๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Asrı Saadette İslam => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 01 Ekim 2010, 17:54:19



Konu Başlığı: Savaş sanatı ve prensipleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 01 Ekim 2010, 17:54:19
II. Savaş Sanatını Ve Prensiplerini Bîlmek Ve Uygulamak


Rasûlullah (s.a.v.) bir komutan için gerekli savaş sanatım en ileri seviyede biliyordu. Bu bilgisini her savaşta uygulama alanı­na dökmüş ve üstün başarılar sağlamıştır. O'nun bir sanat olarak uyguladığı prensiplerden bazıları şunlardır: [311]

 

A) Taktik Prensipler:
 

Bu prensipler, komutanın kendi dehası ile keşfettiği ve uygu­ladığı prensiplerdir. [312]

 

1- Hedef Belirleme :
 

Resulullah (s.a.v.) her hareketinden Önce, o hareketin varaca­ğı hederi tayin ederdi. Hicret'in hedefi, îslâm' Devletine ulaşmak­tı; ulaştı. Anayasanın hedefi düşmanı teke irca etmekti; öyle oldu. Yani İslâm1 Devletinin tek düşmanı Mekke müşrikleriydi.

Bedir'de hedef, kesinlikle kervanı vurmaktı. Ama Allah onla­rın karşısına müşrik ordusunu çıkardı.[313] "Hudeybiye'de savaş yapmadan Kureyş'in maneviyatını kırmak istiyordu. Bu nedenle ihram giymiş ve normal bir süvarinin bulundurması gereken sila­hı yanına almıştı. Kureyş'in müslümanlar üzerine geldiğini du­yunca, bir çatışmaya meydan vermemek için ana yoldan tali yola sapılmasını öngörmüş ve çekip gitmişti. Hudeybiye'ye ulaşıldığın­da da aynı gayede ısrar etmiş, elçi teatileriyle amacın gerçekleş­mesi için zaman kazanmaya çalışmıştır. Bir grup müşrik İslâm' ordugâhına saldırınca, müslümanlar bu saldırganları kıskıvrak yakalamışlar, Rasûlullah ise esirlere hiçbir zarar verdirmeden onları serbest bırakmıştı.

O, ashabın, andlaşmanın bazı maddelerine itiraz etmelerine ve hatta andlaşma yapmanın aleyhinde olmalarına rağmen ke­sinlikle amacında ısrar etmiş ve Kureyş'le çatışmaya girmemek için gerekli titizliği göstermiştir."[314]

Mekke fethine çıktığında hedefi, kan dökülmeden, çarpışma olmadan şehire girmekti ve nitekim öyle oldu.[315]

Rasûlullah (s.a.v.), gerek askeri, gerek askeri niteliğe sahip olmayan her icraatında başlangıçta bir amaç belirliyor, asla bu amaçtan ayrılmıyordu. Hiç bir zaman da bu hedefini unutmuyor­du. [316]

 

2- İstişare Etme :
 

Rasûlullah (s.a.v.) ümmetin menfaatiyle ilgili, gerek askerî, gerekse askerî olmayan konularda Sahabe-i kiramla istişarede bulunurdu. Hudeybiye musalahası hariç bütün savaşlarda saha­be ile istişarede bulunmuş, hatta ileri sürülen görüşler O'nun gö­rüşüne muhalif olsa bile istişare neticesinde verilen karara uy­muştur. Gerektiğinde kendi görüşüne muhalif bir görüşü, daha uygun düşüyorsa alıp onunla amel etmekten çekinmemiştir.

Bedir savaşında, ordunun karargâhı ve mevzilenmesi konu­sunda fikir beyan eden Huhâb b. Müzir'in görüşüne göre amel edildi.[317]

Uhud savaşında kendisi Medine'de kalınmasını daha uygun görüyorken, sahabe'nin çoğunluğu Medine dışına çıkılması taraf­tarıydı. O da onların görüşü ile amel etti.[318]

Hudeybiye'de onlarla istişare etmeyişine gelince, Rasûlullah (s.a.v.), Islâm"m yayılmasına elverişli istikrar ortamının oluşma­sında ısrar ediyordu. Basiretiyle musalahanın, mezkur ortamın tesisi yolunda hayırlı neticeler getireceği kanaatini besliyordu. Oysa ashab peşin bir zafer kazanma emelindeydi.[319]

Hevâzin seferinde azıkları azalan ashaba, develerini kesme izni vermişken Hz. Ömer'in :

"Ya Rasulallah! Develeri gittikten sonra bunların hiç biri sağ kalmaz" diye fikir beyan etmesi üzerine, Rasûlullah O'nun fikrini beğenmiş ve develerin kesilmesi iznini geri almıştır.[320]

 

3- Sür'atli Hareket Kabiliyeti
 

islâm' ordusu planlanan hedefe, tayin edilen zamanda varı­yordu. Bu hareketiyle de düşmana hazırlanma ve toparlanma fır­satı vermiyordu.[321] Çünkü ordunun hazırlanması, harekete geç­mesi ve hedefe varması kısa zamanda oluyordu.

