ASR-I SAADET'TE HALK İNANÇLARI
Dr. Ali Çelik Ali Çelik 1957 Yılında Kütahya'da doğdu. Kütahya I.H.L.ni bitirdikten sonra 1979 yılında İzmir Yüksek îslâm Enstitüsünden mezun oldu. 1987 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezini bitirdi. 1987'de "Hadis'lerde Fitne Kavramı" konulu yüksek lisans çalışmasını, 1994'te de "Hz. Peygamber Devrinde Hicaz Bölgesinde Halk İnançları" konulu doktora tezini hazırladı. Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında değişik görevlerde bulundu. Halen Manisa'nın Salihli ilçesinde müftülük görevini yürütmektedir. [1]
Birinci Bölüm
DİNÎ HAYATLA İLGİLİ HALK İNANÇLARI A) Tanrı Înancı Milâdî VII. asrın başlarında Hicaz bölgesi sakinlerinin dînî hayatları ve bununla ilgili inançları son derece karmaşıktır. Bununla birlikte, inançlarındaki belli özellikler nedeniyle, birbirlerinden ayrılabilen kimseler ve grublar bulunmaktaydı: Sözgelimi Allah'a inanan, öldükten sonra dirilmeyi kabuî eden, Allah'ın emirlerine uyanları mükafatlandıracağı, karşı gelenleri cezalandıracağı inanana sahip olan "Muvahhidler" olduğu gibi, her şeyin tabiattan olduğunu inanan "Dehrîler", Allah'a inanmakla birlikte aracı olarak putlara inanan "putperestler", Zerdüştlüğe, Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe meyledenler bulunmaktaydı.[2]
Konu incelendiği zaman, dînî hayatın mihverini teşkil eden "Tanrı" inancının bazen, Tek Tanrıcı (:Monoteist) Özellikler gösterdiği -bir takım sapmalar olmasına rağmen- bazen de çok Tanrıcı (:Politeist) Özellikler gösterdiği, her iki düşüncenin de çok belirgin izlerinin bulunduğu göze çarpmaktadır. Bunları ana hatlarıyla görmeye çalışalım. Çünkü Dînî hayatla ilgili Halk inançlarının hemen çoğu, dînî inançlardaki sapmalardan doğmuştur. Bu açıdan konumuz yakından ilgilidir. [3]
1. Hanifler Câhiliye Araplarmdan bir kısmı Hz. ibrahim dinine bağlı kalmışlardı[4] Allah'a inanan, ölmüş hayvan eti, kan, dikili taşlara kesilmiş kurban eti yemeyen, şarap içmeyen, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyen [5]ve "Hanifler olarak bilinen bu muvahhid insanlar, Hicaz bölgesinde, içinde yaşadıkları toplumun gidişatını ve inançlarını beğenmiyerek, onlardan uzak duruyorlar, zaman zaman da onları eleştiriyorlardı. Bunlar Hz. ibrahim dînînin gelenekleri olması muhtemel bir takım âdetleri yaşatmakla tanınmış kimselerdi.[6]
Bunlar bir grub veya cemaat oluşturmuş değillerdi. Fakat putlara tapmayan, haksızlıklara rıza gosteımeyen faziletli insanlardı. Câhiliye devrinin büyük şairlerinden Züheyr bin Ebi Sulma el-Müzenî (Ö.609 m.) 'nin şu iki beyiti incelediği zaman, kendisindeki Tanrı inancının tam bir Hanif inancı olduğu anlaşılır:
'İçinizdeki şeyleri gizlemeye çalışmayın. Ne kadar gizlense Allah onları bilir, (yaptığınız şeylerin cezası) Ertelenir, bir kitaba konur, ya da hesap günü için saklanır veya hesabı çabuk görülür, intikam alınır."[7]
Câhiliye dönemi muvahhidleri arasında en çok bilinenleri, Varaka bin Nevfel, Ubeydullah bin Cahş, Osman bin Huveyris, Zeyd bin Amr bin Nufeyl, Kus bin Saide gibi kimselerdi. Allah'ın varlığına inanan ve onun varlığını itiraf eden bu kimseler, Hz. ibrahim ve Hz. ismail'in şeriatı üzerine Kabe'yi tavaf eden hac ve Umre yapan, Arafatta vakfeye duran, telbiyede bulunan kimselerdi. [8] Bunlardan bazıları, halkın durumunu zaman zaman eleştirirlerdi, îbn ishak (Ö.151/768) onlardan bir grubun düşüncelerini şöyle nakleder:
"Kureşli bir kaç kişi, Zeyd bin Amr bin Nufeyl, Vakara bin Nevfel, Osman bin Huveyris, Ubeydullah bin Cahş, bir bayramda Kureyşliler, putların yanında kurban keserlerken onları izliyorlardı. Bir ara bu bir kaç kişi, başbaşa verip birbirlerine: "Birbirinize dost olun, kavmimiz hiç doğru yolda değildir, ibrahim dînînden ayrıldılar. Ona muhalefet ettiler. Ne zarar ne de fayda vermeyen hiç bir puta tapılmaz. Kendinize yeni bir din arayın," dedi. Bunun üzerine yeni bir din aramak için yola çıktılar. Bunlar yeni bir dinden ziyade, Ehl-i Kitap içinde Hz. İbrahim dînîni, Hanifliği bulmak için yollara düşmüşlerdi.[9]
Anlaşılan şu ki, Câhiliye döneminde Hz. ibrahim'in dînîne sahip çıkmayı gaye edinmiş kimseler, o dînin bütün esaslarını biliyor ve yaşıyor değillerdi. Belki inanç ve ibadetleri, bölgedeki diğer itikâdî ve amelî düşüncelerin, hatta Hıristiyanlık ve Yahudiliğin etkisinde kalmıştı. Ama bilinen şu ki, atalarının dîni demek olan Haniflik, onlar için esastı. Onlar inanç yönünden Muvahhid insanlardı ve bunu korumak gayreti içindeydiler. [10]
2. Ehli Kitap (:Yahudiler Ve Hıristiyanlar) Islâmm ortaya çıktığı dönemde Arap yarımadasının dört köşesinde Yahudileri görmekteyiz. Yahudilerin Hicaz'a ne zaman ve nereden geldikleri hakkında değişik görüşler ileri sürülmektedir. En kuvvetli görüş :Milâdî birinci asırda Romanın Suriye ve Mısır hakimiyetinin ardından, birinci ve ikinci asırlarda Şam'dan ayrılmaya başladıkları yolundadır. Roma'nın Yahudilere ve Sami devletine yaptığı baskı, Yahudileri Roma'nın hakimiyetinden uzak Arap yarımadasına göçe zorladı.
Yahudilerin Hicaz'a göçleri, imparator Teytus'a karşı (M.S.70) yılında yaptıkları direnişin zayıflamasından sonra artmaya başladı. (M.S. 132-135) yılları arasında, imparator Hader-yan'a karşı giriştikleri devrimde de başarılı olamayınca, kaçanlar Yesrib'e kadar geldiler.[11]
Yahudiler, Mekke'de yerleşik olarak hemen hemen yoktu denilebilir. Ancak Hicaz bölgesinin değişik yerlerinde her yıl düzenlenen fuarlarda, bilhassa Ukaz'da, sadece ticarî malları satarken değil, aynı zamanda kendilerini, saklanmış veya kaybolmuş şeylerin nerede olduklarını bilen, yahut istikbali okuyan Kâhinler olarak takdim eden ve bundan da pek güzel para kazanan insanlar olarak görmekteyiz.[12]
Bunlar "Ehli kitap" bir ulus olarak, okuma yazmadan nasibini almamış, gönlü saf bedeviler üzerinde özel bir nüfuz ve itibar kazanmış durumdaydılar.[13]
Yahudiler esas itibariyle Muvahhid olmalarına rağmen, Allah inancı konusundaki yanlış düşüncelerinden dolayı sapıtmışlar ve Tevhid'i zedelemişlerdir. Bu husus Kur'an-ı Kerimde çok açık olarak ifade edilmiştir: Allah'a çocuk isnad ediyorlar, "Uzeyr Allah'ın oğlu" diyorlardı.[14] Allah'a fakirlik isnad ediyorlar, "Allah'ın eli bağlıdır" diyorlardı.[15]
Allah'ı cimrilikle vasfediyorladı. Haham, Rahip gibi din adamlarını, Allah'tan başka Rabler edinmişler [16], Kutsal kitapları, Tevrat hükümleriyle amel etmeyi bırakarak, peygamberleri öldürmeye kalkmışlardı,[17] Kur'an'ın ifadesiyle: "Allah'ın gazabına uğramış"[18] bir millet olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Cebrail (a.s)'ı sevmeyen,[19] kendilerine, ahirette çok az azab dokunacağını iddia eden[20] Yahudiler, bu, benzeri inançlarıyla tamamen Tevhid inancından uzaklaşmışlardı.
Yahudilerden başka Hıristiyanların varlığım da Hicaz bölgesinde görmekteyiz. Bunların yurdu. Necran idi. Mekke'de pek nadir bulunuyorlardı. Ibn Hişam (Ö.218/833)'ın rivayetine göre,[21] Faymiyun (Euphemion) adında dindar bir hıristiyan seyyah tarafından Necran'a, oradan da Yemen'e götürülen hıristiyanlık,[22] bölgede yayılmıştır.
Yahudilerde olduğu gibi hıristiyanlar da Tevhid inanandan uzaklaşmışlar, bir takım batıl inançlara sapmışlardı. [23] Hıristiyanlar arasında "Hz. Isa Allah'tır" diyenler olduğu gibi, "[24]
3. Müşrikler Müşrikler bir taraftan Allah'a inandıklarını iddia eden, bir taraftanda çeşitli varlıkları veya elleriyle yapageldikleri şeyleri Allah'a ortak koşan kimselerdi. Bu ortak koştukları şeyleri, Allah ile kendileri arasında aracı kabul ediyorlardı. Böylece Allah'a şirk koşuyorlar ve bu şirk koşmalarına da güya meşrûiyyet kazandırıyorlardı. Hicaz bölgesinde halkın büyük çoğunluğu, müşrikti. "Hz. ibrahim ve ismail'in oğullarıyız" demelerine rağmen, onların getirdiği Tevhid akidesini bırakmışlar, Haniflikten ayrılmışlardı, inançlarında Tevhid düşüncesinin belli izleri görülmesine karşı, başka ilahlar, ara Tanrı ve Tanrıçaları kabul etme düşüncesi ağır basıyordu. Akla gelebilecek hemen her şeyi Allaha ortak koşarlardı. Kaynaklardan geçen şu olay dikkat çekicidir:
Hz. Peygamber, Husayn'a: "-Kaç ilaha tapıyorsun?" dedi. -Altısı yerde biri gökte, diye cevap verdi. Rasulüllah: "isteyerek ve korkarak ibadet ettiğin hangisidir?" dedi. "Gökte olan" karşılığını verdi. Rasulüllah: "Sana bazı sözler öğretsem müslüman olmaz mısın?" dedi. Adam, müslüman oldu. Rasulüllah da ona şöyle demesine tavsiye etti: "Allahım bana hidayetimi ilham et, beni nefsimin şerrinden koru,"[25]
Müşriklerin gelenek olarak devam ettirdikleri hac ibadet: (tahrif olmuş şekliyle) esnasında söyledikleri şu dua da onların şirke nasıl bulanduklarmı açıkça göstermektedir: "Ya Rabbü... senin emrine her zaman itaat ederim. Senin hiç bir şerikin yoktur, bir şerikin vardır ki o ve onun malik oldukları da senindir."[26]
Şirk düşüncesi, Câhiliye...
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın