Konu Başlığı: Asrı saadette adab-ı muaşeret Gönderen: Safiye Gül üzerinde 30 Eylül 2010, 14:27:05 ASR-I SAADET'TE ÂDÂB-I MUAŞERET Prof. Dr. M. Zeki Duman M. Zeki Duman 1952 Yılında Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesinde doğdu- kokulu köyünde; orta, lise ve yüksek tahsilini Kayseri'de tamamladı. 1977 yılında Kayseri Yüksek islâm Enstitüsüne tefsir asistanı olarak girdi. 1985'de doktor, 1987'de doçent ve İ993'te de Profesör oldu. Halen Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Öğretim üyesidir. Eserleri: - Kur'ân-ı Kerim ve Tıbba Göre İnsanın Yaratılışı - Uygulamalı Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi - Âdâb-ı Muaşeret [1] Giriş Âdâb-ı Muaşeret, edeb kelimesinin çoğulu ile Muaşeret kelimesinin birbirlerine izafesiyle meydana getirilmiş Osmanlıca bir terkiptir. Edeb kelimesi, iffet, zerafet ağırbaşlılık, söz ve davranışlarında ölçülü olma, iyi terbiye ve güzel ahlâk gibi manalara gelmektedir. Terim olarak edeb, ferdi hem kendi şahsında hem de yaşadığı toplum içerisinde ayıp ve kusurlardan arındıran, doğru ve güzele yönelten, insanı erdemli kılan bir olgunluk disiplini olarak tanımlanabilir. Muaşeret ise, işret kökünden olup, birlikte yaşama, insanlar arasına karışma, onlarla kaynaşıp ülfet etme, akıl ve mantık ölçüleri çerçevesinde kalmak şartıyla onlarla hoş geçinme gibi anlamlara gelmektedir. Terkibi meydana getiren unsurları tanıdıktan sonra, Adâb-ı Muaşereti şöyle tarif etmemiz mümkündür: Adâb-ı muaşeret, insanın toplum içerisinde uymak mecburiyetini hissettiği güzel ahlâk, nezaket, görgü kaide ve usulleri; toplumda insan olarak yaşama ve saygı değer bir birey olmanın kurallarıdır. însan yaratılışı icabı sosyal bir varlıktır, insanî ve Islâmî görevlerini yerine getirebilmek için toplum içerisinde yaşamak insan tabiatının gereğidir, insanlardan ayrı olarak, tek başına yaşamak insanın fıtratına ters düşer. Yaratılış gayesi ve Dinî sorumlulukları bakımından bir insanın böyle bir hayat tarzı yaşaması doğru değildir.[2] I. MUAŞERET ESASLARI VE ÂDABIN ÖNEMÎ İnsanlar arasında saygıdeğer, mutlu ve refah içerisinde yaşayabilmek için toplumun sahip olduğu kanunlara ve Muaşeret Esaslarına uymak her insan için şarttır. Cemiyet hayatında Muaşeret Esasları ve Edeb'in Önemini şu açılardan ele alıp değerlendirebiliriz: [3] A- Ferd Açısından Edebin Önemi Toplum içinde yaşayan her insan, insan olması hasebiyle saygıdeğerdir. Ancak edeb sahibi yüksek kültür ve tahsilli olan insanların her yerde özel yerlerinin olduğu da bir gerçektir, islâm Dinî nazarında, insanlar arasında sınıf farkı değil, terbiye ve tahsil derecesi önemlidir. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v.): "insanları layık olduktan yerlerine, koyunuz" Hadis-i şerifîeriyle terbiye ve güzel ahlaktan kaynaklanan farklılığa özel olarak işaret etmiştir. Allah'ın Resulü Hz. Muhammed (s.a.v.), sahabe-i kirama güzel ahlakı tavsiye ettikten sonra şöyle buyurmuştur: "Hüsn-i hal, teenni ve iktisad peygamberliğin kırkta biridir." Yani, kılık kıyafet itibariyle güzel bir görünüm, düşünerek ve ağırbaşlı hareket ve ölçülü davranma peygamberler ahlâkındandır. Şairlerden biri "Allah (c.c), hiçbir kimseye akıl ve edebden daha üstün bir bağışta bulunmamıştır," der. Hz. Mevlanâ da: "Ey aşıklar, nefsinizi edeble süsleyiniz. Zira aşk yollarının hepsi edebden geçer," der. Bir başka beyitinde de: "Adem oğlu eğer edebsiz ise insan değildir. Çünkü