. Olay, Medâin-i Salih'de geçer ve şehrin kalıntıla­rı hâlâ ayaktadır. Hz.Peygamber Tebük Seferi sırasında buraya uğramış ve askerleri buradaki kuyulardan su almışlar, Rasûlul-lah "helak olmuş bir toplumun kuyuları"ndan olduğu için bu sula­rın kullanılmamasını istemiştir. Aslında uzun zaman kullanıl­mamış olan bu kuyuların sularının içmek için gereken özelliğe sa­hip olmadığı için bunu istemiş olsa gerektir. Kuran geçmiş zulüm­leri sebebiyle yıkılıp giden milletlerin kuyularından "bi'ru muat-tale" (kullanılmaz olmuş kuyular) olarak bahseder.

Kur'an'daki diğer kıssa Hz. Şuayb (a.s.)'ın kızları ile ilgilidir. Musa (a.s.) Medyen'e geldiğinde Şuayb(a.s.)'m kızları kuyu başın­da beklemektedirler.Diğer çobanlardan sıra bulup davarlarını su­layamazlar. Onlara yardım eden Mûsâ (a.s.), kızların babaları tarafindan davet edilir ve uzun zaman onun yanında kalıp kızların­dan biriyle evlenir.

Her iki olayın geçtiği yer Hicaz'a oldukça yakındır. Su bu yö­rede eski çağlardan beri kuyulardan elde edilir.Bu bakımdan İs­lam fıkhının da önemli bir bölümü kuyuların hangi şartlarda kul­lanılabileceği ve diğer su sorunlarıyla ilgilidir.

Ibn Şebbe, Medine'de bulunan kuyularla ilgili bazı bilgiler vermektedir. Buradan edindiğimiz bilgilere göre her mahallenin bir kuyusu vardır. Ancak Özel kuyusu olan evler de vardır. Bazı kimseler sahip oldukları kuyuların sularını para karşılığında sat-maktadır.Hz.Peygamber'in teşvikiyle, bunlardan biri olan Rûme Kuyusu, Hz.Osman tarafından satın alınmış ve müslümanlarm istifâdesine sunulmuştur.

 

III. Ev Ve Sokakların Temizliği
 

Yukarıda da belirtildiği gibi Hz.Peygamber, odalarda bulu­nan çöpleri şeytanın toplantı yeri olarak tanımlar ve bu şekilde onları temizliğe teşvik eder. Tirmizı nin bir rivayetinde ashabtan birine evlerin kapı önlerinin temiz tutulması ve yahûdîlere benze­memeyi emreder. Hadisden Medine'de yaşıyan Yahudilerin sokak temizliğine pek riâyet etmedikleri, genellikle el sanatlarıyla uğraşan Yahudilerin herhalde daha fazla çöp yaptıkları ve bunla­rı şehir ortasında orda burda bıraktıkları anlaşılıyor. Gerek Hz.Peygamber, gerekse kendisinden sonra gelen halifeler bu ter­biyeyi halka vermeye çahşmışlardır.Meselâ Hz.Ömer, Ebû Musa el-Eşarî'yi Basra'ya Vali olarak gönderdiği zaman ona, Allah'ın Kitabını, Hz.Peygamber'in sünnetim öğretmek ve sokaklarını te­miz tutmak konusunda tembihde bulunmuştur. [15]

 

IV. Yerleşim Merkezlerinin Sokak Ve Evlerin İsimlendirilmesi
 

Hicazin,"Hicaz" diye bu şekilde adlandırılması Esmaî, Ibniı 1-Kelbî ve Azrakî'ye göre ="iki şeyin arasım ayırma" fiili ile ilgilidir.Necid'le Tihame ; denizle bâdiye; el-öavr'la Şam; Necid'le Serat bölgelerini birbirlerinden ayırdığı için bu şekilde adlandırıl-dığı söylenmektedir.

Hicazda bulunan en önemli şehir olan Mekke'nin bir adım Kur1 an, "Ümmü'1-kurâ" olarak verir."Bütün karyelerin anası" de­mek olan kelime Elmalı'nın ifadesiyle "merkez-i cihan,kıble-i enam" demektir. Mekke'nin bir adı da Kur'an'da zikredildiği ve tamiri sırasında temelinden çıkan ibranî dilindeki levhalarda ve Mezmurlar'da da görüldüğü gibi "Bekke"dir. Batlamyos'a izafe edilen Asya'nın altına haritasında ise Makoraba olarak gösteril­miştir ki Güney Arabistan veya habeş dilinde "mâbed" manasına gelen "mikrab" kelimesinden türemiştir. Mücâhid, "be" harfini, "mim"e kalbederek "lazib" ve "lazım" denildiği gibi "Bekke"ye "Mekke" denilmiştir diyor.

Mekke'ye neden Bekke denildiği konusunda muhtelif fikirler ileri sürülmüştür.Bunların çoğu "parçalamak, dağıtmak, kahret­mek, hayvanı yükle yormak, topluluk içinde sıkışmak" gibi mana­ları olan fiiliyle ilgilidir. Böylece düşmanlarının kahrolduğu; in­sanların izdihamdan birbirlerini çiğnedikleri ; kendisine yapılan yolculukta hayvanların yorulduğu yer olarak adlandırılmış ol­maktadır .Kur1 an'da, Mekke'nin "Bekke" olarak isimlendirilmesi, muhtemelen zikrettiğimiz fiilin müennes mekan ismi olan "me-bekke" nin halk dilinde kısa olarak söylenişiyle ortaya çıkmıştır. Suyunun azlığından dolayı bu şekilde isimlendirildiği, helak et­ti) Darimî, Mukaddime, 46.

İnek fiilinden, orada zulmedenin helak olması için bu adı aldığı da söylenir.Bir râciz (şair) şöyle demiştir.

Mekke!Fâciri çokça helak et!Mezhic ve Akk'i helak et­me!"

Asaf ve Naile ile ilgili anlatılanlar ve fil olayı böyle bir ihti­mali güçlendirmektedir.

Medine'nin eski adı ise Yesrib, Batlamyos ve Bizanslı Step-hanos ta "Yesrippa" ,Mina kitabelerinde "Yesrib" olarak geçmek­tedir. Bu adın araplann atası Sâm'ın oğlu irem'in çocuklarından Yesrib b. Kâniye'den geldiği rivayet edilir. Hz.Peygamber Medine'ye gelince buranın adını daha önceki adının tam aksi an­lamda Tâbe" veya "Taybe" olarak değiştirdi.Çünkü "Yesrib" keli­mesi, serb" kökünden gelmektedir ve arab dilinde fesat demek­tir. Şüphesiz yüz yılı aşkın bir süredir düşmanlıkların hakim ol­duğu bir şehirde barış ve huzuru getiren Hz.Peygamber her kötü­yü iyiye çevirdiği gibi kötü isimleri de güzelleriyle değiştirmiştir.

Medine, şehir manasına gelen bir kelimedir ve arâmîceden arapçaya geçtiği söylenir. Hz.Peygamber'in Medine'ye gelmesin­den sonra buraya Medînetü'n-Nebî denildiği ve sonradan kısaltı­larak sadece "Medîne" olarak anıldığı rivayet edilir.

Hicretten önce Hicaz'ın, Medine'den daha büyük bir şehri olan Tâifin adı "tavaf "dan gelmektedir ve etrafı surlarla çevrili olduğu için bu şekilde isimlendirilmiştir.

Xecran, Sebe'in torunlarından Necran'a izafe edilir.

Hicaz yöresinde sayılmamakla beraber, Yemâme'nin adı ise önceleri Cew iken şehir kapısında idam edilen Yemâme adındaki bir kadına izafeten bir rivayete göre Tübba1 tarafından değişti­rildi.

Genel olarak Suriye yöresinin târihdeki adı Şam'ın, Arap ve israil oğullarının (Sâmîlerin ataları) Nuh'un oğlu Şam'dan geldi-£isöylenir."Şam", -"selam'in yahûdi dillerinde "şalom" şeklinde söylendiği gibi-,"Sam"m, Süryanicede telaffuz şeklinden doğmuş-tur Yemen'in adı ise Ya'rub b. Kahtan'a dayanır. Babası kendisi­ne Eymen" demişti. Bu kelime sonradan halk dilinde "yemen" ol­du.

Görüldüğü gibi Araplar coğrafî bölgeleri ve yerleşim merkez­lerini, topoğrafik özelliklerine, kurucularına, orada meydana ge­len olaylara göre   isimlendirmişlerdir.

Şehir içindeki mahalleler, değişik düşüncelerle adlandırıl­makla birlikte genellikle orada yaşıyan kabilenin adını taşırdı. Beni'n-Neccar , Benî Zürayk gibi. Bununla birlikte orada yaşayan kabilenin adını almayan mahalleler de vardı. Mesela Mescid-i Nebevî'nin bir mil kadar doğusunda bulunan ve Benî Harib b, el-Hazrec'in oturduğu mahalle -ki Hz. Ebû.Bekir de Müleyke ile evlendiğinde burada oturuyordu- "Sunh" diye adlandırılmıştır. Aynı adı taşıyan Necid yöresinde Tayların oturduğu yerde de aynı adlı bir mahalle vardır. "Sunh" kelimesi, sağdan gelmesini uğur saydıkları şeylere verdikleri isimle ilgilidir. Araplar ceylan, kuş vb. bir hayvanın sağ taraftan gelmesini uğur sayarlar ve buna "sânih" (uğur getiren) derlerdi. Uğur sayılan ceylana "sunh" de­mişlerdir ki muhtemelen mahallenin adı bunu ifade etmektedir. Ayrıca incilerin, gerçek bir gerdanlık olmadan önce karışık olarak dizildikleri ipe "sanîh" denilmesi sebebiyle, evleri bir sokak etra-finda dizilmesine rağmen, evleri büyüklü küçüklü olduğu için ma­halleye bu isimin verilmiş olması da muhtemeldir.

Çarşılar, daha muahhar dönem Örneklerinden anlaşıldığı gibi esnafa göre isimlendiliyordu. "Sûku'l-habbâzîn", "Sûku'l-hakkâ-kîn" gibi... Muahhar sayılmakla birlikte, Makrizî'nin Mısır'da kaydettiği bir çok çarşı-pazar da aynı şekilde isimlendirilmiştir. Bu âdet zamanımızda da   pek değişmiş sayılmaz.

Sokaklar da, bugün genelde olduğu gibi şahıs isimleriyle ad­landırılıyordu. "Zükâku Asım b.Ömer b.Hattâb" gibi.

Ebû Musa el-Eşarî'den rivayet edilen ve ölen çocuğuna sabre­dip istirca' yapan kişi ile ilgili hadiste, "Cennet'te onun için bir ev yapınız ve "Hamd evi" adı veriniz" hadisinden Hz.Peygamber dö­neminde evlere isim verme adetinin varlığım göstermektedir. Ni­tekim bilhassa "ütüm" adı verilen yüksek taş binalarla, bir iki katlı kerpiç binalar halk tarafından isimlendirilirdi. Semhûdî'nin verdiği bilgilerden Medine'deki her ütumun bir adı olduğu anlaşı­lıyor.

Bazı evler orada oturan kişiye göre adlandırılıyordu. Muâviye'nin bir evine orada oturan cariyesine izafeten "Dâru Hafsa" deniliyordu. Kendisinde meydana gelen olaya izafeten isimlendirilen evler de vardı. Hz.Peygamber'e gelen elçilerin ağır­landığı yer olmasından dolayı,Abdurrahman b.Avfm bir evinin "dâru'd-dayfân"olarak isimlendirilmesi veya içerisinde Şûranın Hz.Ömer'in vasiyetini yerine getirmek ve yeni halifenin kim ola­cağı konusunda bir karar vermek üzere toplandığı için yine aynı sahabîye ait bir başka evin "Dâru'1-Kaza" olarak adlandırılmasını örnek olarak verebiliriz.

Abdurrahman'nm oğlu Humeyd'in sonradan eline geçen bir eve, Muhacirler tarafından Medine'de yaptırılan ilk ev olması do­layısıyla "ed-Dârü'1-kübra" denilmişti. [16]

 

Üçüncü Bölüm


EVLE İLGİLİ İNANÇLAR
 

I. Evlerin Uğursuzluğu İnancı
 

Uğrursuz bulunan üç şeyden birini ev olarak sayan hadisleri, "Uğursuzluk olsaydı bunlarda olurdu." şeklinde şarta bağlıyan hadisler mana olarak tamamlamaktadır. Çünkü ilk hadisler, uğursuzluğu tamamen reddeden, hattâ onu bir şirk olarak telakki eden hadislerle de tearuz halindedir. Nitekim Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği ve kadında evde ve atta uğursuzluk olduğuna dâir bir hadisi düzelten Hz.Aişe, Ebû Hureyre'nin hadisi (tam) hıfzede-mediğini Hz. Peygamber'in "Allah Yahudileri lanet etsin ! Çünkü onlar kadını, evi ve atı uğursuz sayarlar" dediğini, Ebu Hurey­re'nin ise sözün sadece sonunu duyup rivayet ettiğini belirtir. Benzer rivayetlerle ilgili olarak bir başka düzeltmesinde ise Hz.Aişe Hz.Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Câhiliye insanları, uğursuzluk kadında, hayvanda ve ev'de der­lerdi. (Halbuki böyle bir şey yoktur)"

Ibn Kuteybe, "sirayet yoktur..." hadisini açıklarken, Câhiliye devrinde insanlarının başına gelen felâketi, uğradığı zararı uğur­suz olarak kabul ettiği eve veya kadına hamledip, "ev veya kadın uğursuzluğunu bana sirayet ettirdi" dediklerini rivayet etmekte­dir. Nitekim, daha Önce oturdukları evde sayıca ve malca bolluk varken, yeni evlerinde bunların azaldığını söyliyen sahabide şüp­hesiz bu inançtan izler vardı. Hz.Peygamber, ona içine düştüğü vehimden kurtulması için o evi terk etmelerim emretmiştir. Çün­kü onlar, o evin havasını ağır bulmalarına ve kendilerine isabet eden şeylere rağmen tedirgin ve sıkıntılı bir şekilde orada oturu­yorlardı.

Hz.Peygamber, iyi, geniş bir evi, dünyada insanı mutlu kılan şeylerden saymıştır.[17] Hz.Peygamber, "evin kötülüğü, sahasının dar olması" olarak izah etmiştir.[18] Bu hadisler, Câhiliye dönemi­nin bu yanlış inananı yıkmaya yöneliktir. [19]

 

II. Evlere Arkasından Girme
 

"...evlere arkalarından girmek iyilik değildir..." [20]âyetinin yo­rumunda genel olarak rivayet tefsirlerinin naklettikleri gibi Câhiliyye devrinde araplar bir işe niyet ettiklerinde ve o iş kendi­lerine zor geldiğinde veya ihramlı olduklarında; Medineliler, hac veya bir yolculuk dönüşlerinde evlerinin kapılarından girmezler­di. Hasan el-Basrî'nin anlattığına göre bir arap yolculuğa çıksa ve her hangi bir sebeple yolculuktan vazgeçse evine normal kapısın­dan girmez ve ehli meder (kasabalı) ise arkadan bir delik açarak veya merdiven dayamak suretiyle duvarın üstünden atlamak su­retiyle içeri girerdi. Ehli veber (bedevi) ise çadırın arkasından gi­rerdi. Bunu bir iyilik sayarlar aksini ise uğursuzluk olarak görür­lerdi, îslâm bu tür hurafeleri kaldırmıştır. [21]

 

III. Evlere Koç Boynuzu Asma
 

Bugün bazı Anadolu evlerinde gördüğümüz kapı üzerine koç boynuzu asma âdeti muhtemelen araplarda da vardı. Mekke'nin fethi sırasında Hz.Peygamber, Ka'be'nin içine girdiğinde burada Hz.îbrahim'e Cebrail tarafından kurban olarak getirilen koça ait olduğu söylenen bir boynuz asılıydı. Hz.Peygamber Ka'be'nin içinde onu görmüş, kaldırılması ile ilgili emir vermeyi unuttuğu­nu ifade ile "orada namaz kılan kişinin zihnini meşgul edecek şey gerekmezdi" buyurmuşlardı.[22] Bundan sonraki ilk yangında yok olan bu koç boynuzlarının zanmmızca bazı insanların evlerinin kapılan üzerine boynuz asma geleneklerinde bir payı olsa gerek­tir. Kapı üzerine asılan boynuzların aynı zamanda o evde kurban kesildiğini yani zenginliği   ifade ettiği de düşünülebilir.

Bugün bazı kimseler özellikle nazar inancına bağlı olarak evlerinin dışına at nalı, çocuk ayyakkabısı gibi şeyler asar veya çakarlar.Hz.Peygamber döneminde evlerin cephesine at nalı ve çocuk ayakkabısı asıldığına dâir kaynaklarda herhangi bir nota rastlayamadık. Ancak bunların Cahiliye ve islam döneminde var olan nazar inancından kaynaklandığını söylenebilir. Câhız'ın bi­raz geç döneme ait bir rivayetinden, dış tezyinata maçları yansı­tan ilâveler yapıldığı anlaşılmaktadır. Arapların hangi yorum­larla çocuklarına köpek, taş, aslan gibi isimler verdiğini açıkla­yan Câhız, Ubeydullah b.Ziyad'm evinin girişine bir köpek bir as­lan ve bir de koç resmi yaptırdığını, "köpek havlar, koç süser, aslan ise sert bakar (böylece düşman yaklaşamaz)" diyerek uğur saydı­ğım, halbuki bunların bilakis kendisine uğursuzluk getirdiğini söyler.[23]

 

IV. Sevilmeyen Misafirin Dönmemesi İçin Kap Kırma

 

Arapların evle ilgili bâtıl inançlarından biri de sevilmeyen misafirin bir daha gelmesi istenmezse evde bulunan kaplardan biri kırılırdı. Alûsî( v.l 270/1854), yaşadığı dönemde bu âdetin ba­zı insanlar arasında hâlâ görüldüğünü kaydetmektedir. Bu tür inançları İslâm'ın onaylamayacağı malumdur. [24]

 

V. Ev Cinni Ve Ev Yılanı
 

Cahiliye devri arapları cin ve ğûle inanırlardı ve her evin ken­dine ait bir cinni olduğunu kabul ederlerdi.Bir köye, bir harabeye girecekleri zaman oranın cinninden emin olmak için eşek gibi anı-rırlar ve tavşan aşuğu takarlardı.Bu anırmanın adı "ta'şîr" idı.Bir arap şâirinin şu beytinde bundan söz edilir:

"Kaderinde varsa, ne ta'şîr (eşek gibi anırmak), ne de tavsan aşuğu fayda verir."

Hz.Peygamber ev yılanlarının, güdük kuyruklu ve sırtında iki beyaz çizgi olanı hariç öldürülmemesini istemiştir.Bunlann gözün nurunu giderdiği ve hamile hanımların çocuklarını düşür­düğünü ifade etmiştir.[25] Yılanın, Harem'de[26] ve namaz esnasında öldürülebileceğini[27] belirten hadislere karşılık, evlerde bulunan zehirsiz yılanların öldürülmelerinin istenmemesi, bunların, fare gibi tahta ve kerpiç evlerde çok kolay yuva yapabilen ve özellikle eskiden un, zahire hattâ çamaşır konulan çuvallara, deriden yapı­lan dağarcıklara verdiği zararı, daha çok fareler vasıtasıyla yayı­lan veba gibi hastalıklar önlemek için olmalıdır.

Hz.Peygamberin zehirli yılanlar hakkında kullandığı "göz nurunu giderme", ölümden kinâyedir.Hamile kadınların çocukla­rını düşürmesine gelince, gerçekte yılan kadar insana soğuk gelen ve onu korkutan bir hayvan yoktur.Ani bir korkunun hâmile bir kadın ve dünyaya getireceği çocuk üzerinde bırakacağı etkiyi mo­dern tıp bilimsel olarak açıklamaktadır.

Cahiliye devri arapları sözü edilen ev yılanlarından korun­mak için de üzerlerine tavşan aşuğu asarlardı. Bu onların cin ola­bileceği inancından kaynaklanmalıdır. Öldürülen yılanın yakın­larının intikam alacağına inanırlar ve üzerine kül döküp "seni göz (nazar) öldürdü. Senin intikamın yok" derlerdi.

Hz.Peygamber'den gelen rivayetlere göre cinler evde buluna­bilirler. Bunlardan birinde Kur'an okunan evlerde mü'min cinle­rin, Kuran okunmayan evlerde ise kâfir cinlerin meskun olacağı ifade ediliyor.[28] Ayrıca Hz.Peygamber, evlerde bırakılan çöplerin şeytanların toplantı yeri olacağım , kapılar kapandığı, kaplar ters çevrildiği, su kaplan ağzı bağlanıp dayandığı ve lambalar yakıldı-ğında(geceleyin) cinlerin bir zarar vermiyeceklerini belirtmiştir. Hz.Peygamber'in Özellikle cinlerin kötülerinin pislik, yemek artı­ğı yediği ve pis yerlerde bulunduğu şeklindeki beyanları temizli­ğin önemini gerçek yönüyle kavrayamamış insanlara bu korku ile kabul ettirmek ister gibidir. Bazen de "şeytan" kelimesiyle mikrobu kasdeder gibidir. îbn Dakiku'l-'Id, Hz.Peygamber'in bu tür sözlerinin dünyevî maslahatlara yönelik olduğu kanaatinde­dir.[29]

 

VI. Suret Ve Köpek Bulunan Eve Melek Girmeyeceği İnancı
 

Hz.Peygamber'in hadislerinde yer alan suret, köpek ve cenabet kimse bulunan evlere meleklerin girmiyeceği ifadesi, kelâmı ilgilendiren yönü bir tarafa bırakılırsa, aynı şekilde bir takım zararları ve yanlış inanışları önlemeye yönelik olmalıdır. Bilindiği gibi puta tapmaya meyyal ve genellikle putları bir hey­kel şeklinde olan bir topluma resim ve heykeli serbest bırakmak, onların putperestliğe geri dönmesine vesile olabilirdi.Ibn Dakik el-îd resmi yasaklayan hadisleri bu şekilde yorumlamıştır.

Köpekle ilgili hadislerin sayısı ise oldukça fazladır.Özellikle avcılıkla ilgili bölümlerde çok sık zikredilmiştir.Hz.Peygamber döneminde bir çok kimsenin köpek beslediği anlaşılıyor. Hz.Pey­gamber, suzuz bir köpeği sulayan fahişenin bu davranışıyla cen­netlik olduğunu söyler. Köpek bulunan eve melek girmiyeceğine dâir hadis ise bir hikmete mebni olmalıdır. Nesâî'nin, bu konuya dâir hadisi, taharetle ilgili kitabında nakletmesinden de anlaşı­lacağı üzere temizliğe teşvik ve yalnız bu hayvanlar kanalıyla bu­laşan kuduz gibi bazı hastalıklardan insanları koruma düşünül­müş olmahdır.lbn Kuteybe, ""...yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarından yeyin..." âyetinde Allah'ın köpeği çeşitli faydaları için yarattığına delâlet vardır" der. Nitekim av ve çoban köpekleri beslemede bir sakınca görülmemiştir.Mâliki âlimlerinden Ebû Muhammed b.Zeyd el-Kayravânî, korku za­manlarında Kayravandaki evinde köpek beslemiş, kendisine "İmam Mâlik meskun bölgede (hazar) köpek beslemeyi mekruh görüyor, ne dersin?" denildiğinde, "Eğer îmam Mâlik bu zamanda yaşasaydı, kapısında köpek değil aslan beslerdi." demiştir.

Evde köpek beslemek hoşgörülmediği halde kedi beslenme­sinde bir sakınca görülmez. Hadis kaynaklarındaki bazı rivayetlerden sahabenin bir çoğunun evinde kedi besledikleri an­laşılıyor. [30]


[14] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/37-39.

[15] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/39-40.

[16] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/40-43.

[17] Ahmed b. Hanbel, III, 407-408.

[18] el-Hakİm, el-Müstedrek, II, 162.

[19] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/44-45.

[20] el-Bakara, 2/189.

[21] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/45.

[22] Ahmed b. Hanbel, IV, 168; V, 380.

[23] el-Hayevan, I, 325.

Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/45-46.

[24] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/46.

[25] Buharı, Bed'ül-halk, 15.

[26] Ebu Davud, Menasik,39.

[27] Tirmizî, Salat,17O; Ebu Davud, İkame, 165.

[28] Camiu'l-hadis, 1,175.

[29] İbn Hacer, Fethü'1-barî, XIII, 330-331.

Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/46-47.

[30] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/47-48.


Konu Başlığı: Ynt: Şehir planı ve belediye hizmetleri
Gönderen: Mehmed. üzerinde 18 Ağustos 2019, 13:46:30
Esselamu aleyküm Rabbim bizleri Peygamberimiz ve ashabının yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Şehir planı ve belediye hizmetleri
Gönderen: Melek Nur Çelik koü üzerinde 19 Ağustos 2019, 14:10:00
Paylaşım için Allah razı olsun..


Konu Başlığı: Ynt: Şehir planı ve belediye hizmetleri
Gönderen: Sevgi. üzerinde 27 Mayıs 2023, 06:38:24
Esselâmu Aleyküm bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim
 Rabbim bizleri Peygamber efendimizin yolundan ayırmasın