๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Asrı Saadette İslam => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 30 Eylül 2010, 18:45:19



Konu Başlığı: İslamın bazı ahlâk problemlerine bakışı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 30 Eylül 2010, 18:45:19
İkinci Bölüm


İSLÂM'IN BELLİ BAŞLI AHLÂK PROBLEMLERİNE BAKIŞI


A. Ahlâkî Vazife
 

1. Ahlâkî Vazifenin Kaynağı

 

Konu ile ilgili îslâmî naslar, bir bütünlük içinde değerlendiri­lecek olursa, islâm ahlâkının, ahlâkî hayatımız üzerinde hem sos­yal çevrenin hem de kendi akıl ve vicdanımızın tesirini, aşırılığa kaçmaksızm kabul ettiğini görürüz. Şu hadis, bunun en açık ifade­sidir: .

«Üstün iyilik (birr), ahlâk güzelliğidir; kötülük (ism) ise nef­sinde (vicdanında) sıkıntı doğuran ve insanların haberdar olma­sından endişe ettiğin şeydir.»[63]

Her şeyden önce şunu belirtmeliyiz ki, islâm Dini "aslî gü­nah" fikri ile insan ve insanlık hakkında temelden kötümser olan Hristiyanlık'tan da, bu dine bir tepki olarak doğduğu anlaşılan ve insan hakkında aşırı iyimser olan felsefî düşüncelerden de ayrılır. insanın yaratılış asaletini devam ettiren de bozan da yine insanın kendisidir; kendi amel ve yaşayışıdır.[64]

Ahlâk, bir değerler alanıdır ve her değer; gerek ferdî gerekse ma'şerî vicdanda benimsendiği ve inanıldığı sürece hayatiyet ka­zanır. Şu halde ahlak, bir îman alanıdır ve bu yönüyle dinin inan­ca taalluk eden diğer alanlarından farksızdır. îman ise gönülden bir tasdikdir. Bazı insanlar —Kur'an-ı Kerim'in ifadesi' ile— «kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylerler.»[65] islâm, şu veya bu şekildeki bir haricî sebeplerle insanın bir şeyi kabul ediyor görün­mesini istemez; hatta bunu "münafıklık" sayar, islâm kendi pren­siplerine kalbden inanılmasını ister. Nitekim, bazı menfaatlar sağlayabileceklerim düşünerek, sözde müslüman olanlar hakkında Kur'ân-ı Kerim'de geçen şu ifadeler, İslâm'ın kalbî ve vicdanî tasdike verdiği önemi gösterir:

«Bedeviler 'inandık' dediler. De ki: Siz iman etmediniz. Öyle ise 'İslam olduk'deyiniz. (Çünkü) henüz iman kalblerinizeyerleş­medi. »[66]

Netice itibariyle tslâm Dini insan hakkında ihtiyatlı bir iyim­serliğe sahiptir; insanda iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayıran —adına ister akıl, ister vicdan veya kalb diyelim— bir melekenin bulunduğunu kabul eder ve kendi prensiplerini asıl bu melekenin tasdikine sunar.[67] Çünkü, her sistem gibi islâm'ın da insanlığa mal olması ancak bu yolla mümkündür.

Şu var ki, islâm Dinî, insanlığa mal olmayı istemek yamnda, ferdî ve içtimaî hayatın inanç ve ahlâk gibi alanlarında insanlığa belli bir yön vermek ister. Bu sebeple islâm Dini, sosyolojik ahlâkta olduğu gibi toplumun ahlâki gidişi karşısında tarafsız kalmaz; veya rasyonel ve duygucu ahlâk görüşlerindeki gibi fer­din çeşitli ihtirasları ve kaprisleri arasında boğulup kalması muh­temel olan akü ve vicdanın sübjektif kararlarını ahlâkî vazifenin mutlak belirleyicisi kabul etmez. Ahlakî kararları ve davranışları kendi değer ölçülerinin süzgecinden geçirir; takdir veya takbih eder.

insana, bir yandan kendi zihnî ve duygusal varlığı tarafın­dan, diğer yandanda içinde yaşadığı ve gittikçe genişleyen sosyal çevre tarafından çeşitli davranış biçimleri önerilmektedir. Bun­lardan hangisi ahlâka uygundur? işte insan, burada bir hüküm vermek ve tercih yapmak zorunda kalacaktır, islâm inanana göre insanın, bu yol ayırımında ahlâk yolundan sapmasına yol açan belli başlı iki olumsuz âmil vardır:

1- İnsanın bayağı arzuları, hayvani istek ve temayülleri.

insanın bu yönüne tek kelime ile "hevâ" adını veren Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:

«Her kim azıtır ve dünyayı âhirete tercih ederse, şüphesiz ki onun barınağı cehennem olacaktır. (Yaptıklarının hesabım vermek üzere) Rabbinin makamına varmaktan kaygı duyan ve kendisini hevâdan uzak tutana gelince, onun yeri de cennettir.[68]

Kur'ân-ı Kerim, kötü arzularına esir olanları «hevâsmı tanrı edinenler» şeklinde nitelemiş;[69] Hz. Peygamber (s.a.v.) de «hevâsına kul olanlar» dan uzak durulması gerektiğine işaret et­miştir.[70]

2- Şuursuz taklit:

Her vazife bir hayrın ifadesidir. Şuursuz taklid ile yapılan bir iş, teemmülsüz yapılmış olacağından, taklit eden kimse o işteki hayrı veya şerri farkedemez. Bu yüzdendir ki, —Kur'ân-ı Ke­rim'de bildirildiğine göre— kendilerine «Allah'ın indirdiklerine uyun!» emri verilen müşrikler, «bilâkis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» demişledir. Kur'ân-ı Kerim, «Ya ataları hiç düşünmemiş ve doğru yolu bulmamış iseler!...» buyurduktan sonra onların basiretsizliğini şöyle ifade eder: «Onlar sağır,lâl ve kördürler; çünkü onlar düşünmezler.»[71]

Vazifeye uygun hareket, iyilik niyet ve şuuru ile yapılması şartı ile ahlâkî bir kıymet taşır. Oysa, şu veya bu kişiyi, zümreyi ve çevreyi bilgisizce taklit etmekten ibaret olup, ahlâkî bir muhteva taşımayan hareketler, iyilik yapma niyet ve şuurundan yoksun olacağından, biçim olarak vazifeye uygun düşse bile, Özü ve ruhu itibariyle değersizdir. Bu sebeple Hz. Muhammed (s.a.v.), «İn­sanlar iyilik yaparsa biz de yaparız; insanlar kötülük işlerlerse biz de işleriz, diyerek şahsiyetsiz olmayınız. Aksine, insanlar iyi­lik yaparlarsa siz de iyilik yapmak, şayet kötülük yaparlarsa siz bunu yapmamak suretiyle sağlam karakterli olunuz.»[72] buyur­muştur.

Görülüyor ki, islâm Dini, insanın fıtrî yapısına, aklî ve vicdanî basîretine ihtiyatlı bir itimat göstermekte; yine, her ahlâkî değerin ancak toplumun kabulüne mazhar olması ile varlı­ğını sürdürebileceği gerçeğinden hareketle, ma'şerî vicdanın hü­kümlerine kıymet vermektedir. Bununla beraber islâm ahlâkına göre, Kur'ân-ı Kerim'in "hevâ" diye adlandırdığı kötü arzu ve ihti­raslar ile şuursuz ve basiretsiz taklitçilik, insanın ahlâkî hüküm­lerini ve vazife telakkisini olumsuz yönde etkilemektedir, insan, hayır yolu üzerindeki bu iki engeli aşma cehdinde ilâhî inayete muhtaçtır. Kur'ân-ı Kerim, İslâm'daki bu inancı, Hz. Yusufun şu itirafı ile dile getirir:

«Ben, nefsimi temize çıkaramam; çünkü nefis ısrarla kütü­ğü emreder. Meğer ki Rabbim acımış ola. Çünkü Rabbim bağışlayıcı ve merhametlidir.»[73]

Yiz. Muhammed(s.a.v.)de, ahlâk yolunda tökezlemek in Al­lah'ın inayetine muhtaç olduğunun bir ifadesi olarak şöyle thâ et­mişti:

«Allah'ım! Bana ahlâkın en güzelini nasip et! Senden kaka­sı en güzel ahlâka beni kavuşturamaz. Kötü ahlâktan dan beni ko­ru! Senden başka hiç kimse beni kötü ahlâktan koruyamaz.[74]

Allah'ın, insanın vicdanına hayır ve şerri görme kabiliyetini vermesi, Kur'ân-ı Kerim'deki ifadesi ile, «insan nefsine fücûrmu da takvasını da ilham etmiş» olması,[75] O'nun inayetinin bir -su­cudur.

Öte yandan, ilâhî inayetin diğer bir ifadesi de dindir: yani Allah'ın vahiy yoluyla insanlara belli başlı vazifelerini gösteren, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıran hükümler göndermesidir. Bu yönden Kur'ân-ı Kerim islâm'ı ve ilâhî tebliğleri, kötü temayüllerin ve telkinlerin etkisinde kalabilen ve böylece aiâkî hastalıklara müptela olan insanoğlu için şifâ, rahmet, uyarıcı, ışık ve nimet gibi vasıflarla nitelemiştir.

Netice itibariyle îslâm Dini, Hz. Muhammed'in, insanlara tebliğ etmekle görevlendirildiği ilâhî kanunlar bütünüdür. Ailkî vazifeler, genel olarak dinî hükümlerin bir kısmım teşkil : bu sebepledir ki, «Din başka, ahlâk başkadır» görüşü, îslâm nokta-i nazarından doğru ve insanlığın hayrına bir görüş değildir. Çirkü, prensip olarak insanlarda vazife şuurunu uyandıran amil cl ol­duğu gibi, onlara, vazifelerinin nelerden ibaret olduğunu, değişik bir şekilde ana hatlarıyla bildiren de din olmuştur. Bu inaz::an hareketle, birçok islâm ahlâkçısı, vazifeyi —kısaca— dinin, yerine getirilmesini buyurduğu hayır», veya «dinin emir'.r.ne uymak, yasaklarından sakınmak» şeklinde tarif etmişlerdi. [76]

 

2. Ahlâkî Vazifenin Gayesi
 

Hz. Muhammed (s.a.v.), «Cennet, hoşlanılmayan şeylerle, cehennem de hoşlanılan şeylerle örtülüdür.»[77] buyurmuştur. Bu demektir ki, insan nefsi, kendisini cennete götürecek olan vazife­leri yerine getirmekten hoşlanmaz. Buna rağmen, insan neden __yerine göre— rahatını bozmak, maddî veya manevî fedakarlık­larda bulunmak, hatta bazen hayatım feda etmek pahasına vazi­felerini yapmalıdır? Bu külfetlere katlanmaktan gayesi nedir ve­ya ne olmalıdır? Bu soruya çeşitli ahlâk sistemlerinin verdikleri cevaplar birbirinden az çok farklı olmuş ve çoğunlukla ahlâk sis­temleri bu soruya verdikleri cevaplara göre isim almışlardır: Haz ahlâkı, mutluluk ahlâkı, faydacı ahlâk, vazife ahlâkı gibi.

«islâm'da ahlâkî vazifenin gayesi nedir?» sorusuna geçmeden önce, bir dünya görüşü olarak islâm'ın haz ve menfaatların değeri­ne yaklaşımını kısaca gözden geçirmekte yarar vardır. [78]

 

A) İslâm'da Ferdî Haz Ve Menfaatin Değeri
 

İslâm Dini, prensip olarak ruhbanlık hayatım onaylamaz. Nitekim islâm Peygamberi (s.a.v.), «Bize ruhbanlık emredilmedi.»[79] buyurmuştur. Çünkü, kişinin fizikî ve biyolojik ihtiyaçları­nı karşılaması bir hayat zarureti, —ahlâkçılarımızın deyimi ile— nefsin ve neslin devamının bir gereğidir. Bizzat Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ruhbanlık hayatına yönelen bazı sahabilere karşı şu uyarısı, dünyevî imkanlar karşısında olumsuz tavır takınmanın, îslâm ahlâkı ile bağdaşmadığının açık ifadesidir.

«Sizlerin şöyle şöyle dediğinizi duyuyorum. Bazı sahâbîler, geceleri hep namaz kılacaklarını, gündüzleri hep oruç tutacakla­rını, hiç evlenmeyeceklerini, evli olanlarm kadmlarma yaklaş­mayacaklarını... söylemişlerdi.) Bakın; ben—yemin ederim ki— Allah'a hepinizden daha çok saygılıyım; O'ndan, daha çok korka­rım. Bununla birlikte, (nafile olarak) oruç tuttuğum günler de olur, tutmadığım günler de; namaz da kılarım, uyku da uyurum; kadınlarla da evlenirim... «Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden uzaklaşır.»

Kur'ân-ı Kerim, dünya nimetlerini birer "zinet" kabul eder ve «Allah'ın yerden çıkardığı (ve helal kıldığı) zinetleri kim haram kılarmış?»[80] diye sorar. Resûlullah (s.a.v.) da, «Dünyada zühd içinde olmak, helâli haram saymak değildir.»[81] buyurmuştur.

tslâm Dini açısından asıl ihmal edilmemesi gereken nokta şudur: Dünya nimetleri, manevî ve ahlâkî hayatımızın değil, hissi ve biyolojik varlığımızın gayesidir. Her canlı varlık gibi insan da, nefsini ve neslini devam ettirebilmek için bu nimetlerden yarar­lanmak isteyecektir. Fakat insan hayatının, biyolojik taleplerin Ötesinde v« üstünde gayeleri vardır. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle bu-yurulur: «Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise, Rabbinin nezdinde sevapça daha hayırlı, ardın­dan koşulmaya daha layıktır.»[82]

İslâm ahlâkı, dünyevî imkanları daha yüksek gayeler için bi­rer vasıta değer kabul eder; onlara, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in «faziletli insan için temiz servet ne güzel şeydir.»[83] şeklindeki söz­leri, islâm ahlâkının dünyevî imkanlara yaklaşımının örnek ifa­desidir. Bu sebepledir ki, insanın sahip olduğu imkanlar, onun için Allah'a ve insanlara karşı yeni sorumluluklar getirir. Buna karşılık, dünyevî haz ve menfaatlerin Ötesinde bir değer tanıma­yan ve hayatını sırf bunlara ulaşma yolunda kullanan insanların, hayvanlardan daha bayağı ve yanlış yolda olduğuna, Kant'tan 12 asır Önce Kur'ân-ı Kerim işaret etmiştir.[84]

 

B) İslâm'da İçtimâi Fayda Ve Saadetin Değeri
 

İslâm dini, inanç ve ahlâk bakımından zinde bir toplum ger­çekleştirmek üzere gelmiştir. Tamamiyle Kur'an ve Peygamber terbiyesinde yetişmiş olan bu toplum, şu âyetlerle takdir ve tebcil edilmiştir:

«Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı üm­metsiniz; (insanlara) iyiliği emreder, kötülüğe karşı çıkar ve Al­lah'a inanırsınız.»[85]

«Daha Önce Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yer­leştirmiş olanlar (Ensâr), kendilerine göç edip gelenleri (Muhâcir-leri) severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymazlar. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden ko­runursa, işte böylesiler kurtuluşa erenlerdir.»[86]

Bu ayetler ve daha birçokları, İslâm ahlâkının, egoizmin kar­şısında ve sosyal dayanışmacı bir ahlâk olduğunun en açık ifadele­ridir. Nitekim, İslâm ahlâkındaki mükellefiyetlerin çok önemli bir kısmını içtimaî vazifeler teşkil eder. Daha da öteye giderek be­lirtmek zorundayız ki, İslâm ahlâkı bize —canlı ve cansız— bütün tabiat karşısında sorumluluk yükler.[87] Ahlâkçılarımız, İslâm ahlâkındaki vazifelerin bu geniş şümulünü, «Allah'a saygı ve Al­lah'ın yarattıklarına şefkat» formülü ile ifade etmişlerdir. [88]

 

C) İslâm'da Ahlâkî Vazifenin En Yüksek Gayesi
 

Ahlak araştırıcıları, çoğunlukla,dini ahlâkları, âhiret mükâfatı vaMetmiş olmalarım gerekçe göstererek, faydacı ve saa-detçi ahlâk sistemleri arasında sayarlar ki, bu görüş, İslâm ahlâkı açısından tamamiyle doğru sayılmaz. Çünkü İslâm inancına göre, prensip olarak, —İslâm'ın diğer bütün kanunları gibi— ahlâk kanunlarına da Allah'ın emri olduğu için itaat edilir. Bir ahlâkî davranışın bizi, umduğumuz bir gayeye ulaştıracağını kesin-kes bilemeyiz; bunu sadece ümit edebiliriz. îslâmî akideye göre, bir vazifenin yerine getirilmesi bize; ümit edilen sonuca ulaştırması ise Allah'a aittir. Allah istemedikçe, kulun ne faydayı temine, ne de zararı uzaklaştırmaya gücü yeter.[89] Hatta —Ehl-i Sünnet iti­kadına göre- Allah bizim iyiliklerimize sevap vermek zorunda de­ğildir. Hz. Peygamber, bu görüşü destekleyen bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

«Hiçbir kimseyi güzel iş ve ibadeti cennete ulaştıramaz» Etra­fındakiler, «Sizi de mi ya Resûlallah?» diye sorduklarında, «Evet, Allah'ın lütuf ve merhameti olmaksızın beni de amelim cennete ulaştırmaz.» buyurdu.[90]

Bu hadis de gösteriyor ki, islâm ahlâkına göre vazife Allah tarafından vazife kılındığı için yerine getirilir. Nitekim, Allah'a —bize sevap versin vermesin— itaat etmek, insanlara -karşılığını göremesek de— iyilik etmek; ebeveyne -bize sevgi ve alaka göster-meseler de- hürmet etmek; akrabayı -karşılığını alamasak da-ziyaret etmek... mecburiyeti, îslâm ahlâkının bir fayda ve saadet ahlâkı değil, vazife ahlâkı olduğunu açıkça göstermektedir.

Bununla beraber, islâm ahlâkında vazife tamamiyle sûrî ve muhtevasız da değildir. Allah'ın insanlara emrettiği her vazife­nin, genel olarak dînin tasvip ettiği her davranışın bir hikmeti, bir manası vardır. Elbette ki müslüman, her şeyden önce, iyilik yap­mak ve kötülükten sakınmak Allah'ın emri olduğu için ahlâklı ol­maya çalışır. Bununla beraber müslüman, her vazifenin - farkına varabildiği veya varamadığı- bir hayrı ve faydayı ihtiva ettiğine de inanır. Ve Allah'ın kendisini bu hayır ve faydaya ulaştırmasını ümit ve temenni eder. Ancak bu manada anlamak şartıyla, islâm ahlâkında da vazifenin bazı gayelerinin, -daha uygun bir ifade ile— gayeler hiyerarşisinin bulunduğunu belirtmek doğru olur. Şöyle ki:

1- Bu gayeler hiyerarşisinin en altında insanın ferdî menfa­atleri yer alır. îçki, kumar, zina, haksızlık gibi doğrudan doğruya veya dolaylı olarak insana zarar veren tutum ve davranışların; yahut Öfke, hades, kin, riya, kibir gibi kötü duygulara kapılmanın yasaklanmasmdaki sebeplerden birinin de insanın bedenî ve ruhî varlığını koruyup geliştirmek olduğu inkâr edilemez,

2- Hiyerarşinin ikinci kademesinde içtimâi gayeler yer alır. Esasen, ne kadar ferdî görünürse görünsün, islâm'ın emrettiği her ahlâkî vazifenin mutlaka umumun faydasına olan bir yönü vardır, iyi davranışlar, toplumun dengesine, huzur, refah ve saa­detine katkıda bulunduğu gibi, kötülükler de bu söylenen içtimai yararlardan az çok birşeyler götürür.

3- İslâm'da ahlâki vazifelerin gayesini dünyevî faydalarla sınırlamak mümkün değildir. Esasen, emirleri kesin ve sarsılmaz olan bir ahlâk sisteminde iyi veya kötü kabul edilen her hareketin, kişiyi, hak ettiği sonuca bu dünyada götürmediği, her akl-ı selimin kabul etmek zorunda kaldığı bir gerçektir. Bu yüzden îslâm ahlâkında gayeler hiyererşisinin üçüncü kademesinde «ahiret sa­adeti» yer alır. îslâm Dini «inanıp iyi işler yapanlar»a, iyilikleri ölçüsünde cennet nimetleri, va'deder; kötülükler işleyenleri ise, kötülüklerine denk cehennem azabı ile tehdit eder,[91] Esasen, ahi­ret hayatının bizce malûm olan en mühim manası, onun bir adalet günü[92] oluşudur. Böyle bir günün var olacağından şüphe etmek, mutlak adaletten, dolayısıyla ahlâktan şüphe etmek ve bu konuda kötümserliğe düşmek sonucunu doğurur. Bu sebepledir ki, islâm Dini, âhiret inancını iman esaslarından biri kabul etmiş ve bu inancı taşımayanları müslüman saymamıştır.

4- İslâm ahlâkında ahlâkî vazifenin en yüksek gayesi Allah rızasıâıv. Kur'ân-ı Kerimin her şeyin üstünde ve her şeyden daha değerli olduğunu bildirdiği Allah rızası,[93] iyiler için bu dünyada hissedilmez değildir. Allah'a iman eden ve sırf O'na olan saygısın­dan dolayı, bütün varlığı ile O'nun kanunlarına boyun eğen ve bu suretle, iradesinin bütün gücü ile kötülüklere karşı koyup iyilikle­re yönelen; gücünü aşan durumlarda, ruhunun bütün aşkı ile O'nun inayetini dileyip O'na sığman ve O'ndan yardım dileyen in­san, O'nun rızasını kazanmış olmanın verdiği üstün hazzı ruhu­nun derinliklerinde duyabilir. Bununla beraber, bu insan, Allah rızasının verdiği üstün saadeti ahirette tadacaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.) bu saadeti, «gözlerin görmediği, kulakların duymadı­ğı ve hiçbir aklın düşünemeyeceği kadar üstün bir şey» olarak açıklamaya çalışmıştır.[94]

 

3. İslâm Ahlâkında Vazifenin Mahiyeti Ve Özellikleri
 

A) Vazifenin Hayır Oluşu
 

Ahlâk ve daha umumî bir disiplin olan din, iyiyi emretmekte, kötüyü yasaklamaktadır. Böylece, her vazife bir emir veya yasak ile gerçekleşmektedir.

İnsanlar, hiç olmazsa bazı davranışlarının sonuçlarına baka­rak, onların değerleri hakkında kendi tecrübeleri ile bir kanaat sahibi olabilmektedirler. Nitekim Kur'ân-ı Kerim1 de iyi fiiller için "ma'ruf (iyi olarak tanınan), ve "salih" (sonucu yararlı olan); kötü fiiller için ise "münker" (kötü tanınan) ve "fasid' (iyi ve mak­bul sonuç doğurmayan) tabirleri dahi kullanılmıştır.

Ayrıca peygamber tebliğinin ve davetinin ulaşmadığı insan­ların hiçbir vazife ile yükümlü ve sorumlu olmayacağı şeklindeki Eş'arî görüş, fazlaca suri ve sonuçları bakımından istismara müsait, dolayısıyla sakıncalı bir görüştür. Zira, peygamber sesi duymamış toplulukla tarihte geçmiştir; bugün de -islâm dini ba­kımından— böyle toplulukların bulunduğu kanaatindeyiz. Bu top­lulukların tamamiyle mükellefiyetten uzak ve sorumsuz oldukla­rım düşünmek, onları bir bakıma, hayvan sürüsünden farksız ka­bul etmek olur. Esasen hiçbir vazife ve sorumluluk fikri taşıma­yan bir insan topluluğunun bulunmadığı, tarihiî ve sosyolojik bir gerçektir.

Kur'ân-ı Kerim'e göre «Allah, insan nefsine, fücurunu da takvasını da ilham etmiş»[95] yani insana iyilik ve kötülüğü kavra­ma kabiliyetim vermiştir. Fakat -daha önce bahsettiğimiz- bazı olumsuz âmiller yüzünden insanın, fiillerini değerlendirmede yanılma payı mevcuttur, hatta kaçınılmazdır. Bunu, en güzel şe­kilde yine Kur'ân-ı Kerim ifade etmiştir: «Hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı. Bazen hoşlanmadığınız birşey hakkınızda hayırlı olabilir; sevdiğiniz birşey de hakkınızda kötü olabilir. Al­lah bilir, siz bilmezsiniz.»[96]

Netice itibariyle vazife hayırlıdır; her vazife, —biz farkında olalım veya olmayalım- bir iyilik vasfı taşır; yani her emir gizli veya açık bir iyiliğin tahakkukunu, her yasak da bir kötülüğün giderilmesini gaye «dilir. Islâmî terminolojide bu gaye «celb-i menfaat ve def-i mazarrat» tabiri ile ifade ve hulasa edilir. [97]

 

B) Vazifenin Mecburiliği
 

İslâm inancına göre her ahlâkî vazife, aynı zamanda bir Allah emridir; bir kulluk gereğidir. Bu sebeple, «Sana ölüm gelip çatın-caya kadar Rabbine kulluk et!»[98] anlamındaki âyet, vazifenin mecburiliğini ve sürekliliğini gösterir.

Şu kadar var ki, ahlâkî vazifenin bu mecburilik vasfi, herhan­gi bir tabiat kanunundaki zaruretten farklıdır. Ahlâk, vazifeyi, hürriyet içinde yapmamızı gerekli görür, halbuki tabiat kanunla­rında hürriyetin yeri yoktur. Söz gelimi, hiçkimse yemek yememe-sine rağmen acıkmayacağını iddia edemez; fakat insan, isterse ahlâkî bir vazifeyi yapmayacağını iddia edebilir ve yapmayabilir.

insanın, vazifesini yaparken dış baskılar vp tabiat kanunları karşısında az çok hür olduğu şuuruna sahip olması , bizi özellikle şu iki sonuca götürür: [99]

 

1. Ahlâki Hayatın Üstünlüğü
 

Bir ahlâkî davranışta hürriyetin payı arttıkça bu davranışın kıymeti de artar. Çünkü, Ahlak kanunlarına uymanın kıymeti, buna bizi herhangi bir dış baskının zorlamasında değil, bizzat kendi ahlâkî şuurumuzla vazifemizi yerine getirmenin gerekli ol­duğunu hissetmemizdedir. Kur'ân-ı Kerim'de «Biz insana (doğ­ru) yolu gösterdik; artık o, ister şükretsin, ister nankör olsun.» [100]buyurularak, insamn bizzat kendi iradesi ile vazifesini yerine ge­tirmesinin gerekliliği anlatılmak istenmiştir. Bu yüzden îslâm ahlâkı, insamn vazifeler dünyasını bir imtihan hayatı telakki eder: «Allah, ölümü ve hayatı, hanginizin daha güzel işler yapaca­ğım denemek için yarattı.»[101]

 

2. Ahlâkî Hayatı Yaşamanın Kolay Olmayışı
 

ilk bakışta, hayatın hürriyetler alanının, zaruretler alanın­dan daha kolay yaşanılır olduğu zannedilirse de, gerçek hiç de öyle değildir. Hakikatte insan,tabiat kanunlarının zaruretlerim daha kolay kabul eder. Çünkü, üstesinden gelemeyeceği zaruretlere teslim olmaktan başka çaresi olmadığını bilir. Buna karşılık insan, ahlâk alanında daima alternatiflerle karşı karşıyadır: Manevî ve psikolojik yapısı normal olan her insanın inancı aklı ve vicdanı kendisine iyiliği tercih etmesini, vazifesini yapmasını emrederken; biyolojik ihtirasları, kötü eğilimleri ve —belki de— sosyal çevreler kendisini kötülüğü tercih etmeye ve vazifeyi ter-ketmeye zorlar. Bu alternatifler karşısında kalan insan için, ira­deyi hayır ve vazife yönünde kullanmak oldukça güçleşir. Kur'ân-ı Kerim bu güçlüğü şöyle ifade etmiştir.

«Biz insana (hakkı görüp ikrar etmesi için) iki göz, bir dil ve iki kulak vermedik mi? Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. Nedir sarp yokuş, bilir misinî Köle azad etmektir; yahut zor bir günde akraba olan bir yetimi, veya fakir bir zavallıyı doyurmaktır; bundan baş­ka, iman edenlerden, bir birine sabırlı olmayı öğütleyenlerden, merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.»[102]

Görülüyor ki bu ayette, bir kısmına işaret edilen ahlâkî vazi­feleri yerine getirme çabası "sarp yokuş"u tırmanmaya benzetil­miş; böylece ahlâkî hayatın, kolay yaşanır, bir hayat olmadığı an­latılmak istenmiştir. [103]

 

C) Vazifenin Mutlaklığı
 

İslâm ahlâkında vazife mutlaktır; hiçbir maddi ve dünyevî gayeyi elde etme şarüna bağlı değildir. Kur'ân-ı Kerim'in iki süre­sinde geçen «Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!» anlamındaki ayet katagorik (şartsız) ahlâkın temel kanunudur. Bu ayetten de anla­şılıyor ki, islâm ahlâkı faydacı değildir. Vazifeyi yerine getirmek gerekir; çünkü bu Allah'ın emridir. Allah'ın emri mutlaktır, in­san, «Allah'ın emrini, ancak şu şartla yerine getiririm.» demek ve bu emri herhangi bir gaye için vasıta telakki etmek hakkına sahip değildir, islâm ahlâkının bu prensibim gösteren ayetlerden biri de şöyledir: .«Onlar, Allah sevgisinden dolayı yoksulu, yetimi ve esiri doyururlar. (Ve derler ki:) Biz sizi Allah rızası için doyururuz; siz­den ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekleriz.»[104]

 

D) Vazifenin Umumiliği
 

İslâm cihan-şumul bir dindir; hitabı, belli bir zümreye, mille­te değil, bütün insanlaradır; bütün talimleri gibi ahlâkî talimleri­nin de bütün insanlar tarafından kabul edilmesini ister. Bu sebep­ledir ki,Islâm dininde, kaide olarak, ehliyet şartlarını taşıyan hiç­bir kimse, vazife yükümlülüğünden ve sorumluluğundan istisna edilmez. Kur'ân-ı Kerim'de israil oğullarına hitaben şöyle denil­mektedir: «insanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyor musu­nuz? Oysa Kitab (Tevrat)ı da okuyorsunuz. Aklınız ermiyor mu?»[105]

Hz. Peygamber (s.a.v.), hırsızlık yapmış olan soylu bir kadı­nın bağışlanması için araya girenlere, «Allah'ın kanunlarından birini uygulamıyayım diye aracılık mı ediyorsunuz?» diyerek ser-senişte bulundu ve halka hitaben şu konuşmayı yaptı:

«Ey insanlar! Sizden önceki bir millet dalâlete düşmüştü. Çünkü onlar, hatırı sayılır biri hırsızlık yaptığında onu bağışlar; zayıf bir kimse hırsızlık yaptığında ise onu cezalandırırlardı. Al­lah'a yemin ederim ki, Muhammedİn kızı Fatıma hırsızlık yapsa, tereddüt göstermeden onun da elini keserim!»[106]

 

E) Vazifenin Devamlılığı
 

Eski tabiri ile vazife la-yetegayyer (değişmez)dir. islâm'ın açık naslarla ortaya koyduğu bütün hükümler gibi ahlâkî hüküm­ler de devamlıdır, sabittir. «Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdiği vakit, inanmış bir erkeğe ve kadına, işlerini kendi istekle­rine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.»[107] Ahlâkî emirler ve yasaklar da, dinin diğer hükümleri gibi helaller ve haramlardan sayılır. Ve —Peygamber de dahil olmak üzere— hiçbir kimsenin he­lali haram, haramı helal saymaya yetkisi yoktur.[108] Gerçi, realite­de, eski ve yeni: bazı toplumlarda —müşterek birçok ahlâkî hüküm­ler bulunması yanında— ilâhî emirlerle bağdaşmayan telakkiler de görülür; ancak, İslâm dini bu telakkileri, insanlık tarihinin ge­nel ahlâk telakkilerinin bütünlüğü karşısında bir takım sapmalar olarak değerlendirir. Kur'ân-ı Kerim, geçmiş milletlerden bahse­derken bu sapmalara sık sık işaret etmiştir.[109]


[63] Müslim, Birr, 14.

[64] Tin 95/4-6.

[65] Âlİ lmrân, 3/167.

[66] Hucurât, 49/14.

[67] Yusuf 12/2; Zuhruf 43/3.

[68] Naziat, 79/37-41.

[69] Furkan, 25/43; Câsiye 45/23.

[70] Darimî, Mukaddime, 35.

[71] Bakara, 2/170-171.

[72] Tirmizî, Birr, 62.

[73] Yusuf 12/53.

[74] Müslim, Müsafırin, 201; Nesaî, îftitah, 16,17

[75] Şems 91/8.

[76] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/89-92.

[77] Müslim, Cennet, 1.

[78] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/93.

[79] îbn Hanbel, IV, 226; Darİmî, Nikâh, 3.

[80] A'râf, 7/32.

[81] Tirmizî, Zühd, 29; îbn Mace, Zühd, 1.

[82] Kehf, 18/46.

[83] îbn Hanbel, IV, 97.

[84] Muhammed, 47/12.

Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/93-94.

[85] Âli İmrân, 3/110.

[86] Haşr 59/9.

[87] Msl. bkz. Buharî, Enbiyâ, 54; Mezâlim, 23; Hars, 6; îbn Hanbel, IV, 479.

[88] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/94-95.

[89] Bkz. Feth, 48/11; En'âm, 6/17; Yunus 10/18; Isrâ, 17/56.

[90] Tecrİd-i Sarih Tercümesi, XII, 72.

[91] Tamamiyle felsefî metoddan hareketle ahiret saadetini isbata çalışan filo­zofların başında Kant gelir. O, İslâm hakkında ciddî malûmata sahip olma­dığım gördüğümüz «Pratik Aklın Eleştirisi» adlı kitabında ahlâkı mutlak ve aşkın bir temele oturtmak gerektiğini görmüş; böylece kendi ahlâk felse­fesini, içine düştüğü zevksizlikten, katı kuralcılıktan ve muhtevasız kalıp­lar olmaktan kurtarmak düşüncesiyle, bütün ilahî dinlerde müşterek olan Allah'ın varlığı, ölüm-ötesi hayat ve en yüksek iyinin gerçekleşmesine, yani faziletli insanın, hak ettiği saadete ahirette ulaşacağına inanmanın gerekli olduğu sonucuna varmıştır. Böylece Kant, ciddiye almadığı "Mu-hammed'in cenneti'nden (Pratik Alın Eleştirisi, s. 131) pek farkı olmayan isa'nın cennetini tanımak zorunda kalmıştır (bkz. a.g.e., s. 120 vdd.).

[92] Enbiyâ, 21/47.

[93] Tevbe, 9/72.

[94] Buharî, Bed'u'l-vahy, 8; Tevhîd, 35; Müslim, Cennet, 5, 6.

Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/95-97.

[95] Şems, 91/8.

[96] Bakara, 2/216.

[97] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/98-99.

[98] Hicr, 15/99.

[99] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/99.

[100] İnsan, 76/3.

[101] Mülk, 67/3.

Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/99.

[102] Beled, 90/10-16.

[103] Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/100.

[104] însân 76/8-9.

Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/100-101.

[105] Bakara, 2/44.

[106] Buharî, Fedailu'l-ashab, 18; nesaî, Sarik, 6.

Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/101.

[107] Ahzâb, 33/36.

[108] Tahrim 66,1; Müslim. Fadailu's-sahabe, 95; İbn Hanbel, III, 12, 61; Ebu Dâvud, Akdıyâ, 12.

[109] Msl. bkz. Bakara (2), 83-85; Hûd 14/84-95; Hicr, 15/61-79.

Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/101-102.


Konu Başlığı: Ynt: İslamın bazı ahlâk problemlerine bakışı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 17 Ağustos 2019, 12:39:38
Esselamu aleyküm Rabbim toplumumuzu ahlak sahibi bir toplum eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: İslamın bazı ahlâk problemlerine bakışı
Gönderen: Ceren üzerinde 17 Ağustos 2019, 14:17:45
Esselamu aleyküm.Rabbim bizleri onun yolunda onun emrinde islamı hakkıyla yaşayan edebli ahlaklı kullardan eylesin inşallah....