insanla hayvan arasında fark, edebdir." demiştir. [4] B- Toplum Açısından Edebin Önemi Her insana saygı, her şeyde dikkat ve itina, güven, ağırbaşlılık... gibi insana has davranışların, sosyal hayatın refah ve mutluluğuna katkısının sonsuz olduğu muhakkaktır. En ilkelinden en medenîsine kadar tüm toplumlarda, içtimaî hayatın başarısı için zararlı unsurların, ıslahı mümkün değilse, bertaraf edilmeleri esastır. Bu nedenle bir takım kanunların konulduğu ve bunlara riayet etmenin zorunlu olduğunu görmekteyiz. Bu cümleden olarak yüce dinimiz îslâm müslümanlara şahsî sorumluluklarının yanısıra toplumla ilgili bir takım görevler de yüklemiştir. Meselâ en yakınından başlamak şartıyla "Emr bil-Ma'ruf Nehy-i Ani'l-Münker", yani iyiliği emredip kötülükleri engellemek, mü'minin cemiyetle ilgili görevlerinin başında gelir. Çünkü sosyal hayatın kurallarından biri de "toplumun fertlerinden herhangi biri, genel yaşam kurallarına başkaldıracak olursa, diğerlerinin görevi, onun amacım gerçekleştirmesine imkan vermemektir." Yüce Dinimiz îslâm bu sorumluluğu müslümanlara bir görev olarak yüklemiş, toplumun huzurunu bozacak nitelikteki sorumsuz davranışlarına müsaade etmemiştir. Ayrıca Dinimiz, ferdin hukukunu koruduğu gibi cemiyetin haklarını da korumak maksadıyla suça göre müeyyideler getirmiştir. Cezalar, suçun büyüklük ve yaygınlığı ile doğru orantılıdır. Suç büyürse, ceza da büyür; suç küçükse ceza da küçüktür. Mesela, adam öldürmek, hırsızlık yapmak, ırza tecavüz etmek gibi suçlar, her ne kadar ferdi ilgilendiriyor görünse de topluma etkisi daha fazla olduğu ve sosyal düzeni parçaladığı için katilin öldürülmesi, hırsızın elinin kesilmesi, ırza tecavüzün recm ve celde ile tecziye edilmesi Cenâb-ı Hak tarafından otoriter İslâm Devletine emredilmiş-bir görevdir. Şurasını da belirtelim ki, bu tarzdaki ağır cezalardan maksad suçluyu cezalandırmak değil suçu ortadan kaldırmaktır. Tıpkı kangren olmuş veya kanserli bir organı feda ederek hastanın canını kurtarmak ve hayatının devamını sağlamak gibi... Bu koruyucu kanunlarla birlikte içtimai hayatta yaşamanın kurallarından olan muaşeret esaslarına da riâyet edilecek olunursa, o toplumda huzursuzluktan ve anarşiden bahsetmek mümkün olmaz!... Mübalağasızca denilebilir ki, orduda askerin sevk ve idaresi ne ise, sosyal hayatta Muaşeret Kaide ve Usulleri de odur!.. [5] C- İbadetler Açısından Edebin Önemi İbadet, Allah'a itaatin en yüksek mertebesidir. İtaatle edeb olmazsa, onu ibadet diye isimlendirmek de mümkün değildir. İşte sebeple her ibadetin farzları, vacipleri sünnetleri, olduğu gibi âdâb ve erkânı da vardır, ibadetlerin kabule şayan olabilmesi için âdâb ve erkânına riayet etmek farzlarını yerine getirmek kiiar önemlidir. Çünkü islâm ilim adamlarından bir çoğu, ibadet ta'dil-i erkânın da farz olduğu kanaatindedirler. Namazda olduğu gibi, sosyal hayatın icaplarından olar. yardımlaşma, zekat ve sadaka gibi ibadetlerde de Allah teâlânin vaz'ettiği edeblere riayet edilirse hem Allah razı olur, hem verdiği için gurura kapılmaz; fakir de alan kimse olarak, asla izzet-i nefsi kırılmaz. Mesela, Allah Azze ve Celle'nin, "Sadaka nnızı, gösteriş düşkünü kimseler gibi başa kakma ve eziyet üyA etmeyiniz." emr-i ilahisi, sadaka alanların, fakirlikleri sebebime incitilmelerini müsaade etmemiştir. "Size verilse, yüzünüzübu-ruşturup almayacağınız kötü şeyleri siz de başkalarına vemeyi-niz." ayeti de zekât alan insanın verenden insan olarak hiçbir farkının bulunmadığını belirtiyor. Sadaka ve zekâtların, özelik gizli verilmesinin tavsiye edilmesinin, fakir müslümanların izzet-i nefis ve şereflerinin korunması amacına yönelik olduğu apmr. imam Malik hazretleri, "Amelde edeb, onun kabulüne işaret-tir," demiştir. Öyleyse denilebilir ki, kamu iman edebi gerektir, Edebi olmayanın imanı ve ibadetleri de kamil değildir. [6] II. ÂDÂB-I MUAŞERETİN KAYNAĞI Adâb-ı Muaşeretin kaynağı, genelde toplumun kükr ve yaşama biçimidir denilir. Muaşeret Esaslarının, her ne kadar bey-nel-milel yönleri bulunsa da, genelde topluma Özgü olduğu ti yaygındır. Zira yeryüzünde var olan insanların, inanç b da birbirlerinden farklı oldukları ve inançlarının da yaşayışlarında etkili olduğu nazar-ı itibara alınacak olursa, her toplumugörgü kurallarının dininden etkilendiğini, Özellikle de mülüman toplumlarının görgü kurallarının islâm Dini'nden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Bilhassa îslâm dininin hakim yaşam biçiminde kılık-kıyafete varıncaya kadar gayr-ı müslimlere benzememe vb. ilkeleri gözönüne alınınca, Islâmî âdâb-ı muaşeretin kaynağının da Kur'ân ve sünnet olduğu ortaya çıkar, islâm'ın temel prensiplerine ters düşmeyen âdetler de âdâb-ı muaşeretin kaynaklarındandır. Zira coğrafi ve iklimlerin insanların yaşama tarzlarına etki ettiğitır. Bu sebeple tamamı müslüman olan toplumlarda bile, temelde islâm'ın özüne aykırı olmamak şartıyla, birbirleri arasında bölgesel farklılıkların olabileceği gözardı edilemez. Bu nedenle de müslüman toplumlarla müslüman olmayan toplumlar arasında, her yönüyle ortak beynel-milel muaşeret esasları düşünmek^ imkansızdır. Şu halde rahatlıkla denilebilir ki, müslüman toplumlarda âdâb-ı muaşeretin kaynağı îslâm Dini'dir. Yani, Kur'ân, Sünnet ve selef-i salihinin bu konudaki görüşleri ve örflerdir. Konu ile ilgili ilim adamlarından bir kısmı, toplumda ve ibadet esnasında muaşeret esaslarına riayet etmek farzdır dedikleri halde; diğer bir kısmı da, hayır, bu konunun farz, vacip ve sünnetle ilgisi yoktur, sadece âdab ve erkanla ilgilidir demektedirler. Mesela, imam Yusuf, îmanı Muhamnıed ve imam Şafiî ta'dil-i erkan adıyla ibadetlerde âdab farzdır, demişlerdir. Şahıslar arasında âdâb-ı muaşeret ise, müfessirlerin tamamı, "Hz. Peygamber ve hanımları ile ilgili kurallara uymak farz, terki haramdır" demişlerdir. "Kasıtlı olarak terk edilmesi amellerin ecrinin silinmesine sebep olur" diyenler olduğu gibi, "küfürdür" diyenler de vardır. Anne, baba ve öğretmen gibi kişinin yetiştirilmesinde ve eğitiminde etkinliğini bulunanlara karşı edeb kurallarına riayet de farz olup terki gazab-ı ilahiyi gerektirir denilmiştir. Tavsiye kabilinden olup, aksi insanı, toplumda kaba ve çirkin gösteren kısmı da mekruhtur, çoğu kez insanın toplum içerisinde ayıplanmasına ve dışlanmasına sebep olur denilmiştir... [7] [1] Prof. Dr. M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/241-242. [2] Prof. Dr. M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/243. [3] Prof. Dr. M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/244. [4] Prof. Dr. M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/244. [5] Prof. Dr. M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/244-245. [6] Prof. Dr. M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/245-246. [7] Prof. Dr. M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/246-247. |