๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Asrı Saadette İslam => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 29 Eylül 2010, 14:44:40



Konu Başlığı: Dehr inancı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 29 Eylül 2010, 14:44:40
F- Dehr İnancı


1. Câhiliyede Dehr İnancı:
 

"Dehr" kelimesi, aslolarak âlemin yaratılışından yokoluşuna kadar geçireceği z&mânâ isim olmuştur.[151] Ezherî (Ö.370/980) ye göre, Araplar katında, uzun zamânâ "Dehr" denildiğinden, dün­yanın Ömrüne de, aynı isim verilmiştir. Bazı kimseler de, belalar ve musibetleri "Dehr'"e isnad ederek, "Dehr"den şikayet ve nefret etmişlerdir.[152] Bu izaha göre "Dehr", büyük bir güç olarak bilin­mektedir.

Câhiliye Araplarına göre, insan, varlığını Allah'ın yaratması­na borçludur. însan yaratılınca, yaradamyla bütün bağlarını ke­ser. Yeryüzüne geldiği andan itibaren, varlığım, hayatını, çok da­ha kuvvetli bir başka gücün eline koyar. Onun yönetimine girer. Bu diktatör gücün yönetimi de insanın ölümüne kadar sürer. Ölüm de hayatı boyunca zulmü altında inlediği bu gücün son dar-besidir. Bu gücün adı "Dehr" dir. [153]Hayatın akışı "Dehr"'m kont­rolünde kabul edilmiştir. Bu düşünce Kur'an-ı Kerim'de inkarcı Arapların ağzından şöyle anlatılır: "....Biz yaşarız, ölürüz. Bizi Dehr'den başkası helak etmiyor."[154]

Câhiliye Araplannın hayat görüşü, merkezinde "Dehr" adı ile bilinen karanlık ve esrarengiz bir düşünce taşır. Tabiat yaratıcı, Dehr öldücüdür."Kozmolojik alanda, rızık, ecel, saadet ve şekavet gibi insan hayatını ilgilendiren bir çok yönün "Dehr" veya "Ey­yam" diye adlandırılan kaçınılmaz bir kuvvet tarafından, daha başlangıçta tayin edildiği düşüncesi bu hayat görüşünün en belir­gin vasfıydı. "Dehr", ibadet edilecek bir ilah değil, dikkate alınma­sı gereken kozmolojik bir kuvvet idi".[155] Watt, bu ifadeleriyle "Dehr" i kozmolojik bir kuvvet olarak tarif etmektedir. Gerçekten "Dehr" kozmolojik bir kuvvet midir yoksa, Câhiliye Araplannın muhayyilesinde ürettikleri bir Tanrı mıdır? Kur'an'm yaklaşımı bize "Dehr'i, Tanrı olarak kabul ettiklerini haber vermektedir.[156] islâm öncesi Arap şiiri insan hayatının "Dehr" ile kontrolü veya tayin ve tesbiti ile ilgili atıflarla doludur. Bir kimsenin başına gelen hep, "Dehr" tarafından ortaya konur. Onun başarısı, daha ziyade bahtsızlığı "Dehr"'den gelir. "Dehr", hedefim hiç şaşırma-yan oklar atar.[157] Arap atasözleri arasında, "Dehr'den daha şid­detli" cümlesi meşhurdur.[158]

Türkçemizdeki "Felek" kavramının çağrıştırdığı mânâ da "Dehr'"in manâsıyla ortaktır. Ancak "Felek" inancı, yaratıcı mânâsında olmayıp, genelde kötülüklerin kendisine nisbet edildi­ği bir kavram olarak görülmektedir. [159]

 

2.Hadislerde Dehr İnancı
 

Kur'an-ı Kerim'de sadece iki yerde geçen "Dehr" kelimesi,[160] "zaman" veya "çok uzun zaman" mânâsına kullanılmıştır. Hz. Peygamber'in hadislerinde de aynı mânâda kullanıldığı gibi,[161] "Allah" mânâsında da kullanılmıştır.[162] Kuran ayetleri ve hadisi şerifler ışığında konu incelendiği zaman, insanın rızkının, eceli­nin, saadet ve şekâvetinin önceden tayin ve tesbit edilmiş olduğu fikrinin, îslâmi anlayışta "kader" kavramıyla izah edildiği görü­lür. Bu anlayış içinde, birbirine yakın mânâda iki müteradif keli­me olarak ifade edebileceğimiz "Dehr(ve Kader" kelimelerini, bü­tün bunların ifade ettiği mânâdaki, herşeyi yaratan Allah olarak da anlayabiliriz. Zaten bahsimizle ilgili bir kısım hadisler de, bu mânâyı ifade etmişlerdir. Hz. Peygamber: "Vay şu dehr'in mahru­miyet ve hüsranına!" diye sebbetmeyiniz, çünkü dehr, Allah'tır" buyurmuştur. Başka bir hadiste: Rasûlüllah (s.a) şöyle buyurdu: Allah şöyle buyurdu: "Adem oğulları, Dehr'e hareket ederler; oysa Ben, dehr'im; gece ve gündüz benim elimdedir."[163] Bu bir hadis-i kudsî ve buna rağmen mevsukiyeti şüpheli ise de, bunun, adı bir­den fazla isnad zincirinde görülen ez-Zühri'nin (125/742) zama­nında yaygın olduğu görünmektedir. Sonraki alimler, Allah'ın Dehr'le bu tarzda aynîleştirilmesinden dolayı şaşırmışlar ve bun­dan kaçınmak için muhtelif yolları denemişlerdir. Bu yollardan birifarkh bir okuyuşla ve okuyuş şekline "Ben Ebediyim" mânâlarını vermekti. (Goldhizer Zâhiriten, [164]vd. nakli s. 11), İbn Kuteybe şu örneği ele almayı tercih etti: "Zeyd Feth'dir" cüm­lesi, Zeyd kölesi Feth'e, o işi yapmasını emrettiği için, kati'den do­layı sorumludur anlamına gelmektedir; bu şekilde Dehr, her za­man olduğu gibi Allah'ın bir vasıtası olmaktadır.[165]

Bu hadislerde açıklandığı gibi, Hz. Peygamber, Câhiliye Araplarının sahip oldukları "Dehr" inancını, onların anladığı manâsıyla reddetmiş, ve "Sakın sizden biriniz, dehr'e sövmesin, Allah dehr'dir." buyurmuştur. Bunun mânâsı şöyledir: Kainatta cereyan eden hadiseleri, dehr'in işi sanıp da dehr'e sövmeyiniz, bütün olayların yaratıcısı Allah'tır. Binaenaleyh, ölüm gibi hoşa gitmiyen şeylerden dolayı, onun halikını dehr sanıp da ona sövdü­ğünüzde, o sövmeniz, hoşlanmadığınız şeyleri yaratan Allah'a gi­der demektir.[166]

Bu konuda Kuran ve Sünnetin getirdiği esas, yukarıda da gö­rüldüğü gibi, islâm kadar kavramını, nihâî kontrolün gayr-i şahsi ve duygusuz "Dehr'"e değil, bağışlayıcı olan Allah'a dayandığı şek­liyle değiştirilmiştir.[167]

 

G-Gayb Bilgisi
 

1. Câhiliyede Gayb Bilgisi
 

"Gayb" kelimesi, gözden kaybolan şeye denildiği gibi, duyu­larla idrak edilmeyen, insan bilgisi dışında kalan şeye denir.[168] Gayb iki türlüdür: Biri, Peygamberler tarafından insanlara bildi­rilen âlem, diğeri, yalnız Allah'a malum olan âlemdir ki, Kur'an'da zikredildiği üzere [169]bu gayb âleminin anahtarları (yani bilgileri) O'nun nezdindedir.[170]

Fıtrî olarak her insan, bilinmeyeni Öğrenme ve araştırma duygusuna sahiptir. Bu sebebten Câhiliye Arapları da gayb âlemi hakkında bilgi sahibi olabilmek için, kendilerinin Cinlerle ve Şey­tanlara münasebet halinde olduklarına inandıkları bilgilere sa­dakatle bağlanıp saygı duyuyorlardı. Bu olağanüstü güce sahip bilge kişiler: "Kahinler ve Arrâflar" idi.[171] Kâhinler daha çok geç­mişe ait bilgileri haber verme konusunda mütehassıs iken, Arrâflar, geleceğe ait ahvalden haber verme konusunda otorite idiler.[172] Onların zihinlerinde cinlerin, dahî ve seçkin kimselerle ilişki kurduğu imajı, eskiden beri hakimdi.[173] Bu imajı onlarda, gayba ait bilgilerin de belli kimseler tarafından bilinebileceği dü­şüncesini doğurmuştu. Bunun için de Kâhinler ve Arrâflara koşu­yorlar, problemlerini çözüyorlardı.

Gayba ait bilgileri elde etmek konusunda Kâhin ve Arrâflardan başka, kendileri de ferdî olarak değişik metodlar uy­gulayarak gayb hakkında bilgi ediniyorlardı. Mesela kuş uçur­mak suretiyle, onların uçuş istikametlerinden bilgiler çıkarıyor­lardı. Kendisinden haber alınamayan kimsenin ölü mü, diri mi ol­duğu hakkında bilgi almak için şöyle yaparlardı: Derin ve karan­lık bir kuyunun başına varırlar orda: Yâ fülan, diye üç defa sesle­nirlerdi. Hiç ses duymazlarsa aradıkları kişinin ölmüş olacağına, herhangi bir ses duyarlarsa aradıkları kişinin hayatta olduğuna hükmederlerdi. Bir Arap şairi böyle bir tatbikatı şöyle anlatır:

"Ebu'l-Miğvar'ı (bir) çukurda çağırdım, fakat çağırdığım se­sim bana geri dönmedi. Ebu'l-Miğvar'ı kabirde zannediyordum. Rüzgarlar onun üstündeki toprakları da düzlemiştir (yani yeri de kaybolmuştur)."[174]

 

2. Hadislerde Gayb Bilgisi
 

Kur an ve hadisler, gayba ait tüm bilgilerin Allah'a ait olduğu­nu, Allah'tan başka hiç kimsenin bilemiyeceğini haber vermekte­dirler. Bu konudaki ayetlerden bazılap. şöyledir:

"Gayb'ın anahtarı (bilgileri) O'nun katındadır, onları ancak Allah bilir."[175]

"Ben göklerde ve yerde görünmiyeni (gaybı) biliyorum."[176]

"Ey Muhammed, onlara de ki; Gaybı bilmek Allah'a mahsustur."[177]

"Her şeyi O yaratmıştır. Her şeyi O bilir. "[178]

Hz. Aişe (r.a), Ibn Cerir et-Taberî'nin (Ö.310 h. ) rivayetine gö­re şöyle buyurmuştur: "Allah'tan başka her kimin gaybı bileceğini söyliyen kimse, yalan söylemiş. Allah Teala kendisi: "Göklerde ve yerde olanların hiç biri gaybı bilemez, yalnız Allah bilir." buyuru­yor."[179]

Hz. Peygamber de gaybı Allah'tan başka kimsenin bilemiye­ceğini pek çok hadislerinde haber vermiş,[180] kendilerinin ancak Allah'ın bildirmesiyle bilebileceğini ifade etmiş, uygulamalarında bizzat göstermiştir. Gerek devlet idaresiyle ilgili uygulamaların­da gerekse şahsi uygulamalarında istişarede bulunması, bize bu­nu açıkça göstermektedir. Uhud savaşı, Hendek savaşı Öncesi isti­şareleri, hurmaların aşılanması hakkındaki görüşlerinin, şahsi düşünceleri olduğunu beyan etmeleri, ifk hadisesinde sahabenin ileri gelenleriyle istişarede bulunması gibi bir çok Örnekler, gayb hakkındaki bilgileri Allah'tan başka kimsenin bilemiyeceğini gös­teren delillerdir. [181]

 

H- Mekke Ve Kabe Kutsallığı
 

1. Câhiliyede Mekke Ve Kabe Kutsallığı
 

Câhiliye Arapları arasında, Mekke ve Kabe'nin saygın bir ye­ri vardı. Rivayete göre: Hz. Adem, yeryüzüne indirilince, Mek­ke'ye geldi, (yalnızlıktan dolayı) Korkmaya başladı. Allah cc. onu korumak için, melekler gönderdi. Melekler her taraftan, Harem taşlarının bulunduğu yerlerde durdular. Böylece Adem (a.s) ile meleklerin durdukları yerlerin arası "Harem" oldu,[182] denilerek, Mekke'nin kudsiyetinin tarihi derinliği anlatılmıştır. Ancak şu var ki, Mekke'nin tarihi geçmişi hakkında bilgiler, Amelikalılar, Ad ve Semud kavminin kalıntıları olan Cürhümlülerden itibaren bilinmektedir. Cürhümlülere, Hz. ismail'in evlatları Ismâilîler halef olmuşlar, sonra onlara, Ezd'ler veya Huzaalılar, onlara Mu-dar kabilesinin bir kolu olan Kinâneliler, daha sonra da onlara Kureyşliler halef olmuşlardır.

Şüphesiz Mekke şehrinin kudsiyeti, içinde bulunan kutsal Mâbed Kabe'nin bulunmasından ileri gelmektedir. Kâbe-i muaz-zamanm, Hz. İbrahim peygamber tarafından bina edildiği ise, Kuran1 da anlatılmıştır. [183]Ancak bu binanın, var olan temelleri üzerine yükseltmek şeklinde mi, yoksa ilk defa Hz. İbrahim tara­fından mı yapıldığı ihtilaflıdır. [184]Tarihçilerin pek çoğu bu mabe­din Hz. ibrahim'den önce mevcut olduğu kanaatindedirler. Çün­kü ayet, temellerin, yıkılmış vaziyette olan binanın var olduğunu göstermek hususunda sarih ifadeler kullanmıştır,  Bu da bize, Mekke'nin ve Kabe'nin kutsallığının, Hz. İbrahim ile değil, daha önceden de var olduğunu göstermektedir. Nitekim, Hz. Peygam­berin "Allah Mekke'yi, yerleri ve gökleri yarattığı gün, Harem: (Saygı değer) kılmıştır"[185] hadisi; Yine Hz. ibrahim Peygamberin : "Ya Rab, soyumun bir kısmını, ekin bitmeyen bir vadiye, mukad­des evinin yanına yerleştirdim."[186] şeklindeki duası, Mekke'nin daha Önceden de kutsal olduğunu gösteren diğer delillerdir. Bu­nunla beraber Hz. ibrahim'in de, bu vadinin emin bir belde olması için dua ettiğini, bize Kur'an-ı Kerim haber vermektedir.[187]

Emin belde olarak daima kudsiyetyai koruyan Mekke, bilinen tarihi itibariyle, daima saygıyla anılmış, ihtiram ifade eden isim­lerle yâdedilmiştir. Bu isimlerden bazıları çöyledir: "Kariye-i Ka­dime, Beledü'1-Emin, Berre, Bekke, Mekke ve Nessâse."[188]

VI.Asırda islâm'ın ortaya çıktığı dönemde de, Mekke şehrinin bu kudsiyeti Câhiliye Arapları tarafından yakînen bilinmekteydi. Gerek Câhiliye şiirinde ve gerekse devrin ileri gelenleri tarafın­dan îrad edilen hitabelerde Mekke ve Kabe'nin kudsiyetini anla­tan ifadelere çokça rastlanmaktadır.

Fil vakası sırasında, Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalibin Kabe kapısının iki yan dilmesine tutunarak şöyle münacatta bulunduğu rivayet edilir.[189]

"Allahım, o kişi (Kabe'ye) gidilmesini engelliyor.

Sen de onun, senin yurduna (Mekke'ye) girmesine engel ol.

Onlar, haçlarıyla ve hileleriyle düşmanlık ederek galip gel­mesinler.

Yarın Mukaddes beldeyi çiğneyecekler, uygun gördüğün emri ver artık.

Huzalılarla Kureyşlilier arasında çıkan bir anlaşmazlık dola­yısıyla, Haşim bin Abdilmenaf a başvurulmuş, o da onlara: İbra­him âli ve ahfadı, Harem sakinleri ve Mekke erbabı olmaktan övgüyle bahsetmiş, onları anlayışlı olmaya çağırmıştı.[190]

Mekke'nin ve Kabe'nin kudsiyeti, sadece yöre halkı arasında yaygın olmayıp, bölgeyi taşmış, uzak beldelere ulaşmıştı. Ebre-he'nin Yemen'den yola çıkarak Mekke'ye gelip Kabe'nin kudsiye­tini yokedip, bu kudsiyeti San'a şehrinde yaptırdığı görkemli sarayına çekmek istemesi, bunun en çarpıcı örneğidir.[191] Ayrıca Hz. ibrahim Peygamber'in getirdiği dinden (Haniflik) kalma bir ibadet şekli olan Hac menakisinin, Mekke ve çevresinde ifâ edil­mesi, Hac görevini yapmak için çevreden gelen binlerce hacının Mekke'ye akın etmesi, bundan başka Kabe'nin bir takım sosyal fa­aliyetlerin icra edildiği yer olması ve hâlâ geçerliliğini koruyor bu­lunması, Câhiliye Arapları nezdinde Kabe'nin kudsiyetini hiç bir zaman eksiltmemiştir. Kabe çevresinde yapılan uygulamalar ara­sında, Hatim'de yemin ve ahidlerin yapıldığını, burada yapılan yeminlerin, verilen sözlerin çok daha kuvvetli olacağı inancının halkta hakim olduğunu, Kabe önünde kölelerin âzad edilip, evlat edinildiğini, hele en önemlisi seyahatten dönen herkesin mutlaka Kabe'yi tavaf etmeden evine gitmemesi gerektiği inancını sayabi­liriz.[192]

Mekke ve Kabe'nin kudsiyeti, az sayıda da olsa Hicaz bölge­sinde yaşayan Ehli Kitap mensuplarınca da biliniyordu. Buna dair bir misali, Ibn îshak (Ö.151/768) şöyle anlatır:

Yemen krallarından Tübba Es'ad Ebu Kerib bin Zeyd bin Amr, Mekke havalisine yaptığı bir seyahat sırasında, kendisine Kabe'nin içinde altın, gümüş ve kıymetli bir hazinenin bulundu­ğu, korktuklarından dolayı da kimsenin buna el sürmediği, onun bunları elde edebileceği anlatılmış, o da buna teşebbns etmişti. Ne var ki Tübba, bu teşebbüsünde başarılı olamamış, elleri ayakları kurumuş (tutmaz olmuş) tu. Bu musibetten kurtuluş çaresi aradı­ğı sırada, kendisine, bundan kurtuluşun ancak Kabe'ye saygı duy­ması ve onu giydirmesi ile mümkün olacağı fikri de, Suhayt ve Münebbih isimli[193] iki Yahudi bilgin tarafından telkin edilmişti. O da bunu yaparak, içinde bulunduğu dertten kurtulmuştur.[194]

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Mekke şehrinin kudsiyeti, Kabe'nin orada bulunmasından kaynaklanıyordu. Mekke ile Kabe adeta bütünleşmişti. Ayrıca Hz. ibrahim dininin merkezi olma hususiyeti, bu kudsiyeti artırmıştı. Bu sebebten Mekke ve Kabe kutsallığı, tarih boyunca artarak devam etmiştir. Hz. Pey­gamber, otuzbeş yaşlarında iken Kureyşlilerin, Kabe'yi tamir et­tikleri sırada Hacerü'l-Esved'i yerine koymak için gösterdikleri fazilet yarışı,[195] bu kudsiyetin yükseldiği dereceyi göstermeye kâfidir. Bu konuda Muhammed Hamidullah şu tesbitte bulunur:

"Hicretten üç yıl evvel, Hz. Peygamber Mina'ya gidiyor ve ora­da onbeş kadar kabileye hitap ediyordu. Bu kabilelerden her biri­ne ayrı ayrı hitap etmiş ve onlara: "Beni memleketinize götürün, beni dinleyin. Zira beni dinleyenler, yakın bir zamanda Bizans'ın ve İran'ın hakimi olacaklardır." diyordu. Ibn Hişam (ö. 218/833) bu kabilelerin isimlerini zikretmektedir. Ben bu kabileleri, harita üzerinde yerleştirip nereden geldiklerim tesbite çalıştım ve gör­düm ki, Arabistan'ın kuzeyinden, güneyinden, doğusundan, batı­sından kısaca her taraftan Mekke'ye hac yapmak için kabileler gelmişlerdi. Bu da gösteriyor ki, Kabe, sadece Mekkelilerin dînî merkezi değil, aynı zamanda Mekke dışındaki bütün Arapların da dînî merkezi durumundaydı. Denilebilir ki Islâmiyetten evvel da­hi Mekke, o zaman ki bütün Arapların dînî federasyonunun mer­kezi idi.[196]

 

2.Hadislerde Mekke Ve Kabe Kutsallığı
 

Mekke ve Kabe'nin kudsiyetini Kur'an-ı Kerim tasdik eder. Kur an'da "şehirlerin anası" ifadesiyle anlatılmış[197], ilk mabedin de burada yapıldığı özellikle belirtilmiştir.[198]

Hz. Peygamber de, bir çok hadislerinde Mekke ve Kabe'nin kudsiyetini açıklayıp, hürmetini (saygınlığım) bildirmiştir.[199] Bu hadisler incelendiği zaman, Câhiliye Araplarmın bu konudaki inançlarının batıl düşüncelerden ve tahrifattan arındırılmış şek­liyle hemen hemen tamamen aynen korunduğunu görüyoruz. Bir hadislerinde Hz. Peygamber Mekke fethinde şöyle buyurmuştur:

"Hiç şüphe yok ki Allah gökleri ve yeri yarattığı zaman bu şeh­ri haram (saygın) kılmıştır. Artık bu belde Allah Teala'nm haram kılması sebebiyle kıyamet gününe kadar muhteremdir. Şu muhakkak ki, benden önce burada savaşmak hiç kimseye helal ol­mamıştır. Bana da sadece bir gündüzün bir saatinde helal olmuş­tur. O, kıyamet gününe kadar, Allah'ın haram kılmasıyla haram­dır. Onun dikeni koparılmaz, avı ürkütülmez.."[200]


[151] Küllivat-ı Ebi'l-Beka, s. 328-329.

[152] Kamus, I, 862.

[153] İzutsn, T., Kur'ân'da Allah ve însan, s. 118.

[154] Casiye, 45/24.

[155] W. M. Watt, Modern Dünyada Vahy, s. 61 (Trc. M. Aydın).

[156] Casiye, 45/24.

[157] Watt, W.M., islâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 108.

[158] Meydanı, Mecmau'l-Emsal, I, 248.

[159] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/352-353.

[160] Casiye, 45/24; însan, 76/1.

[161] Ebu Davud, Mehdi, I/IV, 473, 474; Buharı, îman, 21/1,13; Müsned, VI, 157.

[162] Buharı, Edeb, 101/VII, 115; Müslim, Elfaz, 4/11,1763; Muvatta, Kelam, 3/II, 948; Müsned, II, 259; 273, 275.

[163] Buhari, Tevhid, 35/VII, 196-197; Müslim, Elfaz, 1-2, 5-6/II, 1762

[164] Buhari,Edep, 101/VII, 115; Hakim,Müstedrek, 11,453.

[165] Watt, W. M., îslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, Tere. E. Ruhi Fığlali, s. 111.

[166] Miras, K: Tecr-i Sarih Tercemesi XII, 153; îbn Kuteybe, Tevilü Muhteli-fiVHadis, 296.

[167] Watt, W. M., İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 113.

Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/354-355.

[168] Ragıb, Müfredat, s. 552.

[169] En'âm, 6/59.

[170] Macdonald, B. D., "Gayb" maddesi, LA., IV, 726.

[171] Ragıb. a.g.e., s. 496-497; A. Fischer, "kahin" mad. î. A., VI, 71

[172] Alusi, Buluğu'l-Erab, III, 269 vd.

[173] İzzet Derveze, Asru'n-Nebi, s.294.

[174] Alusî, Buluğu'l-Erab, III, 3.

Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/355-356.

[175] En'âm, 6/59.

[176] Bakara, 2/33.

[177] Yunus, 10/20.

[178] En'âm, 6/101.

[179] Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih, Tere. III, 308.

[180] Müsned, V, 266; I, 319; IV, 129, 164; Buhari, Tevhid, 4/VIII, 164-166; Müsnlim, İman, l/l, 40.

[181] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/356-357.

[182] Fasi, Ikdü's-Senim fi, Tarihi Beledi'l-Emin, I, 37.

[183] Bakara, 2/127.

[184] Miras, K, Tecridi Sarih Tercemesi, VI, 3.

[185] Nesai, Menasik, 110; V, 203; Taberi, Tefsir, I, 543.

[186] İbrahim, 14/37.

[187] Bakara, 2/125-126; Fasi, a.g.e., I, 35-36.

[188] Fasi, Ikdü's-Senim, I, 35-36.

[189] îbn İshak, Sire, s. 39 Taberi'nin rivayetinde Abdulmuttalib bu münacatı Hira dağında yapmıştır. (Taberî, Tarih, II, 138-139).

[190] Safvet. A.Z., Cemhere, I, 75.

[191] Ibn İshak, Sire, s. 38; Taberi, Tarih, 1,105-109.

[192] Hamidullah, M., İslâm Müesseselerine Giriş, s. 39-41.

[193] Süheylî, Ravdu'l-Unuf, I, 63.

[194] îbn îshak, Sire, s. 30.

[195] îbn îshak, ay .yer.

[196] Hamidullah, M., İslâm Müesseseleine Giriş, s. 38.

Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/357-360.

[197] En'âm, 6/92.

[198] Al-ilmran, 3/96.

[199] Müslim, Hac, 445-448/1, 986-98y

[200] Müslim, Hac, 445/1, 986.

Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/360-361.