"islâm ordusu, Dümetu'l-Cendel, Tebük, Filistin yakınlarına ve Taife kadar uzandığında, islâm' Devletinin başkenti Medi­ne'den çok uzaklarda olan bütün bu yerlere geceleyin yol alarak varıyordu. Bütün bu yollan da her türlü zorlukla ve zor şartlarda katediyordu. Meselâ Mustalik oğulları gazvesinden geri dönerken hiç ara vermeden ve dinlenmeden otuz saat yol almışlardı.[322]

işte bütün bunlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ordusunu hare­kete geçirirken, günümüzdeki çağdaş bir ordunun sür1 atinde sev-kettiğini gösteriyor. Gece yürüyüşleri, otuz saat süren kesintisiz yolculukları ve uzun mesafeleridinlenmeden kat'etmesi fevka­lâde bir eğitimi ve mükemmel bir yeterliliği gösterir."[323]

 

4- Şaşırtma Ve Ansızın Baskın
 

Hz. Peygamber (s.a.v.), hicret hadisesinde Medine yoluna gir-nıeyip güneye doğru gitmekle müşrikleri yanıltmıştı. Bu manev­rası ile müşrikleri üç gün uğraştırdı. Sevr mağarasından ayrıldık­tan sonra tuttuğu rehber ile sahil yoluna girip kendisini takip eden müşriklere bir şaşırtma daha verdi.[324]

Rasûlullah (s.a.v.), "Harb, bir kere aldatmadır",[325] buyurur­ken bu hakikate, yani düşmanlara karşı manevra yapmaya dik­kat çekiyordu. Bu, O'nun en büyük taktiklerinden birisidir.

Sahabe-i kiramdan Kâ'b b-Malik, Tebük seferinden geri kalı­şını anlatırken şunları söylüyor :

"Rasûlullah (s.a.v.), bu savaşa gelinceye kadar herhangi bir yere savaş için gittiğinde o yeri söylemez, başka bir yere gider gibi görünürdü. Bu savaşta ise, uzak yere gittiğinden ve bu savaşı şid­detli sıcak mevsimde yaptığından, bir de büyük bir devletin ordu­su ile karşılaşmak için gittiğinden, meseleyi açıkladı."[326]

Düşmanı şaşırtmanın en iyi yollarından biri, hatta temeli, sır ve gizliliktir. Bu yolla, düşmanın mukabele edemiyeceği bir du­rum ortaya çıkarılmış olur.                       

"Medine müslümanlar açısından emin bir bölge idiyse de; şe­hirde müslümanlar aleyhine faaliyette bulunan casuslarla dolu olup beşinci kolun her zaman bulunduğu bir yerdi. Bunlar her fır­satta müslümanlarm amaçlarını saptırma emelindeydüer. Başlı­ca casus şebekeleri ve beşinci kollar, münafıklar, yahudiler ve bir de bedevi araplardan Kureyş adına, Nabtîlerden de Bizans adına casusluk yapan gruplardı. Bunlar her vesileyle, müslümanlar hakkında elde ettikleri bilgileri düşmana aktarıyorlardı. Ama Rasûlullah (s.a.v.), amacım tam anlamıyla gizli tutma konusunda bir hayli titizlik gösteriyordu. Meselâ, bir savaşa çıkma kararı al­dığım gösterirken başka bir yere doğru yön değiştiriyor, ajanlar da gerçekleşmeyen savaş haberini düşmana iletmek suretiyle ya­nılgıya düşmüş oluyorlardı."[327]

Şaşırtma yer, zaman ya da taktik bakımından olmaktadır.

Bunlara değişik misaller vererek Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu ko­nudaki sanatım göstermek uygun olacaktır.

Yer ve mekân bakımından şaşırtmaya misâl Lihyan oğulları savaşıdır. Rasûlullah (s.a.v.), ilk aşamada, Kureyş ve Lihyan oğullarının haberdar olmaması ve nereye gideceğini anlamamala­rı için, orduları kuzeye, Şam'a doğru sevketmiş, bu şayia yani müslümanlarm kuzeye doğru yola çıktıkları haberi yayılınca yön değiştirip Lihyan oğullarını beklenmedik anda yakalamıştır."

Rasûlullah (s.a.v.), Hayber savaşının ilk merhalesinde Gata-fan toprağındaki Recî'e doğru harekete geçmişti. Gatafanlılann karargâhına kuvvet göndererek, kendisi asıl kuvvetlerle Hay-ber'e yönelmişti. Bu şaşırtma ile, Gatafanlılar saldırının kendile­rine, Hayberliler ise saldırının Hayber'e karşı başlatıldığı yanıl­gısına düşmüş, her iki taraf da şaşkınlığa uğramaları sonucu ara­larında işbirliği yapma yoluna gidememişlerdi. Bu da mekân bakımından bir şaşırtmadır. Böyle bir şaşırtmayı yapmak için Rasûluîlah (s.a.v.), birkaç gün başka bir istikamette yol alır ve sonra asıl hedefine doğru bir kavis çizmeye başlardı.

Bu şaşırtma, bazan da bir seriyye ile yapılırdı. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hicrî sekizinci yılın Ramazan ayında Ebû Katade komuta­sında bir seriyye çıkardı. Seriyyenin gideceği yer Batn-u idem'di. Bu seriyye Mekke fethini kamufle etmek ve düşmana yanlış bilgi vermek içindi.[328]

Zaman bakımından şaşırtmaya misâl de Hayber'in fethidir. Rasûlullah (s.a.v.), Hayberlilerin beklemediği ve ummadığı bir zamanda onların yurdunu kuşatmıştı. İslâm' ordusunu gizlice Hayber'e sevkedip geceleyin şehirlerini muhasara altına aldı. Sabahleyin kalkıp islâm' ordusunu gören yahudiler moralmen çöktüler.[329] Zaman bakımından şaşırtmaya ani baskın da denile­bilir. Kureyza oğullan ile yapılan savaş da zaman bakımından şa­şırtmaya bir misâldir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), umulmadık bir anda ve çok sür'atli bir şekilde harekete geçip onlan moral bakı­mından çöküntüye uğrattı.[330]

Taktik bakımından şaşırtmaya misâl ise, Bedir savaşında müşriklerin vur-kaç taktiğine karşılık O'nun saf düzeni taktiği ile savaşı başlatmış olmasıdır. Gerçekten saf düzeni, askerî açıdan vur-kaç taktiğinden daha çok tercih edilen bir taktiktir.[331]

Orduyu saf düzenine Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kendisi hazır­ladı. Falan "sen öne geç, falan sen arkaya kal" diye kendi talima­tıyla askerini safa sokar ve düşmana karşı mevzilendirirdi.

Bedir'de saf düzeni, Uhud'da okçuların Ayne geçidine yer-leştirilmesi, Ahzab savaşında hendek kazılması, Mekke fethinde gizlilik ve ani baskın taktikleri kullanarak müşrikleri şaşırtmış­tır. [332]

 

5- Düşmanların Yapabilecekleri İttifakı Engelleme:
 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in gizlilik prensibine çok ehemmiyet vermesinin sebeplerinden birisi de düşmanların ittifakına engel olmaktır. Mekke fethinin gizli tutulması böyle bir gayeye matuf­tu. Yoksa, Kureyş çevredeki diğer kabilelerle ittifak edebilirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke'ye yönelirken hedefini öylesine giz­li tutmuştu ki, en yakınları bile nereye gideceğim bilmiyorlardı. Hatıb b. Ebî Beltea hadisesine kadar bu konu gizliliğini korumuştu.[333]

Düşmanlann ittifakı ya böyle gizlilik prensibi ile engelleni­yor veya çeşitli manevralarla bu işin önüne geçiliyordu. Bunun en güzel örneği de Hendek savaşında verilmişti. Kendisi yeni müslü-man olmuş, fakat Islâm"ı kabul ettiği herkes tarafından bilinme­yen Nuaymb. Mes'ud, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kendisine verdiği taktikle hareket ederek Kureyza oğullan ve Mekke müşriklerinin ittifakını engellemiştir.[334]

 

6- Küfrün Elebaşlarını Öldürme:
 

İslam'da savaşın meşru olmasının hedefi, yeryüzünden fitne­yi kaldırmaktır.[335] Fitneye sebep olan, zalim idareciler ve küfrün elebaşlarıdır. Bu sebepten dolayı ilk planda onların öldürülmesi gerekir. Çünkü Islâm"ı kabul etmeyen ve karşı duran onlardır. Hz. Peygamber (s.a.v.), savaş zamanlarında ve gönderdiği seriy-yelerle bu küfür önderlerinin öldürülmesini hedeflemiş, sahabeye bu anlayışı vermiştir.

Abdurrahnıan b. Avf anlatıyor :

"Bedir savaşında saf içinde bulunuyordum. Sağıma soluma baktığımda iki gencecik delikanlı gördüm. Yaşları çok gençti-. Keş­ke bunlardan daha kuvvetliler arasında olaydım, diye temennide bulundum. Bu sırada delikanlılardan biri arkadaşından gizlice bana şöyle diyordu :

"Ey amca, bana Ebû Cehil'i gösterir misin ?" "Yeğenim, tanırım, ne yapacaksın onu? " dedim. "Yeminim var, ya O'nu öldürürüm ya da ben ölürüm" diye ce­vap verdi.

Ben delikanlının bu durumuna şaşkınlıkla bakarken diğeri dürtüp aynı şeyleri sordu. Ben de Ebû Cehil'i ikisine de gösterdim. Kartallar gibi hızla üzerine yürüyüp O'nu öldürdüler.[336]

Bu hadiseden sonra Hz. Peygamber (s.a.v.), yanındakilere Ebû Cehil'in akibetini merak ettiğini söylemiş, Abdullah b. Mes'ud (r.a.) da bunu emir telakki ederek onu Öldürmek için hare­kete geçmiş ve yerlere serilmiş bir vaziyette bulmuştu.[337]

Mekke müşriklerinin elebaşılarından olan Ebû Cehil, Ümey-ye b. Halefi , Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Âs b. Hişam Bedir'de öl­dürülenler arasındadır.[338]

Rasûlullah (s.a.v.), islâm' aleyhinde propaganda yapan yahu-di ileri gelenlerinin de öldürülmelerini emretmiş ve bunlardan Asma binti Mervân,[339] Ebû Afek,[340] Ka'b b. el-Eşref,[341] Ebû Râfi,[342] Useyr b. Rezâm,[343] tbn Sayyad[344]  çeşitli şekillerde öldürülmüşler­dir.

Mekke müşriklerinin reisi Ebû Süfyan, Hz. Peygamber (s.a.v.) i öldürmek için Medine'ye bir adam gönderir. Bu adam mescidde yakalanır ve müslüman olur. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber (s.a.v.), Amr b. Ümeyye'yi Seleme b. Eşlemle beraber Mekke'ye gönderir. Amr b. Ümeyye Ebû Süfyanla karşılaşamaz ve geri döner.[345]

Düşmanın ileri gelenlerinin öldürülmesi için Ebû Hurey-re'den şöyle bir rivayet vardır:

Rasûlullah (s.a.v.) bizi bir seriyye içinde savaşa gönderdi. Verdiği emirler arasında, Kureyşten adlarını söylediği kimseler için:

"Filan ve filan kişilere rastgelirseniz, bunları yakalayıp ateş­le yakınız" buyurdu.

Sonra yola çıkmak istediğimiz sırada veda etmek üzere Rasûlullah (s.a.v.)'e geldik, bu defa Rasûlullah (s.a.v.):

"Ben size, filan ve filanı ele geçirdiğinizde ateşte yakmanızı emretmiştim. Halbuki ateşte yalnız Allah azablarichrır. Bu sebep­le, siz bu şerirleri yakaladığınızda öldürünüz." buyurdu.

Mekke fethinde, îslâm ordusu Mekke'ye girince Rasûlullah (s.a.v.) komutanlarına kesin olarak şu emri verdi:

"Size karşı koymadıkları müddetçe hiç kimseyi öldürmeye­ceksiniz. "

Fakat bu emri verdikten sonra, bazı isimleri sayarak, şöyle buyurdu:

"Şu sayacaklarımı Kabe'nin örtüsü altında da görseniz, çıka­rıp öldürünüz. "[346]

"Öldürülmeleri gereken bu insanları bir sınıflamaya tabi tu­tacak olursak, üç sınıf insan ortaya çıkar ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) bunlara hayat hakkı tanımıyor:

1) İslam'dan çıkanlar,

2) İslam'la alay edenler,

3) Müslümanlara işkence yapanlar.[347]

 

7- Düşmana Mağlubiyeti Peşinen Kabul Ettirme:
 

İslam'da savaşın hedefi, insanlığı imha etmek değil, ihya et­mektir. Hedef bu olduğu için, kan dökmeden bu hedefe ulaşmak da ayrı bir sanattır. Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke fethinde işte bu sanatını en güzel şekilde göstermiştir. O, kan dökülmeden Mekke'ye girmek istiyordu. Birliklerin başında bulunan komu­tanlarına Öyle emir vermişti.[348]

Kan dökülmesinin önüne geçmek için de müşriklere mağlubi­yeti peşinen kabul ettirip onlara şu alternatifleri sundu :

1) Ebû Süfyan'ın evine giren emindir.

2) Kendi evine giren, hayatından emin olacaktır.

3) Kabe'ye, Harem'e sığınan emindir, ona dokunulmayacak­tır.[349]

Mekkelilerin herbiri, hatta ileri gelenler, İslam'a azılı şekilde düşman olanlar bile bu alternatiflerden birisini kabul edip orta­lıkta görünmez olmuşlardı. Herkes bir an önce evlerine veya Ha­rem'e sığınmak için acele ediyorlardı. İslâm' ordusu ise, vakarlı bir şekilde şehri teslim alıyordu.[350]

Hz. Peygamber (s.a.v.) takib ettiği çok güzel bir taktikle Mek­kelilerin elini kolunu bağlayıp onları kımıldayamaz bir hale getir­di. İşte bu, bir benzeri görülmemiş olan bir savaş sanatıdır. [351]

 

8- Parola Kullanma :
 

Hz. Peygamber (s.a.v.), katıldığı savaşlarda ayrı ayrı parola (şiar) kullanmıştır.[352] Parola, savaş esnasında, nöbet tutarken ve devriye gezerken müslüman askerlerin birbirlerini tanımaya ya­rayan kelime ve deyimlerdir. Bu kelime ve deyimler, İslâm' ordu­sunun moralini yüksek tutan, onları heyecana getiren ibareler­den seçilirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kullandığı parolalardan bazıları şunlardır :

Bedir'de : Bu savaşta, müslümanlar ve müşrikler kıyafet, şe­kil ve silah bakımlarından birbirlerinden pek ayrılmıyorlardı. Bu bakımdan parola çok lazımdı. Vâkidî, Bedir'deki parolalar hak­kında şu bilgiyi veriyor.

"Rasûlulîah (s.a.v.), Bedir'de;

Muhacirlerin parolasını "Ey Abdurrahman oğulları"

Hazrec'in parolasını "Ey Abdullah oğulları"

Evs'in parolasını da "Ey Ubeydullah oğulları, olarak tesbit et­ti."[353]

Vâkidî bu konudaki rivayetini Urve kanalıvla Hz. Aişe (r.an-ha)'ya dayandırıyor. Yine Vâkidî'nin Zeyd b. Ali (r.a.)'ye dayandır­dığı bir başka rivayete göre de Rasûlullah (s.a.v.)'m Bedir1 deki pa­rolası "Ya Mansur, emit!"( Ya Mansûr, öldür!)" idi.[354]

îbn Hişâm ise Bedir'deki parolanın "Ehad, Ehad" olduğunu beyan ediyor.[355]

Öyle anlaşılıyor ki, bu parolaların hepsi değişik zaman ve mekânlarda ve değişik görevlerde kullanılmıştır.

Uhud'da : İslâm1 ordusunun kullandığı parola, "Emit, emit = öldür, öldür" idi.

Hendek ve Kureyza oğulları savaşlarında müslümanların kullandığı parola, "Hâmîm, Lâ yunsarûn (onlar galip gelemez)" idi.[356]

Mustalik oğulları savaşında, İslâm' ordusunun parolası "Yâ mansur, emit, emit" idi.[357]

Mekke fethi, Huneyn savaşı ve Taif muhasarasında parola :

Muhacirler için "Ey Abdurrahman oğulları"

Hazrec için "Ey Abdullah oğulları" ve

Evs için de "Ey Ubeydullah oğulları" idi.[358]

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ordusu, Hayber savaşında olduğu gibi ani hücumla hareket ettikleri yerlerde tekbir getirerek hem irtibatı sağlamışlar, hem de düşmana korku salarak, kendi moral­lerini üstün tutmuşlardır . [359]

 

B) Teknik Prensipler:
 

Hz. Peygamber (s.a.v.), her savaşta, beşerî gücünü kullana­rak, yapabileceğinin en güzelini yapar; hazırlığını bitirir, savaşa başlarken de Allah'a dua ederdi.[360] Bu haliyle O, ümmetine yol gösteriyordu.

Savaş hazırlığı yaparken teknik konularda sahabesi ile isti­şare eder,[361] işin en güzelini, en sağlamını yapardı. Teknik bilgiye sahip olanların bilgisinden istifade eder,[362] düşmana kemiyet ba­kımından olmasa bile keyfiyet bakımından üstünlük arzederdi. O'nun bu konuda yaptıklarını şöyle sıralayabiliriz: [363]

 

1- Hendek:
 

"Dahî bir komutan, savaşta yeni silah ve taktikler geliştirebi-len kimsedir. Hendek, Arap yarımadasında ilk defa Rasûlullah (s.a.v.) tarafından uygulama alanına konulan teknik bir gelişme ve aynı zamanda (askerî yönden) yeni bir taktiktir."[364]

Medine şehrinin, etrafına hendekler kazılarak korunması fikri Selmân-ı Farisî tarafından ileri atılmış, Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından da kabul edilmişti.[365]

Hendeklerin kazılmasına karar verilince Rasûlullah (s.a.v.), beraberinde Ensâr ve Muhacirim olduğu halde, ata uinmiş olarak araziyi araştırmaya çıktı. Gayeleri, arazi hakkında bilgi edinmek, strateji bakımından ehemmiyet arzeden noktaları tayin ve tesbit etmek ve islâm1 ordusunun kuracağı karargâhı tesbit etmekti.[366]

Hamidullah Hoca, hendek hakkında şu bilgileri verir :

"Hz. Peygamber (s.a.v.) hendeğin kazılması işini şu şekilde bir plan altına almıştı: Kazılacak yerleri işaretledi, her on kişilik takıma kırk zira1 lık [367]yer ayırdı, derinlik ve genişlik mesafeleri de tayin edilmişti. Benim istihraç ettiğime göre kazılan hendeğin uzunluğunun 5.5 km. olması icap etmektedir. Genişlik ve derinlik hiçbir kaynakta sarih olarak zikredilmemiştir; dokuz metre enin­de ve dörtbuçuk metre derinliğinde olması mümkündür."[368]

Ashab-ı kiram, hendek kazılmasında bütün gün çalışıyorlar ve geceyi geçirmek için evlerine, ailelerinin yanına dönüyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) de alçak bir tepe üzerinde bir çadır kurmuş gece ve gündüz bu çadırın bulunduğu noktada kalmıştır. Kendisi, hendeklerde çalışanları teşci etmek için zaman zaman bu birlikle­re gidiyor, bizzat kazma işine katılıyor ve müdafaa plamnı bu su­retle tatbik ediyordu.[369]

Hendeklerin kazılmasında çalışanlar, hem kazıyor hem sırt­ları ile toprak taşıyor hem de çeşitli terennümlerde bulunuyorlar­dı. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bazan onlara eşlik ediyor veya deği­şik bir deyişle onlara cevap veriyordu. Faaliyet büyük bir coşku ile devam ediyordu.[370]

Hendek kazılma işi, Mekke müşriklerinin baskınından Önce bitti. Medine'yi muhasara için gelen müşrikler, hendekle karşıla­şınca şaşırıp kaldılar. Rasûlullah'ın planı ve teknik bilgiyi devre­ye sokarak yeni bir taktik uygulaması müşrikleri zor durumda bıraktı. Aynı zamanda Hz. Peygamber'in bu taktiği uygulaması, fazlaca kan akmasını, insan zayiatını da önlemiş oldu. tşin en gü­zel tarafı da işte burasıdır. [371]

 

2- Yeni Silahlar :
 

"Arap Yarımadasında etrafı surlarla çevrili birkaç tane ma­hal vardı. Hayber yerleşim merkezleri bunlardan biriydi. Ordaki kaleler muhasara edildiğinde müslümanlar mancınıkla atılan taşlardan epey zahmet çekmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) aynı silahları yani mancınıkları Tâif savaşında kullandı.[372] Onun bu muhasarada kullandığı yeni silahlar şunlardır : [373]

 

a) Mancınık :
 

Başında bir makara ve halkası olup iki tekerlekli bir araba üzerine yerleştirilmiş uzunca ve gayet sağlamca bir direkten iba­ret silahtır. Bu makara veya halkadan sağlam bir halat geçirilir üst tarafında torba şeklinde bir ağ bulunur. Bu torbaya bir taş ve­ya yakıcı maddeler yerleştirilir, sonra bu torba direk ve ip ile atılır. Torbaya konan maddeler surlar üzerine düşer, isabet ettiği insanı öldürür veya üzerine düştüğü yeri yakar.[374]

 

b) Debbâbe:
 

Üzeri deri veya kilimlerle kaplanan tahtalardan yapılmış ve yuvarlak tekerlekler üzerine oturtulan bir savaş vasıtasıdır. Bu vasıta, içine girilen ve düşmanın attığı oklardan askeri koruyan hareket eden bir kaleden ibarettir.[375]

 

3- Psikolojik Savaş :
 

Dost birliklerin moral gücünün yüksek tutulması, buna kar­şılık düşman birliklerin maneviyatını çökertecek usullere baş vu­rarak, onları savunamaz ve savaşmaz bir hale sokmak suretiyle zaferi elde etmek demektir.[376]

Hz. Peygamber (s.a.v.) dahî bir komutan olarak bunu katıldı­ğı savaşlarda uygulamıştır. O'nun askerinin morali her zaman yüksekti. Hatta Uhud'da fazlaca şehid verdikleri zaman bile, müşriklerden üstün oldukları taraftarı dile getiriyorlar, askerin moralini diri tutuyorlardı. Hz. Ömer (r.a.) ile Ebû Süfyan'm karşı­lıklı konuşmaları bunun şahididir.[377]

İslâm ordusunun morali yüksek olsun diye bazı şeylere riayet edilmiştir. Askerin recez söylemesi,[378] toplu halde tekbir getirme­si,[379] çeşitli şakaların ve sohbetlerin yapılması,[380] Allah'ın inayetiyle zaferi elde edeceklerinin müjdelenmesi,[381] şehid olma arzusu[382] bu cümledendir.

Her zaman morali yüksek olan îslâm ordusu, düşman tarafın moralini çökertmek için bazı yollara başvurmuştur. Başvurulan ve çeşitli savaşlarda uygulanan bu prensiplerin bazısı taktik bazı­sı da teknik prensiplerdir. Biz bunları bir araya toplayıp tek baş­lık altında inceledik. [383]

 

A) Ateş Yakma :
 

Mekke fethi esnasında Kureyş'in maneviyatını çökerten ve onları direnişten vazgeçiren nedenler arasmda, Rasûiullah (s.a.v.)'m onbin kişilik islâm1 ordusuna geceleyin ateş yaktırması da vardır.[384] islâm' ordusu, Mekke'yi kuşatıp Merrü'z-Zahran'da konakladığı vakit yatsı olmuştu. Komutan, her askerin bir ateş yakmasını emretti. Gece nöbetine de Hz. Ömer'i tayin etti.[385]

Bu ateş Mekkelileri dehşete düşürdü. O gece Büdeyl b. Verkâ ile islâm1 ordu karargâhına yaklaşmakta olan Ebû Süfyan şöyle diyordu :

"Ben, hayatımda bu geceki gibi ateş ve ordu görmedim."[386]

 

B) Düşman Ordu Komutanının Gözünü Korkutma :
 

Hz. Peygamber (s.a.v.), düşmandan korkmayan ve fakat onu küçümsemeyen bir komutandı. O, devrinin süper gücü olan Bi­zans imparatorluğuna savaş açmaktan çekinmedi. Bir seferin­de[387] üçbin kişilik ordusunu yüzbin kişilik Bizans ordusu üzerine gönderen ve bu sayede istikbalin büyük komutanlarını yetiştiren Rasûiullah (s.a.v.), ikinci seferinde de otuz bin kişilik bir kuvvet ile kendisi gitti.[388] Tebük seferi diye adlandırılan sonuncusunda Bizans ve Gassan orduları çekildiği için savaş olmadı. Ama düş­mana gözdağı verilmiş oldu.

Düşmanı ve düşman ordu komutanını korkutmanın bir başka uygulaması da yine Mekke Fethi esnasında olmuştur. Onbin kişi­lik düzenli ve kollara ayrılmış islâm ordusunun, Kureyş ordu ko­mutanı Ebû Süfyan'm önünden geçirilmesi, onu bir hayli dehşete düşürmüştü.[389] Hadiseyi Abbas (r.a.) şöyle anlatıyor :

"Kabileler kendi bayrakları altında geçiyordu. Ebû Süfyan'm önünden her kabile geçişinde:

"Bunlar kim ? Ya Abbas" diye soruyor, ben de :

"Süleym" diyorum. O zaman :

"Benimle Süleymliler arasında bir şey yokki" diyor.

Sonra başka bir kabile geçiyor, Ebû Süfyan :

"Ya Abbas, bunlar kim ?" diye soruyor, ben de :

"Müzeyne" diye cevap veriyorum. O da :

"Müzeyne ile alıp veremediğim bir şey yok" diyor.

Böylece kabilelerin hepsi geçip tamamlandı. Bana, önünden geçen her kabileyi sordu. Ben de onların kim olduğunu haber ver­diğim de, O :

"Benimle falan oğulları arasında bı şey yok'1 diye karşılık ve­riyordu.

Nihayet Rasûiullah (s.a.v.), içlerinde Muhacir ve Ensar'ın bu­lunduğu siyah zırhlı birliği ile geçti. Onların, büründükleri zırh­tan dolayı gözlerinden başka yerleri görünmüyordu. Ebû Süfyan bunları görünce :

-"Ya Abbas, ya bunlar kim ?" dedi.

Ben de :

"Bunlar, Ensar , Muhacirûn ve Rasûiullah (s.a.v.) dedim. Oda:

"Hiç kimsenin bunlara dayanmaya ve yenmeye gücü yetmez. Ya Abbas, bugün, kardeşinin oğlunun krallığı pek büyümüş" dedi.

Ben de :

"Ya Ebâ Süfyan, o krallık değil, peygamberliktir" deyince

"Evet, öyle olsun" dedi.

Ben de :

"Git haydi, kavmini ikaz et, karşı çıkmasmlar" dedim.[390]

 

C) Tekbir:
 

İslâm' ordusu, yol boyunca ve düşmana saldırırken tekbir ve teşbihi dilinden düşürmezdi.[391] Yol boyunca söylenen tekbir ve teşbihler ordunun moralini yükseltiyordu.

Cabir b. Abdillah (r.a.) dan:

"Bizler seferde yüksek bir yere çıktığımız zaman tekbir geti­rirdik. Yükseklerden aşağı inincede "Sübhaneîlah" diye teşbih ederdik".

islâm ordusunun moralini yükselten tekbir, düşmanlara kor­ku salıyordu.

Hendek savaşında, savaşın en kritik anında müslümanları arkadan vurmayı planlayan Kureyza oğullarının hududuna, Rasûiullah (s.a.v.) iki yüz kadar sahabeyi göndererek, onlara şu emri verdi:

"Sabaha kadar bulunduğunuz yerde, "Allahu Ekber" diye tekbir getireceksiniz. "[392]

Görevli askerler sabaha kadar tekbir getirdiler. Yahudiler korkup çekindiler. Kazmak istedikleri kuyuya kendileri düştüler.

İslâm ordusu, Hayber'e girerken "Allahu Ekber haribet Hay-ber" diye tekbir getirerek, düşmana korku salarak, Hayber'in ar­tık işinin bittiğini haber vererek girdi.[393]

Dikkat edilirse bu taktik ve prensipler, karşıdaki düşmanı hemen teslim almak ve Ölü sayısını her iki tarafta da asgariye in­dirmek için kullanılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) insanları imha için değil ihya için gönderilmiş bir peygamberdir. O, alemlere rah­mettir.

Bundan sonraki kısımda da görüleceği gibi, onun savaşları si­villerin korunduğu, muhafaza edildiği, tecavüzün olmadığı âdil savaşlardır. [394]


[311] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/84.

[312] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/84.

[313] K.K., Enfâl Sûresi, 8; ayrıca bkz. Taberî, Tarih, III, 31-32.

[314] Hattâb, el-Kâid, 449-450.

[315] Hamidullah, Hz. Peygamber'in Savaşları, 126.

[316] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/84-85.

[317] Vâkidî, Megâzî, I, 53; İbn Hişâm, Sîre, II, 272; îbn Sa'd, Tabakât, II, 15; Îbnul-Esîr el-Kâmil, II, 122.

[318] İbn Hişâm, Sîre, II, 67; Taberî, Tarih, III, 106.

[319] Hattâb, el-Kâid, 462.

[320] Buhârî, Cihâd, 122, Şerike 1.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/85-86.

[321] Müslim, Cihâd, 23; îbn Seyyidi'n-Nâs, a.g.e., II, 37; Halebî,Sîre, II, 658.

[322] Hattâb, el-Kâid, 456.

[323] Aynı eser, 457.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/86.

[324] Buhârî, îcâre, 3.

[325] Buhârî, Cihâd, 156; Müslim, Cihâd, 17,18.

[326] Buhârî, Cihâd, 102; Müslim, Tevbe, 53.

[327] Hattâb, el-Kâid, 451-452.

[328] İbn Sa'd, Tabakât, II, 132; İbn Seyyidi'n-Nâs, Uyân,îl, 161.

[329] Buhârî, Cihâd, 43, 129, Megûzî, 40; Müslim, Cihâd, 120.

[330] Buhârî, Megâzi, 32; Müslim, Cihâd, 69.

[331] Hattâb, a.g.e., 453.

[332] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/87-89.

[333] Buhârî, Cihâd, 96; Müslim, Cihâd, 78; Ebû Davud, Cıhad, 117, Tl Cihâd, 7.

[334] İbn Hişâm, Sîre, III, 240; Taberî, Tarih, İbn Kes.r, Sıre, III, 214.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/89-90.

[335] K.K., Bakara Sûresi, 193.

[336] Buhârî, Meğâzî, 8; Müslim, Cihâd, 42.

[337] Buhârî, Meğâzî, 8; Müslim, Cihâd, 118.

[338] İbn Hişâm, Stre, II, 286; Halebî,Sire, II, 417.

[339] Vâkiclî, Meğâzî, I,172-173; İbn Seyyidi'n-Nâs, a.g.e., I, 293.

[340] Vâkidî, Meğâzî, 1,174; îbn Seyyidi'n-Nâs, a.g.e., I, 293.

[341] Buhârî, Cihâd, 157-158; Müslim, Cihâd, 119.

[342] Buhârî, Cihâd, 154, Meğâzî, 16; îbn Seyyidi'n-Nâs, a.g.e., II, 80.

[343] İbn Seyyidi'n-Nâs, a.g.e., II, 111.

[344] Buhârî, Cihâd, 177.

[345] Taberî, Tarih, III, 142; İbn Seyyid'in-Nâs, a.g.e., II, 112.

[346] îbn Hişâm, Stre, IV, 51; Taberî, Tarih, III, 300; îbn Kesîr, Sîre, III, 563.

[347] Sırma, İhsan Süreyya, hlâmî Tebliğin Medine Dönemi ve Cihâd, İstan­bul 1986, s. 190.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/90-92.

[348] İbn Hişâm, Sîre, IV, 51;Taberî, Tarih, III, 300; Ibnü'1-Esîr, el-Kâmil, II, 246.

[349] Vâkidî, Megâzî, II, 826; tbn Hişâm, Sîre, IV, 47; İbn Kesîr, Sîre, III, 552.

[350] Sırma, Medine Dönemi, 188.

[351] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/92.

[352] Ebû Dâvûd, Cihâd, 102.

[353] Vâkidî,Megâzî, I, 71; İbn Sad, Tabakât, II, 14.

[354] Vâkidî, Megâzî, I, 71; İbn Sa'd, Tabakât, 15.

[355] îbn Hişâm, Sîre, II, 287.

[356] Vâkidî, Megâzî, II, 474; îbn Hişâm, Sîre, III, 237.

[357] Vâkidî, Meğâzî, II, 406; îbn Hişâm, Sîre, III, 306.

[358] Îbn Hişâm, Sîre, IV, 51.

[359] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/93-94.

[360] Buhârî, Cihâd, 73, 88, 97, 99, 153, Menâkıbu'l-Ensâr, 17; Müslim, Cihâd, 19,20,21,23,58.

[361] îbn Hişâm, Sîre, II, 272; Îbnul-Esîr, el-Kâmil, II, 122.

[362] Buhârî, Meğâzî, 31; Taberî, Tarih, III, 165.

[363] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/94.

[364] Hattâb, el-Kâid, 237.

[365] Taberî, Tarih, III, 165; Süheylî, Raud, VI, 206-207.

[366] Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, 101.

[367] Zira': Orta parmağın ucundan dirseğin ucuna kadar olan kısım, arşın (Asım Efendi, Kamus Tercemesi, İstanbul, 1305, III, 241).

[368] Hamidullah, a.g.e., 103,104.

[369] îbn Hişâm, Sîre, III, 226; Taberî, Tarih III, 167; Îbn Kesîr.Sîre, III, 186.

[370] Buhârî, Cihâd, 33, 34, Menâkıbu'l-Ensâr, 63; Îbn Hişâm, Sîre, III. 927.

[371] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/94-96.

[372] Hamidullab, a.g.e., 146.

[373] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/96.

[374] Kettânî, Terâtih, I, 373; Hattâb, a.g.e., 387.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/96.

[375] Halebî, Sîre, III, 81; Kettânî, Terâtib, I, 374; Hattâb, a.g.e., 387.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/96.

[376] Bkz., Meydan Larousse, savaş md.

[377] Buhârî, Meğâzî, 17; İbn Hişâm, Sîre, II, 99; İbn Kesir, Sîre, III, 75.

[378] Buhârî, Cihâd, 34; Müslim, Cihâd, 120.

[379] Buhârî, Cihâd, 130,131,132.

[380] Buhârî, Megâzî, 18,31.

[381] Buhârî, Cihâd, 130.

[382] Buhârî, Megâzî, 8; Müslim, Cihâd, 42.

[383] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/96-97.

[384] Hattâb, a.g.e., 352.

[385] İbn Hişâm, Sîre, IV, 44; İbn Kayyım, Zâdu'l-Meâd, II, 181.

[386] Buhârî, Megâzî, 50.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/97.

[387] Hattâb, Peygamber Ordusunun Tarihi, 96-97.

[388] Aynı eser, 63.

[389] îbn Kayyım, a.g.e., II, 182.

[390] Vâkidî, Meğâzî, II, 821-823; Îbn Hişâm, Sîre, IV, 45, 46, 47; Taberî, Ta­rih, III, 296-297; İbn Kesîr, Sîre, III, 550 (Bazı bölümleri, Buhârî, Meğâzî, 50. dedir).

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/98-99.

[391] Buhârî, Cihâd, 130.

[392] Vâkidî, Meğâzî, II, 460.

[393] Buharı, Cihâd, 43, Meğâzî, 40; Müslim, Cihâd, 43.

[394] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/99-100.


Konu Başlığı: Ynt: Savaş sanatı ve prensipleri
Gönderen: Ceren üzerinde 15 Ağustos 2019, 15:15:45
Esselamu alayküm.Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...


Konu Başlığı: Ynt: Savaş sanatı ve prensipleri
Gönderen: Melek Nur Çelik koü üzerinde 15 Ağustos 2019, 22:39:39
Paylaşım için Allah razı olsun..


Konu Başlığı: Ynt: Savaş sanatı ve prensipleri
Gönderen: Sevgi. üzerinde 16 Ağustos 2019, 02:58:24
Aleyküm selâm. Bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim


Konu Başlığı: Ynt: Savaş sanatı ve prensipleri
Gönderen: Züleyha üzerinde 16 Ağustos 2019, 09:24:27
Allah razı olsun hocam selam ve dua ile...


Konu Başlığı: Ynt: Savaş sanatı ve prensipleri
Gönderen: Mehmed. üzerinde 17 Ağustos 2019, 12:37:46
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun