Konu Başlığı: Nazar değmesi Gönderen: Safiye Gül üzerinde 29 Eylül 2010, 14:19:35 C- Nazar Değmesi "Nazar", Arapça'da bakış demektir. Türkçe'de de aynı manada kullanılır. Bu umumi manasının dışında, yaygın bir inanışı dile getiren terim olarak "Nazar değmesi", az çok herkeste bulunan, belli özellikteki kimselerde daha fazla bulunduğuna inanılan ve böyle kimselerin bakışlarından fırlayan zarar verici, çarpıcı ve öldürücü güç anlamındadır.[358] 1- Cahiliyede Nazar Değmesi Câhiliye Arapları arasında "Nazar Değmesi" son derece yaygın bir inanıştı. Nazarının değmesi konusunda bazı kimseler çok mahir idiler. Bilhassa Benî Esed içinde bu özellikteki insanlar çoktu. Hatta onlardan biri, semiz bir deve veya yağlı bir sığır gördüğü zaman, cariyesine: "Ey cariye, evden ölçeği ve paralan al, şu hayvanın etinden bize et getir"der. (o sırada) Hayvana nazar değer. Cariye, efendisinin dediklerini evden alıp ayrılmadan hayvan, yere düşer, boğazlanır. Cariye de onun etinden satın alır, getirirdi.[359] Câhiliye Arapları, bir kimse hasedlikle ve düşmanlıkla birine bakınca, o, bu bakış sebebiyle hasta olurdu. Onlar bunun için: "Falana nazar değdi" derlerdi.[360] Rivayete göre Araplardan bir kimse, iki veya üç gün yemek yemez, aç kalır. Sonra çadırının perdesini kaldırır, beklerdi. Oradan bir deve veya bir koyun geçerken görürse: "Bu gün bu deveden daha güzel bir deve görmedim" derdi. Böyle dediği hayvan, bir kaç adım atar ve hemen düşer ölürdü.[361] Bir Arap şairi şöyle der:[362] "Bir (toplantı) mahal(linde) karşılayınca karşılıklı nazar ederek bakışınca, basılan yer ayaklarının altında'n kayıverir." Ibn Abbas, bir topluluğa uğrayınca bakışlarıyla kendisini tehdid edenler için şu şiiri söylemiştir:[363] "(Onlar) bana kızarmış gözlerle, keçinin kasabın (elindeki) bıçağına baktığı gibi bana keçi bakışıyla baktılar (yani korkak ve ürkek şekilde..)" Bunlardan açıkça anlıyoruz ki, "Nazar Değmesi", Câhiliye Araplarımn çok yakından ilgilendikleri ve tesirinden korktukları, öldürücü ve çarpıcı bir güçtür. Odlar bunu sadece bilmekle kalmıyorlar, onun etkisinden korunmak için de bir takım tedbirlere başvuruyorlardı. Bunların başında "Temâim" adı verilen[364] nazarlıklar geliyordu.[365] Ayrıca nazarı dokunan kimseye bir kap içinde ellerini, ayaklarım ve izannın altını yıkamasını söylerler, o da yıkar, bu yıkantı suyu, nazara uğrayan kimsenin üzerine dökerek, böylece nazardan kurtulunulacağma inanıyorlardı.[366] Nazar değmesi inancı hemen bütün ülkelerde, kendine has özellikler içinde görülmektedir. Dün olduğu gibi, bu gün hala Avrupa'da özellikle İtalya'da, Balkanlar'da ve Rusya'da rastlanmaktadır.[367] Hatta Schyvab'larda (Güney Almanya) çocukların alınlarına, nazar değmesin diye insan pisliği sürüldüğü kaydedilmektedir.[368] Ülkemizde de, her bölgede nazar inana yaygındır. Gök mavisi rengindeki gözün bakışının değmesi ihtimalinin daha büyük olduğunu inanırlır. Bunun içinde gök mavisi şeylerle nazar değmesinden korunulacağı düşünüldüğünden, mavi boncuğa Önem verilir. Mavi boncuk, nazarlık olarak kullanılır. Bundan başka ülkemizde nazar değmesinden korunmak için, yeşil kahve tanesi, eski para, kurşun, çitlenbik kabuğu ve at nalı gibi şeyler de nazarlık olarak kullanılır. Bu nazarlıklar, kullanıldıkları yere göre değişik şekillerde asılır ve dikilir. Mesela, çocukların omuzlarına dikilir, hayvanların alınlarına yahut boyunlarına asılır, evlerin veya binaların giriş kapılarına konur. Yine ülkemizde nazardan korunma adetleri arasında sıkça görüleni, nazar uğrayana kurşun dökülmesi, başının üstünden dua ile çevrilmiş tuzun ateşe atılarak patlatılması, üzerlik otunun yakılarak dumanıyla tütsülenmesi gelir. Bunlar yapılırken, kendilerine has özel tekerlemeleri de unutulmaz. Şöyle ki: Tuz patlatılırken: "Nazara bozarar Nazar edenin iki gözü bozara" denir. Üzerlik otu tütsülenirken de: "Elemtere fiş/ Kem gözlere Şiş, Üzerlik otu çatlasın? Nazar eden patlasın"[369] Bazı yörelerde nazar değmesinden korumak için, nazarından korkulan kişi, çocuğu gördükten sonra, hemen çocuğun yüzü yıkanır, elbiseleri değiştirilir. Hatta dışarı giderken çocuğa siyah lekeler sürülür.[370] 2) Hadislerde Nazar Değmesi Nazar değmesi olayına Rur'an-ı Kerim işaret etmektedir: "O inkar edenler, zikri (Kur anı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi....."[371] Ayetten de anlaşılacağı gibi, müşrikler, Hz. Peygambere nazar etme yoluyla zarar vermek istemişlerdi. Fakat Cenab-ı Hak Nebisini korumuştu. Hadislerde ise, Nazar değmesi bir vakıa olarak anlatılmış ve onun, Hak (gerçek) olduğu belirtilmiştir.[372] Konuyla ilgili hadislerden bazı örnekler görelim: "Nazar değmesi Haktır. Eğer kaderin önüne geçen bir şey olsaydı, onun önüne Nazar değmesi geçerdi."[373] "Nazar, kişiyi kabre, deveyi tencereye sokar."[374] "Nazar değmesi Haktır. Eğer onun önüne geçen bir şey olsa idi, Nazar değmesi geçerdi. Sizden yıkanmanız istendiğinde yıkanınız."112 Son hadiste geçen "Yıkanmanız istendiğinde yıkanınız" sözünden maksad, yukarıda zikrettiğimiz, Câhiliye Arapları arasında uygulanan ve kendisine "Nazar abdesti" de denilen bir çeşit, Nazardan korunma âdetidir. Sünnetin de" kabul ettiği anlaşılan bu adetin, nasıl yapıldığı hakkında değişik rivayetler vardır.Bu rivayetlerden biri şöyledir: "Bir kap içinde su doldurulur. Kap yere konmaz, ondan nazarı değen kimse bir avuç alarak mazmaza yapar ve suyu yine kabın içine püskürtür. Sonra aynı sudan alarak yüzünü yıkar. Sonra sol eliyle su alır, sağ elini; sağ eliyle su alarak, sol elini yıkar. Dirsekleriyle topuklarım yıkamaz, sonra bu şekilde sağ ayağım sol ayağım yıkar. Sonra gömleğinin iç tarafını (altını) yıkar. Böylece yıkama işini bitirir. Yıkantı suyu, nazara uğrayan kimsenin arkasından döker.[375] Bununla beraber, nazarı değen kimsenin bu şekilde abdest almaya mecbur edilip edilmeyeceği hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazıları: Bir kimsenin nazarı değdiği anlaşılırsa, ondan korunmak icap eder. O yerin halkı, onun nazarından korunmalıdır.[376] şeklinde görüş ileri sürmüşlerdir. Hatta "Onun evine kapanmasını temin etmeli, fakirse yetecek rızık vermeli" tarzında yorumlar yapılmıştır. Fakat, nazardan korunmanın en mâkul ve uygun olanı, bu konudaki me'sûr duaları okumaktır.[377] Bu duaların okunması, Hz. Peygamber tarafından bizzat istenmiş,[378] ve öğretilmiştir.[379] Öğretilen ve okunması tavsiye edeline bu dualar, Allah'ın varlığını, birliğini yani Tevhidi içeren ve ancak O'na sığınmayı anlatan metinlerdir. Yoksa Câhiliye Araplarmm yaptığı gibi, bir takım "temâim ve nazarlıklarla, Kâhinlerin, Arrafların, Afsuncuların, Sihirle uğraşanların, Cinlerle irtibat halinde olduklarını iddia edenlerin okudukları tekerlemeler değildir. Çünkü sünnetin koyduğu her şey, Tevhid'i korumaya daima özen göstermiştir. Nazar değmesi inancı, hemen her millette görüldüğünden, kendine has karakter ve yorumlarıyla, yeni şekillere bürünmüş olarak ortaya çıktığından, menşeinin hangi toplum olduğunu tes-bit etmek oldukça zordur. Ancak psikolojik temelleri olduğu muhakkaktır. Hatta şöyle de denilebilir: Belli bazı renklere karşı hassas olan kimselerin, o renge sahip gözleri olan kimselerin bakışlarının etkisinde kalabileceklerini düşünerek tedirgin olmaları halidir. Olay, şuur altındaki hissiyatın açığa çıkması olarak da anlaşılabilir. Hadiste geçen "Nazar Haktır" ifadesi de, bize böyle bir etki altında kalmanın mümkün olduğunu anlatmak için söylenmiş olabilir. Maddesi ne olarsu olsun, öldürücü kudret nazara karşı, bir ara madde kullanılmaktadır. Bu madde "Mavi boncuk", "iğde dalı" vs. olabilmektedir. Bu maddenin görevi, nazarın kaynağı olan insandaki öldürücü veya hasta edici gücü, üzerine çekerek, onu taşıyan insanı veya hayvanı onlardan karumaktır. Yine nazara karşı kullanılan malzemelerde Tematik unsurların da olması mümkündür.[380] D) Sihir Sihir, yapılış şekli ve meydana getirdiği etki açısından, uzmanlık gerektiren bir sanattır, inanç değil de sanat olan bu olayı, Halk inançları içinde görmek her ne kadar, ilk anda yadırganacak bir husus ise de, meydana getirdiği etkinin şiddetinden dolayı, halkta uyandırdığı tepki, ona adetâ inanç hüviyyeti kazandırmıştır. Biz meseleye bu yönü itibariyle yaklaşarak sihiri, Halk inançları arasında incelemeyi uygun bulduk. Sihir, lügatte, "ne olursa olsun sebebi gizli olan şey" demektir. Seri örfle ise, "sebebi gizli olmakla, hakikatin hilafına tahayyül olunan yaldızcılık, şarlatanlık, hud'akarlık yolunda ceryan eden herhangi bir şey demektir. "Esrarengiz gizli sebeple incelik, zahiri cazibe, hud'a kötü maksad sihirin mahiyetini teşkil eder. insafsızlık ve ahlaksızlık sihirin köküdür.[381] Ebu'1-Beka (ö. 918/1512) Külliyatında Şöyle der: "Nüfusu habisenin bir takım ef al ve ahval ile uğraşmasıdır ki, o fiillere , bazı harikulade işler terettüp eder."[382] Türkçemizde sihir: "büyü, cadılık, gözbağcılık olarak bilinir."[383] Bu işin bir çeşit illizyon (:illustion) olayı olduğu da düşünülebilir.[384] 1) Câhiliyede Sihir Sihir, Câhiliye Araplarımn inanç dünyasında, etkin bir yere sahiptir. Onlar, görmedikleri bir şeyden ya da alışmadıkları duymadıkları şeylerden sözeden, konuştuğu konularda bir takım gizli kapaklı ya da şaşırtıcı yeni şeyler söyleyen birini gördüklerinde onu, büyünün (sihirin) etkisine girmiş kabul ediyor, onun büyülenmiş olduğunu söylüyorlardı. Duydukları bu yeni şeyler onlar için, sanki sihirden başka bir şey değildi.[385] Onlarda, şeytanlarla büyü ve büyücüler arasında öğrenci-öğretmen ilişkisine benzer bir ilişkinin olduğuna dair anlayış vardı. Büyücünün, kişi ile hanımı arasını ayıralbilme gücüne sahip olduğuna inanıyorlardı.[386] Cinlerin, dahi kimselerle ilişki kurdukları şeklindeki Câhiliye inancı, sihirbazların da tıpkı kâhinler gibi, Cinlerle ilişki kurduklarını, onları kendi işlerinde kullandıklarını ifade ederek insanlar üzerinde etkili olmaya çalışmaları, Câhiliye Araplarım Cinlerin, sihirbazlara yardımcı olduklarını zannetmeye sevketmiştir.[387] Bir takım rivayetlerden öğrendiğimiz gibi, Sihir denilince ilk akla gelen, Beni Züreykli bir Yahudi olan Lebid bin Asamın Hz. Peygamber'e sihir yaptığıdır.[388] Bu olayın varlığı tartışmalı olmakla birlikte, anlaşılan şudur ki, sihir olayı Câhiliye Arapları arasında yaygındı. Bu işi bilen, sanat edinmiş kişiler, o devirde çok sayıda bulunuyordu. Kur'an'da: "Büyü, büyücü, büyülenmiş ve büyücüler" kavramlarının, defalarca tekrar edilmiş olması, kafirlerin, Hz. Peygamberi büyücülükle itham eden sözlerinin hikaye edilişi, Arapların islâm'dan önce , sihir ve sihirbazları bildiklerine ve onlarla sıkı münasebet halinde olduklarına güçlü bir delildir.[389] 2) Hadislerde Sihir Büyü, afsun, nirenk ve füsun gibi tabirlerle de ele alınan sihir,[390] değişik münasebetlerle Kur'an'da iştikakıyla birlikte 80'den fazla yerde geçmektedir.[391] Hz. Peygamberdin hadislerinde zikri geçen sihir, hüküm itibariyle, reddedilmiş, bu, "sihir yapmak Şirktir[392] "Sihire inanan cennete giremez" [393] şeklindeki hadislerle ifade edilmiştir. Ebu Hüreyre'nin rivayetinde, Hz, Peygamberin kaçınılmasını istediği yedi şeyden biri de büyüdür. (Sihirdir).[394] Başka bir hadiste ise: "Kim düğüm bağlar, sonra da ona üflerse sihir (büyü) yapmış olur. (Sihir (büyü) yapan da Şirke girmiş olur."[395] Bu ve benzeri hadislerden de anlaşıldığı gibi, sihir yapmanın, bununla meşgul olmanın haram olduğu, günah-ı kebâirden sayıldığı görülmektedir. Bununla beraber konuya daha geniş açıdan bakarak bu konuda farklı görüşler de ileri sürülmüştür. Bunlar genel hatlarıyla şöyle hülasa edilebilir: Farklı görüşler ileri sürenlerden biri Nevevî (Ö. 676/1277)'dir. Şöyle der: "Sihir yapmak haramdır. Kebâir'den olduğu hususunda icma vardır. Rasûluliah (s.a), sihir yapmayı yedi büyük günahtan biri saymıştır. Bazı sihir vardır ki, onu yapmak küfürdür, bazısını yapmak ise günahtır. Söz gelimi, içinde küfrü gerektiren söz ve fiil bulunan sihir, küfürdür, bu şekilde olmayanlar için küfür hükmü verilmez. Ancak sihirin öğrenilmesi de Öğretilmesi de haramdır. Şayet, mahiyetinde küfürü gerektiren bir şey varsa, bunu öğrenip öğretene tevbe teklif edilir, tevbe etmezse Öldürülür. Küfrü gerektiren şey olmadığı kadirde, azarlanır (ta'zir edilir)"[396] îbn Hacer der ki: Bazı alimler iki sebebe binaen sihir öğrenmeye cevaz vermişlerdir: 1. İçerisinde küfür olanla küfür olmayan sihiri tefrik etmek için. 2. Kendisine sihir yapılmış olan bir kimseden sihiri kaldırmak için. Birincisi; sadece itikad açısından mahzurludur. Itikad edilmeyince bir şey hakkında mücerred bilgi edinme yasaklanamaz. Tıpkı, putperestlerin putlarına nasıl ibadet ettiklerini öğrenmek gibi. Zira sihirbazın yaptığı şeyin keyfiyetini bilmek, bir fiilin veya bir kavlin hikaye edilip anlatılmasından ibarettir, ikincisi ise; büyülenen kimsedeki büyüyü çözmek, onu sihirden kurtarmak için yapılan mukabil ameliyedir ki, buna "Nüşre" denir. Buna da caiz değil diyen olmuş ise de, Cumhur caiz görmüştür. Said bin Müsey-yeb'in: "Allah zarar veren sihiri yasakladı, fayda vereni yasaklamadı" dediği rivayet edilir.[397] Sihir konu edilince, hemen akla gelen, Hz. Peygambere Lebid bin A'sam ve kızlarının sihir yaptıkları akla gelmektedir. Bu meselenin aslı nedir? Konu ile ilgili rivayetlerin durumu nasıldır? Bu konuda kısaca durmak yerinde olacaktır. [398] Hz. Peygamber'e Sihir Yapılmış Mıdır? Buhari ve Müslim'in Hz. Aişe'den yaptıkları bir rivayette şöyle denilmektedir: "Hz. Peygamber'e (Yahudiler tarafından) sihir yapıldı. Öyle ki Rasûluliah (s.a), yapmadığı bir şeyi yaptım vehmine düşüyordu. Bir gün benim yanımda iken, Allah'a dua etti. Sonra tekrar dua etti ve dedi ki: -Ey Aişe, hissettin mi? Sorduğum hususta Allah bana bilgi verdi.? -Hangi hususta Ey Allah'ın Rasulü? dedim. -iki kişi bana gelip biri baş tarafıma diğeri ayak tarafımda oturdu. Biri diğerine: -Bu zatın rahatsızlığı nedir? dedi. -Büyüdür, dedi. Önceki tekrar sordu: -Lebin bin A'sam adındaki Beni Züreykli bir Yahudi, diye cevap verdi. Öbürü: -Büyüyü ne yaptı? dedi. Arkadaşı: -Bir tarakla saç döküntüsüne, bir erkek hurma tomurcuğunun içine (koyarak sihir yaptı) dedi. Diğeri: -Pekala şimdi nerede? diye sordu. Arkadaşı; - Zervan kuyusunda cevabım verdi. Bunun üzerine Rasûluliah (s.a), ashaptan bir grupla birlikte kuyuya gitti. Ona baktı. Kuyunun üzerinde bir hurma vardı. Sonra benim yanıma dönüp: -Ey Aişe, Allah'a yemin olsun ki, kuyunun suyu sanki, kına ile ıslatılmış gibi (bulanık) ve (o kuyunun suyu ile sulanan) hurma ağaçlarının başları da, sanki şeytanların başları gibiydi, dedi. Ben: —Ey Allah'ın Rasulü, onu (kuyudan) çıkardın mı? diye sordum, —Hayır, dedi ve ilave etti: Bana gelince, Allah bana afiyet lütfetti ve şifâ ilave verdi. Ben ondan halka bir şey gelmesine sebep olmaktan korktum. Kuyunun kapatılmasını emrettim de kuyu kapatıldı.[399] Bu konuda başka bir rivayet Şöyledir: Zeyd bin Erkam naklediyor: Rasulüllah (s.a)'e sihir yapıldı. Bu yüzden günlerce hasta düştü. Sonra Cebrail (a.s) gelerek: "-Seni Yanudilerden bir adam zahirledi. Yaptığı sihir düğümünü falanca kuyuya attı." dedi. Rasûlullah (s.a), Hz. Ali'yi gönderdi. O, düğümü oradan çıkarıp çözdü. (Sihir çözülünce) Rasûlullah (s.a) bağdan kurtulmuş gibi kendine geldi. Rasûlullah (s.a) bunu Yahudiye söylemedi ve onun yüzünü hiç görmedi.[400] Bazı rivayetlerde, vak'a daha teferruatlı anlatılmaktadır. Bunlardan birinde gelen ziyade, burada kayda değer." hurma tomurcuğunun içerisinde mumdan bir timsal vardı. Bu Rasûlullah'm timsali idi. Timsale batırılmış iğneler vardı. Ayrıca üzerinde onbir adet düğüm vurulmuş bir de kiriş vardı. Bunun üzerine Cebrail (a.s) Muavvizeteyn surelerini indirdi. Bunlardan bir ayet okundukça, bir düğüm çözüldü. Bir iğne çıkarıldıkça onun elemini hissetti. Bunlar tamamlanınca rahatladı."[401] Bu olay, hicretin yedinci senesinde Medine'de cereyan etmişti. Bu konudaki rivayetler, Buhari ve Müslim'in dışındaki başka kaynaklarda da yer almaktadır. Tartışmaya konu olan taran ise: Hz. Peygamber'e gerçekten sihir yapılmış mıdır? Yapılmışsa, bunun peygamberlik müessesesiyle bağdaşıp bağdaşmıyacağı hususudur. Mâzirî (ö. 536/1142), Hz. Peygamber'e sihir yapılıp yapılmadığı konusunda şu görüşleri savunur: "Rasûlullah'm Cenab-ı Hak'tan naklettiği meselelerdeki sıdkı (doğruluğu) hususunda ve tebligatında îsmet'e (ilahi korunmaya) -mazhar olduğu hususunda delil ikame edilmiştir. Pek çok mucize, O'nun tasdik edildiğine kesin deillerdir. Aksine delil tecviz etmek batıldır. Ancak asıl gönderiliş gayesinin dışında kalan ve peygamberliği de ilgilendirmeyen bir kısım dünyevî işlere, bir insan olarak Hz. Peygamber dahi maruzdur, hastalıklar gibi. Öyleyse herhangi dünyevi bir meselede, hakikat olmayan bir zanna düşürülmesi akıldan uzak değildir." Mâzirî ilaveten der ki: "Esasen Rasûlullah'm zanna düşürülmesi hususu, bazı rivayetlere göre, zevceleriyle beraber olmadığı halde beraber oldu zannına düşmüş olmasıdır. Bu çeşit zanlara, rüyada insanlar sıkça düşer. Uyanık halde iken düşmesi de imkandan uzak değildir.[402] Muhammed Ebu Şehbe bu konuda, "Difaun ani's-Sünne"[403] isimli eserinde Ibn Kayyım'm (Ö.751/1350) şu sözlerini kaydeder: "Buhari ve Müslim (sihirle ilgili) hadisin sahih olduğunda ittifak etmişlerdir. Ayrıca hadisçilerden hiç bir kimse, bu hadis hakkında ileri geri laf etmemiştir. Hadis , tefsir, tarih ve nkıh ehli tarafından bilinen meşhur bir hadistir. Bu kimseler, böyle konuları Kelamcılardan daha iyi bilirler. Sonra Rasûluîlah'm başına gelen sihir, gelip geçici, Allah'ın kendisine şifâ verdiği bir hastalıktı. Bunda ise ne bir ayıp vardır ne de bir kusur. Çünkü, peygamberler de pekala hastalanabilirler, hatta bayılabilirler de..."[404] Kadi Iyaz konuya daha değişik açıdan bakarak, "Sihir Hz. peygamberin sadece vücudu ve azaları üzerinde tesirini gösterdi, onun temyiz gücünde ve düşüncesinde (yani aklında) göstermedi" der.[405] Görüldüğü gibi görüşlerini sunduğumuz İslâm bilginleri, Hz. peygamber'e sinirin yapıldığını, fakat onun peygamberlik görevini etkilemediğini, sadece bir çeşit hastalık niteliğinde olduğunu belirtmektedirler. Ibn Kuteybe de aynı kanaattedir.[406] Hz. Peygamber'e sihir yapılmıştır ve O'da sinirin etkisinde kalmıştır şeklindeki bir inanç, etkilenme ister sadece bedeni yönden olsun, isterse akli yönden olsun peygamberlik müessesesi ile bağdaşmaz diyen İslâm bilginlerinin başında Nazzam (ö. 221/835) gelmektir. Mutezile, Hz. Peygamber'e sihir yapıldı demenin, Kur'an ayetlerine aykırı olacağını savunarak "bu fikirde ısrar etmiş, sihirden teessürün (etkilenmenin) mansıb-ı nübüvvete yakışmayacağını" söylemişlerdir[407] "Imam-ı Maturidi'den (Ö.331/914) nakledildiğire göre Ebu Bekir Esam burada mervî olan (rivayet edilen) sihir hadisi metruktür.[408] Çünkü bundan, kafirlerin Hz. Peygamber'e meşhur (sinirlenmiş) demelerinin sıdkı (tasdik edilmesi) lazım gelecektir. Bu ise Kur'an-ı Azimüş-Şanın nassına muhaliftir"[409] der. Ancak şundan gaflet edilmemek lazım gelir ki, bu rivayetlerin (sihir yapıldı ve Hz. Peygamber ondan etkilendi şeklinde nakledilen) hepsinin sıhhati kabul edildiği takdirde bile, Rasûlullah'a velev bir an için olsun bir sihir yapılmış olduğuna mutlaka itikadın vücubunu ifade edecek kuvveti haiz değildirler. Zira esas itibariyle haber-i ahad[410] hududunu geçmiş değildirler. Haber-i ahad'ın sıhhati ise, itikadın cevazını ifade etse bile, vücubunu ifade eylemez. Halbuki bunda itikadın vücûbu şöyle dursun, Kur'an'm nassına muhalif olduğu ileri sürülmüştür.[411] Muhammed Abduh da konuya benzer ifadelerle temas ederek şu açıklamayı yapar: "Nübüvvetin ne olduğunu ve onun gereklerini idrak edemiyen mukallidlerin büyük bir bölümü şöyle derler: "Rasûlullah'm büyülendiğine dair bize ulaşan rivayetler sahihtir...Kuşkusuz bu haberde geçen sihir, Kur'an'da varlığına işaret edilen sihir türlerinden biridir." Bakınız sahih din ve açık bir gerçek, mukallidlerin nazarında nasıl bid'ate dönüşüveriyor. Bundan Allah'a sığınırız. Sihirin sübutu hususunda Kur anla ihticac edip, Rasûlullah'm sihirden berî olduğunu ifade eden mutlak ayetlerden[412] nasıl yüz çevirebiliyorlar. Bu ayetleri tevil edipte, sihirin varlığını ispat ettiği söylenen ayetleri neden te'vil etmezler? Kaldı ki müşriklerin maksatları ortadadır. Onlar, Rasûlullah'ın şeytanla ilişkide olduğunu söylüyorlardı. Bu ise oların nazarında sihir türlerinden biriydi. Rasûlullah'ı büyülediği söylenen Lebid bir el-A'sam'm büyüsü de bu büyünün aynıydı "ve müşriklerin iddialarına göre Rasûlullah, bu büyünün tesiriyle aklını ve idrak gücünü karıştırmıştı. itikad edilmesi gereken husus Kur'an-ı Kerim'in kati olduğu ve Allah Rasulünden tevatüren bize kadar geldiğidir. Gerçekten itikada layık olan onun ispat ettiği; itikad edilmemesi gereken de onun nefyettiğidir. Rasûlullah'm sihirden ve büyülenmekten emin olduğunu Kur'an ifade etmekte olup, onun büyülendiğine dair iddiaları da, düşmanları olan müşriklere isnad etmekte ve onları bu iddilarından dolayı kınamaktadır. Öyleyse, o kati surette büyülenmemiştir. Sahih olduğunu varsaysak dahi, bu Ahad bir hadistir. Akideye taalluk eden meselelerde ise Ahad haberle amel edilmez.[413] Bununla beraber bu meseleyi Ehl-i Sünnet, Ehl-i Bid'at ve îti-zal meselesi gibi tasvir etmek de, Sihiri haddinden fazla büyütmek gibi bir ifrattan hâli olmaz.[414] bahsimize konu olması hasebiyle, Hz. Peygamber'e sihir yapılmış mıdır sualine cevap olarak sunduğumuz bu açıklamalarda varılan sonuç, Muhammed Abduh'un da gayet açık olarak ifade ettiği gibi Rasûlullah'a büyü yapılmamış olduğu kanaatinin daha makul olacağı yönündedir. Bu konudaki hadisler te'vile muhtaçtır. Sihirin menşei konusunda ilk bilgileri Kur'an-ı Kerim1 den öğrenmekteyiz. Kur'an'm verdiği bilgi, Hz. Süleyman (a.s)'ın peygamberliği zamanında sihrin çok yaygın olduğu, şeytanlar tarafindan insanlara öğretildiği şeklindedir.[415] Sihirin kaynağı, şeytanlardır: islâm Ansiklopedisinde, "Sihir" maddesini yazan, D.B.Macdonald, aynı şeyleri ifade ettikten sonra, bu konuda daha geniş bilgiler vererek sihirin menşeine, ruhlar ve cinler fikrini de eklemekte ve konuyu uzun uzun tahlil etmektedir. Hemen her toplumda, Grekler'de (Eski Yunan), Ba-bil'de, Mısır'da, iran'da, Keldaniler'de, Hintliler'de ve Ibn Ishak'a dayandırarak eski Türklerde (Mesela, orduları yenmek, düşmanları öldürmek, nehirleri geçmek ve kısa bir zamanda uzak mesafelere gitmek vb. şekillerde) sihir olayının bulunduğuna işaret eder.[416] islâm Öncesi Arabistan'da sihir, Arapların kendileriyle yakın ilişki içinde bulundukları Yahudiler, iranlılar ve Yunanlılar gibi halklardan alınmış, aynı çeşitten anlayışların bir karışımıdır. Bunlar, tütsüleme, tılsım, muska, okuyup üflemek (tabiki sünnette meşru kılman okuma şekli rukye, bunun dışındadır), yıldızlara bakarak geleceği haber verme, içine yerleştirilen sayılar, yatay ve dikey olarak toplandığı zaman hep aynı sayıyı ve harflerin gizli değerlerinden yararlanarak geleceği okumak demek olan Cifİr, bu konuda kitaplar yazılmasına yol açmıştır.[417] [358] Yeni Türk Ansiklopedisi, VII, 2607; Meydan Larousse, IX, 257. Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/393. [359] Bursevi, Ruhu'l-Beyan, X, 127; Emiroğlu, T.,Esbab-ı Nüzul, 38-39. [360] İbn Manzur, Lisan, XIII, 301. [361] Bursevi, a.g.e., göst. yer; Emiroğlu, T., a.g.e., göst. yer. [362] Razi, Mefatihu'l-Gayb, XXX, 1000. [363] Razi, a.g.e., göst. yer. [364] Alusi, Buluğu'l-Erab, II, 7-9. [365] Sofuoğlu, M., Sahihi Müslim, Tere, VIII, 37 (Dipnotta). [366] Müslim, Selam, 56/11,1725. [367] Tanyu, H., Türklerde Taşla İlgili inançlar, s. 213. [368] Tanyu, H., a.g.e., s. 213, (Eduarda Seliğman Der Bose Blyİck Und Ver-mandes; s. 219'dan naklen) [369] Yeni Türk Ansiklopedisi, Nazar mad.; Halıcı, Feyzi, Türk Halk Edebiyatı ve Folklorunda Yeni Görüşler, (248-52) Mehmet Aydın'ın, "Konya daki Manevi, Halk İnançlarının Dinler Tarihi açısından Tehlili" isimli makaleden alınmıştır. [370] Kütahya ve çevresinde görülmektedir. Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/394-395. [371] Kalem, 68/51. [372] Müslim, Selam, 41/11,1719 [373] Müslim, Selam, 42/11,1719. [374] Müslim, Selam, 42/11,1719. [375] Davudoğlu, A., Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 606-607. [376] Davudoğlu, A., Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi, XI, 607. [377] Müslim, Selam, 67/11,1728; Buhari, Tıb, 38/VI, 24. [378] Müslim, Selam, 56/11,1725. [379] Müslim, Selam, 46-47/11,1723. [380] Acipayamlı, Orhan, Anadoluda Nazarla ilgili Bazı Âdet ve inanmalar, Ü.D.T,C. Fak. Cilt, XX, Ocak. Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/396-397. [381] Ragıb, Müfredat, s. 331; Yazır, M.H., Hak Dini Kur'ân Dili, I, 441-443; Macdonald, D. B., "Sihir" maddesi, Î.A., X, 600; Kamus, I, 88. [382] İbn Manzur, Lisan, V, 348; Külliyat-ı Ebi'l-Belka, s. 208. [383] Kamus, I, 887-888 [384] Redhause, English-Türkish Dictionary s. 483. Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/398. [385] A'raf, 7/132; Maide, 5/110; Yunus, 10/76; Hud, 11/7; Nemil, 7/13; Şuara, 26/34; Sa'd, 38/4; Zariyat, 51/52. [386] Bakara, 2/102. [387] Taberi, Tarih, I, 445; îzzet Derveze, Asrun-Nebi, s. 294-298. [388] Buhari, Tıb, 47,49, 50, VI, 28-30; Cizye, 14, IV 68; Edeb, 56, VII, 88; Müslim, Selam, 43, II, 719. [389] İzzet Derveze, a.g.e., s.271. Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/398-399. [390] Pakalın, M.Z.r Osmanlı Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, 211-217. [391] A'raf, 7/115-116,132; Taha, 20/55-56, 71; Maide, 5/110; En'am, 6/7; Yunus, 10/76-77, 81; hud, 11/7; Enbiya, 21/3; Şuara, 26/40. [392] Nesai, Tahrim, 19/VII, 112. [393] Müsned, IV, 339; III, 33. [394] Buhari, Vesaya, 23/111,195, Hudud, 44/VIII, 33; Tıb, 48/VTI, 29; Müslim, îman, 145/1, 92, Hadiste geçen diğer altı şey ise: "Allah'a şirk koşmak, zina yapmak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadına iftira atmak." [395] Nesai, Tahrim, 19/VII, 112. [396] Nevevi, Minhaç, XIV, 176. [397] İbn Hacer, Fethü'l-Ban, X, 183,191. [398] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/399-401. [399] Buhari, Tıb, 47,49, 50/VII, 28-30; Cizye 14/VI, 68;Edeb, 56/VII, 88; Müslim, Selam, 43/11,1719. [400] Nesai, Tahrim, 20/VII, 112 [401] İbn Hacer, Fethü'UBari, X, 188. [402] İbn Hacer, Fethü'l-Bari, X, 185. [403] Türkçeye Mehmet Görmez ve M. Emin Özafşar tarafından "Sünnet Müdafaası" adıyla 2 cilt halinde tercüme edilmiştir. [404] M. Ebu Şehbe, Sünnet Müdafaası, II, 157-158; İbn Kayyım, et-Tefsir, 564-572'den naklen. [405] İbn Hacer, a.g.e., X, 185. [406] İbn Kuteybe, Te'vilü Muhtelifi'l-Hadis, s. 177. [407] Yazır, M. R.,Hak Dini Kur'an Dili, XI, 6356. [408] Metruk Hadis: Hadiste yalan söylemek ithamına maruz kalan yahut söz veya fiilinde fışkı açığa çıkan, yahut da çok yanılma ya da gafleti fazla olan zayıf bir ravinin tek başına rivayet ettiği hadise denir. Kemalüddin et-Tai, Risaletün fi Ulumi'l-Hadis ve Usulihi, s. 91; Uğur, M., Hadis Terimleri Sözlüğü, s. [409] Yazır, M. H., a.g.e., IX, 356. [410] Haber-i Ahad; Bir nesilde bir tek ravi tarafından rivayet edilen habere, haber-i vahid; bir kaç nesilde birer ravi tarafından rivayet edilen haber-i ahad denir. (Kemalüddin et-Tai, a.g.e., s. 67; Uğur, M., a.g.e, s. 7; Koçku-zu A. O., Rivayet İlimlerinde Haber-i Vahidlerin İtikad ve Teşri Yönlerinden Değeri, s. 78-80). [411] Yazır, M.H., a.g.e., IX, 6356. [412]İsra, 17/25; Furkan, 8 (Ayetlerin manası: "Biz onların seni dinlerken, nes sebeple dinlediklerini, kendi gizli konuşurken de zalimlerin "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz" dediklerini gayet iyi biliyoruz., İsra, 17/47. "... Ve zalimler "Siz başka değil, sadece büyülenmiş bir adama uymuyorsunuz" dediler" (Furkan, 25/8). [413] Mahmud Ebu Reyye, Adva Ala's-Sünneti'l-Muharnmediye, Tere. Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması s. 3790-380, Muharrem Tan. [414] Yazır, M. H., Hak Dini Kur'an Dili, IX, 6357. [415] Bakara, 2/101. [416] D.B. Macdonald "Sihir" maddesi, İ.A.,X, 599-611. [417] Meydan Larousse, "Büyü" Mad. II, 685. |